İsrail, Batı Şeria’daki Jeopolitik Gerçekliği Değiştirmeye Mi Başladı?

Dr. Süleyman BEŞARAT*
İşgalci İsrail, 21 Ocak 2025 tarihinde, İsrail ordusu ve İsrail İstihbarat Servisi Şabak’ın katılımıyla Filistin Direnişini ortadan kaldırmak amacıyla Cenin şehri ve kampında ‘Demir Duvar’ adını verdikleri bir askeri operasyon başlattıklarını duyurdu. Operasyon kısa süre içerisinde Tulkarem Kampına sonrasında Tubas vilayetindeki Tamoun kasabası ve El- Fara Kampına kadar genişletildi. Ardından Tulkarem Şehrindeki Nour Shams kampına kadar uzandı. Buna ilaveten İsrail işgali, çoğunluğu Batı Şeria’nın kuzeyinde olmak üzere birçok Filistin şehir ve kasabasına yönelik saldırılarını ve altyapı tahribatını yoğunlaştırdı.
Askeri operasyonlarda işgalci İsrail, baskınlar, gözaltılar ve suikastlar gibi bilindik yöntemlerle sınırlı kalmamış, Cenin, Tulkarem ve Nour Shams kamplarında sokaklar açmak da dahil olmak üzere altyapı ve evlerin sistematik olarak yıkılması ile tüm yerleşim alanları yok edildi. Filistinliler yaşadıkları bu bölgeden göç etmeye zorlandı.
Sahadaki yıkıcı askeri eylem, İsrail’in bir takım tutum, açıklama ve kararlarıyla aynı zamana denk geldi. Bunlar arasında Batı Şeria yerine “Yahuda ve Samara” adının benimseneceğinin açıklanması ve Savunma Bakanı’nın kamplar üzerinde “uzun vadeli kontrol” kurma niyetine ilişkin açıklaması yer aldı. İşgal yönetiminin bu politikalara yönelik uygulamaları Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma bakanının Tulkarem kampını basmasıyla fiilen doruğa ulaşmıştır.
İşgalci İsrail’in askeri operasyonlarındaki tutumu ve siyasi duruşu, kullanılan yöntemler, araçlar ve coğrafi yayılım açısından kademeli ve genişleyici bir nitelik taşımaktadır. Ancak bu sürecin en belirgin özelliği, özellikle Filistin mülteci kamplarını hedef almasıydı. Bu durum, kampların İsrail’in temel hedeflerinden biri haline geldiğini gösteriyor ve operasyonun yalnızca Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen bir güvenlik harekâtı olarak sunulmasının ötesinde, daha kapsamlı hedefler barındırdığını ortaya koymaktadır. Bütün bunlar bize işgalci İsrail’in Batı Şeria’da yeni bir gerçeklik dayatma çabasında olduğunu göstermektedir.
Güçlü bir şekilde sorulması gereken temel soru şudur: Bu operasyon, işgalci İsrail’in Batı Şeria’da kurmak istediği yeni bir siyasi dönemin başlangıcı mıdır? Eğer öyleyse nasıl şekil alacaktır? Siyasi ve günlük yaşam açısından Filistinliler üzerinde bunun etkileri nasıl olacaktır?
Devam Eden Sürecin Detayları
Cenin ve kampındaki askeri operasyonun ilk gününden bu yana İsrail işgali, askeri insansız hava araçları, keskin nişancılar ve doğrudan infazlar ile kitlesel suikastlar gerçekleştirdi. Devam eden operasyonun bir ayı içinde yaklaşık 25 Filistinli şehit edildi. Eş zamanlı olarak, zırhlı araçlar, Tiger zırhlı personel taşıyıcıları, D10 buldozerleri ve tekerlekli buldozerlerden oluşan büyük bir askeri güç, İbn Sina Hastanesi ve Cenin Devlet Hastanesi de dahil olmak üzere Cenin kampı ve çevredeki hastaneleri kuşatmak için konuşlandırıldı. İşgalci İsrail buldozerleri birçok evi yıkmaya başlamadan önce kamp sakinlerine kampı boşaltmaları için son tarih veren emirler yayınlamaya başladı.
İşgalci İsrail ilk kez doğrudan tehdit altında zorla göç ettirme yoluna başvurdu. İşgal güçlerinin mülteci kampındaki ailelere evlerini terk etmeleri için verdiği süre, kısa zamanda bir kâbusa dönüştü. Bu süre içinde 20 binden fazla kamp sakini, barınacak yer arayarak kamptaki evlerini terk etmek zorunda bırakıldı. Bunun ardından kamp neredeyse tamamen boşaltılmış hale gelirken, İsrail güçleri planlı bir şekilde kamptaki mahalleleri ve evleri sırasıyla ve eş zamanlı olarak patlatmaya başladı. İsrail buldozerleri, kampın içinden yeni yollar açarak bölgeyi mahallelere ve kontrollü bölgelere ayırdı. Böylece kamp, tamamen kuşatılabilir ve izole edilebilir hale getirildi. Bu yöntem, İsrail’in kampı sadece askeri olarak kontrol etmekle kalmayıp, kendi planlarına uygun şekilde yeniden yapılandırmaya çalıştığını göstermektedir.
İşgalci İsrail aynı senaryo ve yöntemi El-Fara kampı ve Tamun kasabasında da uygulamaya başladı. Bir haftadan fazla süren saldırılarının ardından geri çekildiklerinde, geride bıraktıkları altyapı tahribatı çok büyüktü. Çok sayıda evi yıktıkları, bazılarını da ateşe verdikleri görüldü.
Cenin’de yaşananlara benzer bir senaryo Nour Shams ve Tulkarem kamplarında tam manasıyla uygulanmaktadır; zira bu kamplardaki askeri operasyon bir aydan fazla süredir devam etmekte ve işgalci İsrail, Cenin kampında kullandıkları aynı yöntemle, binlerce vatandaşı yerinden ederek, evleri sistematik olarak yıkarak ve içlerine yollar inşa ederek bu kampların coğrafi yapısının şeklini değiştirmeye çalışmaktadır.
Kademeli Değişim ve Hedeflerin Genişletilmesi
Batı Şeria’nın kuzeyindeki askeri operasyon bu noktada yeni değildi. İsrail işgali uzun yıllar boyunca kademeli ve birbirini takip eden politikalar uygulamayarak hareket etti. Bu politikaların özellikleri giderek daha belirgin hale geldi, hız kazandı ve metodolojisi ile şekli değişti. İşgal yönetimi, hazırlık aşamasından uygulama aşamasına geçiş yaptı. Özellikle 2021 yılından itibaren İsrail hükümeti, Batı Şeria’daki ekonomik durumu zayıflatmaya yönelik sistematik ve kesintisiz bir süreç başlattı. İşgal yönetimi, Filistin ekonomisini zayıflatmak için mali kaynakları hedef aldı ve bu kapsamda, vergi gelirlerine el koyma politikası izledi, kamu çalışanlarının tam maaş almalarını engelledi ve bunu Filistin yönetiminin esir ve şehit ailelerine maaş ödemesi gibi gerekçelerle meşrulaştırdı. Ayrıca, vergi fonlarını siyasi şartlara bağlayarak Filistin yönetimi üzerinde baskı aracı haline getirdi. Bu ekonomik baskıya karşı yürütülen tüm girişimlere rağmen, İsrail’in bu politikaları değişmedi ve uluslararası müdahaleler de bu durumu önlemekte başarısız oldu. Böylece, ekonomik yaptırımlar Filistin halkına karşı sürekli bir politika haline geldi.
Aynı zamanda, işgalci İsrail bölgedeki kolonileşmeyi destekleyecek planlar uygulamaya başladı. Aralık 2024’te, Yisrael Hayom gazetesi, dört büyük yeni yerleşim kolonisinin inşa edilmesini öngören bir planı ortaya çıkardı. Her biri belirli nüfus gruplarına tahsis edilecek olan bu şehirlerden biri Dürziler için, diğeri ise aşırı Ortodoks Yahudiler için ayrılmıştı. Ayrıca, mevcut yerleşim kolonilerinin genişletilerek altyapısı farklı olacak yeni kentlere dönüştürülmesi de planlandı.
İsrailli sol örgüt ‘Barış Şimdi’ (Peace Now) tarafından hazırlanan bir rapora göre, 2024 yılında 43 yeni yerleşim kolonisi kuruldu. Oysa, 1996 yılından bu yana yerleşim yeri inşaatlarının ortalama sayısı yılda 7’yi aşmamıştır. Aralık 2024’te İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Batı Şeria’nın yüzde 60‘ını ilhak etmek için, yerleşim kolonileri üzerinde İsrail egemenliğinin dayatılmasından başlayarak Batı Şeria’nın fiilen ilhakına kadar bir dizi uygulama açıkladı.
İşgalci İsrail’in Tutumunun Anlamları
İşgalci İsrail’in Batı Şeria’daki uygulamalarını kasıtlı olarak arttırması ve yayması, işgalci İsrail ile Batı Şeria’daki Filistinlilerin durumu arasındaki ilişkinin biçiminde ve niteliğinde bir geçiş veya değişim teşkil edebilecek bir noktaya ulaşma amacıyla, giderek artan bir hazırlık süreci çerçevesinde gerçekleşmektedir. Bu durum, kuzeydeki mülteci kamplarında devam etmekte olan askeri operasyonun niteliğinden anlaşılabilir. Bu operasyonlar, İsrail’in Batı Şeria üzerindeki kontrolünü yeni bir bakış açısıyla yeniden şekillendirmeye çalıştığı sürecin hem zirve noktası hem de bir dönüm noktası niteliğindedir.
İsrail, Filistin’in içinde bulunduğu durumu —özellikle de ekonomik yapısını—tam anlamıyla kontrol altına almıştır. Bununla beraber İsrail ekonomisine doğrudan bağımlı hale gelen Batı Şeria’daki ekonomik durumda iyileşme belirtilerinin görülmesiyle İsrail Filistin ekonomisini zayıflatacak yeni adımlar armaya başladı. Peş peşe gelen ekonomik kısıtlamalar, Filistin pazarını neredeyse tamamen felç etti. Bu durum özellikle, vergi gelirlerinin (makassa) denetim altına alınması, sınır kapıları ve ithalat üzerindeki kısıtlamalar ile Gazze’ye yönelik savaşın başlamasından bu yana 150 binden fazla Filistinli işçinin işini kaybetmesi şeklinde kendini gösterdi.
Burada şu soru akla geliyor: İşgalci İsrail Batı Şeria’daki tüm bu uygulamalarla hangi hedefe ulaşmak istiyor? Bu soruyu cevaplamak için birden fazla noktadan başlayabiliriz:
Birincisi: Batı Şeria’nın coğrafi olarak yeniden planlanması: Batı Şeria’da coğrafi bütünlüğün korunması, İsrail’in yayılmacı kolonyal projelerinin başarısızlığı anlamına gelir. Bu nedenle, işgalci İsrail son on yıl boyunca yerleşim kolonilerini genişletmek amacıyla yoğun bir şekilde toprak ve arazi gaspları gerçekleştirdi. Filistin şehirleri ve merkezleri arasındaki bağlantıları kopardı. Bu süreç, köylerin, kasabaların ve şehirlerin girişlerine yerleştirilen yaklaşık 900 kapı/bariyer ve kontrol noktasıyla doruk noktasına ulaştı. İşgalci İsrail, Gazze’deki savaştan yararlanarak, Batı Şeria’nın da Gazze’de olduğu gibi 7 Ekim’in eşiğinde olabileceği imajını yarattı. Bu güvenlik bahanesiyle Filistin coğrafyasını, hareketliliğin kontrol edilebileceği izole alanlar haline getirirken, yerleşim kolonileri arasında coğrafi bağlantıları sağlayacak yeni yollar açtı ve uzun yıllardır üzerinde çalıştığı altyapı ağıyla destekleyerek güçlendirdi. Ardından, kuzey Batı Şeria’daki mülteci kamplarını hedef alan askeri bir operasyon başlattı. Bu operasyon, özellikle Cenin ve Tulkarem şehirlerinde yoğunlaştı ve coğrafyanın yeniden inşasının –güvenlik perspektifinden bile olsa– bir parçası haline geldi. İsrail, muhtemelen bu müdahaleyi daha geniş çaplı ve kademeli bir yeniden yapılanmanın modeli olarak kurguluyor.
İkincisi: Batı Şeria’daki Toplumsal Tabanın Psikolojik Mühendisliği: Geçtiğimiz yıllar boyunca işgalci İsrail, Batı Şeria’daki toplumsal yapıyı hedef alarak, dayanışma, halk hareketi ve işgal karşıtı direniş kavramlarını yeniden şekillendirmeye çalıştı. Bu yönelimi özellikle Gazze savaşının ardından daha da pekiştirdi. İsrail, Gazze’deki yıkım, katliam ve soykırım örneğini bir tehdit modeli olarak sunarak, aynı senaryonun Batı Şeria’ya da taşınabileceği mesajını yaymaya başladı. Bununla birlikte, gözaltılar, suikastlar ve altyapı yıkımları gibi uygulamalar yoluyla, toplumda psikolojik bir caydırıcılık ve korku duygusu oluşturmayı hedefledi. Öyle ki, bu korku atmosferi zamanla, Filistinli halk arasında bir tür içsel meşrulaştırma söylemine dönüştü; insanlar, İsrail’in olası tepkilerinden korkarak sessiz kalmayı ya da mevcut durumu kabullenmeyi tercih etti. Bu durum, İşgalci İsrail’in Cenin ve Tulkarem kamplarında askeri operasyon, yıkım ve yerinden edilme gerçekleştirmesiyle sonuçlandı ve bu kampları Batı Şeria’nın geri kalanındaki kitlesel uzantılardan ve halk desteğinden ayırmayı başardı, diğer bir ifade ile toplumsal olarak izole etti. İsrailli polislerin Cenin’de Ticaret Odası ile yaptıkları toplantıda Filistinlilere verdikleri mesaj buydu; onlardan normal hayata dönmelerini ve kamplarda olan biteni, uyum sağlanması gereken normal bir mesele olarak görmelerini istiyorlardı.
Üçüncüsü: Demografik Mühendislik (Nüfusu yeniden şekillendirme): İşgalci İsrail, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürüttüğü askeri operasyonlarında zorunlu göç yoluyla nüfus boşaltma yöntemini benimsedi. Bu durum, mülteci kamplarındaki sivillerin ya da operasyonların yürütüldüğü bölgelerdeki halkın yerinden edilmesiyle kendini gösterdi. Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’nın (UNRWA) raporuna göre, Cenin, Tulkarem ve Nour Shams mülteci kamplarından yaklaşık 40 bin Filistinli yerinden edildi ve evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu insanlar, kampların dışında kurulan geçici barınma merkezlerine sığındı. Bu gelişme, İsrail’in geçtiğimiz yıl boyunca izlediği sessiz tahliye politikasının bir devamı niteliğindeydi. 2024 yılı boyunca yayımlanan çok sayıda rapor, Batı Şeria’da bulunan 67 bedevi topluluğun zorla yerinden edildiğini belgeledi. Böylece İsrail, demografik yapıyı değiştirmeye yönelik sistematik bir politika izlemeye devam etti.
Dördüncüsü : Batı Şeria’nın Siyasi Mühendisliği: İşgalci İsrail’in yürüttüğü askeri operasyonu sırasında İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, “Cenin kampının eskisi gibi olmayacağını” ve ordusunun “kampta kalacağını” söyleyerek Cenin kampına yaptığı baskın sırasında açıklamalarda bulundu. Aynı şekilde başbakan Binyamin Netanyahu ve savunma bakanı Katz, Tulkarem kampına baskın düzenleyerek kamptaki bir evin içinde yaptıkları toplantının fotoğraflarını yayınladılar ve başlayan yeni bir dönemden bahsettiler. Bu gelişmeler, İsrail’in “Filistin egemenliği” kavramını fiilen aşındırmaya başladığını ve yerine kendi kontrolünü kalıcı hale getirmeyi hedeflediğini gösteriyor. Bu durum, İsrail ordusunun Batı Şeria’daki belirli bölgelerde kalıcı olarak konuşlanması ve zamanla bu alanların kademeli olarak genişletilmesi şeklinde ilerleyebilir. Nihayetinde bu adımlar, İsrail’in uzun süredir gündeminde olan ilhak planının siyasi ilanına zemin hazırlayabilir. Ayrıca, İsrail’in mülteci kamplarını yeniden yapılandırma çabaları, UNRWA’nın (Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı) faaliyetlerinin sonlandırılması yönünde bir sürecin parçası olabilir. Bu da, gelecekteki siyasi süreçlerde Filistinlilerin “geri dönüş hakkının” tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Sonuç:
İsrail’in Batı Şeria’daki askeri faaliyetlerini, geleceğe yönelik siyasi vizyonundan bağımsız düşünmek mümkün değil. Aksine, bu adımların açık bir şekilde ileride duyurulabilecek daha büyük bir planın altyapısını oluşturduğu görülüyor. Bu plan, ya Batı Şeria üzerinde İsrail’in askeri kontrolünü yeniden tesis ettiği, ancak bunu “işgal” kavramı dışında tanımlayarak Filistin halkına karşı yükümlülüklerden kaçındığı bir senaryoya çıkabilir; ya da Trump yönetimiyle yapılabilecek olası bir siyasi anlaşmanın zeminini hazırlama çabası olabilir. Bu anlaşma, Batı Şeria’nın ya tamamının ya da bir kısmının İsrail tarafından ilhak edilmesinin tanınmasını içerebilir. Böyle bir senaryoda, “Filistin devleti” kavramı siyasi çerçeveden arındırılmış, yalnızca hizmet sunan bir yönetim yapısına dönüşmüş olur. Bu yapı ise, yerel yönetimler biçiminde, dar alanlara sıkışmış kantonlar şeklinde kurgulanabilir ve tamamen İsrail’in iradesine bağlı olarak yönetilebilir.
* Yabous Danışmanlık ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı.