Erdoğan Döneminde Tarihi Uzlaşma
"Kültürlerini koruyacak ustaları olmayan toplumların tarihi, tarihi olmayan toplumların dili, dili olmayan toplumların üniversitesi olmaz.” Cemaleddin el-Afgani.
Türkiye'deki 15 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi dönemiyle ilgili yapılan çalışmaların çoğu ekonomik büyüme ve kalkınma konusuna odaklanıyor. Kuşkusuz ekonomik kalkınma, bir iktidar için en önemli ve somut göstergelerden biridir. Ancak kalkınmanın ve istikrarın bunun yanında ve bir bütün olarak tarihi, insani, kendi öz yapısıyla uyumlu olma boyutları da vardır. Kalkınma standardı açısından ekonomi kuşkusuz çok önemli bir göstergedir. Ancak kalkınma ve gelişme sadece bu alandan ibaret değil daha birçok alanda mesafe kat edilmesi gerekir.
Buna ivme kazandıracak kültürel bir çevreden soyut olarak Kalkınmanın sadece üretici ve yaratıcı bir dizi ekonomik düşüncelerin sonucu olarak gerçekleşmesi mümkün değildir. Zira devletin içinde bulunduğu hastalıklı hal sadece ekonomik alanda kendini göstermez. Bilakis bunun ekonominin yanı sıra kültürel sosyal ve siyasi yansımaları da vardır. Böyleyken sadece ekonomik gelişmeyle topyekûn bir kalkına sağlamak, ülkeyi şaha kaldırmak söz konusu değildir.
Cezayirli ünlü düşünür ve sosyal reformcu Malik bin Nebi, toplumun ve ülkelerin içinde bulundukları sorunun temelinin “medeniyet sorunu” olduğunu söyler. Bin Nebi, her toplumun sorunun özü itibariyle medeniyet sorunu olduğunu, sorunun çözümünün medeniyeti inşa edeceği sağlam temelleri belirlemekten geçtiğini ifade ediyor. Dolayısıyla inşa edilecek medeniyetin temelleri tespit edilmeden sorunun teşhisi ve de çözümü mümkün değildir.
2002 yılında, Türkiye’yi yönetmeye talip Erdoğan’ın liderliğindeki yönetici elit, değişim ve çözüm için gerekli olan bu mantığı anlamış ve sağlıklı bir değişim için işe devletin seyrini düzletmekle başlamıştır. Sağlıklı bir gelişme için ileriye atılan her adımı geriye yani tarihe atılan bir adımın takip etmesi gerektiğini gayet iyi anladı.
Bu bağlamda Mustafa kemal ile başlayan tarihsel kopukluğun giderilmesi ve en yakın tarih olan Osmanlı ile bağın yeniden kurulması için gerekli adımlar atıldı. Ankara, İstanbul, İzmir, Konya, Sultan Ahmet camii, İstanbul Boğazı, Fatih Camii ve Ayasofya ziyaretçilerle, turistlerle dolup taştı. Türkiye hiç kimseye kapılarını kapatmadı. Herkese kapılarını açtı. Arapça Türkiye’de tekrar cazibesini kazanmaya başladı. Tükler Arapça öğrenmek için seferber olmaya başladı. Camilerin kubbeleri tekrar heybetine kavuştu. Tarihi Camiler restore edildi. Güzel camiler inşa edildi. Böylece Türkiye’nin geçmişiyle kültürel, tarihi ve medeni bağları yeniden kurulmaya başlandı.
Burada amaç örnekleri sıralamak değildir. Bilakis amaç Türkiye’nin kaydettiği değişimin mantalitesini ve mantığını ortaya koymaktır. Buna göre kalkınmak ve gelişmek için tarihini ve kendi kendini reddetmek gerekmiyor. Çünkü tarihi, kendi kendini inkâr etmek büyük bir dinamikten ve hazineden mahrum olmaktır. Bu durumda bir medeniyetin ihtiyaç duyduğu malzeme heba edileceği gibi dünyada gelişmişliğin en somut verisi olarak kabul edilen ekonomik alanda da büyük kazanımlar heba edilmiş olacaktır. Bu konuda yine Malik bin Nebi şunları kaydeder; “herhangi bir ekonomik projenin başarıya ulaşabilmesi için en önemli değer insandır. Bunun için sadece banka açmak, fabrika kurmak yetmiyor. Tarihiyle, medeniyetiyle barışık bir insan yetiştirmek ve bu yönde onu donatmak gerekiyor.
Ak Parti döneminde icraata geçirilen Türkiye’yi geçmişiyle yaşadığı kopukluktan kurtarma çabaları Türkiye tarihinde bu kabilden ilk girişim değildir. 1950 yılında Adnan Menderesin başbakan seçilmesi Cumhuriyet tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir. Menderes, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kaldırılan fakat Milletin yanında çok büyük manevi ve psikolojik değeri olan bir çok uygulamayı geri getirdi. Daha önce Türkçe okunan ezanın aslına uygun olarak okunmasını sağladı. Arapçanın ve dini eğitimin önündeki engelleri kaldırdı. İmamların, dini personelin yetiştirilmesi için İmam Hatip Liselerinin açılmasını ve yaygınlaşmasını sağladı. Kur’an-ı Kerimin öğretilmesi serbest bırakıldı. Dini kitap ve dergilerin yayınlanmasına izin verildi. Camilere canlılık geldi. Menderes, dış politikada da onurlu bazı duruşlar ortaya koymaya çalıştı. Örneğin 1956 yılında Mısır'a yapılan üçlü saldırganlığa karşı durdu. İsrail elçisini sınır dışı etti. Bütün bunlardan rahatsız olan ordu 27.05.1960 ona karşı darbe yaptı. 09.17.1961 tarihinde de idam cezası infaz edildi.
Adnan Menderes’in Demokrat Partisi İslami bir parti değildi. Dış politikada Ankara Batı ile uyumlu bir politika izlemesine rağmen, laiklikten ödün verdiği bahanesiyle idam edildi. Bu dönemde Türkiye'nin Arap ülkeleri ile ilişkileri dalgalı bir seyir izledi. 1957 yılında Suriye sınırında asker yığdı. Krallık rejiminin geri getirilmesi için 1958 yılında da Irak’a doğrudan müdahale edilmesini istedi.
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın dönemi Adnan Menderes dönemine bir dönüş olarak nitelendiriliyor. Ancak İslamcıların Özal zamanında elde ettikleri kazanımlar Menderesin idam gerekçesi olan kazanımlardan çok daha geniş ve büyüktü. Aynı şekilde ordunun kabul ettiği açılım ve reformlar da menderes dönemiyle kıyaslanmayacak kadar ileriydi. Özal döneminin şartları Menderes dönemine göre çok faklıydı. Bu dönemde Uluslararası sistem Afganistan’ı işgal eden Sovyet Rusya’nın ve Doğu blokunun dengelenmesi gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle İslami ve muhafazakâr tabanın güçlendirilmesini adeta bir zorunluluk olarak görüyordu. Muhafazakârlığın belli ölçüde güçlendirilmesinin tehlikeli bir şekilde gelişen sol hareketleri dengeleyeceği öngörüldü.
Özal döneminde ordu dahi bu tehlike algısına ikna edilmişti. Bu nedenle ordu reformlara ses çıkarmıyordu. Menderes dönemine kıyasla bu dönemde ordu dini açılımlara karşı çok daha toleranslıydı. Ancak yine de siyasal ıslama karşı kesin bir tavrı vardı. Hiçbir şekilde buna izin vermiyordu. İşte Ak parti dönemi bu açıdan hem Menderes hem de Özal dönemine göre çok farklı bir nitelik taşıyor. Bu dönemde yapılan reformlar tamamen iç dinamiklerle ve Milli iradeyle yapılmıştır.
(Menderes, Özal, Erdoğan) dönemleri bir biriyle karşılaştırıldığında değişimin ne kadar zor ve çetrefilli bir süreç olduğu görülür. Hele ki Türkiye gibi reform için atılan her adımın Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu iddiasıyla tepkilerin gösterildiği bir ülkede reform daha da zordur.
Çağımızdaki bu örnekler değişim için gerekli mantığı ve aşılması gereken merhaleleri göstermesi açısından son derce önemlidir. Buna göre değişim için öncelikle siyasi ve sosyal atmosferin uygun olması gerekir. Bu bağlamda Milli kimliğin şekillenmesi çok önemlidir. Daha sonra geçmiş ile gelecek arasında bağlar yeniden kurulur. Bunun sonuçları somut olarak başta ekonomik alanda olmak üzere gelişmişlik standardını gösteren tüm alanlarda müşahede edilir.