Sessiz Sürgün: Mülteci Kamplarında Bilinç ve Mekânın Yeniden İnşası
Toqa Hanun

Kuzey Batı Şeria’da İşgal Operasyonu: Mülteci Kampları nın Dağıtılması, Sakinlerinin Yer Değiştirmeye Zorlanması Yoluyla Batı Şeria’da Yapı ve Bilincin Yeniden Şekillenmesi
21 Ocak’ta (2025), Gazze’de ateşkesin yürürlüğe girmesinden yalnızca iki gün sonra, İsrail işgal ordusu Cenin Mülteci Kampı’na yönelik bir askeri operasyon başlattı. “Demir Duvar Operasyonu” olarak ilan edilen bu operasyonla birlikte Batı Şeria’nın kuzeyine yönelik askeri faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu kapsamda Cenin, Tulkarim, Tubas ve Nablus şehirleri hedef alındı; özellikle bu şehirlerdeki mülteci kampları olan Cenin, Tulkarim, Nur Şems, el-Fari’a, el-Ayn ve Balata’ya yönelik saldırılar arttı. Saldırıların en yoğun yaşandığı yerler arasında Cenin ve Tulkarim yer aldı. İsrail ordusu bu iki şehrin mülteci kamplarını fiilen işgal ederek, 1967’den bu yana Batı Şeria’daki en büyük iç göç hareketine sebep oldu. Bu göç, büyük ölçüde şehirlerin kenar mahalleleri ile kırsal kesimlerine doğru oldu. Ancak yaşanan bu gelişmeler, göç edenlerin ve terk ettikleri kampların geleceğine dair çok sayıda soruyu da beraberinde getirdi. Aynı zamanda bu süreç, ikinci intifadadan bu yana Batı Şeria’nın tanık olduğu en büyük toplu yıkım dalgasına sahne oldu. Özellikle de 2002’deki “Savunma Kalkanı Operasyonu” olarak isimlendirilen Cenin işgalinden bu yana bu denli büyük çaplı bir yıkım yaşanmamıştı.
İsrail işgal ordusu, mülteci kamplarını ve onları çevreleyen ya da yüksekten gözetleyen bazı bölgeleri sistematik biçimde boşaltmaya girişti. Bu süreçte Filistinliler ya doğrudan silah zoruyla çıkarıldı, ya da rastgele ateş açılmasıyla hedef alınarak kampları terk etmeye zorlandı. Bununla da yetinmeyen işgal güçleri, su, gıda ve elektrik gibi temel yaşam kaynaklarının kesilmesi yoluyla baskı uygulayarak, toplu göç dalgalarının önünü açtı. Bu baskılar sonucunda Cenin ve Tulkarim mülteci kampları tamamen boşaltıldı, Nur Şems Kampı ise büyük ölçüde sakinlerinden arındı.
UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı) verilerine göre bu kamplardan göç edenlerin sayısı 41 bini aştı[1]. Zorlu hava koşulları altında yerlerinden edilenler, çoğunlukla tanıdıklarının evlerine sığındı. Bazı aileler barınma merkezlerine, spor kulülerine, düğün salonları, çadırlar veya inşaat halindeki binalarda barındı. Yüzlerce aile ise genellikle eşyasız olan kiralık konutlara taşınmak zorunda kaldı; bu durum göçün maddi yükünü daha da artırdı. Bazı mülteciler defalarca evlerine dönmeye çalıştılar, ancak işgal ordusu yeniden baskın düzenleyerek onları tekrar tahliye etti.
Yerinden Edilmiş Kişilerin Dağılımı ve Yaşam Koşulları
İşgal güçlerinin son iki buçuk yıldır Cenin, Tulkarim ve Nur Şems kamplarına yönelik düzenlediği periyodik baskınlar, ağır insani ve maddi kayıplara yol açtı. Şirin Gözlemevi’ne[2] göre bu baskınlar, iki şehirde ve kamplarında 500’den fazla şehidin verilmesine neden oldu. Ayrıca kampların altyapısı, halk komitelerine[3] göre “felaket bölgesi ve insan yaşamına elverişsiz” hâle gelecek ölçüde tahrip edildi. Bu durum, o dönemde kamplardan bir miktar kalıcı ya da geçici göçe yol açtı. Ancak mevcut işgal saldırısı, bu kampları tamamen boşaltarak sakinlerini bütünüyle yerinden etti.
Cenin Mülteci Kampı Halk Hizmetleri Komitesi ile UNRWA verilerine göre, son işgal dalgasıyla birlikte kamptan (kamp sakinleri ve çevre bölgeleri dâhil) 18 bini aşkın kişi ayrıldı. Bu insanlar, en yoğun olarak Cenin kenti olmak üzere 86 farklı yere dağıldı. Cenin’de yaklaşık 1300 aile özel konut kiraladı; Arap Amerikan Üniversitesi çevresindeki öğrenci yurtlarına ise 520 civarında aile yerleşti. Söz konusu konutların çoğunun kirasını halk komitesi üstleniyor. Geri kalan aileler, Cenin’e bağlı 84 köye yayıldı. Bunlar arasında en kalabalık köyler Burkin, Kabatiye, Yabud, el-Yamun ve Seylet el-Harisiyye oldu. Ayrıca Nablus vilayetindeki iki köye de göç edenler mevcut[4].
Tulkarim’de ise UNRWA’nın[5] verilerine göre, Tulkarim Mülteci Kampı’ndan en az 13 bin 500, Nur Şems’ten ise yaklaşık 9 bin 500 kişi, kamp çevresinden başlayarak kentin diğer mahalle ve banliyölerine kadar uzanan geniş bir alana dağıldı. Göçmenler özellikle kentin doğu ve kuzey mahalleleri ile Zinabe, Şuveyke, Azb, Iktaba mahallelerinde ve Bel’a, Attil, Anabta ile Kefriyyat gibi kasabalarda yoğunlaştı[6]. Böylece en az 40 yerleşim alanına yayılan insanlar, kamplardan plansız ve düzensiz şekilde çıkmak zorunda kaldığı için, UNRWA ve halk komiteleri de göç edenlerin sayısını veya tam olarak nerelere dağıldıklarını tespit etmekte zorluk yaşadı.
Mülteciler, ailelerinin ve çocuklarının güvenliğini sağlamak uğruna ağır maddi ve psikolojik zorluklarla karşılaştı. İlk göç dalgaları, dondurucu kış koşullarında gerçekleşti. Birçoğunun geliri ya çok sınırlıydı ya da hiç yoktu. Öte yandan işgal hem Tulkarim hem de Cenin’de şiddetini sürdürdü. İşgal güçleri, mültecilerin peşini bırakmadı; bazılarını geldikleri yerlerde tutukladı, gözaltına aldı ve sorguya çekti. Ayrıca birçok aile, işgal güçlerinin bulundukları yerlerin boşaltılacağına dair uyarıları üzerine birden fazla kez yer değiştirmek zorunda kaldı. Bu durum özellikle Tulkarim’in doğu ve kuzey mahalleleri ile Cenin’deki ez-Zehra Mahallesi’ni etkiledi. Bu bölgelere kamplardan yüzlerce aile yerleşti, bazıları daire veya ev kiraladı. Ancak işgal güçlerinin bu yerleri boşaltma emirleri doğrultusunda yeniden taşınmak zorunda kaldılar.
Söz konusu mahallelerde yer alan çok sayıda konut binasının tahliye edilmesine yönelik emirler, göç krizini daha da derinleştirdi. Mülteci olmayan bazı aileler bile kendilerini evlerinin dışında buldu. İşgal güçleri, kimi zaman beş dakika gibi son derece kısa sürelerde tahliye talep etti. En şanslı aileler bile en fazla on saatlik bir çıkış süresi alabildi. Ramazan ayı gibi hassas dönemler gözetilmedi; iftar veya sahur saatlerinde defalarca baskınlar ve tahliye emirleri verildi. Bu süreçte, UNRWA’da kaydı bulunmayan ama son olaylar ile evlerinden çıkarılan kişiler de mülteci durumuna düştü. Dolayısıyla, mültecilere dağıtılan yardımlardan bile yararlanamadılar. Zaten bu yardımlar da artan ihtiyaçlara büyük ölçüde cevap veremiyordu. Yükselen hayat pahalılığı ve kira ücretleri nedeniyle bazıları akrabalarının zaten kalabalık olan evlerine yerleşti, bazıları da tek bir daireyi birkaç aileyle paylaşmak zorunda kaldı.
Göç edenlerin akrabalarının bulunduğu çevre köylere yönelmesinde, bu köylerde kira bedellerinin kente göre nispeten düşük olması da etkili oldu. Ancak kamplardaki evlerinden alabilecekleri eşyaları kurtarmak veya şehirdeki işleri ile resmî işlemlerini yürütmek için kente dönmek, işgal güçlerinin yollara kurduğu barikatlar ve engellemeler nedeniyle hem masraflı hem de yorucuydu.
İşgalin başlamasından yaklaşık üç ay geçtikten ve farklı hayır kampanyaları düzenlendikten sonra, yardımların yoğunluğu giderek azaldı. UNRWA, gıda paketleri ve kira yardımı sağladı. Tulkarim Valiliği de işgalden sonra “Onur Komitesi”[7] adı altında geniş çaplı resmî ve sivil kurumların yer aldığı bir oluşum kurulduğunu ve yüzlerce dairenin kira bedeli ile ayni ve nakdi yardımların üstlenildiğini duyurdu. Ancak göçmen sayısının fazlalığı ve ihtiyaçların artması nedeniyle bunlar yetersiz kaldı. Bazı ev sahipleri, kira ücretlerini yıllık ya da altı aylık peşin talep ediyor. Öte yandan, kültür merkezleri veya salonlar gibi geçici barınaklara dönüşen mekânların sahipleri, yakın zamanda buraları tekrar açmak istedikleri için mültecileri çıkmaya zorladı. Bu da onların yeni barınma yerleri bulmasını zorunlu kıldı.
Mültecilerin bu kadar yoğun ve kalabalık yerlerde barınması, sosyal anlamda ciddi sonuçlar doğurdu. Göç edilen yerlerde çatışmaların yaşanması, virüslerin yayılması, ruhsal problemlerin çoğalması gibi etkilere yol açtı. Çocukların eğitim düzeyi de büyük zarar gördü. Pek çoğu, UNRWA’ya bağlı okullardan belli süreler uzak kaldı. İşgalin ardından başlayan ikinci dönem eğitiminde, 72 devlet okulu ve 10 UNRWA okulunun kapıları kapatılarak uzaktan eğitime geçildi. Ancak kamplarda mahsur kalan ya da göç eden birçok öğrenci, temel ihtiyaçlarını karşılayamadığından uzaktan eğitime dahil olamadı.
Birçok aile, çocukları için gerekli cihazları sağlayamadı. İnternet ve elektrik kesintileri de yaşandı. Bu durum, binlerce UNRWA öğrencisini olumsuz etkiledi. Bölgedeki devlet okulları, işgalin başlamasından yaklaşık iki ay sonra, 7 Nisan 2025’te Ramazan Bayramı’nın ardından tekrar yüz yüze eğitime döndü[8]. Ardından UNRWA okulları da kısmen ve akşam saatlerinde devlet okullarının binalarını kullanarak eğitime başladı. Ancak işgalin başından beri farklı yerlere dağılmış öğrencilerin büyük bölümü, okullarına düzenli şekilde devam edemedi. Ayrıca çok sayıda öğrenci, sığınmak zorunda kaldıkları bölgelerdeki devlet okullarına kaydoldu.
Nekbe’nin Şahitlerini Yok Etmek: Mülteci Kampları nın Yeniden Şekillendirilerek Yok Edilmesi
Son işgal operasyonunda İsrail, önceden belirlenmiş planlara dayalı olarak gelişmiş düzeyde sistematik yıkım yöntemleri uyguladı. Amaç, mülteci kamplarının fiziksel yapısını yeniden çizmek ve yeni yollar açarak bu alanları “mahalle” görünümüne kavuşturmaktı. İsrail tarafı bunu, evlerin birbiriyle neredeyse lego parçaları gibi bitişik olmasına dayanan ve ordunun içeride serbestçe dolaşmasını, ara sokakları ve saklanma noktalarını görünür kılmasını engelleyen “kamp dokusunu” ortadan kaldırma gerekçesiyle savundu. Ancak bu kamplar tarihsel olarak mültecilerin “geri dönüş hakkı” ve mülteci meselesiyle doğrudan bağlantılı yerler olması hasebiyle büyük bir sembolik değer taşımaktadır. Dolayısıyla işgalci İsrail, bu kampları tarihsel bağlamından koparmaya, görsel kimliğini silmeye ve nihayetinde UNRWA’nın (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı) bu kamplardaki faaliyetlerini sekteye uğratmaya çalışmaktadır.
Bu çerçevede kamp evlerinin yıkımı ve tahribatı hâlen tüm şiddetiyle sürmektedir. İsrail ordusu, Cenin Mülteci Kampı’nda 600 evi tamamen havaya uçurarak yıktı, 3000 konutu ise içinde yaşanamaz hale getirdi.[9] Ayrıca Nur Şems ve Tulkarim kamplarında 400’den fazla evi tamamen, 2500’den fazlasını ise kısmen tahrip etti.[10] Tulkarim Kampı’nda 58 ve Nur Şems Kampı’nda 48 konutun yıkımı için askeri karar çıkarıldı[11]; bunların çoğu çok katlı binalarda yer alan yüzlerce aileye aitti. İsrail güçleri, tahliye işlemlerini bilinçli olarak yorucu ve yıldırıcı yöntemlerle uyguluyor. Kamp sakinlerini neredeyse ancak yürüyerek evlerini boşaltmak zorunda bırakıyor. Son günlerde tahliye uygulamaları daha da sertleşti; işgal güçleri, çok kısa süre önceden uyarıda bulunarak veya hiç uyarmaksızın evleri yıkar hâle geldi. Kimi ailelere tahliye için üç saati geçmeyen çok kısa süreler tanındı. Bu süre içinde eşyaların taşınmasında herhangi bir ulaşım aracının kullanılmasına izin verilmedi. Hatta Kızılay’a ait araçlar dahi engellendi, personeli defalarca saldırıya uğradı ve kamp içine zamanında girmeleri engellendi. Sonuçta pek çok ev, eşyalarıyla birlikte yıkıldı. Bu gelişmeler üzerine, aylarca evlerinden ayrı kalan ve resmî yıkım uyarısı almamış kişiler de eşyalarını kurtarmak ya da aylarca uzak kaldıkları evlerini kontrol etmek için geri döndü. Ancak onlar da işgal ordusunun zorbalığı, baskısı ve dışarı çıkarma girişimleriyle karşılaştı. Hala daha tahliye ve yıkım emirleri artarak sürüyor ve metnin hazırlandığı tarihe kadar yıkım dalgası son bulmadı.
1 Mayıs 2025 gecesi alınan son toplu yıkım kararında hedef alınan yapılar hakkında açık bilgi verilmeksizin sadece belirsiz hava haritaları yayınlandı. Ertesi sabah halk büyük bir şok içinde hangi binaların yıkım tehdidi altında olduğunu görmek için topluca kamp alanlarına yöneldi. Gazeteciler ve basın mensupları da oraya gitti. Kısa süre sonra İsrail ordusu müdahale ederek kalabalığı dağıttı, plastik mermi ve gaz bombalarıyla saldırdı, yüzlerce kişiyi—kadın ve erkek ayrımı yapmadan—gözaltına aldı, arama yaptı ve saatler sonra serbest bıraktı. Gözaltına alınanlar arasında bir foto muhabiri de vardı. Ayrıca bir kadın gazeteci bacağından şarapnel parçasıyla yaralandı. Takip eden günlerde, sakinlerin kamp alanına yalnızca sınırlı sayıda ve önceden aranarak girişine izin verildi; medya mensuplarının girmesi ise tamamen yasaklandı.
Göçle Baş Etmek: Geçicinin Kalıcıya Dönüşme Korkusu
İsrail işgal güçlerinin mülteci kamplarına yönelik saldırılarını yıl sonuna kadar sürdürmeyi planladığına dair açıklamalar art arda gelmektedir. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz ve Efraim Tugayı Komutanı Netanel Şimka, askerî varlıklarının “sonsuz olmayacağını, ancak şu an için ayrılmalarının mümkün olmadığını” belirtmiş, sahadaki birliklerin kalmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Şimka ayrıca, “çimleri biçmeyi bırakırsak yeniden toparlanırlar” diyerek operasyonların sürekliliğini savunmuştur. Bu açıklamalar, kamplarından zorla çıkarılmış Filistinliler arasında büyük endişeye neden olmuş; birçok kişi, en azından yıkıntı halindeki evlerine dönme hakkını talep etmiştir.
Bu açıklamalara paralel olarak, 19 Mayıs 2025’te Başbakan ile yapılan bir toplantının ardından Cenin ve Tularim valilikleri, “geçici barınma alanlarının genişletileceğini”, yani yerinden edilmiş aileler için farklı bölgelerde konteyner toplulukları oluşturulacağını duyurmuştur. Tulkarim Valiliği ayrıca, evsiz kalan Tulkarim ve Nur Şems mülteci kamplarındaki aileler için kira sözleşmelerinin düzenlenmesine başlanacağını açıklamıştır. Halkla ilişkiler biriminin belirttiğine göre her iki çözüm de aynı anda uygulanmaktadır.
Ancak bu çözümler, evsiz kalanların acil barınma ihtiyacına cevap vermeye çalışsa da, Filistinliler arasında “geçici çözümlerin kalıcı hale geleceği” yönünde ciddi korkular doğurmuştur. Çünkü İsrail’in mülteci kamplarını şehir mahallelerine dönüştürme ve bu alanlara geri dönüşü imkânsız kılma yönündeki planları bilinmektedir. Bu durum, mülteci meselesinin kökten silinmesi olarak değerlendirilmekte, kampın kimliğinin yok edilmesine karşı bir tür “hafıza imhası” olarak görülmektedir. Bu nedenle, Tulkarim ve Nur Şems mülteci kampı sakinleri, Tulkarim Valiliği önünde gösteriler düzenleyerek, Filistin yönetiminden alternatif konutlar yerine, doğrudan kamplarına geri dönebilmeleri için çalışmasını talep etmiştir. Zira geçicilik kisvesi altında asıl felaketin kalıcı hale gelmesinden korkulmaktadır: ilk zorunlu göçün (Nekbe) izlerinin tamamen silinmesi.
İşgalden haftalar sonra Filistinliler, günlük yaşamlarının asgari koşullarını yeniden kurma çabasına girişmiştir. Geçim kaynaklarını temin etmek ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına işgal koşullarına uyum sağlamaya mecbur kalmışlardır. Nitekim İsrail, yaşamın şehirlerde normale dönmesini açıkça desteklemekte; İsrail sivil idare subayı, Cenin Belediye Başkanı ve Ticaret Odası Başkanı ile yaptığı görüşmede dükkânların yeniden açılmasını ve yolların onarılmasını teşvik etmiş, hatta maliyetleri karşılamayı önermiştir – fakat bu öneri mülteci kamplarını kapsamamaktadır. Bu da işgalin gündelik hayatın bir parçası haline getirilmesi ve Filistinliler arasında sıradanlaştırılması yönündeki niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Oysaki bu “normalleşme” süreci, İsrail’in her an sokaklara, dükkânlara veya evlere baskın düzenleyip insanları tutuklayabileceği gerçeğini değiştirmemektedir. Mülteci kamplarındaki yıkım görüntüleri ise, hâlâ hafızalarda canlıdır ve direnişin bedelini hatırlatmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, yukarıda anlatılanların bir dizi olası sonucu vardır ki, bunlar işgalci İsrail’in ulaşmayı hedeflediği hedeflerle örtüşmektedir. Bu olasılıkların en karanlık ve en endişe verici olanı, İsrail’in mülteci kamplarında kalıcı olarak varlık göstermesidir. Nitekim İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın, “Batı Şeria’nın kuzeyindeki mülteci kamplarının kalbine kalıcı askeri noktalar kurma planı üzerinde çalıştıkları” yönündeki açıklaması bu niyeti açıkça ortaya koymaktadır. Bazı Filistinli mülteciler ise bu kalıcılığın, zamanla yerleşimci koloni kurma biçimine dönüşmesinden endişe duymaktadır.
İsrail’in bu kalıcılığı hedeflemesinin ardındaki nedenlerden biri de, Filistin halkını sadece silahlı direnişten arındırmak değil, aynı zamanda onları direnişin her türlüsünden zihinsel ve toplumsal olarak da vazgeçirip uzaklaştırmaktır. Kamplarda ve şehirlerde uygulanan sistematik baskı, mülteci kamplarının kurumsal ve sembolik olarak mülteci meselesinden – özellikle UNRWA ve geri dönüş hakkı bağlamından – koparılmasına yönelik yeniden yapılandırma çabaları, hepsi birlikte değerlendirildiğinde, Filistinlilerin düşünce dünyasını ve hareket motivasyonlarını dönüştürmeyi amaçlayan bir stratejinin parçası gibi görünmektedir. Bu strateji, halkı hayatta kalma güdüsüyle hareket etmeye zorlamakta ve onların aidiyet ve güven duygularını hedef almaktadır; özellikle Gazze’de yaşanan katliamların hiçbir caydırıcı tepkiyle karşılaşmaması bu hissiyatı daha da derinleştirmiştir.
Bu politika, İsrail’in tarihinde yeni bir olgu değildir. Aksine, en küçük direniş belirtisine karşı dahi orantısız şiddet ve toplu cezalandırma yöntemlerini benimseyen İsrail’in güvenlik doktrininin bir uzantısıdır. Bu doktrin, Filistin halkının zihnine “direnişin artık mümkün ve mantıklı bir seçenek olmadığı” düşüncesini yerleştirmeye çalışmakta, şiddetin yol açtığı travmayla bu algıyı pekiştirmektedir. Bu, “bilincin yakılması” (كيّ الوعي) olarak adlandırılan bir sürecin sonucudur: Aşırı şiddetin yol açtığı şok ve bunun halka yüklediği ağır bedeller, halkın direniş fikrinden bizzat kendisinin vazgeçmesini hedeflemektedir. Bugün bu strateji, tarihinin en saldırgan biçimlerinden biriyle uygulamaya konmaktadır. Bu durum, mevcut İsrail yönetimini elinde tutan “kurtarıcı sağ” ideolojiden bağımsız değildir. Bu ideoloji, çatışmayı nihai olarak bitirme amacını güderken, İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in meşhur “Nihai Çözüm Planı”nda da görüldüğü üzere, Filistin direnişinin umutsuzluktan değil, umuttan kaynaklandığını savunur. Dolayısıyla bu plana göre nihai çözümün özü, o umudu yok etmektir.
Bu gerçeklik karşısında, Filistin toplumu olarak bazı önemli soruları sormanın ve işgal ile onun politikalarına karşı izlenen tüm resmi ve gayri resmî yaklaşımları yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmiştir. Belki de Filistin’in uyguladığı mevcut stratejilerin, halkın sahadaki gerçekliği ve yaşadığı ağır bedeller üzerinden yeniden şekillendirilmesi gerekmektedir. Böylece bu halkın topraklarında kalma hakkını ve kalbinde taşıdığı umudu koruyacak bir ulusal strateji oluşturulabilir. Çünkü bu umut, artık bu dönemdeki çatışmanın merkezî eksenlerinden biri haline gelmiştir.
Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye uyarlanmıştır.
[1] Bu veri UNRWA Basın Ofisi Geçici Müdürü Abeer İsmail ile iletişime geçilerek alınmıştır.
[2] Şehitler listesine dönüp Ocak 2023 ile Mayıs 2025 arasındaki kayıtlar filtrelendiğinde, özellikle Cenin ve Tulkarim şehirlerinde toplam 580 şehidin bulunduğu görülmektedir. Bu şehitlerin büyük çoğunluğu, şehirlerin kendisinde ve mülteci kamplarında yaşamını yitirmiştir.
[3] Cenin, Tulkarim ve Nur Şems kamplarındaki halk komiteleri ile Tulkarim Valiliği yetkilisi ve Cenin’den bir yerel sorumlu, geçen yıl içinde bu kampların ve şehirlerin defalarca “felaket bölgesi ve insan yerleşimine elverişsiz” ilan edildiğini açıkladı. Ayrıca geçen yıl halk komitelerinin başkanları Faisal Selame ve Nihad Şaviş ile şahsen görüşerek, her iki kampın da yıkıma uğramış ve insan barınmasına tamamen elverişsiz hâle gelmiş olduğunu teyit ettiler. Aşağıda bu durumu aktaran bazı haber bağlantıları yer almaktadır: https://www.aa.com.tr/ar/%D8%A5%D8%B3%D8%B1%D8%A7%D8%A6%D9%8A%D9%84/%D9%85%D8%B3%D8%A4%D9%88%D9%84-%D9%85%D8%AD%D9%84%D9%8A-%D9%81%D9%84%D8%B3%D8%B7%D9%8A%D9%86%D9%8A-%D8%A7%D9%84%D8%AC%D9%8A%D8%B4-%D8%A7%D9%84%D8%A5%D8%B3%D8%B1%D8%A7%D8%A6%D9%8A%D9%84%D9%25 ; https://www.alhaya.ps/ar/Article/153670 ; https://www.alaraby.co.uk/politics/%D8%A7%D9%84%D8%A7%D8%AD%D8%AA%D9%84%D8%A7%D9%84-%D9%8A%D8%AC%D8%A8%D8%B1-%D8%B9%D8%A7%D8%A6%D9%84%D8%A7%D8%AA-%D8%B9%D9%84%D9%89-%D8%A5%D8%AE%D9%84%D8%A7%D8%A1-%D9%85%D9%86%D8%A7%D8%B2%D9%84%D9%87%D8%A7-%D9%81%D9%8A-%D9%25 ; https://snd.ps/post/121233/%D9%85%D8%A4%D8%B3%D8%B3%D8%A7%D8%AA-%D8%B7%D9%88%D9%84%D9%83%D8%B1%D9%85-%D8%AA%D8%B9%D9%84%D9%86%D9%87%D8%A7-%D9%85%D9%86%D8%B7%D9%82%D8%A9-%D9%85%D9%86%D9%83%D9%88%D8%A8%D8%A9 ; https://www.wattan.net/ar/video/425749.html .
[4] Paragrafın başında bağlantısı verilen “Filistin Araştırmaları” sitesindeki “Kamp ve Çevresindeki Göç Felaketi Büyük; Hükümetin Rolü Belirsiz ve Karmaşık” başlıklı makaleye dayanmaktadır.
[5] UNRWA Basın Ofisi Geçici Müdürü Abeer İsmail tarafından verilmiştir.
[6] Halk komiteleri tarafından tarafımıza sağlanan tablolara dayanmaktadır.
[7] Resmî komitenin duyuruları ve koordinatörlerinin yer değiştirme bölgelerindeki ayrıntıları, valiliğin Facebook sayfasında düzenli olarak yayımlanmaktadır.
[8] Okulların açılışı her iki şehirde de bayram sonrasında toplu olarak gerçekleşmedi; bazı okullar kendi koşullarına göre farklı tarihlerde eğitime geri döndü. Ancak büyük çoğunluğu 7 Nisan 2025 tarihinde yüz yüze eğitime başladı.
[9] Anadolu Ajansı: Cenin Belediyesi “İsrail ordusu kampta 600 evi tahrip etti” açıklamasında bulundu.
[10] El‐Ayyam: “Tulkarim ve Nur Şems kamplarında 2 800’den fazla konut yıkıldı.” Bu rapor Nisan 2025 ortasında yayımlandı; o tarihten bu yana onlarca ev daha yıkıldı ve tamamen yıkılan konut sayısı Faisal Selame ile Nihad Şaviş’e göre 400’ü aştı.
[11] WAFA: İşgal güçleri, Tulkarim ve Nur Şems kamplarında 106 ev ve binanın yıkımı için resmi bildirimde bulundu.