Türkiye-Mısır İlişkilerinde Yeni Dönem
Katar ev sahipliğindeki 2022 Dünya Kupası açılış töreninde dikkat çeken bir fotoğraf medyaya yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin tokalaştığı bu görüntü iki ülke arasında bir süredir devam eden normalleşme ve düzeltme çabalarının meyve verdiğini gösterdi. Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi’nin uzmanlara yönelttiği sorular ile Mısır-Türkiye ilişkilerindeki normalleşme ve iyileşmenin Türkiye ve Mısır açısından getirilerini ve ilişkilerin iyileştirilmesinin bölgesel anlamda etkilerini değerlendirdiği yazıyı ilginize sunuyoruz.
Uzmanların görüşlerinden öne çıkanlar:
- Türkiye ve Mısır ilişkilerinin iyi olması her iki ülkenin menfaatine olan bir gerçektir.
- Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’deki güç dengeleri ve istikrar için Türkiye ve Mısır’ın bir arada bulunması ve ayrıca Libya ve Filistin dosyaları için de iki ülke arasındaki diyalog çok önemlidir.
- İki ülke arasındaki sıkıntıların hemen bir anda bitmesi mümkün olmasa da bazı alanlarda işbirliği yapılabilir.
Prof. Dr. İsmail Şahin, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Türkiye ile Mısır arasında normalleşme sürecinin başlaması, her iki ülkenin menfaatini karşılayan rasyonel bir karar olacaktır. Mısır ve Türkiye Doğu Akdeniz’in iki önemli ve etkili ülkesidir. Güç dengesini değiştirme potansiyelleri söz konusudur. Son yıllara ve daha uzak tarihe bakıldığında iki ülkenin karşılıklı bir şekilde aralarındaki çatışmayı keskinleştirmesinin ve yahut körüklemesinin Ankara ve Kahire’ye zarardan başka bir fayda sağlamadığı görülür. Jeopolitik ve realpolitik çerçevede zaruri olan iki ülkenin iş birliği içerisinde hareket etmesidir. Açıkçası bir bütün olarak tüm bölge, bu iş birliğine ihtiyaç duymaktadır. Suriye, Lübnan, Filistin, Libya ve Doğu Akdeniz’deki sorunların oluşturduğu istikrarsızlık, iki ülkenin etkin iş birliği yapması sayesinde yumuşayabilir.
Bölge ülkelerinin çatışmacı bir rekabet içerisine sürüklenmesi bölgeye istikrarsızlık dışında bir getiri sağlamaz. Nitekim Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarı tehdit eden olaylara her geçen gün bir yenisi daha eklenmektedir. Ne Türkiye’nin ne de Mısır’ın tek başına bu tehditlerle başa çıkması olasıdır. Dolayısıyla “Mısır’ın Türkiye ile iş birliği yapmakta hiçbir çıkarı yoktur” varsayımı kökten yanlıştır. Benzer durum, “Türkiye’nin Mısır’la iş birliği yapmakta hiçbir çıkarı yoktur” önermesi için de geçerlidir. Her iki söylemin kökeninde ideolojik saiklerin bulunduğu çok açıktır.
Türkiye ve Mısır’ın bir anda bir balayı sürecine girmesi pek olası değildir. Elbette iki ülke arasındaki “soğuk barış” peyderpey devam edecektir. Bu gayet normaldir. Ancak yapılması gereken sorunları kategorilere ayırıp en uzlaşılabilir konulardan işe başlamaktır. Öncelik başlangıçta ekonomik ve kültürel konulara verilebilir. Ardından Filistin meselesinde alınan ilke kararlar üzerinden mesafe kat edilebilir. Sonra Doğu Akdeniz ve Libya sıraya konabilir. Zira Doğu Akdeniz ve Libya doğrudan Mısır ve Türkiye’nin güvenliğini ve refahını etkileme gücüne sahiptir. Açık söylemek gerekirse her iki ülke artık jeopolitik gerçekliği fark etmeli ve ona göre hareket etmelidir.
Doğu Akdeniz ülkeleri arasında başlayan normalleşme süreci yalnızca bölgesel tansiyonu düşürmekle kalmayıp aynı zamanda Yunanistan’a da bazı jeopolitik kısıtlamalar getirecektir. Zira Atina’nın uzun zamandır takip ettiği Türkiye’ye karşı blok oluşturma siyaseti önemini büyük ölçüde yitirecektir. Dahası Atina, stratejik ve taktik manevralarını doğudan batıya çekmek durumunda kalacaktır. Bu nedenle Türkiye-Mısır yakınlaşmasına yönelik en büyük tepkinin Atina’dan yükseliyor olması boşuna değil.
Her iki ülke bu konuda bir uzlaşı sağlarsa Libya krizine de birlikte çözüm getirebilir. Nitekim Libya’nın giderek daha çözümsüz hale gelip istikrarsızlaşması hem Mısır’ın hem de Türkiye’nin aleyhinedir. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’deki barış ve istikrar düzenini Kuzey Afrika ile birlikte düşünmek son derece önemlidir. Mesele sadece Yunanistan’ın maksimalist politikaları olmamalı. Küresel ekonomik kriz çağında sorunların birlikte ele alınıp rasyonel bir çözüme ulaştırılması hayati önem arz ediyor. İçe kapanıklık, yalnızlaşma veyahut yüksek maliyetli bir dış politika takip etmenin yorucu etkisi şüphesiz çok fazla olacaktır. Bundan dolayı jeopolitik ve realpolitik gerçekliğin yanında iş birliği, yönetişim ve kazan-kazan formülünü önceleyen yeni bir ilişki yöntemine ihtiyaç duyulduğu da çok açıktır.
Başlangıçta Abdülfettah Sisi’nin temel önceliği kendi meşruiyetini sağlamak ve böylece darbenin etkilerini unutturmaktı. Bu dönemde Sisi’ye en fazla destek İsrail, Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerden geldi. Hatta Yunanistan Sisi’nin meşruiyet krizini Doğu Akdeniz’de bir koza dönüştürmek için fazlasıyla mesai harcadı. Günümüzde ise durum artık çok farklı. Sisi’nin öncelikler listesinde dış politika, ekonomi ve güvenlik ilk sıralarda yer alıyor. İşte bu noktada Türkiye’ye büyük işler düşüyor. İki ülke sorunlar üzerinden değil de iş birliği alanları üzerinden hızlı bir şekilde yol alabilir. İlişkilerin dosyalara ayrılması ve ayrım üzerinden diplomasinin işletilmesi bir hayli önemli. Türkiye bu konularda ziyadesiyle tecrübeli. Rusya ile yürüttüğü ilişkiler bu duruma en iyi örnek. Kaldı ki devletlerin her konuda birbirleriyle tam bir uzlaşı içerisinde olması beklenen bir hal değildir. Muhakkak bir anlaşmazlık alanı olacaktır. Bu nedenle bütüncül ya da topyekûn bir ilişki kurma dönemi artık geride kalmış bir uygulamadır.
Cemal KAZAK / Ortadoğu Uzmanı
Bu görüşme Türkiye’de özellikle muhalefet tarafından ve bazı muhafazakâr medya tarafından çok eleştirilse de Başkan Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile görüşmesini olumlu ve gecikmiş bir karar olarak görüyorum. Mısır bölgede çok önemli bir ülke, bu sebeple ilişkileri kesmek Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun değildi. Çok fazla uzadı ve bunun Türkiye’ye ağır maliyetleri oldu. Ak Parti Hükümetlerinin dış politika uygulamalarına baktığımızda 2011 yılına kadar gerek Avrupa’da gerekse Ortadoğu’da başarılı bir dış politika yürüttüğünü görüyoruz. Fakat 2011 yılından sonra Arap Baharı süreci ile başlayan bir jeopolitik kırılma meydana geldi. Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri desteklediği ve mezhepçi bir dış politika yürüttüğü, eksen kayması yaşadığı söylense de aslında bu gerçeği yansıtan bir durum değildi. Başkan Erdoğan’ın tepkisi, Ortadoğu halklarının daha fazla özgürlük ve adalet talepleri ile şeffaf seçimlerle kendi devlet başkanlarını seçme isteğinin ters dalga ile altüst edilmeye çalışılmasına karşı bir tepkiydi aslıda. Mursi’nin ya da başka bir isminin olması önemli değildi. Türkiye o dönem için hem ilkesel hem de ulusal çıkarlarına uygun şekilde davranmıştır.
Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun olan halkların özgür iradeleri ile seçilmiş hükümetlerin iktidar olmasıydı. Çünkü serbest seçimlerle iktidar olmuş bir hükümetin kendi ulusal çıkarlarına yönelik daha hassas olacağını söyleyebiliriz. Bu durumun hem İsrail için hem de ABD için çok istenen bir durum olmadığı bilinen bir gerçek. Bu şu demek oluyordu Türkiye özgür seçimlerle iktidar olmuş hükümetlerle birçok alanda işbirliği gerçekleştirebilirdi. Burada aslında Türkiye’nin milli menfaatleri baltalandı diyebiliriz. Evet, Erdoğan ilkesel olarak darbeye karşı çıktı, bunu kendisi içinde bir tehdit olarak algıladı, nitekim 2016 yılında Türkiye’de hükümeti devirmeye yönelik başarısız bir darbe girişimi oldu bunu da unutmamak lazım.
Hepimizin bildiği gibi dış politikada ülkelerin ulusal çıkarları söz konusudur ebedi dostluklar veya ebedi düşmanlıklar olmaz. Türkiye’nin Mısır gibi bölgede güçlü bir ülkeyle kavgalı olması her iki ülkenin de ulusal çıkarlarına uygun değildi. Son zamanlarda Türkiye, Ortadoğu’da yeni bir politika izlemeye başladı. Nitekim Türkiye’nin bölgede İsrail, BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini yeniden tesis ettiği görülüyor. Mısır da bu yeni duruma dâhil olmuş oldu. Tabi bu biraz zaman istiyor fakat yıpranan ilişkilerin onarılması iki ülkenin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının korunması açısından önemli bir gelişmedir.
Türkiye – Mısır tarihi dostlukları olan iki ülkedir. Zaman zaman bazı konularda ayrı düşmüş olabilirler fakat bu normalleşme her iki ülkenin ulusal çıkarlarına uygun bir gelişmedir. Bölgede meydana gelen değişimin nedeni ise özellikle ABD’de yönetimin değişmesi ile ilgilidir. Biden’in (Demokratların) Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkileri Trump döneminden farklıdır. Bunun farkında olan bölge ülkelerinin Türkiye ile ilişkileri bozması çıkarlarına uygun olmayacaktır. Bir diğer sebep ise Türkiye’nin Libya ile imzalamış olduğu oyunbozan MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) anlaşmasıdır. Türkiye bu anlaşmayla Doğu Akdeniz’de batı sınırını çizerek önemli bir avantaj elde etti. İsrail ile yapacağı olası bir anlaşma sonrasında doğu sınırlarını, dolayısıyla hakkı olan deniz yetki alanlarının tamamını belirlemiş olacaktır.
Türkiye, Yunanistan’ın ve diğer grupların oldubitti ile gerçekleştirmeye çalıştığı ve kendisini dışarda bırakan bu anlaşmaların geçerliliğini kabul etmeyeceğini bunlara gereken cevabı hem masada hem de sahada net bir şekilde vereceğini açıkça belirtmektedir. Türkiye, Doğu Akdeniz’de bulunacak kaynakların paylaşımına yönelik yaklaşımı tüm bölge ülkelerinin eşit aktör ilkesi çerçevesinde ve adilce yapılabileceğini savunmakta; aksi takdirde Doğu Akdeniz’de askerî ve diplomatik manevralarla kendi ekonomik ve jeopolitik çıkarları doğrultusunda hamlelerini yapmaya devam edeceğini her fırsatta ifade etmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan Akdeniz’e kıyısı olan Mısır, Libya, Lübnan ve İsrail gibi ülkeler ile yaptıkları anlaşmalarla hak ettiklerinden fazla alana sahip MEB anlaşmaları imzalamışlardır.
Mısır bu anlaşmadan en zararlı çıkan ülkelerden birisidir. Mısır, GKRY ile yaptığı anlaşmayla Türkiye’yle yapacağı anlaşmaya göre 11.500 km2 denizalanı kaybetti. Eğer bu anlaşmayı Türkiye ile yapmış olsaydı, Mısır, bir Kıbrıs Adası’ndan daha büyük bir denizalanı almış olacaktı. Aynı şekilde Yunanistan’ın teklif ettiği deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması, Mısır’a Türkiye ile yapacağı anlaşmaya göre 15.000 km2 alan kaybettiriyordu. Ancak Türkiye’nin de telkinleriyle ciddi bir pazarlık yapıldı ve Yunanistan iddia ettiği deniz alanının neredeyse yarısından vazgeçmek zorunda kaldı. Türkiye Libya ile yaptığı mutabakat ile deniz yetki sınırlarını belirleyerek Lübnan’ın olası Yunanistan anlaşması ile kaybedeceği 40 bin km2 alanı kurtarmış, Mısır gibi bölge ülkelerine bu anlaşma ile önemli bir mesaj vermiştir. Yunanistan ve GKRY, Mısır’ın deniz yetki alanlarını hileyle gasp etmişlerdir. Aslında artık Mısır da bunun farkına varıyor ve bu konuda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesini ulusal çıkarları açısından gerekli görüyor. Diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar, Etiyopya ile Nil sularının paylaşımı konuları, Suud ve BAE’nin pozisyon değiştirmesi gibi sebeplerden ötürü Mısır bölgede yeniden bir bölgesel nüfuz oluşturmak istiyorsa, Türkiye gibi güçlü bir ülkeyle anlaşmak zorunda. Yani bir kazan kazan politikası söz konusu.
İsrail ise Türkiye’nin dışarıda bırakıldığı projelerin etkin ve güvenilir olmadığını, buradan çıkarılan gazın maliyetli olduğunu, Türkiye olmadan Güney Kıbrıs üzerinden bu enerjinin Avrupa pazarına ulaştırmanın çok pahalı olacağının farkında. Dolayısıyla artık şu çok net biliniyor: Türkiye olmadan Akdeniz gazının karlı bir biçimde dünya pazarına ulaştırılması mümkün değil. Bu sebeple Türkiye’nin içinde olmadığı bir denklemin başarılı olma şansı yok.
Doç. Dr. Yusuf Sayın/ Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasi Bilgiler Fakültesi Öğr. Üy.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin, siyasi tarih açısından son derece kritik öneme sahip olduğu söylenebilir. Osmanlı dönemlerinden bu yana köklü siyasi, tarihsel, kültürel, dini ve linguistik müştereklere sahip iki ülke, Müslüman Kardeşler-Sisi Yönetimi arasındaki -Mısır tarihi açısından önemli bir kırılma sayılabilecek- ciddi krizlere tanık olmuştur. Bu süreçten Türkiye de etkilenmiş olup, Sisi yönetimiyle tüm ilişkilerini koparmıştı. Gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte meydana gelen gelişmeler, iki ülkenin yeniden diplomatik ve siyasi ilişkilerini onarması gerektiğini göstermiştir. Bozulan ticari ve siyasi ilişkilere ilave olarak bir de pandemi dönemleri ve müteakiben gelen Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu küresel ticari, siyasi ve diplomatik bunalım, iki ülkenin ilişkilerinde yeni bir sayfa açmalarına kapı aralamıştır. İlişkilerde yaşanabilecek normalleşme, başta diplomatik temsili en üst düzeye çıkarabilir, siyasi olarak da ilişkilerin en üst düzeyde, liderler seviyesinde sürdürülmesini beraberinde getirebilir. Küresel konjonktür nedeniyle beliren ekonomik krizin her iki ülkeyi de derinden etkilediği kabul edildiğinde, normalleşmenin ticari ilişkileri ivedilikle onaracağı öne sürülebilir. Buna ilave olarak Türkiye, Mısır yönetiminin Müslüman kardeşlere uyguladığı yaklaşımı yumuşatabilir, bölgesel konular ve krizlerde müşterek iş birliği zeminleri ihdas edebilir ve turizm konusunda ilerlemeler sağlayabilir. En önemlisi, Türkiye ile yeniden ‘eski günler’e dönmek, Mısır’ın küresel meşruiyet arayışına ivme kazandırabilir ve Sisi yönetiminin Mısır kamuoyundaki desteğini güçlendirebilir. Türkiye ile ilişki kurmak, Mısır açısından bu noktada Batı ile ilişkilerde bir kaldıraç görevi görebilir ve uluslararası tanınırlık ve kabul edilebilirliğini konsolide edebilir. Bunun için 2023 yılının yazı ve son baharını beklemek gerekecektir.
Türkiye ile Mısır’ın Akdeniz’in komşusu ve en güçlü sayılabilecek iki ülkesi olduğu düşünüldüğünde; ilişkilerde normalleşme, en başta tıkanan Doğu Akdeniz diyaloguna ivme kazandıracaktır. Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı veya pazarlara ulaştırılması noktasında yeni süreç, bölge dolayısıyla oluşacak küresel bunalımı rahatlatacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Türkiye-Mısır uzlaşısı ya da normalleşmesinden en büyük pay İsrail ile ilişkilere yansıyacaktır ki İsrail ile normalleşmenin yaşandığı bu günlerde Mısır ile normalleşme çabaları, Türkiye-İsrail normalizasyon sürecini pozitif manada etkileyecektir. Mısır’ın Filistin siyasetindeki ağırlığı hesaba katıldığında, İsrail’in zaman zaman yüksek perdede gerçekleşen Siyonist yaklaşımlarının püskürtülmesinde Türkiye-Mısır diyalogu oldukça etkili olacaktır ki bu da Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözüm formülünün daha güçlü bir şekilde gündeme getirilmesi manasına gelecektir. Uluslararası ilişkilerde hiçbir meselenin tek faktörlü, aktörlü, taraflı düşünülemeyeceği tezinden hareketle; ilişkilerin bozulmasına çok faktörlü ve aktörlü bir denklemin yol açtığı ve normalleşmede yine bu tür bir denklemin etkisinin olacağı ve normalizasyonun yansımaları noktasında da çok faktörlü ve aktörlü sonuçlara muhtevi olacağını ifade etmek istiyorum.
Bu yazıdaki fikirler tamamen görüş sahiplerine aittir ve Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi’nin görüşlerini yansıtmayabilir.