Kahramanmaraş Depremleri ve İsrail’in Yürüttüğü Kamu Diplomasisi Faaliyetleri
Haydar Oruç*
Büyük ölçüde deprem fayları üzerinde bulunan Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahına saat 04.17’de Kahramanmaraş Pazarcık’ta gerçekleşen 7,7 büyüklüğünde bir depremle uyandı. Aradan henüz dokuz saat geçmişken bu sefer de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde saat 13.24’te 7,6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha oldu. Yerin sadece 7 km derinliğinde olması, yaklaşık 80 saniye sürmesi ve Doğu Anadolu Fayı boyunca 10 şehri ve yaklaşık 13,5 milyon kişiyi etkilemesi nedeniyle büyük bir yıkımın yaşandığı ve şimdiye kadar 46 bin üzerinde insanımızın hayatını kaybettiği deprem, bu özelliklerinden dolayı “asrın felaketi” olarak tanımlandı.
Aslında Türkiye, bilhassa 1999’da yaşanan 7,4 büyüklüğündeki Gölcük depreminden sonra depreme hazırlık ve depremle yaşamak konusunda önemli bir zihniyet değişikliğine gitmiş ve önemli adımlar atmıştı. Bunlardan en önemlisi ise kuşkusuz Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığının (AFAD) kurulması olmuştur. Bu sayede son dönemde yaşanan; Van, Erzincan ve İzmir depremlerinde iyi bir sınav verilmiş ve depremlerin sadece belirli bir bölgede olması nedeniyle hem arama-kurtarma işlemleri hem de deprem sonrasında bölgelerde hayatın idamesi ile yeni yerleşim yerlerinin yapılması hususunda önemli bir başarı sağlanmıştı.
Ancak, hem depremin büyüklüğü hem de etkilenen alanın genişliği nedeniyle daha depremin ilk saatlerinde yapılan değerlendirmede, Türkiye Afet Müdahale Planı gereğince 4. Seviye Alarm Durumu ilan edilmiştir. 4. Seviye Alarmı, tüm ulusal kapasitenin seferber edilmesinin yanı sıra uluslararası yardım çağrısını da içermektedir.
Türkiye’ye Yönelik Uluslararası Yardımlar
Dolayısıyla böylesine büyük bir depremle yüzleşmek durumunda kalan Türkiye, kendi imkânlarını sahaya sürmenin yanı sıra, kendisine yabancı ülkelerden teklif edilen her türlü yardımı da kabul etmiştir. Dışişleri Bakanlığının verilerine göre toplam 101 ülke ve uluslararası kuruluş Türkiye’ye yardım göndermeyi teklif etmiş, bunların 80’den fazlası öncelikle arama-kurtarma ekibi olmak üzere ayni ve maddi yardım göndermişlerdir. Özellikle enkaz altındaki kişilerin sağ olarak kurtarılma şansının yüksek olduğu ilk günlerde deprem bölgelerinde 10 binin üzerinde yabancı arama-kurtarma ekibi görev yapmıştır.
İsrail’in Deprem Sebebiyle Yürüttüğü Kamu Diplomasisi Faaliyetleri
İsrail’de bu kapsamda Türkiye’ye arama-kurtarma ekibi ve yardım malzemesi gönderen ilk ülkelerden biri olmuştur. Türkiye ile İsrail arasında önceki yıllarda yaşanan afet ve felaketlerde de benzer şekilde bir reaksiyon gösterilmiş olup, her ne kadar ilişkiler kesik olsa da insani yardımlar bundan etkilenmemiştir. Bununla birlikte, Türkiye’nin son dönemde bölge ülkeleriyle normalleşme adımları kapsamında İsrail ile 2018 yılından beri maslahatgüzar seviyesinde yürütülen diplomatik ilişkiler, 17 Ağustos tarihi ile tam olarak normalleşmiş ve karşılıklı büyükelçiler atanmıştır.
Fakat şimdiye kadar normalleşme kapsamında, özellikle enerji alanında kurulması beklenilen işbirliği konusunda herhangi bir gelişme olmamıştır. Geçtiğimiz yıl içerisinde Cumhurbaşkanı Herzog’un ardından dışişleri, ticaret, turizm ve savunma bakanları Türkiye’yi ziyaret etmiş olsalar da, 29 Aralık’ta kurulan yeni Netanyahu hükümetinden herhangi bir resmi ziyarette bulunulmamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin yaşadığı deprem felaketi, İsrail için ilişkilerin kurumsallaşması bakımından bir fırsat olmuştur.
İlk olarak, depremin duyulmasının hemen ardından İsrail dışişleri bakanı Eli Cohen, mevkidaşı olan dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu arayarak yaşanan kayıplardan ötürü taziyelerini iletmiş ve yardım gönderilmesi teklifinde bulunmuştur. Akabinde ise İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak başsağlığı dileklerini iletmiş ve hazırlanan yardım ekibinin derhal gönderileceğini bildirmiştir.
Yine depremin ilk günü Tel Aviv Belediye binası kırmızı-beyaz renklerle aydınlatılarak, Türkiye’ye destek mesajı verilmiş ve belediye başkanı Ron Huldai de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “kalbimiz depremden zarar görenlerin yanında” şeklinde Türkçe bir mesajla desteğini açıklamıştır.
İsrail başbakanı Netanyahu da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, depremde hayatını kaybeden Türk vatandaşları için İsrail halkı adına taziyelerini ilettiğini ve Türkiye tarafından talep edilen arama-kurtarma ve sağlık ekiplerin ivedilikle gönderilmesi için ilgili birimlere talimat verdiğini açıklamıştır. Dışişleri ve savunma bakanlarının Türk muhataplarıyla temas halinde olduklarını belirten Netanyahu, yardım ekiplerinin vakit geçirmeksizin yola çıkacağını da ifade etmiştir.
İsrail’deki en önemli makamlardan yapılan açıklamalar sonrası ilgili Türk makamları ile kurulan koordineye istinaden, depremin birinci günü akşamı itibariyle; içerisinde ZAKA isimli arama-kurtarma birimi, sağlık personeli ve afet sonrası müdahale uzmanlarından oluşan yaklaşık 250 kişilik ilk ekip Türkiye’ye göndermiştir. Daha sonra eklenenlerle birlikte İsrail’in Türkiye’ye gönderdiği yardım ekiplerindeki personel sayısı 450’nin üzerine çıkmıştır.
İsrail’den gelen ekipler gecikmeksizin deprem bölgesine sevk edilmiş ve İsrailli arama-kurtarma ekipleri enkazlardan 19 kişiyi canlı olarak çıkarmışlardır. Ayrıca kurulan sahra hastanesinde yaralılara tedaviler uygulanmış ve ekipteki uzman personel marifetiyle başta çocuklar olmak üzere psikolojik destek sağlanmıştır.
14 Şubat tarihinde İsrail dışişleri bakanı Cohen Türkiye’ye gelerek dışişleri bakanı Çavuşoğlu ile görüşmüş ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmiştir. Cohen görüşmelerde depremde hayatını kaybedenler için İsrail halkının taziye dileklerini ve desteklerini iletmiştir. Daha sonra deprem bölgesinde geçen Cohen, burada İsrail tarafından kurulan sahra hastanesini ziyaret ederek, yardım ekiplerine göstermiş oldukları çabalardan dolayı teşekkür etmiştir.
İsrail’in deprem nedeniyle göstermiş olduğu dayanışma sadece arama-kurtarma ve sağlık ekipleriyle sınırlı kalmamış olup, resmi makamlardan yapılan yardımların yanı sıra JDC, Mashav Israel ve IsraAID gibi insani yardım kuruluşları da toplamış oldukları yardımları deprem bölgelerine ulaştırarak ihtiyaçların giderilmesine katkı sağlamışlardır.
İsrailli Hahamın Kabul Edilemez Paylaşımı
İsrail’in yaşanan yıkıcı deprem nedeniyle Türkiye ile dayanışma halinde olması, yardım ekiplerinin yanı sıra mütemadiyen yardım malzemeleri de göndermesi ne kadar olumlu karşılandıysa, 11 Şubat’ta Times of Israel isimli gazetede yayınlanan bir haber de o kadar tepki çekmiştir. Zira, habere göre Safed bölgesinin baş hahamı ve aynı zamanda dindar milliyetçi hareketin önde gelen liderlerinden biri olan Shmuel Eliyahu yaptığı bir konuşmada, Türkiye ve Suriye’yi etkileyen ve büyük kayıplara yol açan depremi “ilahi adalet” olarak yorumlamıştır.
Haham Eliyahu’nun açıklamaları ilk olarak aşırı sağcı Yahudi Gücü partisi lideri Itamar Ben Gvir’e çok yakın olduğu bilinen Olam Katan isimli sağ görüşlü haftalık bir gazetede yayınlanmıştır. Haham Eliyahu konuşmasında; Tevrat’ta yer alan Yahudilerin Mısır’dan çıkış hikayesine atıf yaparak, Allah’ın daha önce firavunun askerlerine yaptığı gibi Yahudilerin topraklarını işgal eden ve onları denize dökmek isteyen düşmanlarını da cezalandırdığını söylemiştir. Bu yaşananların, “dünyayı temizlemek ve daha iyi bir hale getirmek için yapıldığını” ileri süren haham Eliyahu, “bize zarar veren tüm uluslardan intikam alınacak” diyerek nefret kusmuştur.
Neyse ki haddini aşan ve nefreti körükleyen bu sözler İsrail toplumunda fazla karşılık bulmamıştır. Hatta, başta önde gelen hahamlardan Yehuda Gilad ve Avraham Stav olmak üzere Dünya Yahudi Kongresi başkanı Ron Lauder da yaptıkları açıklamalarda, haham Eliyahu’nun sözlerini kınayarak bunların kabul edilebilir olmadığını belirtmişlerdir. Tevrat öğretisinde binlerce masum erkek, kadın ve çocuğun ölmesinin Yahudilerin çıkarlarına olduğuna dair bir ibare olmadığını ifade ederek, muhtemel bazı ayetlerde zikredilenlerin Yahudilerin düşmanı olan teröristler olduğu vurgulanmıştır.
Tarihi Ester Parşömeni’nin Gizlice İsrail’e Götürülmesi
İsrail’in Türkiye’de yürüttüğü kamu diplomasisi faaliyetlerine zarar veren diğer bir gelişme ise, 16 Şubat tarihinde yine Times of Israel gazetesinde yayınlanan haberle ortaya çıkmıştır. Habere göre, yıkılan Antakya sinagogunda inceleme yapan ZAKA kurtarma ekibini fark eden Antakya Yahudi cemaatinden bir kişi, kendisine ait olduğu ileri sürülen yaklaşık 2700 yıllık Ester Parşömeni’ni (Megilat Ester) olarak bilinen bir tarihi eseri, Türk makamlarına haber vermeden ve izin almadan sözde korunması için ekip liderine teslim etmiştir.
Haberde eserin teslim edildiği ZAKA komutanı binbaşı Haim Otmazgin ile yapılan röportaja da yer verilmiş olup, binbaşı Otmazgin “Antakya Yahudi cemaatinin mirası olan böylesi önemli ve tarihi bir eseri kurtardığı için gurur duyduğunu ve birkaç gün içerisinde İstanbul Yahudi cemaati ile irtibata geçilerek eserin ne yapılacağını görüşeceklerini ifade etmiştir.
Bir sonraki gün ise, Müslüman Ülkelerdeki Hahamlar Birliği Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Yahudi cemaatinin Aşkenaz hahamı olan Haham Mendy Citrik, sosyal medya hesabından bir paylaşım yaparak, Ester Parşömeni’ni ZAKA yetkilisinden teslim aldığını ve Antakya Sinagogu onarılana kadar İstanbul’da muhafaza edeceklerini açıklamıştır.
Konunun sosyal medyada viral olması ve tepki çekmesi üzerine, Türkiye’deki Yahudi cemaatinin yayın organlarından olan Avlaremoz gazetesi 19 Şubat’ta yaşananlara açıklık getirmek için bir haber yayınlamıştır. Haberde; bahse konu Ester Parşömeni’nin Antakya cemaatinden birisine ait olduğu, parşömenin yanlış ellere geçmemesi için ZAKA timine teslim edilmiş olduğu ve zaten parşömenin vakit geçirmeksizin İstanbul Yahudi cemaatine iletilmiş olduğu yazılmıştır.
Ancak yine aynı haberde, tahrip olan Antakya Sinagogu’nda bulunan Sefer Tora yazmalarının Adana Sinagogu’na gönderilmiş olduğunun belirtilmiş olması soru işaretlerine yol açmıştır. Zira, madem Sefer Tora yazmaları Adana sinagoguna aktarıldıysa neden Ester Parşömeni için aynı yolun izlenmediği anlaşılamamıştır. Kaldı ki, bahse konu eserin Türkiye dışına çıkarıldığından ve geri getirildiğinden kimsenin haberi yoktur. Ayrıca İstanbul Yahudi cemaatine teslim edildiği ileri sürülen nüshanın orijinal olup olmadığı da bilinmemektedir.
Sonuç yerine,
Çok kısa bir süre önce tekrar normalleşen Türkiye ile İsrail ilişkileri henüz tam olarak rayına oturmamıştır. İki tarafta da ilişkisizlik döneminde girilen farklı angajmanlar nedeniyle bir güvensizlik yaşandığı ve muhtelif işbirlikleri konusunda yakın zamanda adımlar atılmasının beklenmediği anlaşılmaktadır. Ancak deprem, orman yangınları veya doğal afet gibi durumlarda her iki tarafın da ivedilikle yardıma koştuğu daha önceki örneklerde de görülmüştür.
Keza Kahramanmaraş depremlerinde de aynı durum tezahür etmiştir. İsrail, deprem sonrası Türkiye ile ilk temas kuran ve yardım ekipleri yollayan ülkelerden biri olmuştur. Buna mukabil cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri seviyesinde taziye ve destek mesajları yayınlanmıştır. Geniş bir ekip yollayarak, arama-kurtarma faaliyetlerine katkı vermiş ve sonrasında da yardımlara devam etmiştir.
İsrail’den gelen doğrudan yardımların yanı sıra, İsrail’in Ankara büyükelçiliği ve İstanbul başkonsolosluğu da bu süreçte etkin bir şekilde görev alarak, hem depremlerle ilgili gelişmeleri sosyal medya hesaplarından paylaşıp uluslararası kamuoyunu bilgilendirmiş hem de toplanan yardımların deprem bölgelerine ulaştırılmasını koordine etmişlerdir. Özellikle Türk vatandaşları tarafından sosyal medya üzerinden yapılan yorumlara cevap verdiği gözlenen her iki diplomatik misyonun da, bu süreçte kamu diplomasisini layıkıyla yerine getirdiklerini söylemek mümkündür.
Ancak gerek Haham Shmuel Eliyahu’nun yaptığı bir konuşmada, depremde hayatını kaybeden on binlerce masum kişinin ruhlarına saygısızlık ederek, depremi Yahudi düşmanlarına Allah tarafından verilen bir ceza olarak gördüğünü açıklaması ve depremi Yahudilerin topraklarını işgal eden Suriye ve Türkiye gibi ülkelerden alınan ilahi intikam görmesi, gerekse de Antakya’da bulunan Ester Parşömeni’nin habersiz bir şekilde İsrail’e götürüldüğünün öğrenilmesi, İsrail’in Türkiye’de yürüttüğü kamu diplomasisine zarar vermiştir.
Türkiye toplumunun muhafazakâr kesimlerinde, hem İsrail’in Filistinlilere yönelik insan hakları ihlalleri hem de 2010 yılındaki Mavi Marmara baskını nedeniyle İsrail’e karşı olumsuz bir yaklaşım bulunmaktadır. Hatta 2016 yılında normalleşme anlaşması imzalandığında, İsrail’in şartlarından birisi olan Mavi Marmara davalarından vazgeçilmesi bu kesimlerde büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Ancak özellikle toplumun sol ve liberal kesimlerinde İsrail’e yönelik bir teveccüh olduğunu söylemek mümkündür. Bu konuda Türkiye Yahudi cemaatinin toplum içerisindeki konumu ve faaliyetleri de etkili olmaktadır.
Dolayısıyla Türk toplumunda toptan bir İsrail karşıtlığından bahsetmek mümkün değildir. Bununla birlikte hükümetler arasında bir normalleşme anlaşması yapılmış olsa bile belirli bir kesimin İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olduğu da muhakkaktır. Benzer bir durumun İsrail toplumu için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Zira bir kesim Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesini arzu ederken diğer bir kesim ise özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Ak Parti’ye güvenilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu kesimlerin en önemli argümanı ise, son zamanlardaki normalleşme adımlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşadığı izolasyon ve ülkenin maruz maruz kaldığı ekonomik krizden çıkmak için kerhen atıldığını ve bu adımların karşılıksız bırakılması halinde Erdoğan iktidarının sona erebileceği şeklindedir.
Ezcümle, yaşanan felaketler ülkeleri yakınlaştırmış olsa da, geçmişte yaşanan olumsuzluklar çözümlenmediği sürece ilişkilerin önünün açılması kolay gözükmemektedir. İsrail’in Kahramanmaraş depremleri vesilesiyle göstermiş olduğu dayanışma ve destek her ne kadar takdire şayan olsa da, bazı Yahudi din adamlarının yaşanan depremi, dini bir mesaj olarak görerek haddi aşan açıklamalar yapması ve Türkiye’nin kültür hazinesi olan tarihi bir eserin ilgili makamlara haber verilmeden ve hatta izin alınmadan ülke dışına çıkarılması, yönetimler arasında bir sorun gözükmese de toplumlar arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sekteye uğratmıştır. Dolayısıyla özellikle İsrail tarafının bu konuda biraz daha fazla hassasiyet göstermesi gerekmektedir. Kamu diplomasisi faaliyetlerinde kullanılan söylemlerin bunlara paralel eylemlerle desteklenmesi gerekecektir. Aksi takdirde, Türk kamuoyu İsrail’in samimiyetinden şüphe duymaya devam edecektir.
*Ortadoğu Uzmanı