Filistin Meselesinin Çözümünde Türk Dış Politikasının Tutumu

Türkiye, Ortadoğu’da yapıcı ve etkin bir aktör olarak Filistin meselesinin çözümü için de hakkaniyetle hareket eden ülkelerin başında gelmektedir. Şimdiye kadar bölgede adil ve kalıcı barış için iki devletli çözüm taraftarı olan Türkiye, bağımsız Filistin devleti için Filistin halkına hem bölgesel hem küresel ölçekte destek vermeye devam etmektedir. Ancak geldiğimiz noktada şu an içinde bulunduğumuz konjonktürde (Batı Şeria’daki bir milyon Yahudi yerleşimci ile çözülmesi mümkün olmayan sınırlar sorunu, Kudüs’ün statüsü vb.) İsrail’in iki devletli çözüme yönelik iyi niyetle yaklaşmadığı görülmektedir. Bu durumda Türk dış politikasının Filistin meselesinin çözümüne yönelik siyasetini revize etmesi gerekir mi? Ne yönde olabilir bu revizyon? Uluslararası kamuoyunda sıklıkla dillendirilmeye başlanan tek devletli çözüm önerisine Türkiye nasıl yaklaşmaktadır? Türk dış politikasında Filistin meselesinin çözümü için iki devletli çözüme alternatif başka çözüm önerileri masada mıdır? Diğer taraftan Filistin’de bütün Filistin’in özgürlüğü yani tarihi Filistin topraklarının tamamının kurtuluşu ve dolayısıyla İsrail devletinin yıkılması anlamına gelen bir çağrı var. Türk dış politikasının bu konudaki tutumu nedir?

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi konunun uzmanları akademisyenlere yönelttiği sorular ile Filistin-İsrail meselesinin çözümünde Türk dış politikasının tutumunu değerlendiriyor. Uzmanların görüşleri şu şekilde özetlenebilir. Türkiye ve Filistin arasındaki tarihsel ve dini bağlar neticesinde Türkiye, Filistin meselesinin çözümünde hep Filistinlilerin çıkarlarını gözetecek şekilde taraf olmuştur. Bununla beraber uluslararası konjonktürün dışına çıkması mümkün değildir. Meselenin çözümünde Birleşmiş Milletler’in de öncülüğünde savunulan iki devletli çözüm önerisi Filistinliler için mevcut durumda en uygun seçenektir ve Türk dış politikası iki devletli çözüm bağlamında sorunun çözülmesi için çabalarını sürdürecektir.

Doç. Dr. Yusuf Sayın – Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi

Türk dış politikasının Filistin konusundaki yaklaşımının ve tutumunun, geleneksel dış politika ilkeleri çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Son zamanlarda gündemdeki sıcaklığını yeterince koruyamasa da Filistin ve bağlantılı olarak Kudüs meselesi, her dönemde bölgesel ve uluslararası konjonktüre göre Türk dış politikası gündeminin üst sıralarına çıkabilmektedir.

Filistin meselesinin çözümüne yönelik temel siyasi yaklaşımlara sahip Türkiye’nin bölgedeki durumun statik bir hal kazanması dolayısıyla revize ihtiyacının görülmediği anlaşılmaktadır. Bilhassa İsrail ile resmi yakınlaşma adımlarının atıldığı bu dönemde Filistin meselesinde bir “İsrail rahatsızlığı” oluşturmamak ve ilişkileri her üç taraf için de dengeli götürebilmek önem arz etmektedir. Tek devletli çözüm Filistin ve İsrail açısından çeşitli zorluklara sahip olmakla birlikte Türkiye’nin konuya ilişkin yaklaşımını temelde uluslararası toplumun paradigmalarına yakınlaştırdığı görülmektedir. Uluslararası alanda müştereken tezahür edecek tek ya da iki devletli çözüm önerilerine göre Türkiye’nin de bir temayül belirleyebileceği ifade edilebilir. Fakat son tahlilde Türkiye, iki devletli çözüm taraftarı durumundadır.

Burada benim önemle dikkat çekmek istediğim husus; Filistin meselesinin çözümünü yine bölgenin iki halkı Müslüman Filistin toplumu ve Yahudi İsrail toplumunun uzlaşı, hoşgörü ve geleceği ortak inşa etme niyetleriyle mümkün olacağıdır. Yani, Filistin; Filistin’in meselesidir temelde. Hiçbir üçüncü tarafın insaf, merhamet, çıkar, yaklaşım, gelecek inşa planı ve benzeri eğilimlerine bırakılmamalıdır. Zira böyle bir perspektif, manipülasyon ve istismarı da engelleyecektir. Adeta “aynı evin içi”nde yaşayan Filistinliler ve İsrailler, evin içini -bu durumda- ancak bir arada ve beraber olarak barış ve sükûnete eriştirebilir. Şahsım adına; burada Kudüs’ün taraflar açısından bir “buluşma noktası” olabileceğini düşünüyorum. Mescid-i Aksa ise Filistin uzlaşısının anahtarı ve garantisidir.

Türkiye, Filistin-İsrail ihtilafına iki devletli çözüme yönelik yerleşik Birleşmiş Milletler parametreleri temelinde ve müzakereler yoluyla adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm getirilmesini ve bu doğrultuda 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlükte, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasına yönelik çabaları desteklediğini her platformda ifade etmektedir. Ayrıca Türkiye, Filistin’de ulusal birliğin sağlanması için Filistinli taraflar arasında çok yoğun girişimlerde bulunmuş/bulunmaya da devam etmektedir. Filistin topraklarını gayri meşru ve gayri adil bir şekilde elinde bulunduran İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından -hukuka uygun bir şekilde- çekilmesi, Türkiye tarafından da sıklıkla terennüm edilmektedir.

Türk dış politikasının İsrail konusundaki tutumu uluslararası toplumun perspektifine yakın bir vaziyettedir. Bazen iç politik dengeler hesap edilerek farklı ve sert İsrail karşıtı yaklaşımlar sarf edilse de uluslararası ilişkilerin doğasından kaynaklı olarak ekonomi, kültür, turizm, diplomasi gibi çeşitli alanlardaki işbirliği zorunlulukları, Türkiye’yi İsrail’le ilişkilerinde daha diplomatik bir tavır almaya sevk etmektedir. Filistin topraklarındaki zulmün temel sebebi, Rahmetli Başbakan Prof. Erbakan’ın da vurguladığı üzere Siyonizm’dir. Bununla birlikte koskoca Arap ve İslam aleminin sessizliği ve suskunluğu da bu sorunun tuzu biberi olmaktadır.

Haydar Oruç – Filistin/İsrail Çalışmaları Uzmanı

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Filistinli kardeşlerimizin çıkarlarına hizmet etmeyen ve onlar tarafından kabul edilmeyen hiçbir anlaşmanın tarafı olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye, Filistin politikasında bir alternatif yol aramaya mevcut durumda ihtiyaç duymamaktadır. Ancak uluslararası toplumun ve BM’in desteklediği ve Filistin halkının da kabul ettiği bir anlaşma olursa Türkiye kuşkusuz bunun arkasında olacaktır.

Son dönemde bazı kesimler tarafından dillendirilen ve sözde anketlerle desteklenerek sanki Filistinlilerin de çoğunluğu bu yönde düşünüyormuş gibi bir algı üzerinden yürütülmeye çalışılan tek devletli çözüm planları rasyonellikten uzak ve uygulanması mümkün değildir. Her ne kadar İsrail vatandaşı olan 2 milyona yakın (İsrail nüfusunun yaklaşık %20’sine tekabül eder) Filistinli için bu görüşler dile getirilse de, Gazze’de ve Batı Şeria’da yaşayan 5,5 milyon Filistinlinin bu yönde düşündüğüne dair ortada herhangi bir veri bulunmamaktadır.

Kaldı ki İsrail’in 2018 yılında meclisten geçirdiği ırkçı ve ayrımcı “Yahudi ulus devlet kanunu” gibi garabet bir yasa yürürlükteyken, İsrail’in tek devlet altında birleşecek Müslüman Filistinliler ile diğer etnik ve dini gruplara nasıl muamele edeceğini kestirmek çok da zor değildir. Özellikle son dönemlerde Doğu Kudüs’te yaşanan hak ihlalleriyle Batı Şeria’nın C bölgesinde agresif bir şekilde devam eden Yahudi yerleşim yerleri ortadayken, İsrail’in Yahudi olmayanların hak ve hukuklarına saygı göstermelerini beslemek gerçekçi değildir.

Dolayısıyla şu an için en makul çözüm planı Birleşmiş Milletler öncülüğünde yürütülen 2 devletli çözüm planı olarak ortaya çıkmaktadır. Zira şimdiye kadar oluşan külliyat ve uluslararası kamuoyunun desteği de bu plan lehinedir. 2 devletli çözüm planından vazgeçmenin Filistin halkının ve Filistin devletinin ortadan kalkması sürecinin başlangıcı olacağını değerlendiriyorum.

Sonuç olarak, Filistinlilerin kendi sınırlarında, kendi yönetimiyle ve kendi kurallarıyla bir devletlerinin olması en makul seçenek olarak gözükmektedir. Aksi takdirde, bu toprakların gerçek sahiplerinin İsrail’in tek devlet halüsinasyonu altında, süreç içerisinde eriyip yok olmaları çok da uzak bir ihtimal değildir. Kaldı ki daha şimdiden bazı İsrailli siyasetçilerin ve toplum bilimcilerinin, tek devletli çözüme devletin Yahudi karakterinin erozyona uğrayacağı ve bunun da kabul edilebilir olmadığı gibi bir gerekçeyle karşı oldukları bilinmektedir.

Bilindiği üzere Türkiye Birleşmiş Milletler’in çözüm planı doğrultusunda 1967 öncesi sınırlarda, başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti kurulmasını desteklemektedir. Ancak Filistin’in sınırlarının 1948’deki ilk Arap-İsrail savaşı öncesindeki sınırlar olması gerektiğini ileri süren bir görüş te bulunmaktadır. Hatta bu görüşe göre 1947 tarihli taksim planı Yahudilere nüfuslarının çok ötesinde bir toprak önerdiği için doğal olarak kabul edilmemiştir. Hal böyleyken 1947 taksim planıyla öngörülen sınırlar da, 1948 savaşından sonra çizilen sınırlar da tartışmalıdır.

İsrail’in Filistin topraklarında işgalci olduğunu ileri süren görüşe göre bugün içinde İsrail’in de yer aldığı toprakların tamamı Filistin’e aittir. Filistinliler arasındaki bu radikal düşünce farklılığı sonucunda nasıl bir bölünme yaşandığı ve bölünmenin Filistin meselesinde Filistin’in elini nasıl zayıflattığı da ortadır. Dolaysıyla her ne kadar bu ve benzeri iddialar ortaya atılmış olsa da, Filistin halkının ne bunu hayata geçirebilecek askeri imkânları ne de uluslararası toplumun bunu kabul edebilecek idrak seviyesi mevcut değildir. Kaldı ki bu durumda radikal Yahudilerin, bu toprakların kendilerine vaat edildiği gibi bir iddiayı da hayata geçirmeye kalkmalarının önündeki hukuki engeller kalkmış olacaktır.

Dolayısıyla Filistinlilerin kendi içlerindeki görüş ayrılıklarından vazgeçerek, Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın hepsini kapsayan topraklarını elde tutmaya çalışmaları en uygun seçenek olarak gözükmektedir. Gazze’nin fiziki olarak diğer bölgelerden ayrılmış olması zaten kurulacak Filistin devletinin toprak bütünlüğünde sıkıntı yaratırken, en azından şu an için İsrail tarafından 1948 öncesindeki göç hareketleriyle ele geçirilmiş olan toprakların aslına rücu etmesini sağlamaya çalışmak gerçekçi gözükmemektedir.

Sonuç olarak, Filistinlilerin bile üzerinde mutabık olmadıkları ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde belirlenmemiş bir iddianın Türkiye tarafından da desteklenmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Daha önce de belirtildiği üzere, Türkiye’nin Filistinlilerle çok derin bir tarihsel bağı bulunmaktadır. Bu tarihsel ve dinsel bağ nedeniyle Türkiye, her daim Filistinli kardeşlerinin arkasında durmaya devam edecek ve Filistin devletinin uluslararası toplum tarafından eşit ve egemen bir devlet olarak kabul edilmesi için, şimdiye kadar olduğu gibi her türlü desteği vermeye devam edecektir. Ancak bu desteğin sonuç getirebilmesinde en önemli rol yine Filistinlilere düşmektedir. Zira fikri ve siyasi mülahazalarla bölünmüş bir Filistin halkının, Türkiye’nin de desteklediği bağımsız, egemen ve özgür bir Filistin’e ulaşma planına faydası olmayacaktır.

Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan – İzmir Demokrasi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Türkiye’nin Filistin-İsrail meselesine yönelik tutumu geleneksel olarak konjonktür tarafından şekillenmiştir denilebilir. Nitekim 1948’de İsrail’in tanınması da Soğuk Savaş sürecindeki sistem dinamiklerinin etkisi ile olmuştur. Türkiye Batı Blokunda konumlanmış bir ülke olmanın uluslararası sistemden doğan gerekliliklerini yerine getirmiştir. Söz konusu meselenin çözümüne yönelik tutum bu bağlamda barış sürecini desteklemek ve son tahlilde iki devletli çözümü benimsemek şeklini almıştır. Sistem düzeyindeki ittifak ilişkilerine bağlı olarak kurulacak Filistin devletinin sınırları zamanla 1967 sınırları olarak belirlenirken, bu her ne kadar Filistin açısından kayıp olsa da uluslararası topluluğun tutumunun bu yönde olması ve tabi barış sürecinin de bu kabulle mümkün kılınmış olması Türkiye’yi de müstakbel Filistin devletinin 67 sınırlarında kurulması düsturunu benimsemesi ile sonuçlanmıştır.

Ne var ki hepimizin bildiği üzere 1993’te başlayan Oslo süreci 2000 yılında çökmüştür.  Barış sürecinin aslında bir illüzyon olması ve günümüzde yerleşimler ve İsrail’in işgal altındaki topraklara yönelik politikaları göz önüne alındığında iki devletli realitenin artık var olmaması devletlerin meseleye yönelik tutumunu revize etmesini gerekmektedir. Türkiye dış işleri bildiğim kadarıyla tek devletli çözüm önerisini benimsediğine dair herhangi bir resmî açıklama yapmamıştır. Bunu tartışmak ve gündeme getirmek akademisyenler ve araştırmacılar için daha olasıyken dış işleri müessesesi olarak bu politik tavrı benimsemek ve ilan etmek realist perspektifle devletin çıkarları açısından mümkün olmayabilir. Yine de Türkiye Filistin meselesiyle eskisine göre uluslararası ilişkiler kavramıyla söyleyecek olursak daha inşacı bir şekilde yaklaşmakta, sorununun çözümünde çok daha etkin bir rol oynamak istemektedir.

Diğer taraftan 48 topraklarının tamamında bir Filistin devletini savunmak, Türkiye hem uluslararası topluluğun bir parçası olduğundan hem de devletler ülkenin çıkarına göre hareket etmek durumunda olduğundan Dışişlerinin (İsrail ile) savaş anlamını içeren böyle bir tutumu benimsemesi beklenemez kanaatindeyim. Bugün ikili ilişkiler en kötü döneminde olsa da, Türkiye İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarına karşı gelmekle beraber, İsrail ile siyasi ve ticari ilişkilerini sürdürmektedir. Hatta dün (18 Ocak 2022) Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ülkemize ziyarete gelebileceğini açıkladı. Bu açıdan Türkiye’nin Filistinlilerin özgürlüğünü ve İsrail’in yanında bir Filistin devleti kurulması yönündeki tutumunu devam ettireceği kanaatindeyim.

Dr. Esra Çavuşoğlu – Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Türkiye için Filistin meselesinin en temel iki boyutu vardır. Bunlardan birincisi tüm İslam dünyası için son derece önemli olan Kudüs ve Mescid-i Aksa meselesidir. Müslümanların ikinci kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın İsrail işgali altında olması tüm İslam dünyasının kanayan yarası olduğu gibi Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü bir kırmızı çizgidir. İkinci temel mesele ise Türkiye ve Filistin arasındaki 400 yıl boyunca Filistin’i idaresi altında tutmuş olan Osmanlı mirasına dayanan tarihsel bağlar meselesidir.

Bu iki temel mesele doğrultusunda Türk dış politikasında Filistin ayrıcalıklı bir yer edinmektedir. Filistin meselesine yönelik Türk dış politikasının değerlendirilirken Filistin’de yaşanan apartheid sisteminin ve işgal altındaki Filistin topraklarında gerçekleşen yüzyılın en büyük insan hakları ve uluslararası hukuk ihlalinin son bulmasının ancak Filistin’in özgürlüğüne kavuşması ile mümkün olduğunu hatırlatmak gerekir. Filistin’in özgürlüğü için İsrail işgalinin sonlandırılması gerekmektedir. İşgalin sonlanması için tek yol iki devletli çözümdür. Devletsiz bir Filistin’in özgürlüğünden bahsedilemez. Tek devletli çözüme odaklanmak Filistin’in özgürlüğünü imkânsız kılacaktır. İki devletli çözüm bugün uluslararası sistem tarafından kabul edilen çözüm olmasına rağmen de-facto anlamda İsrail işgali tarafından önü tıkanmaktadır. İki devletli çözümün önündeki en önemli engel Filistin toprakları üzerindeki bugün hızlı bir şekilde sayıları artan İsrail yerleşimleridir. Bu yerleşimlerle Filistin toprakları bölünerek küçülmekte ve toprak bütünlüğünü kaybetmektedir.

Dolayısıyla Filistin’in kurtuluşu için takip edilmesi gereken politika iki devletli çözüm prensibinden taviz vermeden, bunun önündeki engel olan İsrail yerleşimlerin acilen durdurulması ve mevcut olanların en azından önemli bir kısmının tahliye edilmesi için uluslararası mekanizmaların harekete geçirilmesi olmalıdır.

Türk dış politikası iki devletli çözümü destekleyerek ve İsrail’in işgal altındaki topraklarda yaptığı mezalimi kınayarak doğru bir yaklaşım sürdürmektedir. Dolayısıyla bu noktada Türk dış politikasında temel bir revizyona ihtiyaç yoktur. Fakat Türkiye’nin konu üzerindeki diplomatik girişimlerinin sonuca ulaşabilmesi için İsrail yerleşimleri ile olan mücadelede daha etkin bir politika yürütmesi gerekmektedir. Bunun için Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilat (İİT) başta olmak üzere çeşitli platformlarda bu konuyla ilgili kamuoyu oluşturarak işbirliği geliştirmesi ve diplomatik adımlar atması gerekmektedir.

Diğer taraftan dile getirilen İsrail’in yıkılması fikri ütopik bir yaklaşımdır ve Türk dış politikasının rasyonalitesi çerçevesinde değerlendirilemez. Bu fikrin dillendirilmesi aslında özünde iki devletli çözüm girişimlerini baltalamaya yöneliktir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu