İsrail’in Bitmek Bilmeyen Uğraşı: Gazze’yi Zorla Tehcir Ettirme – 7 Ekim Öncesi ve Sonrası
Kerim Kurt
Yoav Shurik, 2018 yılının Haziran ayında Hashiloh dergisinin[1] 10. sayısında “Gazze: Göç için Bir Pencere Hayali” başlıklı bir makale[2] yayımladı. Makalenin yayımlanma tarihi, onun Arapça’ya çevrilip Filistinli ve Arap okuyucularına sunulmasının teşvik edici bir sebebidir. Shurik, İsrailli bir araştırmacı, yazar ve gazetecidir; Merkaz Harav yeşivasının[3] mezunlarındandır, ki ideolojik temellerin anlaşılmasında bu bilgi önemli bir ipucu sunabilir. Shurik, Filistinli mültecilerin durumunu, çatışmanın sürekliliği ve Filistinlilerin yaşadığı sefaletin sebeplerinden biri olarak görür. Ancak onun sunduğu çözüm önerisi, mülteciler için adil ve kalıcı bir çözüm arayışından çok, mültecilerin diaspora ülkelerinde yerleşmesini ve Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) örgütünün sona erdirilmesini savunur. Ayrıca, Filistin topraklarında yaşayan ve geriye kalan tüm Filistinlilerin (mülteci olup olmadıklarına bakılmaksızın) yerinden edilmesini hedefler. Bu makalede sadece Gazze ele alınsa da, Gazze aslında tüm Filistin coğrafyasının bir laboratuvarı olarak değerlendirilebilir; bu, ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı olarak açıklanacaktır.
Son yıllarda, İsraillilerin Gazze’den “göçü teşvik etme” ya da tamamen Gazze’yi boşaltma konusunda iştahlarının arttığı gözlemlenmektedir. Bu durum, Gazze gençliğinin daha iyi bir yaşam ve iş fırsatları arayışıyla göç etme arzusunu gösteren anketler, veriler ve istatistiklerin dikkatlice izlenmesiyle şekillenmiştir. Tercümesini yaptığımız bu makale, Filistin halkını çeşitli yöntemlerle yerinden etme takıntısına sahip bir İsrail ideolojisinin tipik bir örneğidir. Bilimsel doğruluk adına, bu takıntının sağ cenahta özellikle İsrail’in dini ve milli sağında daha belirgin olduğu söylenebilir, ortanın sağında, solunda ve kalan Siyonist solda daha az görülmektedir. İsrail toplumu genel olarak sağa kaymış ve siyasi akımları büyük ölçüde sağ dahilinde, en uç noktasına kadar birbirleriyle mücadele etmektedir. Bir dipnot olarak, Filistin halkını yerinden etme fikri, Siyonist düşüncede yeni bir kavram değildir. Siyonizmin özünde Filistin halkının yerinden edilmesi zorunluluğu yatar ve bu düşünce, dini Siyonizm akımında da köklüdür. Dini Siyonizmin siyasi gücünün 1970’lerden sonra arttığı bir dönemde, 1980 yılında Rabbi Meir Kahane, “Gözünüze Dikilen Diken” adlı[4] kitabını yazmış ve kitabında Filistin halkını, 1948 topraklarında yaşayanlar da dahil olmak üzere, yerinden etme gerekliliğini savunmuştur. Hatta bu kitabında, 1948 sınırları dahilinde bulunan bazı Filistin köylerine gönüllü toplu göç teklifinde bulunduğunu da belirtmiştir. Günümüzde, Kahane’nin ideolojik takipçileri, dini Siyonizm akımının önde gelen figürleri Betzalel Smotrich ve Itamar Ben Gvir, Kahane’nin düşüncelerini bir siyasi programa ve uygulamalı adımlara dönüştürmeye çalışmaktalar. Hatta bunların birçoğunu fiilen uygulamışlardır. Gazze’deki soykırım savaşından sonra “gönüllü transfer” fikrinin İsrail toplumunda yaygınlaşmasını sağlamışlardır.
Filistin halkını yerinden etme fikri, dini Siyonizm düşüncesinde her zaman var olmuştur, 7 Ekimle başlattıkları soykırım savaşından önce de. 2019 yılında, o dönemde Knesset üyesi olan Smotrich, Gazze ile ilgili kendi planını şu şekilde açıklamıştır: “Gazze’yi yeniden işgal edeceğim, tüm silahlı grupların silahlarını alacak ve büyük bir göç için sınırlarını açacağım.” “Zafer Planı” olarak bilinen bu planının, Hashiloh dergisinin 6. sayısında, Eylül 2017’de “Zafer Planı: Sağda Barışın Anahtarı” başlığıyla yayımlanması bir tesadüften ibaret değildir.
Bu makaleyi okuyan biri, şu anda burada yazılanların şaşırtıcı bir yanı olmadığını düşünebilir, çünkü söyledikleri artık sahada uygulanıyor. Ancak bu yazıyı geriye dönük bir şekilde okumak, bazı noktalara işaret etmektedir. Bunlardan biri, Gazze’yi yerinden etme fikrinin 7 Ekim 2023’ten sonra doğmuş bir fikir olmadığıdır; aynı şekilde UNRWA’nın sona erdirilmesi de yeni bir düşünce değildir. Ayrıca bu mesele -doğrudan pratikte bir etkisi olmayan- sadece bir makale veya yayımlanmış bir belge ile sınırlı değildir; bu fikirler geniş Siyonist akım, yani sağcı hareketlerin farklı kollarının zihinlerinde dolaşan düşünceleri açıkça ifade etmektedir. Son yıllarda, bu mesele, bununla sınırlı kalmayıp, bu hedefe ulaşmak için siyasi girişimler ve planlar sunulmaya başlanmıştır.
2018 yılında, “Derekh Chaim” (Hayat Yolu) hareketi[5], “Gazze Sorunu”na çözüm olarak bir plan sundu. Bu plan, hareketin (şu anda erişilemeyen) web sitesinde, sosyal medya sayfalarında ve HaKol HaYehudi (Yahudi Sesi) adlı, Tepe Gençliği hareketine ait bir sitede yayımlandı. “Gazze: Yolu Yeniden Düşünmek: Zafer, İşgal, Eğitim, Göç” olarak adlandırılan bu plan, başlığında belirtilen dört ana temele dayanıyor. Ancak planın temel amacı ve fikri, Gazze’yi farklı yollar ve araçlarla boşaltmak ve Gazzelileri yerinden etmek olup, özellikle göçü teşvik etmeye odaklanmaktadır. Bu teşvik, Gazze’ye uygulanan sıkı bir ablukayla sağlanmakta; su, elektrik ve gıda gibi temel ihtiyaçların Gazze’ye girmesi engellenmekte, ve Gazze’den çıkmak isteyenler için İsrail tarafından maddi ve lojistik yardımlar sunulmasına odaklanmaktadır. Ancak çıkacak insanların nereye gideceklerine dair hiçbir plan ve kaygı bulunmamaktadır. Sonrasında, işgal aşaması başlamakta, bu aşama, her şeyi yakıp yıkma politikasıyla yürütülecek ve Gazze’de kalan herkes “terörist” olarak ilan edilecektir. Bu süreç, Gazze’nin tamamen teslim alınması ve son Filistinlinin bölgeden çıkmasıyla sonlanacaktır. Gerçekten de, bu planın içeriği ile Aksa Tufanı operasyonu sonrasında başlayan soykırım savaşı arasındaki ilişki dikkat çekicidir; bu planın uygulanıp uygulanmadığı konusu muğlaktır. Ancak bu, daha çok Siyonist bir zihniyetin bir ifadesi olabilir; çünkü düşünürler ve fikirler, toplum ve çevrelerinin yansımasıdır ve bu olup bitenler söz konusu zihniyetin toplumsal yansıması olarak da görülebilir.
2019 yılında, kimliği açıklanmayan bir İsrailli yetkili, işgal devletinin Gazze’den göç etmek isteyen Gazzelilere kolaylıklar sunmayı teklif ettiğini belirtti. Bu kapsamda, Gazze’den göç etmek isteyenlere, Negev’deki bir İsrail havaalanını kullanma imkânı tanıyacaklarını, ayrıca bu konunun birkaç kez İsrail güvenlik kabinesine sunulup tartışıldığını ifade etti. Yetkili, ayrıca birkaç Orta Doğu ülkesi ve diğer ülkelerle, Filistinli göçmenleri kabul etmeleri için temas kurduklarını ancak hiçbir ülkenin Filistinlileri kabul etmeyi istemediğini belirtti.
Çevrilen makaleye dönecek olursak, yazar, Gazze’den göç çağrısını savunurken, bunun Gazzelilerin isteği olduğunu ve Gazze’nin nüfus yoğunluğu nedeniyle yaşam fırsatları açısından umutsuz olduğunu iddia etmektedir. Bu durum kesinlikle doğrudur, ancak yazar, Gazze’nin bu duruma gelmesinin nedenini hiç ele almamaktadır. Sanki Gazze’deki insani kriz, bölgenin doğal bir sonucuymuş gibi bahsedilmiştir; oysa burada işgalin, 1948’den itibaren yapılan toprak müsaderelerinin, zorla yerinden ettirilmenin ve en kötüsü İsrail’in uyguladığı ablukanın rolü göz ardı edilmiştir. Bu abluka, Gazze’yi fırsatlardan ve umutlardan mahrum bırakan en önemli faktördür. Yazar, aynı zamanda, Gazze’deki işsizlik, yoksulluk, büyüme ve kalkınma oranlarının tamamen İsrail’in kontrolünde olduğunu, İsrail’in bilinçli olarak Gazze’yi bu hale soktuğunu göz ardı etmektedir. İsrail’in Gazzelilerin yerinden edilmesi amacıyla adımlarını yönlendirdiğini belirtmemektedir. İsrail, kararlarıyla işsizlik oranlarını değiştirebilir, ancak bilinçli bir şekilde Gazze’deki işsizlik oranını %50’nin altına indirmemekte ısrar etmiştir. Asıl büyük suçu ise, 1967’de Gazze’nin işgali sonrasında, İsrail’in bu bölgedeki tarımı yok etmek ve Filistinlilerin burada yaşamalarını engellemek için “Gazze’yi kurutma” planını ortaya koymuş olmasıdır.
İşgal devleti, Gazze’ye yönelik yıllarca süren abluka ve sürekli saldırılarla, hatta daha öncesinde, Gazze’deki insanlık dramını derinleştirecek ve insanların buradan kaçmalarını arzulayacakları koşullar yaratmayı amaçladı. Bu politikalar, bölgedeki yaşamı dayanılmaz hale getirdi. Bu durum neticelerini 2017 yılında Rafah Sınır Kapısı’nın yeniden açılmasından sonra, Gazze Şeridi’nden göç ya da daha doğrusu “kaçış” şeklinde etkilerini gösterdi. Bu kaçış, ölüm tekneleriyle denize doğru, bazen de İsrail’in Batı Şeria’ya verdiği geçiş izinleri aracılığıyla gerçekleşti; Batı Şeria, bir geçiş noktası ya da bazen başka ülkelere ulaşmak için bir ara durak haline geldi. Bu bağlamda, makaleyi öngörüsel bir bakış açısıyla incelediğimizde, Batı Şeria’nın mevcut durumu ve geleceği, 7 Ekim 2023 öncesi Gazze’nin durumuna benzerlik göstermektedir. Şu anda Batı Şeria’ya yönelik uygulanan politikalar, ekonomik krizler, dayatılan cezalar ve özellikle oluşturulan suni ekonomik zorluklar, artan yerleşimci saldırıları ve yerleşimci şiddetinin giderek daha ölümcül hale gelmesiyle birleşmektedir.[6] Yerleşimciler, açıkça hedeflerinin Filistinlileri yerinden etmek olduğunu ifade etmektedir ve bu şiddeti, uyguladıkları zorla göç ettirme/ yerinden etme politikalarının bir parçası olarak kullanmaktadırlar.
İşgalci devletin şu anda Batı Şeria’da yaptığı şey, Filistin halkını oradan yerinden etme amacına hizmet eden uygun koşulları yaratmaktır. Bu süreç, “gönüllü göç” adı altında gösterilmekte ancak aslında olan yaşam fırsatlarının yokluğu ve ekonomik koşulların çöküşü, kişisel varoluşsal kaygılar, ülke içinde hareket ederken sürekli karşılaşılan engellerin yarattığı korku (özellikle kontrol noktalarında saatlerce beklemek veya işgal askerlerinin zulmüne uğrayarak tutuklanma riski, ya da yerleşimcilerin yolculuklar sırasında uyguladığı şiddet) gibi faktörler sebebiyle insanların zorla göç ettirilmesidir. Bütün bu faktörler, insanların büyük bir hapishaneye hapsedilmiş gibi hissetmelerine neden olmakta, bu da onları sadece oradan çıkmanın yollarını düşünmeye zorlamaktadır.
Bir gün, İsrailliler Batı Şeria halkının Batı Şeria’da yaşam, çalışma ve güvenlik gibi hiçbir fırsat bulunmaması sebebiyle buradan ayrılma ve göçmen kabul eden ülkelerde daha iyi fırsatlar arama isteği hakkında konuşup teoriler üretmeye başlayacaklar. Tıpkı soykırım savaşı öncesinde Gazze hakkında yapılan açıklamalar gibi. Bu teoriler zamanla, savaş sırasında, ilan edilmeyen bir eylem planına dönüşmüştür.
Aşağıdaki makalede, özellikle Gazze’deki Filistinlilerin yerinden edilmesini gerekçelendiren İsrail’e ait bazı yaygın teoriler ve düşünceler yer almaktadır. Bu düşünceleri incelemek, açıklanmayan eylem mekanizmalarını ve özellikle Filistinlileri tehcir etme takıntısı olan sağcı Siyonist zihniyeti anlamak açısından önemlidir. Bu makale, bu zihniyetin bir örneğini sunmaktadır.
İşte makalenin çevirisi:
Gazze’ye bazı malların girişinin engellenmesi için geçerli sebepler olabilir, ancak yoğun nüfusu olan insanları orada kalmaya zorlamanın haklı bir nedeni yoktur.
Anketler, Gazze halkının yarısının, eğer fırsat verilirse, Gazze’den ayrılacağını gösteriyor. Geçen yıl (6 Ağustos 2017) Washington Post gazetesinde yayımlanan bir raporda yer alan bu veri, gençler arasında bu oranının çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. 24 yaşındaki Muhammed Hamid, gazetecilere şöyle söyledi: “Bu anketlere inanmıyorum, eğer fırsat verilirse, tüm gençler ayrılacaktır.” Bu düşünce, bir yıl sonra, İsrail haber ağı (Ana bülten, 14 Mayıs 2018) için çalışan gazeteci Ohad Hamou tarafından hazırlanan bir raporda bir kez daha doğrulandı. Yusuf Hamad, Gazze’nin Zeytun mahallesinde yaşayan, üniversite mezunu ve deniz kıyısında kahve satarak geçimini sağlamaya çalışan bir kişi, şöyle dedi: “Göç etmek isteyen sadece gençler değil, eğer geçiş noktası 2 cm bile açılırsa, herkes Gazze’den çıkmak için koşar.”
Aynı rapor, Gazze’nin dünyadaki nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu yerlerden biri olduğunu gösteriyor. Bu da bölgenin sürekli devam eden trajedisini, özellikle gençlerin bilimsel diplomalara ve mesleki deneyimlere sahip olsalar bile korkunç işsizlik oranlarıyla nasıl boğuştuğunu gözler önüne seriyor.
Bu veriler, hemen temel bir soruyu gündeme getiriyor: Eğer Gazze, çalışmak isteyen ancak hiçbir geleceğe sahip olamayan nitelikli insanlarla doluysa, eğer İsrail ve Mısır arasında sıkışmışsa ve uluslararası ticaret yapma imkânı yoksa, eğer Gazze’deki yöneticiler, halkını bir umutsuzluk ve başarısızlık getirecek olan çatışma içinde tutuyorsa, eğer gençler fırsat verilirse ayrılmak istiyorsa, o zaman neden onlara bu fırsat verilmesin?
Gerçekten, Gazze’den göç etmek için önce İsrail veya Mısır’daki hava veya deniz limanlarına ulaşmak gerekir. Ancak bu, göçün olmamasının gerçek nedeni değildir. Eğer Gazze’nin gençlerinin gidecekleri yerler olsaydı, limanlardan çıkmak mümkün olurdu. O zaman en önemli soru şu: Eğer dünyada başka mutsuz ülkelerden gelen milyonlarca göçmeni kabul etmeye istekli bir eğilim varsa, Gazze halkına neden göç fırsatı sunulmuyor? Gazze halkının yaşadığı zorluklar, dünyanın dört bir yanından onlara yardım etmek için büyük miktarda para toplanmasını sağlarken, hatta İsrail’e karşı uluslararası baskılar ve kınamalar yaratırken, bu aynı acılar neden Batı’yı onlara yeni bir yaşam için fırsatlar sunmaya ve İsrail ile Mısır’a, Gazze’den çıkmalarını sağlamak için baskı yapmaya ikna etmiyor?
Bu soru beni yaklaşık on yıl öncesine götürüyor, Kudüs’te, “İsrail İnisiyatifi”[7] başkanı olarak görev yaptığım dönemde, Gazze’deki Avrupa Birliği yardım heyeti ile yaptığım bir görüşmeye. Bu heyet, “Dökme Kurşun”[8] operasyonu sonrası Gazze’nin yeniden inşası için büyük miktarda para ve yardım sağlıyordu. O zamanlar bile anketler Gazze’nin yarısının göç etmek istediğini gösteriyordu. Bu verileri, uzun süre Gazze’de kalmış ve yoksullara ve mağdurlara gerçekten yardım etme isteği taşıyan bir Fransız heyeti temsilcisine sunduğumda, gülerek şu cevabı verdi: “Yarısı mı göç etmek istiyor?!” Ardından, “Herkes göç etmek istiyor” dedi.
Ona sordum: “O zaman, neden onlara bunu yapmalarına yardımcı olmuyorsunuz?” Avrupalı biraz şaşkın bir şekilde durakladı, ancak cevabı bugüne kadar zihnimde kalmıştır: “Çünkü eğer sorunları başka bir yerde çözülürse — yani eğer insani mülteci krizi sona ererse — bu, siyasi taleplerden ve 1948’de onları mülteciye dönüştüren İsrail’e sorumluluk yüklemekten vazgeçtiğimiz anlamına gelir.”
Ona, eğer sorun buysa, İsrail’in mülteci meselesine dair suçluluğunu ve sorumluluğunu resmi olarak kabul edeceğini söyledim, sonra da Gazze’deki çaresiz insanlara, yeni varış noktalarına gitmeleri için çıkmalarına izin vereceğimizi belirttim. Ancak bu önerim, Fransız heyetinin üyesini susturdu ve ne cevap vereceğini bilemedi.
Böylece, bu Avrupalı bana, 1960’larda Arapların mülteci sorununu çözmeye yönelik geleneksel reddini hatırlattı, ki bu ret, “Bağımsızlık Savaşı” [Nakba] mültecilerinin yeniden yerleştirilmesine (entegrasyonlarına) izin verilemeyeceği görüşüne dayanıyordu, çünkü bu, Filistin meselesinin çözülmesi anlamına gelirdi.”
O zaman fark ettim ki, dünya toplumu Gazze halkına yiyecek ve ilaç sağlarken, Şii dünyasından savaşları körükleyenler onlara silah gönderiyor, ancak kimse bir milyon Gazze mültecisine umut sunmuyor. Eğer dünyada, Gazze’deki tüm ailelerin başka yerlerde daha iyi bir gelecek kurmak için göç etmelerini destekleyen bir organizasyon olsaydı, durum hem Gazze halkı hem de İsrail için tamamen farklı olurdu.
Ancak bunun yerine, “UNRWA” (BM Mülteci Yardım ve Çalışma Ajansı) mülteci sorununu sürdürmekte (ve mültecilerin ve onların soylarının yeniden entegrasyonunu hiçbir zaman denememekte), benzer şekilde Filistinli organizasyonlar ve onları destekleyen ülkeler, hepsi beraber, Filistinlilere “geri dönüş” hayalini sürekli olarak aşılamaktalar. Bu, Yahudi devletinin yok edilmesi ve mültecilerin, -içinde yaşadıkları zamanlar kurak ve tenha olan, fakat şimdi Cennet Bahçesi olarak hayal ettikleri topraklara- geri dönme olasılığına dair romantik ve şeytani bir hayaldir.
Önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir ki, Avrupalılar, UNRWA ve Arap ülkelerinin Gazze sorununu göç kapılarını açarak çözmeye karşı durmalarının arkasındaki anlatı, “milliyetçilik” anlatısı[9] değildir; yani planlı göçün insanların vatanlarından mahrum bırakılması olarak görülmesi değil, aslında “dönüş” anlatısıdır. Ancak gerçek durum bu değildir. Yahuda ve Samiriye [Batı Şeria] Araplarının aksine, Gazze’nin büyük çoğunluğu, yeşil hattın içindeki bölgelerden gelen mültecilerin soyundan gelmektedir ve doğdukları bölgeye yönelik ulusal bir aidiyet bilinci taşımazlar. Onlar için, Gazze Şeridi’nin herhangi bir şehri sadece tarihi bir felaket [Nakba] nedeniyle doğdukları bir yerdir ve kaybettikleri vatan hâlâ sınırların ardındadır. Ramle, Yafa, Kasıtine[10] ve Mesmiyya[11] gibi kasabaların hikayelerini nesilden nesile aktarmaya devam ederler. Gazze’nin kendisi onlar için sadece yıllardır süren acıların içinde bir geçiş istasyonu olarak kalır ve bu nedenle buradan göç etmek anlaşılır ve haklı bir hedeftir.[12]
Sadece Araplar’a, UNRWA’ya ve dünyaya suç atmak yapıcı bir çözüm sunmaz. Gerçekten de İsrail açıkça iddia edebilir ki, eğer Araplar kendi mülteci kardeşlerine, Yahudilerin Arap ülkelerinden mülteci olarak gelen kardeşlerine[13] gösterdiği yardımı gösterseydi, mülteci sorunu sadece tarihi bir olay olurdu ve Gazze de bugünkü gibi bir “düdüklü tencere” haline gelmezdi. Ancak, diğer tarafı suçlamak, ki bu kesinlikle bir gerekçe olsa da, politikalara ve stratejilere zıttır. Ayrıca burada, “Zavallı Samson” stratejisi[14] hakkında bir izlenimden de kurtulmak imkansızdır; bu strateji, İsrail’i değiştirebileceği bir durumu değiştiremeyen kurban olarak tasvir eder.
Ama gerçek bunun tam tersidir; İsrail devleti, varlığıyla sorumlulukları üstlenmeye ve gerçeği değiştirmeye hazır olmanın bir modelini oluştururken, durumu köklerinden değiştirebilecek ve -hala bunu yapabilir- olan kendisiydi. Ancak, defalarca kez genel olarak mülteci sorununa karşı ve özellikle Gazze’ye karşı sorumluluklarını üstlenmekten kaçınmayı tercih etti. İsrail, delice bir yanılsamayı benimseyerek Gazze’den çekilme ve problemleri duvarın arkasında bırakma kararı aldı: “Biz buradayız, onlar orada.” İsrail bunu, mülteci sorunuyla yüzleşme korkusundan, İsrail’in kurulması için başkalarının ödediği bedeli kabul etmekten kaçınarak ve “başka bir halkı yönetme” ve bununla ilgili karmaşık zorluklarla başa çıkma korkusuyla yaptı.[15]
İsrail, UNRWA’yı zayıflatacak bir strateji benimseyebilirdi, ancak bunu yapmadı. Ayrıca, mültecilerin [göçmen ülkelerinde yerleştirilmeleri] rehabilite edilmesi ve Gazze’den çıkmak isteyenlere yeni bir hayat başlatma fırsatı sunulması için de çalışabilirdi, ancak bunu da yapmadı.
Adi Schvarts ve Einat Vilf, kitaplarında “Dönüş Hakkı Savaşı” (Dvir, 2018), unutulmuş ve göz ardı edilmiş mülteciler ve UNRWA meselesini yeniden gündeme ve kamuoyu tartışmalarına taşıyorlar. Bu konu, İsrail devletinin meşruiyeti ve Ortadoğu’daki çatışmayı sona erdirme ya da en azından hafifletme kapasitesinin özü üzerinde geniş kapsamlı etkilere sahiptir. Bu kitap oldukça önemli ve açık sözlüdür, ve kesinlikle İsrail’in bu alanda kararlar almadaki sorumluluğunu da kabul etmektedir.
İsrail için, mültecilerin rehabilite edilmesi [farklı yerlere yerleştirilmeleri] ve Gazzelilerin göç ettirilmesine teşvik etmek için politikalar benimsemek için hala çok geç değil. Bu yol, eski düşünme kalıplarını kırmaya yol açabilir. Bu durum bir dönüm noktası yaratacağından, bazı cinler şişelerinden çıkacaktır; beklenen sonuçlarına rağmen, şiddet döngülerinin devam etmesi ve Gazze’nin umutsuz bir bölge olarak kalması olumlu bir gelecek vaat etmemektedir. Suriye’de İsrail’in müdahale etmeme politikasını seçmesi akıllıca bir karar olsa da, burada durum farklıdır; Gazze’yi sorumluluktan dışlamak, hem ahlaki hem de stratejik bir hatadır.
İsrail’in akıllıca ve gerekçeli bir adımı, Gazze halkının içinde yaşadıkları “düdüklü tencereden” kurtulma arzusunu yerine getirmek ve Gazze’nin durumunu iyileştirmek için hızlı ve etkili bir yol benimsemek olacaktır – bu da sınır kapılarını açmakla olur, böylelikle onlara büyük bir göç imkânı sağlayarak daha iyi fırsatlar sunulur-. Bu arada, tekerleği yeniden icat etmeyeceğiz. Bu projeye gereken finansman mevcut, ancak her yıl UNRWA’ya gidiyor. Oysa bu örgüt, mültecileri dört nesil boyunca, uzak geçmişteki o savaştan [Nakba] sonra mülteci olarak tutmayı başarmaktan başka bir şey yapmamıştır. Eğer İsrail hükümeti, Siyonist projeye ve Ortadoğu barışına tarihi bir katkı yapmak istiyorsa, en iyi iş bu “düdüklü tencereyi” devirmek ve onu serbest bırakmaktır.
[1] Hashiloh dergisi, 2016 yılında İsrail’in Horyat Merkezi tarafından yayımlanmaya başlanmıştır (eski adı Keren Tekvah ya da Umudun Fonu). Bu merkez, bir şekilde “Yeni Muhafazakârlar” düşüncesini benimseyerek serbest piyasa politikalarını ve devlet işlevlerinin özelleştirilmesini savunmakta; buna karşın, İsrail toplumunda muhafazakâr eğilimlerin güçlendirilmesi için Yahudi geleneklerine dayanmaktadır. Dergi, ismini 1896’dan 1926’ya kadar Avrupa’da yayımlanan ve Yahudi lideri Asher Tsvi Ginzburg’un (Ahad Ha’am olarak tanınır) çıkardığı aynı adlı Yahudi dergisinden almıştır. Hashiloh, Kudüs’te adı geçen bir kaynağa atıfta bulunarak bu ismi almış ve Arapçaya Shiloh olarak çevrilmiştir.
Bugün Hashiloh dergisi, modern bir dergi olmasına rağmen, önemli siyasetçilerin makaleler yayımladığı bir platform haline gelmiştir. Bunlar arasında işgal devletinin Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, Yair Lapid, Ayelet Shaked ve tabii ki Betzalel Smotrich yer almaktadır. Bu derginin baş yazarı ve editörü olan Yoav Shurik, derginin kuruluşundan Mart 2024’e kadar editörlük yapmıştır. Çeyrek yıllık yayımlanan bu dergi, arkasındaki merkez ve editörü olan Merkaz Harav yeshivasının mezunu sayesinde dini Siyonizm eğilimlerine sahip, sağcı bir yönelim taşımaktadır ve kurucusu Rabbi Kook’un mirasını da yaşatmaktadır.
[2] Orijinal başlık, İbranice “עזה: חלום החלון לים התיכון” olup, Türkçeye “Gazze: Akdeniz’e Açılan Bir Pencere Hayali” olarak çevrilebilir. Yazar, bu başlığı, İbranice dilinde kelimeler arasındaki kafiye nedeniyle bir tür edebi süslemeden (balaslam) yararlanarak seçmiştir (bu, İbranice yazılışında “חולם החלון לים התיכון” şeklinde sesli olarak bir uyum oluşturur). Ancak, bu başlığın kelime kelime çevirisi, vermek istenen anlamı doğru bir şekilde aktarmamaktadır.
[3] Merkaz Harav (Merkez Harav) yeshivah (dini okul), işgal altındaki Filistin’deki ilk Siyonist dini yeshiva olup, “Siyonist Yeshivaların Anası” olarak kabul edilir. 1924 yılında Rabbi Avraham Yitzhak HaCohen Kook tarafından kurulmuş olup, kendisi ve oğlu Rabbi Tzvi Yehuda Kook, dini Siyonizm akımının önde gelen kurucuları ve teorisyenlerindendir. Merkaz Harav yeshivah, bu akımın ideolojik merkezi ve dini Siyonizm’in kalesidir.
[4] Kitap çevirisi için bkz.: Meir Kahane, Gözüne Dikilen Diken (çeviren: Ghazi Al-Saadi) (Amman: Dar Al-Jalil, 1985).
[5] Bu, 2010 yılında “İsrail’in Tora’ya Dayalı Yahudi Devleti” vizyonunu gerçekleştirmek amacıyla kurulan, dini Siyonizm akımına mensup bir Siyonist derneğidir. Bu dernek, Halakha (Yahudi Şeriatı) temelli bir devlet kurulmasını ve bu devletin bir kral tarafından yönetilmesini savunmaktadır. Derneğin kurucu başkanlığını, Yitzhak Ginzburg (Nablus’un güneyindeki Yitzhar yerleşiminde bulunan Odah Yosef Chai yeshivasının başkanı) üstlenmiştir. Ayrıca, derneğe üyeliği bulunan isimlerden biri de Yitzhak Shapira’dır (aynı yeshivanın müdürü). Bu yeshiva, Yahudi terörizminin kaynağı ve Tepe Gençliği hareketinin üyelerinin yetiştirilme merkezi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Shapira, “Tora HaMelekh” (Kralın Tora’sı) adlı kitabın yazarlardan biridir. Bu kitap, “goyim” olarak adlandırdığı Filistinlilerin öldürülmesini meşru kılmayı savunmaktadır. Derneğin diğer üyeleri arasında, Tsvika Sukot da bulunmaktadır. O, Tepe Gençliği hareketinin bir üyesi olup, Religious Zionism (Dini Siyonizm) listesinden Knesset üyeliğine seçilmiştir ve lideri Betzalel Smotrich ile birlikte bu harekete katkıda bulunmaktadır.
[6] Örneğin, 2024 yılı boyunca yerleşimcilerin Filistin köylerine ve kasabalarına düzenlediği saldırıların sayısı 6600’ü geçti. Bu sayıyı, 2023’te yaklaşık 2400 olan saldırılarla karşılaştırdığımızda, -2023’ün de oldukça yüksekti- 2024 yılında yerleşimci saldırılarının sayısında büyük bir patlama yaşandığını görebiliriz; üstelik bu artışın sadece sayısıyla değil, aynı zamanda saldırıların kapsamı ve doğasıyla da dikkat çektiği söylenebilir.
[7] Bu, İsrail Turizm Bakanı Benjamin Alon’un kişisel bir girişimidir ve 2002 yılında sunulmuştur. Dini Siyonizm mensubu bir haham, Mulidet hareketinin başkanı ve yerleşimci liderlerden biri olan Alon’un girişimi, “İsrail-Filistin” çatışması için bölgesel bir çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Bu çözüm, Batı Şeria’nın işgalci İsrail devletine dahil edilmesini ve oradaki halkın Ürdün’e göç etmesini, Filistin Yönetimi ve UNRWA’nın feshedilmesini, Filistinli mültecilerin yabancı ülkelerde veya bulundukları ülkelerde yerleştirilmesini öngörmektedir.
[8] Dökme Kurşun Operasyonu, İsrail’in 27 Aralık 2008 ile 18 Ocak 2009 tarihleri arasında Gazze’ye karşı başlattığı bir askeri saldırıdır. Amacı, Gazze’den yapılan roket saldırılarını durdurmaktı. Operasyon, yoğun hava bombardımanı ile başladı, ardından kara harekâtı yapıldı ve 23 gün sürdü. Bu süre zarfında yaklaşık 1.500 Filistinli şehit oldu, çoğunluğu sivil halktan oluşuyordu ve Gazze’deki altyapının büyük bir kısmı tahrip oldu. İsrail, bu saldırı sırasında uluslararası arenada yasaklanmış beyaz fosfor gibi silahlar kullandı, bu da geniş çapta uluslararası eleştirilere ve savaş suçları suçlamalarına yol açtı.
[9] Yazar burada “מקומיות” (Mekomiyot) terimini kullanmış olup, bu terim, bireyin belirli bir bölgeyle olan bağını veya aidiyetini ifade eder. Dilimizdeki en yakın karşılık, “ulusal aidiyet” terimi olabilir.
[10] 1948’de tehcire zorlanan ve Gazze’nin 38 km kuzeydoğusunda bulunan Filistin köyü.
[11] 1948’de tehcire zorlanan ve Gazze’nin 41 km kuzeyinde bulunan Filistin köyü. Bu ismin iki versiyonu vardır: Büyük Al-Masmiyye ve Küçük Al-Masmiyye, ikisi de birbirine oldukça yakın köylerdir.
[12] Yazar burada, mültecilerin kendi köylerine ve şehirlerine olan sürekli özlemlerinin, sadece Gazze’den herhangi bir yere göç etmekten ziyade, esasen daha önce göç etmek zorunda kaldıkları memleketlerine geri dönme isteklerini ifade ettiğini göz ardı etmektedir.
[13] Şunu belirtmek önemlidir ki, Siyonist anlatısı, Arap ülkelerinden Filistin’e göç eden ve orada yerleşimci olarak bulunan Arap Yahudilerinin “mülteciler” olduklarını ve “Yahudi Devleti” tarafından kabul edildiklerini savunmaktadır. Buna dayanarak, Siyonizm, mültecilik durumunun hem Araplar hem de Yahudiler arasında karşılıklı olarak olduğunu ve Arapların, Yahudi devletinin mültecileri kabul etme ve onları topluma entegre etme şeklinde bu sorunu çözmesi gerektiğini öne sürmektedir. Ancak bu zayıf anlatı, gerçekleri açıkça çarpıtan bir anlatıdır. İşgalci devlet, dünya Yahudilerini kendine çekmeye çalışırken, Arap ülkelerinde Yahudi cemaatlerine yönelik terörist operasyonlar düzenleyerek onları Filistin’e göç etmeye zorlamıştır. Oysa hiçbir Arap devleti veya Filistinliler, vatanlarından göç etmek istememiştir; aksine, zorla sürgün edilerek mülteci olmuşlardır. Buna karşın, işgalci devlet, Filistin’deki Yahudi yerleşimcilerini mülteci olarak kabul ediyorsa, onların geri dönmeleri gerektiğini savunmalıdır; oysa tam tersi bir durum söz konusudur ve bu Yahudilerin Arap ülkelerindeki mallarının tazminatını talep etmektedir.
[14] “Zavallı Samson” İsrail Başbakanı Levi Eshkol’un 1960’larda kullandığı bir terimdir. Yidiş dilinde kullanılan bu terim, Eshkol’un ilk kez “דער נעבעכדיקער שמשון” [Der nebechdiker Shimshon] şeklinde söylediği bir ifadedir. Bu terim, çelişkili bir anlam taşır. Çünkü Samson, Tevrat’tan efsanevi bir figürdür, İsrail’in hakimlerinden biridir ve Tanrı’dan aldığı doğaüstü güçleri ile bilinir. Bu nedenle “güçlü Samson” olarak tanınır. Ancak Eshkol, onu “zavallı Samson” olarak tanımlayarak, İsrail’in dış politikadaki stratejisinin bir yansımasını ifade etmek istemiştir; yani İsrail’in çok güçlü olmasına rağmen, dünya karşısında “zavallı” bir şekilde davranarak saldırgan politikalarını haklı çıkarmaya çalışmasını, kendini mağdur Yahudi devleti olarak göstererek dünyanın sempatisini talep etmesini ifade eder.
[15] Önemli bir nokta da şudur ki, Siyonizm, doğası ve fikri gereği, doğruyu çarpıtma, tarihi gerçekleri saptırma ve tarihi yeniden üretme üzerinde temellenmiştir. Hatta bunlardan bazıları bir anlatı veya rivayet olmanın ötesinde gerçeklikten uzak birer saçmalıktan ibarettir. Örneğin yazarın, İsrail’in mültecilerin sorununu çözmeyi (yani Filistinlilerin tamamını tehcire zorlamaya devam etmeyi) reddetmesini açıklarken sunduğu gerekçeler, aslında zayıf ve gerçeklerden uzak bir anlatıdır. Bununla beraber Siyonizmin oluşturduğu bazı anlatılar, örneğin 1948 Nakba savaşına dair sundukları anlatı mantıklı ve sağlamdır.