Filistinli Esirler

İsrail’in Filistinli Esirlere Yönelik Kısıtlayıcı Uygulamalarının Hedefleri

Muhammed El-Kîk [*]

Süleyman Bişarat [**]

Filistinli Esirler Cemiyeti tarafından yayınlanan en güncel raporda, İsrail işgal güçlerinin 7 Ekim 2023’ten bu yana Batı Şeria’da 6.025’ten fazla Filistinliyi tutukladığı belirtildi. Aynı rapor, sadece 2023 yılında, idari tutuklu sayısının, 1987’deki I. İntifada’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştığını aktarırken, tutuklular arasında gazeteciler, daha önce serbest bırakılan mahkumlar, aktivistler, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar olmak üzere çeşitli kesim ve yaş gruplarından insanların olduğunu belirtmektedir.

İstatistikler 7 Ekim’den bu yana 6 Filistinli esirin darp, işkence ve tıbbi ihmal sonucu şehit olduğunu gösterdi. Ayrıca cezaevlerindeki esirlerin hedef alınması ile tutuklamaların artmasının dikkat çekici bir boyutta aynı zamana denk geldiği gözlemlendi.

Serbest bırakılan esirler ve hâlâ hapishanelerde bulunan diğerlerinin ifadeleri, işgalci İsrail’in hapishanelerde daha önce hiç görülmediği kadar aşırı cezalandırma politikalarını uyguladığını ortaya koyuyor. Bu cezalandırma politikalarından bazıları ise, cezaevlerinin aşırı kalabalık olması, mahkumların kanunların öngördüğü en temel haklarından mahrum bırakılması, mahkumların sert muameleye, darp ve sistematik saldırılara maruz bırakılması ve esirleri kasten aşağılama davranışları olarak sıralanmaktadır.

Bütün bunlara bakıldığında, İsrail’in, özellikle bu dönemde hapishanelerde uyguladığı bu şiddetli cezalandırma politikalarından neyi hedeflediğine dair bir soru gündeme geliyor.

Esirlere uygulanan şiddet ve anlaşmaların ihlali:

İnsan hakları ve medya kuruluşları, serbest bırakılan esirlerin cezaevlerinde maruz kaldıkları şiddetli darp olaylarına ilişkin onlarca ifadeyi belgeledi. Bu darp olaylarının bazıları mahkumların şehit olmasına yol açacak kadar şiddetliydi. Tıpkı Ekim 2023’te Megiddo Hapishanesi’ndeki İsrailli işgalci gardiyanlar tarafından şiddetli bir şekilde darp edildiği ve ardından şehit olduğu açıklanan esir Ömer Daraghmeh gibi. Esirlere yönelik şiddet, evlerinde tutuklandıkları andan itibaren başlıyor, cezaevlerine veya soruşturma merkezlerine nakledilmeleri sırasında da devam ediyor. Şiddet bununla kalmıyor, belgelenen ifadelere göre; cezaevi bölümlerine getirildikten sonra da darp, işkence ve aşağılama devam ediyor.

Darp uygulamalarının yanı sıra, esirleri aç bırakma politikası da İsrail cezaevlerinde uygulanan bir işkence türüdür. Çoğu zaman esirlere verilen yiyeceklerin kalitesinin düşük olması ve onlara yeterli miktarda yiyecek sağlanmayarak mahkumların sağlık durumları doğrudan etkileniyor. Esirlerin ifadeleri, bazı mahkumların hasta olduğu ve sağlıklı gıdaya ihtiyaç duyduğu bilinmesine rağmen günde sadece iki öğün ve az miktarlarda verildiğini ortaya çıkarıyor.

İşgalci hapishane yönetimi ayrıca, cezaevlerindeki televizyon ve radyoyu yasaklayarak ve esirleri Uluslararası Kızıl Haç veya diğer avukatların ziyaretlerinden mahrum bırakarak, onları kasıtlı bir biçimde dış dünyadan tamamen izole etmeye çalışıyor. Bu durum esirlerin ailelerinden haber alma ve onlarla irtibat kurma imkanını kaybetmelerine neden oluyor. Bu da hem mahkumlara hem de hapishanelerdeki erkek veya kız çocuklarının akıbetini merak eden ailelere yönelik sistematik bir psikolojik işkence yöntemi oluşturuyor. Aileler artık çocuklarından haber almak için herhangi bir esirin tahliye anını beklemek durumda kalmaya başladı.

Uluslararası Af Örgütü Amnesty bir raporunda, Filistinli esirlerin İsrail hapishanelerinde sistematik bir şekilde aşağılandığına işaret ediyor ve örgüt bu durumu serbest bırakılan onlarca mahkûmun ifadeleriyle belgeliyor. Bu aşağılama yöntemlerinden bazıları ise, şiddetli darp, tutukluların soyulması, başlarını eğmeye zorlanması, yoklama alınırken yere diz çöktürülmeleri ve hoparlörlerden yüksek sesli müzik açılması.

İşgalci İsrail’in Filistinli esirlere yönelik uygulamaları, Uluslararası Cenevre Sözleşmesi’nin 13. ve 14. maddelerinin açık bir ihlali niteliğindedir. Bu madde savaş esirlerine her zaman insanca davranma gereğini öngörür ve alıkoyan gücün gözaltındaki bir mahkûmun ölümüne neden olabilecek herhangi bir yasadışı eylem veya ihmal yapmasını yasaklar. Ayrıca Cenevre Sözleşmesi gereğince, savaş esirleri her zaman ve her koşulda özellikle şiddet, tehdit veya korkutma, hakaret ve intikam eylemlerine karşı korunmalıdır.

Cenevre Sözleşmesinin 14. maddesi, savaş esirlerinin her koşulda kişiliklerine ve onurlarına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduklarına, kadın esirlerin ise cinsiyetleri göz önünde bulundurularak saygıyla davranılmasına ve erkeklere uygulanandan daha az olmayacak bir şekilde olumlu bir muameleye tabi tutulmalarına hükmeder.

Filistinli Esir Hakları heyeti, arabulucu rolü oynayan Katar ve Mısır ile Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Birleşmiş Milletler ve dünya ülkelerini, işgalci İsrail’e 7 Ekim’den bu yana esirlere yönelik uyguladığı intikamcı politikalarını ve işlediği suçları durdurması için baskı yapmaya davet etti. Ayrıca esirlerin hedef alınmasına ilişkin soruşturma başlatılması çağrısında da bulunuldu.

İsrail’in bu davranışlarının amaç ve anlamı:

İşgalci İsrail, Filistinli esirlere karşı sistematik davranışlarıyla bir dizi hedefe ulaşmayı planlıyor ve bunu terörle mücadele adı altında meşrulaştırmaya çalışıyor. Ayrıca bu meşrulaştırma planında uluslararası kararların amir hükümlerine göre tam olarak korunması gereken esirlerin hedef alınması meselesinin gerçek bağlamından koparılması da yer alıyor.

Kitlesel hale gelen ve bazen aynı aileden onlarca kişiyi aynı anda kapsayan, çatışmalarda canlı kalkan olarak kullanılan tutuklamaların yanı sıra, kadın ve çocukların tutuklanma ve istismar edilme oranlarındaki artış göz önünde bulundurulduğunda, İsrail’in Gazze’ndeki savaşına paralel olarak Batı Şeria’da izlediği tutum, birçok amaç ve anlamı içinde barındırmaktadır. Tutuklama operasyonları sırasındaki İsrail’in davranışlarından, vermek istenen birçok mesajı anlamak mümkündür:

  • Filistin iç cephesine yönelik manevi mesaj: Bu mesaj, Filistin kamuoyuna, 7 Ekim’de yaşananların size felaket, yıkım ve acı getireceğine odaklanmaktadır. Bu durum, 1948’de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinliler dahil, Kudüs ve tüm Filistin coğrafyasında çocuk, kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın tutuklama politikasında açıkça görüldü. İşgalci İsrail kendi anlayışına göre, bu uygulamalarıyla Filistin kamuoyuna, iç cephesine ve direnişe destek veren geniş halk tabanına, 7 Ekim’de yaşananların Filistinliler için bir zafer değil, bir “lanet” olduğu mesajını vermeye çalışıyor.
  • Olayları ve intikamı birbirine bağlama mesajı: Tüm kesimleri ve coğrafyayı etkileyen tutuklama politikası, yapılan işkence, darp ve cinsel saldırı tehdidi, İsrail işgalinin tutuklu Filistinlilerin günlük acılarını Ekim ayında yaşananlarla ilişkilendirmeye çalıştığı anlamına geliyor. İsrail, Gazze’de yaşananlardan dolayı Filistinlilerin moralini bozmaya ve onlardan intikam almaya çalışmaktadır.
  • Güvenlik mesajı: İsrail işgali, 7 Ekim’den bu yana direnişin Batı Şeria’ya, Kudüs’e ve İsrail’in iç bölgelerine sıçramaması için çalışmaktadır. Muhtemel herhangi bir olay veya eyleme karşı caydırıcılık denklemi olarak bilinen proaktif denklemi kullanıyorlar. Burada İsrail’in daha önce serbest bırakılan mahkumlar, Meclis Yasama Konseyi temsilcileri, Filistinli grupların liderleri, sözcüler, siyasi analistler, yazarlar ve aktivistler başta olmak üzere rastgele ve geniş çaplı tutuklamalar başlattığına şahit olduk. İsrail bütün bunları, askeri direniş eylemine, finansal, sosyal, yürüyüş, protesto gibi destek sağlayacak örgütsel bir organizasyonun oluşmaması için yapmaktadır.
  • Etkileşim için caydırıcılık mesajı: Caydırıcılık mekanizması öyle bir boyuta ulaştı ki, sosyal ağlara beğeni işareti koymak bile tutuklama sebebi olabiliyor. Nitekim bu durumu, İşgal altındaki topraklarda bir kızın sırf bir paylaşımı beğendiği için tutuklanmasın olayında hepimiz gördük. İsrail işgalinin uyguladığı caydırıcılık denkleminde bu davranış normal boyutları aşarak, vatandaşların mahremiyetine yönelik saldırı anlamına gelen evlere girmeyi, cep telefonlarını ve bilgisayarları incelemeyi, WhatsApp ve Telegram hesaplarını ve aile gruplarında yazışmaları kontrol etme noktasına kadar vardı. Bu kontroller aynı zamanda askeri kontrol noktalarında da yapıldı ve sırf sosyal ağlar üzerinden video aktarımı yaptığı gerekçesiyle her ilde en az iki veya üç saldırı, ağır darp, tutuklama, gözaltı ve idari gözetim olayı gerçekleşti.

Sonuç:

İşgalci İsrail, 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı operasyonu sonucunda sarsılan caydırıcılık denklemini, tutuklama, şiddetli darp ve aşağlama olaylarını tırmandırarak yeniden inşa etmeye çalışıyor. Nitekim İsrail, ortaya çıkan Filistin modelinin, halkı yeniden canlandırabileceğini, direnişin önemini ve rolünü artırabileceğini ve bunu İsrail işgaline karşı stratejik bir seçenek olarak benimsenebileceğinin farkındadır.

Bunu için Filistin hafızasından bu uyanış işaretlerini söküp yerine darp, aşağılama ve toplu cezalandırma imajlarını yerleştirmeye çalışıyor. Ancak İsrail’in bu kapsamlı stratejisinin başarısız olduğu ve 1948’den bu yana işgale direnen Filistin halkının kollektif kimliğini ortadan kaldıramadığı ortaya çıkmıştır.

İsrail’in Filistin halkına karşı süregelen taciz, darp, tutuklama ve katliamları, Filistinlilerin direniş seçeneğine daha fazla bağlı kalmasını sağlayabilir ve daha geniş Filistinli kesimlerin işgale karşı mücadele eden guruplara katılımının kapısını açabilir.

__________________________

[*] Filistinli Esirler konusunda uzman araştırmacı ve eski esir.

[**] Ybos Danışmanlık ve Araştırma Kurumunda Araştırmacı, Ramallah.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu