Savaş Döneminde Arap Medyasında İsrail’in İç Gündeminin Tartışılması: Yayın Alanı ve Anlamsal Yararlılık Sorusu

Gazze Şeridi’ne yönelik soykırım savaşı devam ederken, Arap medyası İsrail meselesine—siyasi, askeri, güvenlik, ekonomik ve diğer boyutlarıyla—ilişkin haber ve analizlerini yoğunlaştırmış durumda. Bu, ilke olarak olumlu bir gelişme sayılabilir; zira İsrail’in doğasını anlamaya ve davranışlarını yorumlamaya imkân tanır. Ancak dikkat çeken husus, bu meseleye medyada ayrılan yoğun yer ve baskın ilgidir. Bu durum, soykırım zamanında medyanın öncelikleri, haber içeriği ve sunum biçimi hakkında ciddi soruları gündeme getirmektedir.
Filistin davasını destekleyen Arap televizyon kanalları, İsrail meselelerinde uzman ve çeşitli geçmişlere sahip çok sayıda analist ve yorumcuyla dolup taşmaktadır. Öyle ki, Arap izleyicisinin ekranlarda duyduğu içeriklerin büyük kısmı İsrail’in tutumlarına dair analizler ve iç siyasi ortam, partiler, siyasi ve entelektüel elitlerin pozisyonlarını okuma çabalarıdır. Buna, Arapça’ya çevrilen İbranice haberler ve makalelerin büyük hacmi de eklenmektedir. Bu görev, birçok haber sitesi, araştırma merkezi, televizyon kanalı ve sosyal medya platformu tarafından üstlenilmektedir. Öyle ki, ilgili bir Arap izleyicinin, bölgedeki diğer aktörlerden çok daha fazla sayıda İsrailli siyasetçi, yazar ve analistin adını bildiğini söylersek abartmış olmayız. O hâlde, bu yaklaşımın ardındaki felsefe nedir? Bunun Arap ve Filistin kamuoyuna etkileri nelerdir? Arap ve Filistinli karar alıcıları üzerindeki yansımaları nelerdir? Ve gerçekten, bu yaklaşımın doğurabileceği olumlu sonuçlar, beraberinde getirdiği risk ve tehditlerden daha mı fazladır?
Savaşın uzamasına rağmen, Arap medyasının haberciliği biçim ve içerik açısından durağan ve klasik görünmektedir. Günlük yayın saatlerinin uzun bir kısmı, İsrail meselelerinde uzman çok sayıda kişinin ağırlanmasına ayrılmakta; bu kişilerin yaklaşım ve mantıkları ise büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Buna, çok sayıda İsrailli analistin görüşlerinin aktarılması da eklenmektedir. Ancak bu görüşler genellikle, İsrail solunun anlatı ve pozisyonuna dayanmakta; özellikle Binyamin Netanyahu’ya odaklanmakta, savaşın devamını onun tutumuna ve siyasi geleceğine indirgemekte, İsrail içindeki askeri, güvenlik ve siyasi kurumlarla yaşadığı anlaşmazlıklara umut bağlamaktadır. Kimi yorumlarda ise İsrail devleti ile hükümeti ve bakanları arasında ayrım yapılmakta; bu ayrımın, sistemin askeri ve siyasi unsurları arasındaki çatlağı derinleştireceği varsayılmaktadır.
Bu yayın çizgisinin ne denli faydalı olduğu sorusu daha da önem kazanmaktadır; zira Arap ve Filistinli analistlerin görüşleri İsrail medyasında yer bulmamakta, İsrail televizyonlarında ya da haber sitelerinde Arap uzmanlara dair analiz ya da tartışmalara rastlanmamaktadır. Bu alandaki Arapça içerik bolluğuna rağmen, İbraniceye çevrilmiş neredeyse hiçbir analiz bulunmamaktadır. İsrail medyası, Arap televizyonları ve sitelerinden yalnızca bazı acil veya özel haberleri—çoğunlukla direniş liderleri ya da bölgesel siyasetçilerin açıklamalarını—aktarır. Bu durum, İsrail’in iç dinamikleri, medya politikaları ve kültürel tercihleriyle ilgilidir ve bu yazının kapsamı dışında kalmaktadır.
Arap izleyici İsrail hakkında ne bilmeli?
İsrail siyasi sahnesindeki gelişmelere, aktörlere ve dinamiklere odaklanmak kuşkusuz belirli bir mantığa dayanmaktadır. Bu konu, savaş ve soykırım döneminde Arap izleyici, entelektüeller ve karar alıcılar için hayati ve önemli bir meseledir. Karşı tarafı, yani düşmanı tanımak, “Düşmanını tanı” ilkesine dayanarak, son derece önemlidir. Ancak burada tartışılması ve gözden geçirilmesi gereken asıl mesele, bu bilgilendirmenin kapsamı ve niteliğidir. İbranice medyada çıkan her şeyin harfiyen çevrilmesi, İsrail haber kanallarındaki yorumcuların ve bazı yetkililerin söylediklerinin aktarılmasıyla Arap siyaset ve medya alanının adeta bu içeriklerle doldurulması; Gazze’ye karşı yürütülen savaşın çevresini saran manzarayı dengeli ve nesnel bir şekilde anlamada ciddi bir dengesizliğe yol açabilir. Bu bağlamda, Arap medyasının bu tutumuna dair bazı önemli gözlemler ve notlar sıralanabilir:
1- Gazze’de yaşananların tanımını değiştirmeye yönelik hiçbir adım atılmamalıdır. Bu bir soykırım savaşıdır ve bunu gerçekleştiren Siyonist yapıdır; bir devlet, yani siyasi, güvenlik ve askerî yapısıyla bütüncül bir organizmadır. Netanyahu’nun liderliğini yaptığı faşist hükümet, bu yapının gerçek ve yegâne siyasi temsilcisidir. Bu hükümet iktidarda kaldığı ve parlamentoda (Knesset) çoğunluğu elinde bulundurduğu, devletin tüm kurumları (ordu, istihbarat, medya vb.) ona bağlı kaldığı sürece, bu tanımda bir tereddüt olmamalıdır.
2- İşgalci devletin davranışları ve iç gelişmeleri her ne kadar önemli olsa da, savaşın durdurulması, saldırganlığın dizginlenmesi ve soykırımın engellenmesi açısından en az onlar kadar önemli diğer boyutlar göz ardı edilmemelidir. Bu boyutlar arasında Arap ve İslam dünyası, uluslararası güçler ve hatta Filistin’in iç siyasi ortamı yer alır. Ne var ki bu alanlar, medya ilgisi açısından eşdeğer düzeyde ele alınmamaktadır. Arap dünyasının en büyük ve en çok izlenen televizyon kanallarında onlarca İsrail uzmanı ve analist daimi bir biçimde ekrana çıkarken, Arap/İslam dünyasının ya da uluslararası toplumun tavır ve davranışlarını yorumlayan kişi sayısı yok denecek kadar azdır; olanlara da yalnızca istisnai olaylar yaşandığında söz veriliyor.
3- Arap ve İslam dünyasındaki halkların, siyasi partilerin, devletlerin ve bölgesel ya da sivil toplum örgütlerinin tutumları yalnızca görünür kılınmakla kalmamalı, aynı zamanda derinlemesine analiz edilmelidir. Bu yapıların neden yeterince dayanışma göstermediği, baskı kuracak şekilde hareket etmedikleri, hangi engellerle karşılaştıkları gibi sorular üzerinde durulmalı; bu engellerle nasıl başa çıkılabileceği nesnel ve bilinçli biçimde tartışılmalıdır. Ne yazık ki hiçbir Arap haber ajansı bu görevi üstlenmemiştir.
4- Uluslararası düzeyde etkili olan güçlerin tutumlarına ışık tutmak ve bu tutumları derinlemesine analiz etmek, özellikle Arap ve İslam dünyasının zayıf kaldığı bu dönemde, büyük önem taşımaktadır. Avrupa kıtasındaki dönüşümlerin doğası, bu dönüşümlerin devlet politikalarına etkisi, Rusya, Çin ve Hindistan gibi etkin ülkelerin pozisyon ve davranışlarının dikkatlice değerlendirilmesi; bu savaşın seyrini ve sonuçlarını anlamak açısından hayati önemdedir. Filistinlilerin ve Arapların bu savaşta neye bel bağlayabilecekleri, bu dünyadan ve farklı aktörlerinden ne beklemeleri gerektiğini anlayabilmeleri için bu meselelerin derinlikli biçimde irdelenmesi, İsrail sahnesinin anlaşılması kadar önemlidir.
5- Tüm bunlardan daha önemli olan ise, Filistinli yapıların çeşitli bileşenlerinin tutumu ve performansıdır; özellikle de Gazze’deki soykırıma nasıl yaklaştıkları. Peki neden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin Yönetimi ve özellikle etkili olan direniş gruplarının tutumları derinlemesine ele alınmıyor? Neden Filistinlilerin farklı coğrafyalardaki halk tepkileri durup ciddiyetle incelenmiyor? Neden bu toplulukların içinde bulunduğu koşullar ve neden şimdiye kadar en asgari düzeyde dahi olsa etkili bir mücadeleye katılamadıkları ya da engellendikleri üzerine ciddi bir okuma yapılmıyor?
6- Günlük saatlerce süren yayınlar ve yüzlerce İsrail analistinin katkıları, İsrail kamuoyu üzerinde hiçbir etkide bulunmamaktadır; çünkü İsrailliler bu yayınları duymuyor. Dolayısıyla bu içerikler ne savaşın gidişatını etkiliyor ne de kararlara yön verebiliyor. Ayrıca, Arap vatandaşının İsrail hükümetinin davranışlarını anlaması da ne onun savaş karşıtı bir tavır geliştirmesini sağlıyor, ne de Filistin halkı ve Gazze’ye destek vermesi için onu harekete geçiriyor. Aksine, bu yayınlar Arap izleyicide, savaşın Netanyahu’nun kişisel savaşı olduğu ve onun düşüşüyle birlikte sonlanacağı, İsrail’deki iç gelişmelerin durumu değiştirebileceği gibi yanlış beklentilere yol açabiliyor. Oysa Arap vatandaşı, İsrail’in doğasını, zalim bir işgal gücü olduğunu ve onlarca yıldır süregelen deneyimlerle bunu zaten iyi biliyor. Bu durumda, İsrail iç meselesine bu kadar zaman ve enerji ayrılmasının anlamı nedir?
7- Bu savaş, Netanyahu’nun şahsi savaşı değildir. Bu savaş, faşist, sömürgeci ve radikal bir yapıya bürünen İsrail devletinin savaşıdır. Bu yapı, halktan güvenlik ve ordu teşkilatına kadar tüm düzlemlerde sağa ve faşist sağa doğru ciddi bir kayma yaşamıştır. Güvenlik, siyasi ve askeri kurumlar arasında farklar aramak, Arap izleyici için çok anlamlı değildir. Belki Filistinli karar alıcı için de fazla bir değer taşımaz. Çünkü bu soykırım savaşını sürdüren yapı, tüm kurum ve düzeyleriyle birlikte İsrail devletidir. Evet, aralarındaki bazı farklılıkları incelemek önemlidir; ancak savaşın seyri, bu yapılar arasındaki yüksek düzeydeki uyum, eşgüdüm ve tamamlayıcılığı açıkça ortaya koymaktadır.
Bu durumu kanıtlayan en belirgin örneklerden biri, İsrail’in güvenlik ve askeri kurumlarının Gazze, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran’da yürüttüğü operasyonlardır. Tüm bu operasyonlar sadece Netanyahu’nun iktidarda kalması ya da hapis cezasından kurtulması için mi gerçekleştirilmiştir? Tahran, Beyrut ve Gazze’de gerçekleştirilen suikastlar Netanyahu için mi yapılmıştır? Gazze Şeridi’nin bu denli vahşice yıkılması, sadece tek bir adamı kurtarmak için mi? Yoksa bu, faşist ve kanlı bir zihniyete sahip olan ve kendisiyle son derece tutarlı hareket eden bir yapının kolektif kararı ve uygulaması mıdır? Üstelik bu yapı, Netanyahu’nun faşist hükümetine dahil olmayan birçok siyasi partiyi de kapsamaktadır.
Bu gerçeklik, özellikle 18 Temmuz 2024’te İsrail parlamentosu Knesset’te gerçekleşen oylamada açıkça ortaya çıkmıştır. O gün Siyonist partilerin tamamı, Filistin devleti kurulması fikrine karşı çıkan bir önergeye ezici çoğunlukla destek vermiştir: 120 milletvekilinden 102’si Filistin devletinin kurulmasına karşı oy kullanırken, sadece 9 milletvekili önergeye karşı çıkmıştır.
Sonuç olarak, Arap medyasında açıkça görülen ve artık neredeyse yok olma noktasına gelmiş olan zayıf İsrail solunun Filistin meselesine ve Gazze’deki soykırım savaşına ilişkin perspektifini ve anlatısını benimsemek, artık ne yerinde bir tercihtir ne de Filistin davasına ya da genel olarak Arap meselelerine hizmet etmektedir. Bu yaklaşım, Filistin halkına yönelik saldırganlığın durdurulmasına da katkı sunmamaktadır. Oysa işgalci İsrail devletinin doğasını olduğu gibi ortaya koymak, gerçekliğini çıplak biçimde sunmak, özellikle bir soykırım savaşının ortasında bulunulan bu dönemde, çok daha elzemdir. Filistin halkının haklarının inkâr edilmesi, hatta mevcudiyetinin inkârı, faşist ve aşırı sağcı ideolojilerin yayılması, siyasetin tüm sahasında sağın ve faşist sağın hâkimiyeti, devletin yapısal bileşenlerinde saldırganlık ve vahşetin norm haline gelmesi—işte Arap vatandaşının bilmesi gereken gerçek manzara budur. Filistinli ve Arap karar alıcıların da bu gerçeklikle yüzleşerek hareket etmesi gerekir.
Bu metin, Arap medya ve siyasi tartışmalarında mevcut olduğunu düşündüğümüz bir yöntemsel soruna dikkat çekme girişimidir. Hâlâ geç kalınmış değildir; bu yaklaşım gözden geçirilebilir, düzeltilebilir. Belki bu da, Gazze’deki soykırımı durdurmaya, Filistin halkının varlığını hedef alan tasfiye planlarını boşa çıkarmaya ve Filistin davasını savunmaya katkı sunar. Dahası, İsrail’in bölgede mağrur, saldırgan ve karşı konulamaz bir güç olarak kökleşmesini önlemeye yardımcı olur. Aksi takdirde bu algı, bölgedeki tüm halklar ve devletler için ciddi tehditler oluşturur.
Bu makale Arabi21‘de yayınlanmıştır.