Boykot Nedir ve Ne Değildir?
Filistin Halkıyla Dayanışma Sürecinde Türkiye’nin Boykot Tecrübesi
Dr. Emine Canlı
Boykot, saptanan hedef(ler)e ulaşmak üzere bir markayla, kurumla, toplulukla veya ülkeyle mevcut ilişkileri askıya almak veya kesmektir. Boykot çağrıları veya kampanyaları; saptanan hedefe göre, kısa süreli olabileceği gibi uzun süreli de olabilir. Politik eylemin tezahürü olarak boykot esasında bir konuya, mesaja dair farkındalık yaratma, onu görünür kılma ve yaygınlaştırma sürecidir. Dolayısıyla; boykot, amaçsız ve bireysel değil; belirli bir amaca yönelik ve kitlesel bir faaliyettir, amaca ulaşıldığında ise terk edilebilir. Bu sebeple belirli bir grubun varlığına dair geliştirilen nefret söylemi olmaktan ziyade gerekçelendirilmiş, meşru olduğu düşünülen eylemdir. Boykot, esasında devletler tarafından değil sivil toplum örgütleri veya resmi olarak örgütlenmemiş topluluklar tarafından yürütülür. Yaygınlaştırılan mesaj ile ulusal ve uluslararası farkındalık oluşturarak yaptırım gücü olan kurum ve kuruluşları eyleme geçirmek hedeflenir. Böylece boykot çağrılarının kazanımla sonuçlandığı süreç, nihayete ermiş olur. Fakat boykot çağrısını yapan topluluklar eğer örgütlü mekanizmalarsa veya yeterince boykot tecrübeleri varsa, tamamlandığı düşünülen sürecin sonrasının da takipçisi olmayı sürdürürler. Çoğunlukla bürokratik, ticari, akademik ve kültürel alanlarda uygulanan boykot, politik direnişin bir parçası olarak Güney Afrika’daki apartheidi ortadan kaldırmak için sistematik şekilde uygulanmış ve birçok kazanımla sonuçlanmıştır. Güney Afrika örnekliği birçok topluluğa boykot konusunda hala rehberlik yapmaktadır.
Türkiye’de boykotun uygulanma amaçlarına ve sahalarına baktığımızda ise çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri’nin bölge ülkelerine dair müdahalelerine karşı ticari alanda marka boykotları ile sınırlı kaldığını ve belirli bir dönemde ve belirli bir kitle tarafından yürütüldüğünü görmekteyiz. Bölgemizdeki en uzun süreli işgalin İsrail tarafından Filistin topraklarına ve halkına karşı yapıldığını göz önünde bulundurduğumuzda ise Türkiye’deki boykot tecrübesinin bir yanıyla İsrail’e karşı yürütülen kampanyalarla şekillendiğini ve olgunlaştığını söyleyebiliriz. Son bir yıla kadar çoğunlukla sivil toplum örgütleri tarafından yapılan boykot çağrılarında halk, marka boykotlarına teşvik edilmişti. Çağrı yapılan kitlelerin boykota katılımları yüksek olmasına rağmen, söz konusu boykot girişimleri ne yazık ki dönemsel ve belirli bir amaç, kazanım gözetilmeden yapılmıştı. Bu nedenle dönemin politik gelişmeleri sükunete erdiğinde kampanya çağrıları da nihayetlendiğini görürüz. Fakat 7 Ekim 2023’ten bugüne kadar da bu tecrübenin daha sistematik ve bilinçli hale geldiğini görmekteyiz. Bir kez daha Türkiye halkının boykot tecrübesinin Filistin mücadelesine verdiği destekle değiştirip dönüştürdüğünü görmekteyiz.
7 Ekim’den sonraki ilk tepki daha önceki tecrübe ve hafızayla bağlantılı olarak marka boykot kampanyaları ile başladı. 7 Ekim öncesinden farklı olarak sosyal medyanın nüfusun çoğuna ulaşmasının ayrı bir etkisi olduğunu göz ardı edemeyiz. Daha önce belirli sivil toplum örgütleri ve bu örgütlerin hitap ettiği çevrelerle sınırlı olan boykot kampanyaları, sosyal medya ile daha geniş kitlelere yayıldı. Üstelik herhangi bir sivil toplum örgütüne ihtiyaç duyulmadan, isimsiz veya bireysel çağrılarla da yapılabildi. Bununla da sınırlı kalınmadı, uluslararası boykot çağrılarından hızlıca haberdar olmakla sadece ulusal değil uluslararası sahada yürütülen boykot kampanyalarına da dahil olundu. Hatay’daki, Ankara’daki, İstanbul’daki bir genç, ev hanımı veya akademisyen Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversite eylemlerine destek verebilecek hale geldi. Böylece ülkemizdeki bir üniversiteden boykot kampanyası beklemekle vakit kaybedilmedi, mevcut boykot kampanyalarına destek verildi. Elindeki imkânı, araçları ve gücü sosyal medyadan destek vermeye yeten kişiler için sosyal medyada yürütülen kampanyalara destek vermek makulken, esasında imkanı, araçları ve gücü daha çok olan insanlar ve kuruluşlar da bununla yetindiklerini fark edince boykot kampanyalarına yerli özneler tayin etme ihtiyacı duydular. Gazeteciler, vekiller, sivil toplum örgütleri ve öğrencilerle başlayan bu süreç hedef gözetilerek, iddialar belgelerle desteklenerek hedef alınan marka ve kuruluşlara yaptırım talepleri ile yürütülmeye başlandı. Bilhassa 7 Ekim’den sonra ortaya çıkan ve bahsettiğim bu arka plana dayanan girişim örneklerinden biri Filistin için Bin Genç hareketi oldu. Birçok farklı üniversiteden öğrenci Zorlu Holding, SOCAR gibi işgal devleti ile ilişkileri olan şirketlere dair araştırma yaparak, iddialarını belgelendirerek bizzat kurumları hedef aldı. Yürüttükleri kampanyalar ilk etapta şaşkınlık ve güven problemi oluştururken, süreçle bahsi geçen ticari ilişkilerin daha da geniş hacimde olduğu gazetecilerin desteği ile teşhir edilip yaygınlaştırılınca boykotun etkisi de arttı. Birçok sivil toplum örgütünün birlikte hareket edişi ve sosyal medyadan gelen destekle birlikte sadece özel kurum ve kuruluşlar değil bizzat Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “işgal devleti ile ticari anlaşmaları kesmesi”ne yönelik çağrıda bulunuldu. Böylece küçük ölçekli bir kampanya üst düzey siyaset söyleme dahil edilebildi ve mevcut hükümet, ilişkilerin askıya alındığına dair resmi bir beyanda bulundu. Fakat girişte bahsettiğim gibi boykotun örgütlülük ve bilinçlilik düzeyindeki artış 7 Ekim sonrasında kendisini gösterdi. Resmî kurumların ticari ilişkilerin kesildiğine dair beyanlarına rağmen, taleplerin takipçisi olundu ve en nihayetinde işgal devleti ile ticari ilişkilerin tam anlamıyla kesilmediği, farklı yollardan devam ettirildiği görüldü.
Ticari ilişkilerin kesilmesine dair bu örgütlü farkındalığı izleyen bir diğer boykot kategorisi ise akademik ve kültürel boykot hareketi oldu. Akademik ve kültürel boykot, Türkiye’de daha önce dikkat çeken bir alan değilken günden güne daha çok ilgi uyandırmaktadır. Kültürel boykot bir yanıyla mevcut ticari ve siyasi ilişki ağıyla ilişkili olması kayda değer bir önem taşımaktadır. Örneğin, Zorlu Holding’in işgal devleti ile ilişkisi bir yanıyla ticari boykotta hedefken diğer yanda Zorlu PSM gibi sanat ve kültür faaliyetlerinin yürütüldüğü mekan onu doğrudan kültürel boykotun da hedefi haline getirdi. Bir yandan Zorlu PSM binasında eylemler yapılıp kurum hedef alınırken diğer yandan sahne alacak sanatçılara açık çağrılar yapılmakta ve seyircilere etkinliklere katılmama çağrısı yapılmaktadır.
Kültürel boykotta ticari boykottan farklı olarak özel şirketlerin yanı sıra belediye gibi kamu kurum ve kuruluşları da doğrudan hedef alınmaktadır. Belediyelerin işgal devleti belediyeleri ile halihazırda devam ettirdikleri “kardeş kent” protokolleri bu süreçte ön plana çıkarıldı. Birazdan akademik boykot bahsinde uzunca anlatacağım BDS Türkiye’nin (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) yürüttüğü boykot kampanyaları sayesinde Antalya, Adana ve son olarak Kadıköy Belediyesi de kardeş kent protokollerine son verdi. Kampanyanın kapsamında hala yürütülmekte olan ve kazanımla nihayetlenmesi umulan diğer belediyelerdeki kampanyalar ise Edirne, İzmir ve Marmaris’e yönelik yürütülmektedir. Sosyal medyadan yürütülen kampanyalar farkındalık yaratırken, kampanyaya destek veren ve bahsi geçen belediyelerin sınırlarında ikamet eden yurttaşlardan da belediyeye sunulmak üzere BDS tarafından hazırlanan dilekçeyi iletmeleri, resmi mekanizmayı işletmeleri ve vatandaşlık haklarını kullanmaları beklenmektedir.[1]
Kültürel boykot bahsinde verilebilecek son örnek ise halihazırda devam etmekte olan Paris 2024 Olimpiyatları’na yönelik kampanya olabilir. 69 Filistinli sporcunun da katıldığı Olimpiyatlar’a işgal devleti İsrail de katılmaktadır. Uluslararası bir boykot kampanyasına dönüşen İsrail’in Olimpiyatlar’dan menedilmesi çağrısı, günden güne etkisini arttırmaktadır. Soykırım suçu işleyen işgal devletinin barış, kardeşlik ve özgürlük mesajlarını yaygınlaştırma işlevi gören bu gibi uluslararası organizasyonlardan menedilmesine yönelik çağrı geniş bir kabul görmektedir.
Ve son olarak Türkiye’de yine 7 Ekim sonrasında gelişen ve henüz diğer boykot türlerine göre etki gücü daha düşük ama ilginin ise günden güne arttığı akademik boykota değinmek ve bu konuya, hakkındaki bilgi eksikliği nedeniyle daha geniş yer vermek makul olacaktır. Filistin halkı ve akademisi ile dayanışmak için İsrail’e karşı yürütülecek akademik boykot çalışmalarının hangi yönlerden yürütülebileceğini düşündüğümüz bu dönemeçte öncelikle bir referans noktası ve amaç tayin etme gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de yavaş yavaş gelişen akademik boykot çalışmalarını uluslararası çağrılara dönüştürerek ya da mevcut çağrılara ekleyerek yürütmek; dağınık, atomik ve süreksiz çabayı hedefe yönelik, örgütlü ve sürekli kılacaktır. Bu açıdan bizzat Filistinli kurum ve kuruluşların çağrısı ile faaliyet yürüten BDS Hareketi’nin önem arz ettiğini düşünüyorum.
2005 yılında 170’i aşkın Filistinli siyasi parti, sendika, kitle ve taban örgütlenmesinden oluşan geniş bir koalisyon, “Dünyanın her tarafından vicdanı olan insanlara, İsrail’e yönelik olarak (Güney Afrika apartheid örneğinde olduğu gibi) geniş boykotlar ve tecrit inisiyatifleri uygulama” çağrısında bulundu ve Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar, BDS (Boycott, Divestment, Sanctions)[2] adıyla faaliyetlerini yürütmeye başladı. İlkelerini, işgal altındaki Filistin topraklarında kurulmuş olan Filistin Ulusal BDS Komitesi’nin (BNC) oluşturduğu BDS Hareketi, kurulduğu günden bu yana askeri, diplomatik, ticari, akademik ve kültürel alanlarda yeni zaferler kazanmaya devam etmektedir. BDS Hareketi’nin şemsiyesi altında faaliyetlerini sürdüren İsrail’e Karşı Akademik ve Kültürel Boykot için Filistin Kampanyası (PACBI: Palestinian Campaign for the Academic and Cultural Boycott of Israel) dünya genelindeki akademisyenlerin, akademisyen derneklerinin/ sendikalarının ve akademik kurumların, İsrail’in küresel akademide normalleşmesini destekleyen bunun karşısında Filistinlilerin haklarını ihlal eden veya boykotu ihlal eden etkinliklerin, sözleşmelerin ve projelerin boykot ve iptal edilmesi, feshedilmesi için çalışmalar yapmaktadır.[3]
Bu amaçla BDS Türkiye’nin dahil olduğu veya bizzat başlatıcısı, yürütücüsü ve takipçisi olduğu kampalar önem arz etmektedir. Örneğin, Marmara, Koç, Sabancı ve Özyeğin Üniversitelerinin İsrail üniversiteleri ile yürütmeye devam ettikleri ERASMUS anlaşmalarını iptal etmeye yönelik çağrıları ve yakın vakitte başlattıkları imza kampanyası öne çıkmaktadır. Sosyal medya hesapları ve web sitelerinden takip edildiği kadarıyla bir akademik boykot süreci şöyle işlemektedir: Başlangıçta üniversite yönetimiyle mevcut ilişkiler ve anlaşmalar belgelenerek mail yoluyla iletişime geçmeye çalışılmış. Akabinde sosyal medyadan kamuya açık akademik boykot kampanyasına dönüşmüş, en nihayetinde ise tüm Türkiye’deki akademik personellere, öğrencilere ve üniversite çalışanlarına açık çağrıya dönüştürülmüş ve imza talep edilmiştir.[4]
Benzer şekilde 23 Mart 2024’te akademiden ve sivil toplumdan birçok gönüllünün katkısıyla İstanbul’da kurulan Vicdan Mahkemesi de akademik boykot açısından önem arz etmektedir. Amerika’nın Vietnam’ın işgaline karşı 1967’de Bertrand Russell’ın öncülüğünde kurulan Vicdan Mahkemesi’nin örnek alındığı bu mahkemede amaç yargıçlık değil tanıklık etmekti. Ulusal ve uluslararası birçok kurum ve kuruluştan alınan bilgilerle oluşturulan arşiv ve Filistin’e Özgürlük Platformu ile söz konusu tanıklık yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
Akademik ve kültürel boykot, son yıllarda en az ticari ve siyasi boykot kadar önem arz etmektedir. Ticari ve siyasi boykot kampanyalarının önemi işgal devletinin mevcut sermaye ilişkilerini kesmek için aciliyetlerindendir. Lakin, akademik ve kültürel boykot da savaş ve işgal mekanizmalarının retoriğini sekteye uğratacak, meşruiyet söylemlerini ortadan kaldıracak etkilere sahip oldukları için göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de sürdürdüğü soykırıma karşı Filistin halkına destek vermek; sadece siyasi oluşumların değil söylem üretip farkındalık yaratacak tüm kurum ve kuruluşların görevidir. Zira savaşların tek aracı silah değildir; propaganda araçları da savaşlara meşruiyetini sağlayan etkin unsurlardır. Siyonist propagandanın bir yanıyla en etkili araçlarından olan akademi ve kültür faaliyetleri Filistin halkının mücadelesinde ve ona destek olmakta öncelikli hale gelmektedir. 15 Filistin üniversitesinin 29 Kasım 2023 tarihindeki çağrısı[5] bu açıdan dikkate almalı ve uluslararası akademiden beklediği desteği sunmakta çekimser davranmamalıyız. Filistin üniversitelerinin soykırım savaşını ve İsrail yerleşimci sömürgeciliği sona erdirmek için uluslararası akademik kurum ve kuruluşları atmaya davet ettiği somut adımlar şunlardır:
- BM garantili acil insani ateşkes çağrısı yapmak.
- Gazze Şeridi’nin tamamına adil bir şekilde dağıtılacak yeterli miktarda hayat kurtaran insani ihtiyaçların (su, gıda, yakıt, ilaç dahil) derhal Gazze’ye girmesi yönünde çağrıda bulunmak.
- Gazze’de kuşatma altında mahsur kalan 2,3 milyon Filistinli sivil için BM’den koruma talep etmek.
- Her türlü etnik temizliği reddeden net pozisyonlar edinmek.
- Yerleşimci sömürgeci ve apartheid sisteminin ortadan kaldırılmasına ve adil, kapsamlı ve kalıcı bir barışın sağlanmasına destek olmak.
Filistin üniversitelerinin bilhassa akademiden talep ettiği bu destek, devletlere ve sivil toplum kurumlarının sorumluluğuna terk edilmeyecek kadar hayatidir. Zira, türettiği meşruiyet söylemleri üzerinden varlığını sürdüren İsrail’in etkisini azaltabilmek ancak akademik ve kültürel destekle mümkündür. Akademinin “bilimin siyaset üstü” argümanına sığınan İsrail, işgal ve soykırım siyasetini akademikleştirerek sürdürmektedir. Buna karşı akademinin görevi ve sorumluluğu ise sömürgeci ile sömürülen, katil ile maktul arasına sınır çizmektir.
İsrail’e Karşı Filistin İçin Akademik ve Kültürel Boykot Kampanyası, PACBI’nin 24 Ocak 2024’te, Dünya Eğitim Günü’nde, yaptığı çağrıda dikkat çektiği husus bu anlamda önem taşımaktadır. İsrail’in akademik kurumlarının 7 Ekim 2023’ten bu yana yaptıkları açıklamalara işaret eden PACBI’ye göre;
- Tel Aviv Üniversitesi İsrail’in soykırımına ilişkin hasbara (propaganda) kursu başlatarak,
- İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı önünde propaganda dolu davasının “açılmasına” yardımcı olmakla övünerek,
- İbrani Üniversitesi “çeşitli askeri birliklere çeşitli lojistik ekipmanları” sağlayarak,
- Çoğu İsrail üniversitesi gibi İbrani Üniversitesi de savaş için derhal bir “Geliştirilmiş Mali Paket” başlatarak,
- İsrail Teknoloji Enstitüsü Technion’ın, İsrail propagandasının sosyal medya üzerindeki etkisini büyük ölçüde artırmak için yapay zeka destekli bir robot ordusu oluşturmak için profesörlerini ve mezunlarını görevlendirerek,[6]
savaşın ve soykırımın sürekliliğinde doğrudan taraf olmuşlardır. İsrail üniversitelerinin ve kurumlarının savaşa ve soykırıma söz konusu açık desteklerine karşı akademik etiği hatırlatmak ve bunun için adım atmak Filistin halkının mücadelesine destek olan herkesin sorumluluğudur. Akademinin objektifliğini korumak için harekete geçmekte çekimser davranmak, mevcut savaşın ve soykırımın sürekliliğine doğrudan katkı sunmaktadır.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de Filistin halkıyla dayanışma iradesi ve kararlılığı göstermek isteyen akademisyenler ve kültür emekçileri, dayanışmanın kazanımlarla nihayetlenecek yollarını aramaktadırlar. Yukarıda örneklerle değinmeye çalıştığım boykot tecrübesinin gösterdiği üzere, mücadele ancak bir hedef gözetilerek ve kararlılıkla yürütüldüğünde kazanımla nihayetlenmektedir. Boykot kampanyaları bu nedenle dayanışmanın ve politik farkındalığın önemli bir bileşeni olarak toplumda etkisini sürdürmeye devam edecektir.
[1] http://bdsturkiye.org/bds-haberler/belediye/
[2] https://bdsmovement.net , http://bdsturkiye.org, http://bdsturkiye.org/bds-nedir/pacbi-akademik-boykot-kilavuzu/
[3] https://bdsmovement.net/pacbi/pacbi-call
[4] http://bdsturkiye.org/kampanya/imza-kampanyasi/
[5] https://www.birzeit.edu/en/news/unified-call-justice-and-freedom-palestine
[6] https://bdsmovement.net/news/killing-learning-israels-attacks-palestinian-education