Netanyahu’nun Cumhurbaşkanlığı Affı Talebi: Kuvvetler Ayrılığı ile Yargı Arasındaki Denge Sınırları

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yargılanması, İsrail’in kuruluşundan bu yana karşı karşıya kaldığı en karmaşık hukuki ve siyasi davalardan biri olarak değerlendirilmektedir. Bunun temel nedeni, yargılamanın Netanyahu’nun görevini sürdürdüğü bir dönemde gerçekleşmesi ve davanın siyasi, medya ve ekonomik çıkarlarla iç içe geçmiş bir nitelik taşımasıdır. Nitekim 2019 yılında kendisine yöneltilen suçlamalar; dolandırıcılık, görevi kötüye kullanma ve rüşvet gibi fiilleri kapsamış, bu suçlamalar siyasi nüfuzun kişisel ya da medya alanındaki çıkarlar için kullanıldığı iddialarına dayanmıştır.

Yargılamanın 2020 yılında başlamasıyla birlikte İsrail, yürütme erkinin en üst makamında bulunan bir ismin yıllara yayılan, aleni bir yargısal sürece tabi tutulduğu benzeri görülmemiş bir döneme girmiştir. Bu süreç, hem kamuoyunda hem de medyada yoğun bir ilgi ve tartışma eşliğinde ilerlemiş, devlet kurumları arasındaki ilişkiler ile hukukun siyasete karşı konumu üzerine kapsamlı bir sorgulamayı beraberinde getirmiştir.

Ancak en tartışmalı gelişme, 2025 yılının sonlarına doğru Netanyahu’nun, yargı süreci tamamlanmadan ve nihai bir hüküm verilmeden önce kendisi için resmî olarak cumhurbaşkanlığı affı talebinde bulunmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu talep, yalnızca hukuki bir girişim değil; aynı zamanda siyasi ve anayasal boyutlar taşıyan, iç ve dış baskıların yoğunlaştığı bir dönemde güçler ayrılığına ilişkin sınırların yeniden tanımlanmasına işaret eden bir adımdır.

Bu çerçevede, bu makale; Netanyahu’nun yargı sürecinin seyrini izleyerek, davadan kaçınmaya yönelik girişimleri ele almayı, affın hukuki çerçevesini çözümlemeyi ve yerel ile uluslararası siyasi müdahalelerin yargı süreci üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

Netanyahu’ya Karşı Açılan Ceza Davaları – Arka Plan ve Temel Suçlamalar

1000, 2000 ve 4000 numaralı dosyalar, Netanyahu’yu İsrail tarihinde bir başbakanın karşı karşıya kaldığı en uzun yargı sürecine sürükleyen sağlam hukuki zemini oluşturmaktadır. Her bir dosyanın içeriği ve bağlamı farklı olmakla birlikte, ortak payda; siyasi nüfuzun kişisel, medya temelli ya da ticari çıkarlar elde etmek amacıyla kullanıldığı yönündeki şüphedir. Bu durum, kamusal dürüstlük ilkesinin özüne doğrudan temas etmektedir.

1000 numaralı dosya olarak bilinen dava, Netanyahu ve eşinin yaklaşık 700 bin şekel (yaklaşık 200 bin ABD doları) değerinde hediyeler aldığı iddiası etrafında şekillenmektedir. Bu hediyeler arasında lüks purolar, şampanya şişeleri ve mücevherler yer almakta; bunların iş insanı Arnon Milchan ve milyarder James Packer tarafından sağlandığı ileri sürülmektedir. Savcılığa göre söz konusu hediyeler “kişisel nezaket” kapsamında değerlendirilemez; aksine Netanyahu’nun Milchan’ın ticari çıkarları doğrultusunda sunduğu hizmetlerin karşılığı niteliğindedir.

Bu dosya, cezai yaptırım açısından görece daha hafif kabul edilse de, makamın özel çıkarlar için kullanıldığına işaret etmesi bakımından önemlidir. İsrail’de yayımlanan raporlar, ayrıca analitik bir noktaya dikkat çekmektedir: 1000 numaralı dosya, “dosyaların çöktüğü” yönündeki siyasi söylemlerin aksine, delil bakımından en tutarlı dosya olarak öne çıkmaktadır.

Belgeler, Netanyahu’nun Arnon Milchan’ın çıkarlarına hizmet eden resmî kararlar aldığını göstermektedir. Bunlar arasında, dönemin eski İletişim Bakanlığı Genel Müdürü Şlomo Filber’in, Milchan’ın peşinde olduğu bir televizyon birleşmesi anlaşması konusunda danışmanlık yapması için görevlendirilmesi de bulunmaktadır. Savcılık bu durumu, başbakanlık makamının işlevi ve yetkileriyle bağdaşmayan açık bir çıkar çatışması örneği olarak değerlendirmektedir.

2000 ve 4000 Numaralı Dosyalar

2000 numaralı dosya, Netanyahu ile Yedioth Ahronoth gazetesinin yayıncısı Arnon Mozes arasında gerçekleşen görüşmelere odaklanmaktadır. Bu görüşmelerin amacı, Netanyahu lehine olumlu bir medya dili oluşturulması karşılığında, rakip gazete Israel Hayom’u zayıflatacak yasama ya da siyasi adımların atılmasıdır. Her ne kadar söz konusu anlaşma fiilen hayata geçirilmemiş olsa da, savcılık müzakerenin bizzat kendisinin görevi kötüye kullanma teşkil ettiğini; basın özgürlüğüne ve siyasal rekabette eşitlik ilkesine zarar verdiğini değerlendirmektedir.

Üç dosya arasındaki en ağır suçlamaları içeren dava ise 4000 numaralı dosyadır. Bu dosyada savcılık, Netanyahu’yu, yaklaşık 1,8 milyar şekel tutarında düzenleyici ayrıcalıklar sağlamakla suçlamaktadır. İddialara göre bu ayrıcalıklar, Bezeq telekomünikasyon şirketi lehine verilmiş; karşılığında ise şirketin sahibi iş insanı Shaul Elovitch’e ait Walla News sitesinde Netanyahu ve eşi lehine olumlu ve yönlendirilmiş haberler yayımlanmıştır.

Bu dosya, Netanyahu’ya rüşvet, dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma suçlamalarının birlikte yöneltildiği tek davadır. Rüşvet suçlamasının kabulü hâlinde, Netanyahu on yıla kadar hapis cezası ile karşı karşıya kalabilecektir.

Yargı Sürecinin Seyri ve 2016’dan Bu Yana Gelişimi

Binyamin Netanyahu’nun yargılanması, yöneltilen suçlamaların ağırlığı kadar, görevdeki bir başbakanın ceza davasıyla karşı karşıya kalması nedeniyle de İsrail tarihinde en uzun ve en karmaşık yargı süreci olarak değerlendirilmektedir. Yargısal sürecin izlenmesi, af talebine giden zemini ve davanın en başından itibaren eşlik eden hukuki ve siyasi baskıları anlamayı mümkün kılmaktadır.

Netanyahu’ya yönelik ilk soruşturmalar, değerli hediyeler aldığına ve özel medya kuruluşlarıyla koordinasyon yürüttüğüne dair tanıklıkların birikmesi üzerine 2016 yılında başladı. 2018’in sonlarına doğru, polis 1000, 2000 ve 4000 numaralı dosyalarda iddianame hazırlanmasını tavsiye etti. Kasım 2019’da ise hükümetin hukuk danışmanı, rüşvet, dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma suçlamalarını içeren iddianamenin resmen sunulduğunu açıkladı.

Mayıs 2020’de duruşmaların başlamasıyla birlikte Netanyahu, görevdeyken mahkeme karşısına çıkan ilk İsrail başbakanı oldu. İlk duruşmadan itibaren davanın istisnai niteliği açık biçimde ortaya çıktı. Tanık listesinde, aralarında daha önce Netanyahu’ya yakın olup sonradan “devlet tanığı”na dönüşen isimlerin de bulunduğu yüzlerce kişi yer aldı; ayrıca iş insanları, gazeteciler ve üst düzey kamu görevlileri de ifade verdi.

2020–2023 dönemini kapsayan ve yargılamanın en uzun aşamasını oluşturan süreçte, dava esas olarak delillerin ve tanıkların sunulmasına odaklandı. Savcılık, Netanyahu’nun ofisi ile medya kuruluşları ve iş insanları arasındaki iç yazışmaları içeren binlerce belgeyi mahkemeye sundu ve “çıkar değişimine dayalı sistematik bir davranış” anlatısı inşa etti. Savunma tarafı ise hükümet kararları ile elde edildiği iddia edilen medya ya da ticari kazanımlar arasında nedensel bir bağ bulunmadığını savunarak, soruşturma makamlarının tarafsızlığını hedef alan bir strateji izledi.

2023–2024 döneminde yapılan hukuki değerlendirmeler, mahkeme heyetinin özellikle 4000 numaralı dosyada rüşvet suçunun dar anlamıyla ispatlanmasına ilişkin tereddütler taşıdığını ortaya koydu. Buna karşın, dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma suçlamalarını destekleyen unsurların varlığının korunduğu da görüldü. Bu durum, Netanyahu açısından hukuki risk değerlendirmesinde bir kırılma noktası oluşturmuş; daha ağır suçlamaların zayıflama ihtimali belirmiş olsa da, daha hafif suçlardan mahkûmiyet olasılığını ortadan kaldırmamıştır.

2024 Sonrası Süreç: Savunma Aşamasına Geçiş ve Yargılamanın Uzaması

2024 yılının başıyla birlikte Netanyahu’nun yargılanması savunma aşamasına girmiş; bu aşamada savunma ekibi, iddia makamının anlatısını çürütmek ve dosyaların delil temelini zayıflatmak amacıyla karşı delilleri sunmaya ve tanıkları mahkemeye çağırmaya başlamıştır. İsrail medyasında yer alan değerlendirmelere göre, dosyaların hacmi ve mahkemeye sunulan materyallerin çeşitliliği nedeniyle bu aşamanın da uzun bir süre devam etmesi ve nihai müzakerelere geçişin gecikmesi beklenmektedir.

2023–2024 yıllarındaki duruşmalar sırasında mahkeme heyeti, yargılamanın yavaş ilerlediğine ve son aşamaya geçilmeden önce incelenmesi gereken belge ve yazışma miktarının son derece fazla olduğuna dikkat çekmiştir. Bu değerlendirme, Kasım 2025’te yapılan duruşmada da yinelenmiş; mahkeme, dosyaların kapsamı ve tanık sayısının çokluğu nedeniyle yargı sürecinin uzamaya ve daha da karmaşık hâle gelmeye devam ettiğini vurgulamıştır.

Sonuç olarak, yargılamanın seyrinin incelenmesi, davanın ağır suçlamalarla başlayan bir aşamadan, hızlı bir karara imkân tanımayan karmaşık ve uzun soluklu bir hukuki sürece evrildiğini göstermektedir. Her ne kadar iddia makamının bazı unsurları siyasi ya da medya düzleminde zayıflamış olsa da, dosyaların genel yapısı, daha hafif suçlardan dahi olsa bir mahkûmiyet ihtimalini ortadan kaldıracak ölçüde çökmüş değildir. Bu hukuki karmaşıklık, duruşmaların uzunluğu ve kamuoyu baskısı, Netanyahu’nun yargı dışı bir seçeneğe yönelerek cumhurbaşkanlığı affı talebinde bulunmasını açıklayan temel etkenler arasında yer almaktadır.

Netanyahu’nun Yargılamadan Kaçınma Girişimleri

Cumhurbaşkanlığı affı talebi, tekil ve ani bir adım değil; aksine, Netanyahu’nun yargılamanın etkilerini sınırlamak ya da tamamen bertaraf etmek amacıyla uzun süredir izlediği girişimler zincirinin son halkasıdır. Bu bağlamda, içerik ve işlevleri birbirinden farklı olmasına rağmen, İsrail kamuoyunda “Fransız yasası[1] ve “Norveç yasası[2] olarak anılan düzenlemeler etrafında yürütülen tartışmalar öne çıkmıştır.

Medya ve siyasal söylemde “Fransız yasası” olarak bilinen düzenleme, Netanyahu hakkında yolsuzluk dosyalarının açılmasının ardından gündeme gelmiş ve başbakanın görevde bulunduğu süre boyunca soruşturulmasını ya da yargılanmasını engelleyecek şekilde uyarlanması önerilmiştir. Bu girişimin arkasındaki siyasal amaç açıktır: Netanyahu’yu geçici olarak cezai sorumluluktan muaf tutmak ve davaların ele alınmasını görev süresi sonrasına ertelemek.

Her ne kadar bu yasa kabul edilmemiş olsa da, sağcı koalisyonlar içinde defalarca gündeme getirilmesi, dokunulmazlık rejiminin belirli bir hukuki durumu koruyacak biçimde yeniden tasarlanmasına yönelik açık bir iradeyi yansıtmaktadır.

Buna karşılık, “Norveç yasası” yaygın kanının aksine herhangi bir yargısal dokunulmazlık sağlamamaktadır. Bu düzenlemenin temel işlevi, hükümet üyeliği ile Knesset üyeliği arasındaki ilişkiyi düzenlemektir. Yasa, bakanlara Knesset üyeliğinden istifa ederek yerlerine listedeki başka adayların geçmesine imkân tanımakta; görevleri sona erdiğinde ise parlamentoya geri dönmelerine olanak sağlamaktadır. Dolayısıyla bu düzenleme, koalisyon yönetimini ve parlamenter işleyişi ilgilendirmekte, savcılığın ya da mahkemelerin başbakanı veya bakanları yargılama yetkisine herhangi bir sınırlama getirmemektedir.

Bu nedenle, kamuoyunda Norveç yasasının Netanyahu’nun dava süreçleriyle ilişkilendirilmesi, çoğu zaman bir kavram karmaşasına ya da dokunulmazlık tartışmasını teknik bir çerçeveye büründürme çabasına işaret etmektedir. Gerçekte Netanyahu’yu yargıdan korumayı hedefleyen hukuki araç, yalnızca “Fransız yasası” olarak anılan düzenleme olmuş; Norveç yasası ise bu amaca hizmet eden bir mekanizma niteliği taşımamıştır.

2022 Yılında Suç İkrarı Anlaşması Girişimi

Netanyahu, bu seçeneğe 2021 yılının ortalarında hükümetten ayrılmasının ardından yöneldi. Zira muhalefet ittifakının İsrail’in 36. hükümetini kurmayı başarmasıyla, kamuoyunda “Bennett–Lapid Hükümeti” olarak bilinen yeni bir dönem başlamıştı. Her ne kadar hükümetin istikrarsız bileşimi nedeniyle kısa sürede düşeceğine dair beklentiler bulunsa da, hükümet bir süre ayakta kalmayı başardı.

Bu beklentiler, hükümetin Kasım 2021’de bütçe yasasını kabul etmesiyle daha da zayıfladı. Zira bütçe yasası, hükümetin karşı karşıya olduğu en büyük sınavdı ve kabul edilememesi halinde birkaç ay içinde hükümetin düşmesine yol açabilecek bir faktör olarak görülüyordu.

Bu gelişmenin ardından, 2022 yılının başında Netanyahu’nun savunma ekibi, hükümetin hukuk danışmanı ile ileri düzey müzakerelere girdi. Amaç, yargılamayı daha hafif koşullarla sona erdirecek bir suç ikrarı anlaşmasına ulaşmaktı.

Önerilen anlaşma üç temel unsura dayanıyordu:

  • Rüşvet suçlaması olmaksızın, dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma suçlarını kısmen kabul etme,
  • Hapis cezası yerine kamu hizmeti cezası uygulanması,
  • En az yedi yıl süreyle siyasetten uzaklaşmayı zorunlu kılan “ahlaki yüz karası/utanç damgası”[3] (moral turpitude) maddesinin anlaşmaya dâhil edilmesi.

Bu son madde, anlaşmanın önündeki temel engeli oluşturdu. Zira ister resmî olarak “ahlaki yüz karası” ile ilişkilendirilsin ister ilişkilendirilmesin, herhangi bir suç ikrarı pratikte Netanyahu’nun siyasi kariyerinin sona ermesi anlamına geliyordu. Her ne kadar mahkeme heyeti 2021–2022 yılları boyunca bir uzlaşma ihtimalinin yeniden değerlendirilmesini teşvik etmiş ve yargısal arabuluculuk önerileri gündeme gelmiş olsa da, Netanyahu’nun siyasal arenadan dışlanmasını ima eden herhangi bir formülün kesin biçimde reddedilmesi nedeniyle müzakereler sonuçsuz kaldı.

Bu süreç, aynı zamanda iktidar koalisyonunda çözülme emarelerinin belirmesi ve Bennett–Lapid hükümetinin çöküşüyle eş zamanlı ilerledi. Nitekim Haziran 2022’de hükümetin feshedildiği ve erken seçimlere gidileceği ilan edildi. Bu gelişme, Netanyahu’nun suç ikrarı anlaşması seçeneğini gündeminden çıkarmasına yol açtı; zira güçlü ve daha uyumlu bir koalisyonun başında yeniden başbakanlığa dönme ihtimali giderek artmıştı.

Devlet Başkanından Af Talebi

Binyamin Netanyahu’nun 2025 yılının sonlarında İsrail Devlet Başkanı İzak Herzog’dan af talebinde bulunması, İsrail’in yargı ve siyaset tarihinde benzeri görülmemiş bir adımı temsil etmektedir. Bu girişim, devam eden bir ceza davasını sona erdirmek amacıyla cumhurbaşkanlığı af yetkisinin sınırlarını ve bu yetkinin kullanım imkânlarını test etmektedir.

Talebin zamanlaması ve içeriği, Netanyahu’nun yargılanma sürecini ve iktidar sistemi içindeki konumunu kuşatan krizin derinliğini yansıtan karmaşık hukuki ve siyasi boyutlara işaret etmektedir. Her ne kadar yasa, devlet başkanına bu alanda geniş yetkiler tanısa da, on yıllar içinde oluşan anayasal teamüller, özellikle hâlen yargı sürecine tabi olan üst düzey yetkililer söz konusu olduğunda, bu yetkinin kullanımına fiilî sınırlamalar getirmiştir.

Af yetkisinin hukuki dayanağı, Devlet Başkanı’na cezaları hafifletme, kaldırma ve hatta hüküm verilmeden önce af tanıma imkânı veren Temel Yasa: Devlet Başkanı’nın 11(b) maddesine dayanmaktadır. Bununla birlikte İsrail yargı pratiği, özellikle 1984 tarihli “300 Numaralı Otobüs” vakasından sonra, af yetkisinin yargıyı baypas eden veya görevdeki yetkilileri hesap vermekten koruyan bir araca dönüşmemesi gerektiği yönünde ihtiyatlı bir ilke tesis etmiştir. Bu anlayışa göre af, ancak istisnai ve özel koşullarla gerekçelendirilebilecek olağanüstü bir mekanizma olarak görülmelidir.

Yasa, hüküm öncesi affı açıkça yasaklamasa da, böyle bir uygulama anayasal açıdan son derece sorunlu kabul edilmektedir. Zira bu tür bir adım, özellikle sorumluluğun kabul edilmediği veya yargı sürecinin sonuçları benimsenmediği durumlarda, kuvvetler ayrılığı ilkesine doğrudan bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Netanyahu’nun af talebi, basit bir hukuki prosedürden ziyade, İsrail anayasal düzeninin yazılı olmayan sınırlarını zorlayan bir girişim olarak okunmaktadır.

Nitekim Netanyahu, herhangi bir mahkûmiyet kararı verilmeden önce, cezai sorumluluğu kabul etmeksizin kapsamlı bir af talebinde bulunmuştur. Bu durum, talebi olası bir cezanın hafifletilmesinden çok, yargı sürecinin bütünüyle durdurulmasına yönelik bir girişim hâline getirmektedir. Netanyahu, başvurusunda çeşitli gerekçelere dayanmıştır. Bunların başında, yargılamanın uzunluğu ve duruşmaların yoğunluğunun, özellikle güvenlik ve diplomasi dosyalarının yönetimi açısından başbakanlık görevini yerine getirmesini engellediği iddiası gelmektedir.

Ayrıca, davanın sona erdirilmesinin “ulusal çıkara” hizmet edeceğini ve hassas siyasi ve güvenlik koşullarında iç bölünmeleri gidermeye katkı sağlayacağını öne sürmüştür. Bununla eşzamanlı olarak Netanyahu, soruşturmaların tarafsızlığını sorgulamayı sürdürmüş ve yargılamayı, salt hukuki bir süreçten ziyade siyasi bir hedef alma olarak sunmuştur.

Ancak bu gerekçeler, hukuk çevrelerinde geniş çaplı bir reddiye ile karşılandı. Hukuk uzmanları ve savcılık makamı, affın yargının alternatifi olamayacağını, devam eden bir davayı durdurmak için meşru bir hukuki araç olarak kullanılamayacağını vurguladı. Bu yönde bir kullanımın, affı genellikle mahkûmiyet sonrasına ya da en azından sorumluluğun kabulüne bağlayan anayasal teamüllerle açıkça çeliştiği ifade edildi. Bu bağlamda, Devlet Başkanlığı Ofisi’nden yapılan açıklamada, talebin “derinlemesine bir hukuki incelemeye” tabi tutulacağı belirtilirken, yargının bağımsızlığının korunacağı ve kuvvetler ayrılığı ilkesine halel getirilmeyeceği özellikle vurgulandı.

Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamaları — özellikle İsrail Devlet Başkanı İzak Herzog’a Binyamin Netanyahu’ya af verilmesi yönündeki açık çağrısı — hâlen mahkeme önünde devam eden iç hukuki bir sürece, benzeri görülmemiş bir dış boyut kazandırdı. Bu çağrı, iç bir ceza davasına doğrudan siyasi müdahale olarak algılandı ve İsrail’de Amerikan etkisinin siyasi ve yargısal karar alma süreçlerindeki sınırları üzerine geniş bir tartışmayı beraberinde getirdi. Aynı zamanda, dış bir aktörün anayasal nitelikteki bir iç ihtilafın merkezine dahil edilmesinin meşruiyeti sorgulanmaya başlandı.

Netanyahu ise bu tutumu, yargılamasının siyasi nitelikte olduğu yönündeki söylemini güçlendiren bir siyasi destek olarak değerlendirdi. Trump’ın söylemini, sağ blok içindeki konumunu tahkim etmek ve özellikle devlet kurumlarına yönelik kamu güveninin gerilediği bir dönemde, uluslararası — özellikle de Amerikan — bir korumaya sahip olduğu izlenimini vermek için kullandı. Ancak bu siyasi kullanım, buna paralel olarak hukuki ve anayasal eleştirilerin dozunu da artırdı.

Zira ABD–İsrail ilişkilerinin özel niteliğine rağmen, yürütme erkinin başını ilgilendiren bir yargı sürecine bu denli açık bir müdahale olağan dışı kabul edilmektedir. Bu durum, Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinde gayrimeşru baskı oluşturulması ve dış politikanın, özünde yargısal kalması gereken bir sürece dahil edilmesi yönünde ciddi endişelere yol açmıştır.

Hukukçular ve eski üst düzey yetkililer, bu tür baskılara yanıt verilmesinin egemen karar alma mekanizmasının bağımsızlığına zarar vereceği ve anayasal düzenin temel ilkelerinden biri olan, yargının iç ya da dış siyasi müdahalelerden arındırılmış biçimde işlemesi ilkesini zedeleyeceği konusunda uyarılarda bulunmuştur.

Siyasi ve hukuki açıdan bakıldığında, bu talep İsrail içinde keskin bir bölünmeye yol açtı. Netanyahu’nun destekçileri, affı siyasi istikrarın ve yönetimde sürekliliğin sağlanması için gerekli bir çıkış yolu olarak görürken; muhalifleri ve hukuk uzmanları bunu, hukuk önünde eşitlik ilkesini zedeleyen, cumhurbaşkanlığı yetkilerinin siyasallaştırılmasının önünü açan ve yürütmenin başını yargısal hesap verebilirlikten korumaya yönelik tehlikeli bir emsal olarak değerlendirdi.

Meselenin hassasiyeti, devlet başkanının sembolik konumu dikkate alındığında daha da artmaktadır. Zira devlet başkanının, ilke olarak, siyasi kutuplaşmaların üzerinde durması beklenir. Yolsuzlukla suçlanan bir başbakana af verilmesi, yargının işleyişine müdahale ya da hakkında devam eden bir yargılama bulunan bir siyasetçiye siyasi koruma sağlanması şeklinde yorumlanabilirken; talebin reddedilmesi de siyasi düzlemde başbakana karşı bir saf tutma olarak sunulabilmektedir. Bu çerçevede Cumhurbaşkanlığı Ofisi, talebin “derinlemesine bir hukuki incelemeye” tabi tutulacağını açıklamış ve yargı bağımsızlığının korunacağı yönünde özellikle vurgu yapmıştır.

Af etrafında şekillenen bu tartışma, üç erk arasındaki gerilimin giderek arttığını da gözler önüne sermektedir: Netanyahu’nun kendi konumunu tahkim etmek için kullanmaya çalıştığı yürütme erki; yargılamanın sürdürülmesinde ısrar eden yargı erki; ve son derece hassas bir denge noktasında bulunan cumhurbaşkanlığı makamı.

Tüm bunlar, yargı sisteminin yeniden yapılandırılmasına yönelik girişimlerin, “yargı reformu” projelerinden dokunulmazlık önerilerine kadar genişlediği daha kapsamlı bir siyasi bağlam içinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle af talebi, yalnızca bir ceza davasının parçası değil, İsrail’de kurumsal yapının yeniden şekillendirilmesine ilişkin daha geniş ve yapısal bir sürecin unsuru olarak ortaya çıkmaktadır.

Sonuç

Netanyahu’nun yargı kararı çıkmadan önce cumhurbaşkanlığı affı talep etme girişimi, İsrail’de siyaset ile hukuk arasındaki ilişkinin niteliğinde önemli bir kırılmaya işaret etmektedir. Dosya artık yalnızca bir başbakanın ceza yargılaması olmaktan çıkmış; kuvvetler ayrılığının anlamının ve yargı üzerindeki siyasi etkinin sınırlarının yeniden sınandığı bir alana dönüşmüştür.

Bu an, yasama girişimleri, hukuki uzlaşma arayışları ve iç-dış siyasi baskıların iç içe geçtiği bir bağlamda, yetkinin hangi çerçevede ve nasıl kullanılacağının yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bir dönüm noktası olarak öne çıkmaktadır.

Yaşanan gelişmeler iki temel sonuca işaret etmektedir:

  1. Yoğun baskılar ve bağımsızlığı sınırlama girişimlerine rağmen, İsrail yargı sisteminin kurumsal yapısı, yürütmenin en tepesindeki aktöre karşı dahi usullerini işletme kapasitesini hâlâ korumaktadır.
  2. Siyasi ağırlık merkezi giderek yetki sınırları etrafında açık bir mücadeleye kaymakta; bu bağlamda af, hukuki bir merhamet aracı olmaktan ziyade, gelecekteki yönetim biçiminin belirlenmesiyle bağlantılı stratejik bir enstrümana dönüşmektedir.

Burada asıl belirleyici soru, af talebinin akıbetinden ziyade, İsrail kurumlarının artan siyasallaşma dalgası karşısında anayasal oyunun kurallarını koruyup koruyamayacağıdır. Bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı, İsrail’in hukukun üstünlüğünü pekiştiren bir modele mi yoksa büyük kararların iç ve dış siyasi güç dengelerine göre, yargı bağımsızlığı pahasına şekillendiği bir modele mi yöneleceğini belirleyecektir.


[1] Fransız Yasası: Fransız modeli esas alınarak İsrail’de gündeme getirilen bu yasama önerisi, görevde bulunduğu süre boyunca başbakanın cezai soruşturma veya yargılamadan geçici olarak muaf tutulmasını öngörmekteydi. Fransa’da cumhurbaşkanının görev süresi boyunca yargılanmaması uygulamasına benzer şekilde tasarlanan bu düzenleme, İsrail bağlamında Benjamin Netanyahu’nun yargılanmasının görev süresi sonrasına ertelenmesini ya da fiilen dondurulmasını amaçlayan girişimleri ifade etmek için kullanıldı. Ancak söz konusu girişimler Knesset’ten geçemedi ve yasalaşmadı.

[2] Norveç Yasası: İsrail’de yürürlükte olan bu hukuki düzenleme, hükümet üyeliği ile Knesset üyeliği arasındaki ilişkiyi düzenler. Buna göre bakanlar ve bakan yardımcıları, yürütme görevlerini üstlendikleri süre boyunca Knesset üyeliklerinden istifa edebilir; yerlerine parti listelerinden başka adaylar geçer. Bakanlık görevlerinin sona ermesi halinde ise ilgili kişiler Knesset’e geri dönebilir. Bu yasa herhangi bir yargısal dokunulmazlık sağlamaz ve savcılık ya da mahkemelerin yetkilerini etkilemez; temel amacı, koalisyonun işleyişini güçlendirmek ve yürütme ile yasama arasında pratik bir işbölümü oluşturmaktır.

[3] “Klon” (קלון) – Utanç Damgası: Klon, mahkûmiyet almış bir siyasetçinin uzun bir süre kamu görevlerinden men edilmesine yol açan hukuki ve etik bir mekanizmadır. Kamu dürüstlüğüyle doğrudan ilişkili davalarda belirleyici bir ölçüt olarak kabul edilir. Bu nedenle İsrail’de, cezanın kendisi nispeten hafif olsa dahi, klon kararı siyasal düzlemde en ağır sonuçlardan biri olarak değerlendirilir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu