Masafer Yatta: İsrail’in Yayılma Politikaları ve Yalnız Bırakılan Filistinliler

7 Ekim 2023’ten bu yana, el-Halil’in güneydoğusunda yer alan Masafer Yatta bölgesi yoğun bir tehcir girişimine maruz kalmaktadır. İsrail tarafından yapılan bu girişimler, bölgede yeni kaçak yerleşim birimlerinin kurulması ve bunların mevcut büyük yerleşimlerle bağlantılı hale getirilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.
Aynı zamanda yaklaşık dört bin Filistinlinin yaşadığı Masafer Yatta’da yerleşimcilerin şiddeti giderek arttı ve doğrudan sivillere ateş açmaya kadar ulaştı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 29 Temmuz 2025’te Um el-Hayr köyünden Filistinli vatandaş Udah el-Hazalin’in bir İsrailli yerleşimci tarafından vurularak şehit edilmesiydi. Öte yandan, İsrail işgal otoriteleri bölgede yaşayan Filistinlilere yönelik yıkım ve tahliye emirlerini de yoğunlaştırdı.
Bu rapor, Masafer Yatta bölgesinin stratejik önemini ve İsrail’in, yerleşimci şiddeti ve ordu desteğiyle, ayrıca büyük hükümet bütçeleri ayırarak ulaşmaya çalıştığı hedefleri ele almaktadır. Buna karşılık, Filistinli vatandaşlar çürümüş sağlık, yardım ve eğitim hizmetleri altında bu saldırılarla tek başlarına yüzleşmek zorunda bırakılmaktadır.
Masafer Yatta ’da Yerleşimin Tarihsel Bağlamı
İşgalci İsrail, Masafer Yatta’yı El-Halil Dağları’ndaki (1967 toprakları) Bedevi toplulukları ile Necef Çölü’ndeki (1948 toprakları) topluluklar arasında tarihsel ve coğrafi bir bağ noktası olarak görmektedir. Bu nedenle bu bağlantının koparılması ve yerine yasadışı Yahudi yerleşimlerin geçirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu vizyon, Ariel Şaron’un, Menahem Begin’in ilk hükümetinde Tarım Bakanı olduğu dönemdeki planları arasında yer aldı.
Nitekim 20 Kasım 1979’da yapılan Bakanlar Kurulu Yerleşim Komitesi toplantısında Şaron şöyle demiştir: “Birkaç yıldır devam eden bir olgu var: Necef’teki Arap sakinlerle El-Halil Dağları’ndaki Arapların fiziksel bağlantısı. Topraklarımızın içinde derinleşen bir sınır oluştu… Hemen yerleşimlerden oluşan bir tampon şerit kurmalıyız. Bu yerleşimler El-Halil Dağlarını Necef’teki Yahudi yerleşimlerinden ayıracak ve farklılaştıracaktır.”
Bunun sonucunda, işgalci İsrail Masafer Yatta bölgesini stratejik askeri bölgelerden biri olarak sınıflandırdı ve Batı Şeria’daki yerleşim genişlemesinin ana merkezlerinden biri olarak gördü. Bu adım, özellikle 1994 Taba Anlaşması’na göre “C Bölgesi” olarak tanımlanan alanlarda yürütülen geniş çaplı yerleşim projeleriyle paralellik göstermekteydi. Amaç, özellikle Bedevi topluluklarını hedef alarak, bu bölgelerde kalan az sayıdaki Filistinliyi tamamen boşaltmaktı. Çünkü bu topluluklar nüfuslarının azlığına ve destekten yoksunluklarına rağmen, on yıllardır yerleşim genişlemesinin önündeki en büyük engel olarak durmaktaydı.
Masafer Yatta onlarca yıldır İsrail makamları ve yerleşimcilerin sistematik zorla tahliye girişimleriyle karşı karşıya. Bu girişimler ya “güvenlik gerekçeleri” ya da “atış alanı bölgeleri” (Atış Alanı / Firing Zone) ve “yerleşimler için arazi rezervleri” gibi sahte sınıflandırmalarla gerekçelendirildi. Bölgede yaklaşık 19 Filistinli Bedevi ve tarımsal topluluk bulunuyor; bunlar yarı çöl koşullarındaki tepe ve ovalara dağılmış durumda. İsrail, Masafer Yatta’nın Filistinlilerle bağını koparmak için, zorla tahliyeyi aşamalı şekilde kolaylaştıracak bir yerleşim stratejisi geliştirmeye yöneldi.
OCHA’nın yayımladığı bir bilgi notuna göre, İsrail otoriteleri 1980’lerden itibaren Masafer Yatta’nın büyük kısmını “Atış Alanı 918” olarak tanımladı. O tarihten bu yana bölgedeki Filistinli topluluklar, hareket kısıtlamaları, inşaat yasağı, tekrar eden yıkımlar ve yerleşimci saldırıları dahil olmak üzere hayatlarını temelden zayıflatan bir dizi İsrail politikasına ve uygulamasına maruz kaldı.
Atış Alanı: Filistinlilere Yasak, Yasadışı Yerleşimlere Açık
İşgal otoriteleri onlarca yıl boyunca, “Masafer Yatta” topraklarının yasadışı Yahudi yerleşimcilerin kontrolüne geçmesine olanak sağlayan peş peşe birçok karar yayımladı. Aynı zamanda Filistinli sakinlere baskı yaparak onların inşaat yapmalarını, hareket etmelerini veya geçim kaynaklarını geliştirmelerini engelledi.
İsrail bir taraftan bu bölgelerin askeri eğitim alanı olduğunu ve sivil yerleşime izin verilmediğini iddia ederken, diğer taraftan Yahudi yerleşimcilerin varlığına göz yumdu. Bu durum, askeri hukukun uygulanmasındaki çifte standardı açığa çıkarırken, işgal makamlarının “askeri eğitim” bahanesini Filistinlileri zorla tahliye etmek için kullandığını da ifşa etti.
Bu çerçevede, yerleşimciler 2001 yılından itibaren Masafer Yatta bölgesinde öncü yerleşim karakolları kurmaya başladılar. Bunların ilki, bölgedeki yerleşim genişlemesinin ilk adımı olan “Avigayil” karakolu oldu. Karakol, sözde “askeri atış alanı” içerisinde kuruldu ve içerisinde onlarca yasadışı yerleşim birimi inşa edildi. İsrail mahkemelerinden bu karakol hakkında en az 17 yıkım emri çıkmasına rağmen, bu emirlerin hiçbiri uygulanmadı.
Bundan sonra işgal otoriteleri, Yatta’nın doğusunda ve Masafer Yatta topraklarında bir dizi büyük yerleşim daha inşa etti. Bunlar arasında: Karme’el, Ma’on, Mitzpe Yair, Metzadot Yehuda, Susiya ve Avigayil bulunuyor. Tüm bu yerleşimler, bölgedeki Filistinli toplulukları kuşatan bir yerleşim halkası oluşturdu ve Filistinliler üzerindeki zorla tehcir tehdidini daha da artırdı.
Bölgede İsrail’in yasadışı yerleşim faaliyetleri artarak devam etti ve 2023 ile 2024 yıllarında büyük bir sıçrama yaşandı. Bu dönemde yeni yerleşimler ve karakollar kuruldu, aynı zamanda geniş ölçekli altyapılar geliştirildi:
2023 yılında:
Har Eila yerleşimi kuruldu ve onu Mitzpe Yair karakoluna bağlayan bir yol açıldı. Yerleşimde birkaç bina ve güneş panelleri bulunuyor.
Dromah yerleşimi kuruldu ve Avigayil karakoluna bir yol ile bağlandı; ayrıca onunla ortak bir su ağına bağlandı.
Tov Haaretz yerleşimi kuruldu; burada bir aile, bir keçi ağılı ve tarımsal yapılar bulunuyor.
Har Ma’on yerleşimi inşa edildi; içinde konutlar, tarımsal yapılar, güneş panelleri ve çevresine kurulmuş gözetleme noktaları yer alıyor.
2024 yılında:
Mitzpe Yair Kuzey Karakolu kuruldu; bu karakol daha önce yerleşimcilerin saldırıları ve tehditleri nedeniyle sakinleri zorla göç ettirilen Simri köyündeki Filistinli evlerin arasında yer aldı.
“Al-Nuwa” karakolu kuruldu; Avigayil karakoluna bağlı bir mahallenin uzantısı niteliğinde olup birkaç bina, elektrikli bir kapı ve güneş panellerinden oluşuyor.
İsrailli “Peace Now” hareketinin aktardığına göre, Mitzpe Malkiya yerleşimi eski bir askeri gözetleme noktasında kuruldu; güneş panelleriyle donatıldı ve bir su hattına bağlandı. Bu durum, oradaki yerleşim varlığının kökleştirilmesine yönelik doğrudan lojistik destek sağlandığını ortaya koyuyor.
Sömürge Hukuku, Zorla Tahliyenin Hizmetinde
Onlarca yıl boyunca, Masafer Yatta’nın sakinleri sürekli yıkım emirleri ve tahliye uyarılarıyla karşı karşıya kaldı. Bu sürecin ilki, 1999 yılında yaşandı. O dönemde işgal makamları, yaklaşık 700 Filistinli’nin “askeri atış bölgesi” olarak ilan edilen kapalı bir bölgede “yasadışı” şekilde ikamet ettikleri iddiasıyla zorla tahliye edilmelerine karar verdi. Kararı, evlerin ve dükkânların yıkılması ve temel eşyaların el konulması takip etti.
O tarihten bu yana onlarca emir ve bildirim tekrarlandı, çok sayıda yasal itiraz – çoğunlukla hükümet dışı insan hakları örgütleri tarafından – yapıldı. Ancak tarafsızlıktan uzak olan bu hukuki mücadele, her seferinde yerleşimci projelerinin lehine sonuçlandı.
Mayıs 2022’de İsrail Yüksek Mahkemesi, yüzlerce Filistinlinin Masafer Yatta’dan zorla çıkarılmasını onaylayan bir karar verdi. Bu karar, onların yaşadığı toprakların yalnızca İsrail’in kullanımına tahsis edilmesinin önünü açıyordu. Karar, kamuoyunda “yerleşimcilik için özel olarak biçimlendirilmiş bir hüküm” olarak tanımlandı.
Bu kararın ardından, İsrail ordusuna bölgede gerçek mühimmatla askeri tatbikatlar yapma yetkisi verildi. Tanklar köylerin arasına girdi, mermiler ateşlendi, patlayıcılar infilak ettirildi; helikopterler, yerleşimlerin çevresinde iniş-kalkış tatbikatları yaptı. Filistinli sakinlerin çilesini daha da ağırlaştıran ise, İsrailli askerlerin – ve kimi zaman yerleşimcilerin bizzat – kullandığı insansız hava araçları (dronlar) oldu. Bu araçlarla, halkın yıkılmış evlerini yeniden inşa edip etmediği gözetlendi.
Yerleşimci Faaliyetlerin Hızlanması ve Şiddetin Tırmanışı
Son birkaç yıl, Masafer Yatta’daki yerleşim faaliyetlerinde keskin bir dönüm noktası oldu. Bölge, hız ve yoğunluk bakımından benzeri görülmemiş bir “yerleşim patlamasına” sahne oldu. Bu durum, yerel halkın tanıklıklarıyla da doğrulanıyor. 2023 yılının başından itibaren, Masafer Yatta bölgesinde yerleşimci saldırıları keskin ve sürekli bir şekilde tırmandı; bunun sonucu olarak Filistinli siviller hayatını kaybetti, ayrıca onların mülkleri ve geçim kaynakları ağır zarar gördü.
Bu bağlamda, el-Cevaya köyünden vatandaş Şevk el-‘Adra şöyle anlatıyor: “Son on yılda yerleşimler hızla genişledi. Evimizin damından baktığımda, onları neredeyse her yönden bizi kuşatırken görebiliyorum. Yerleşimcilerin sayısı arttıkça şiddet de arttı. Artık koyunlarımızı otlatırken ya da mahsullerimizi toplarken sürekli taciz ediliyoruz. Şiddet daha sık, daha kanlı ve korkunç bir hâl aldı.”
Bunu destekleyen bir diğer tanıklık da, bölgede bir yerleşimci tarafından vurularak şehit edilen ‘Udah el-Hezalin’in eşi, Hanadi el-Hezalin’den geliyor. Hanadi, saldırıyı gerçekleştiren yerleşimcinin kısa bir süreliğine gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığını belirtiyor.
Bu durum, yerleşimcilerin işledikleri suçlardan cezasız kaldıklarının açık göstergesi olup, onları yeni saldırılara – hatta cinayetlere – teşvik ediyor. Bu tanıklıklar, sessiz bir işgalden aktif ve saldırgan bir yerleşim gerçeğine geçişi gözler önüne seriyor; günlük sahadaki şiddet mekanizmasıyla birlikte, bugün Masafer Yatta halkının karşı karşıya olduğu varoluşsal tehdidin boyutunu ortaya koyuyor.
Her ne kadar 7 Ekim 2023’ten sonra şiddetin boyutları artmış olsa da, bu tırmanış ne tesadüfi ne de münferittir. Aksine, mevcut bir politikanın devamıdır. Yerleşimciler, projelerini ilerletmek için her siyasi olayı ya da koşulu fırsata çevirmekte; üstelik bunu tam bir cezasızlık zırhı altında yapmaktadır.
Yerleşimci Saldırılarında Tarihsel Kırılma ve Şiddetin Kurumsallaşması
Masafer Yatta bölgesinde yerleşimci saldırılarının tarihsel seyrine bakıldığında çarpıcı bir sıçrama ve şiddetin kurumsallaşması ortaya çıkıyor. 2006 ile 2020 yılları arasında yalnızca 18 olay belgelenmişken, 2021 ile 2024 yılları arasında bu sayı 180 saldırıya ulaşmıştır. Bu durum, OCHA’nın (BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi) raporunda da belirtildiği üzere, yerleşimci şiddetinin aralıklı bir olgudan sistematik bir saha politikasına dönüşümünü göstermektedir.
OCHA’nın açıklamasına göre, saldırıların aylık ortalaması 2021 ve 2022’de 1,5 iken, 2023 ve 2024’te ayda yaklaşık beş saldırıya yükselmiştir. 2025 yılına gelindiğinde ise bu eğilim artarak devam etmiş ve yalnızca yılın ilk çeyreğinde ayda altı saldırı kaydedilmiştir.
Saldırılar çok çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir: doğrudan fiziksel şiddet ve sopalarla darp, taşlama, atlar ve arazi araçları kullanılarak hayvan sürülerinin korkutulması ve dağıtılması, çobanlar ile koyunlarına saldırmaları için eğitilmiş köpeklerin saldırtılması, ayrıca tarım arazilerinin yakılması ve ağaçların kesilmesi.
Bu şiddet dalgasıyla eşzamanlı olarak, özellikle savaş sonrası dönemde, yerleşim ve zorla tahliyeyi hızlandırma hedefiyle yıkımların sayısı artmıştır. Filistin Duvar ve Yerleşimlere Karşı Direniş Komisyonu’nun 2023 ve 2024 raporlarına göre, El-Halil vilayeti (Masafer Yatta dâhil), sözde “yasa dışı inşaatla mücadele” gerekçesiyle en fazla yıkım tebligatına maruz kalan Filistin bölgesi olmuştur. Buna karşılık, yasa dışı İsrail yerleşim karakollarına ilişkin yıkım kararları ise uygulanmamış, tamamen görmezden gelinmiştir.
Desteklenen Yerleşimcilik İlerliyor… Çaresiz Filistin Direnişi
Şiddet, yerleşim ve Filistinlilerin evlerinin ve yapılarının yıkımındaki artışın, sakinleri fiilen zorla göç ettirme adımlarına dönüştüğü bir ortamda, Filistinlilerin buna karşı koyacak resmî ve halk tabanlı bir stratejiye duyduğu ihtiyaç her zamankinden daha acil görünüyor. Ancak mevcut gerçeklik, Masafer Yatta ve halkını bekleyen tehlikenin boyutuyla çelişiyor.
İsrail hükümeti 2023 yılında yerleşimlere ayrılan bütçeyi %320 oranında artırıp bütün imkânlarını ve mevzuatını sömürgeci projesini ilerletmeye seferber ederken; Masafer Yatta adeta zamanın dışında kalmış bir bölge gibi görünüyor, çünkü işgal yönetimi buradaki her türlü gelişim veya kalkınmayı yasaklıyor.
Masafer’in sakinleri, hayatın en temel unsurlarından yoksun bir şekilde yaşıyor: derme çatma çadırlarda, tenekeden yapılmış barakalarda veya kayalara oyulmuş mağaralarda. Bütün bu barınaklar elektrikten, kanalizasyon ve iletişim ağlarından, gerekli altyapıdan mahrum. Bu durum, coğrafyanın değil, işgalin dayattığı ırkçı bir zorunlu izolasyon.
B’Tselem’in “Güney Tepeleri” raporuna göre, Masafer Yatta’da su, elektrik, altyapı ve yapı hizmetlerinin yokluğu bilinçli İsrail politikalarının bir parçasıdır. İşgal otoriteleri elektrik şebekelerinin kurulmasını engellemekte, alternatif güneş enerjisi sistemlerini yıkmakta, yağmur suyu toplama kuyularını tahrip etmekte ve bölgenin imar planı olmadığı bahanesiyle inşaatı yasaklamaktadır. Tüm bunlar, bölgeyi Filistinlilerin yaşamına elverişsiz bir toprak hâline getirme stratejisinin parçalarıdır.
Eğitim ve Sağlık Hizmetleri
Öte yandan, Masafer Yatta’daki Filistinli vatandaş, yerleşimcilerin vahşeti karşısında tamamen yalnız bırakılmıştır. Bölgede hiçbir Filistin hükümetine bağlı sağlık merkezi bulunmamaktadır. Halkın devlet sağlık sigortasından yararlanmasından bahsedilse de, bu sigortayı karşılayacak donanımlı sağlık tesisleri yoktur.
Vatandaşların bölge dışına tedavi için gitmeleri de İsrail’in koyduğu kısıtlamalar yüzünden oldukça güçtür. Dolayısıyla, işgalin ve yerleşimcilerin saldırıları nedeniyle halkın sağlık koşulları günden güne ağırlaşmaktadır. Nitekim Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü de yayımladığı bir raporda bu durumu teyit etmiştir.
Masafer Yatta’daki çocuklar da kesintili, dengesiz ve kimi zaman tamamen yok olan eğitim hizmetinden muzdarip. Her ne kadar Filistin Eğitim ve Yükseköğretim Bakanlığı 2016 yılından bu yana “Direniş ve Meydan Okuma Okulları”nı kurmaya çalışsa ve bu okulların sayısı şu anda 10’a ulaşmış olsa da, İsrail işgali son yıllarda Yatta’daki üç okulu yıktı: Hallet el-Dab‘, Umayra ve Safi.
Hâlen ayakta kalan okullar ise yıkım tehdidi altında olmanın yanı sıra tam anlamıyla donanımlı değil. Ayrıca, bu bölgelerde ortaokul ve lise eğitiminin bulunmaması öğrencileri iki zor seçenekle karşı karşıya bırakıyor: Ya ilkokulda eğitimi bırakmak ya da yerleşimcilerin sürekli saldırıları altında, tehlikelerle dolu bir yolculuk yaparak bölge dışında eğitimlerine devam etmek.
Örneğin, Hırbet el-Dab‘ köyünde 14 aileye mensup 74 Filistinli yaşıyor. Ancak köyde en temel hizmet tesisleri yok: Ne bir sağlık merkezi, ne de klinikler mevcut. Üstelik köydeki tek okul da İsrail işgali tarafından yıkıldı.
Yeni Bir Olgu: Mera Yerleşimciliği
Ekim 2023’ten bu yana Masafer Yatta bölgesinde mera yerleşimciliği[1] dikkat çekici bir genişleme yaşadı. Bölgede bu tür yerleşimlerin sayısı 20’ye yükselirken, El-Halil Dağları genelinde toplam sayı 25’i aştı. Bu yerleşimlerde faaliyet gösteren silahlı Yahudi yerleşimciler, İsrail işgal güçlerinin koruması altında hareket ediyor.
Bu süreçte Masafer Yatta’nın doğal çevresi, aşırı ve denetimsiz otlatma nedeniyle bozulmaya ve çölleşmeye maruz kaldı. Aynı zamanda Filistinli sakinlerin topraklarını koruma kapasiteleri, İsrail’in sistematik politikalarıyla kısıtlandı. Tüm bu uygulamalar, Filistinlilerin geçim kaynaklarını daraltmaya ve onları topraklarından uzaklaştırmaya hizmet ediyor; bu da 1980’lerden beri süregelen yerleşim genişlemesine doğrudan hizmet eden bir strateji olarak öne çıkıyor.
Bu genişleme ve yerleşimcilerin sürekli saldırıları ile birlikte gelen yıkım ve tahliye kararları, son iki yılda bölge halkının yaşam koşulları üzerinde son derece ağır etkiler bıraktı.
Eskiden Masafer Yatta sakinlerinin geçimlerinin temelini oluşturan yaklaşık 24 bin baş koyun ve büyükbaş hayvan bulunuyordu. Ancak bu sayı günümüzde 8 binin altına düştü. Bu dramatik düşüşün nedeni ise yerleşimcilerin hayvanları çalması, onlara doğrudan ateş açması ya da zehirleyerek öldürmesi olarak gösteriliyor.
Öte yandan, bölgede mera yerleşimciliği yapan İsraillilerin sayısı giderek artmakta; koyun, inek ve deve sürülerinin toplamı 4 bini aşkın başa ulaşmış durumda ve bu hayvanların çoğu Filistinlilerden çalınmış.
Filistinliler Yerleşimcilik Politikalarına Karşı Yalnız Mücadele Ediyorlar
Bu ağır koşullar altında yaşayan Masafer Yatta’daki Filistinli halkın kaderi ise, en temel yaşam koşullarının dahi yokluğuna rağmen, resmî Filistin makamlarının “vatandaşların direncine” bel bağlamasına bırakılmış durumda. “Vatandaşların direncini desteklemek” sloganı eşliğinde, bölgeyi ziyaret eden her Filistinli yetkili bu “efsanevi direnişi” övüyor.
Eğitim alanında yaşanan ihlaller söz konusu olduğunda, resmî Filistin kurumlarının katkısı, yalnızca uluslararası toplum ve diplomatik çevreyi sorumluluk almaya çağıran ve aynısını tekrar eden açıklamalarla sınırlı kaldı. Oysa Masafer Yatta’daki çocuklar, fiilî zorunlu göç aşamasına yaklaşırken, yıkılmış ya da yıkım tehdidi altındaki okullara giden yolları dahi bulamıyorlar; bu yüzden kınamalar hiçbir fayda sağlamıyor.
“Efsanevi direnişi” destekleme adı altında atılan adımlar ise, birkaç çadır ve tarım traktörü sağlamakla, bazı mali ve gıda yardımlarıyla sınırlı kaldı. Yardımlar önemli olmakla birlikte, resmî Filistin planlamasının Masafer Yatta’daki Filistinlilerin, bu toprakların yerli halkı değil, sanki bu topraklarda mülteciymiş gibi yaşamalarını sağlamaktan öteye geçmediğini de gözler önüne serdi.
Doğal olarak, yetkililerin bu bölgeye ziyaretleri yalnızca belirli gün ve dönemlerde gerçekleşiyor. Ekim 2023’ten sonra saldırılar artmasına rağmen, bu durum Filistin resmî kurumlarının bu felaket boyutundaki krizi ele alma araçlarında herhangi bir gelişmeye yol açmadı.
Ayrıca, 2022 yılında Başbakan Muhammed İştiyye hükümetinin düzenlediği Direnç ve Mücadele Konferansı’nda duyurduğu müdahale paketine rağmen, bu vaatlerin büyük kısmı hayata geçirilmedi. Bugün hâlâ çok sayıda Masafer Yatta sakini işsiz; geçim koşulları ise her geçen gün kötüleşiyor. Bu durumu, Masafer Yatta Köy Konseyi Başkanı Nidal Younis bir röportajında açıkça dile getirdi.
Aynı zamanda, resmî Filistin kurumlarının çabaları, yalnızca uluslararası topluma ve Avrupa Birliği’ne gönderilen, İsrail’in Filistinlileri zorla göç ettirmesini engellemeye yönelik çağrı mektuplarıyla sınırlı kaldı. Ancak bu girişimler, sadece kınama ve şekli talepler olmanın ötesine geçmedi; İsrail Yüksek Mahkemesi’nin kararına karşı ne etkili bir dava ne de şikâyet sunuldu.
Sonuç
Masafer Yatta halkı hayatlarının en zor dönemlerinden birini yaşıyor; gelecek ise daha da ağır ve zorlu görünüyor. Artık ne direnişlerini yücelten sloganlar işe yarıyor, ne de şekilsel hükümet vaatleri ya da sonuçsuz yetkili ziyaretleri. Halk düzeyinde dahi, iç dayanışma zayıf, siyasi hareketlilik ise neredeyse yok.
Buna karşılık, İsrail yerleşimciliği ve yerleşimcileri desteklemek için devasa bütçeler ayırıyor, fakat Masafer Yatta’daki Filistinlileri en temel yaşam haklarından mahrum bırakıyor. Böylece onlar, çok yakında gerçekleşmesi muhtemel zorunlu göçe karşı tek başlarına direnmeye çalışıyor.
Makaleyi, The Palestine Chronicle gazetesinde yayınlanan yazısında gazeteci ve editör Ramzy Baroud’un sözleriyle bitirmek anlamlı olacaktır:
“Masafer Yatta’da olanlar yalnızca 1967’den bu yana İsrail’in yürüttüğü en büyük etnik temizlik planı değildir; aynı zamanda çok daha büyük bir planın ilk adımı olarak görülmelidir. Bu plan, yasadışı toprak gasplarını, etnik temizliği ve toplu resmi ilhakı içermektedir. İsrail Masafer Yatta’da başarılı olmamalıdır; çünkü başarılı olursa, toplu ilhak planı çok yakın bir zamanda gerçeğe dönüşecektir.”
[1] “بؤرة رعي إسرائيلية”—Israeli grazing outposts olarak isimlendirilen bu alanlar İsrailli yerleşimcilerin hayvanlarını otlatmak için kullandığı ve aslında Filistinlilere ait olan mera ve otlaklardır. Buralara Filistinli çobanların ve onlara ait hayvanların girişi engellenmektedir.