İsrail neden “varoluşsal tehlike” fikrini öne çıkarmada bu kadar ısrarlı?

Ahmed Atawna*

Aksa Tufanı operasyonunun ve Gazze’ye açılan savaşın ardından bir sene geçti. İsrail saldırganlığı bölgedeki birçok ülkeyi kapsayacak şekilde genişledi ve Filistin halkına ve destekçilerine karşı yürüttüğü soykırım savaşında tüm kırmızı çizgileri aştı. Bu savaş sivil veya askeri ayrım gözetmeden, sivil yerleşim yerlerini ve askeri tesisleri, sivilleri, savaşçıları ve siyasi liderleri hedef aldı; en sonuncusu Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve diğer bazı önemli isimlerdi. İsrail’in gönderdiği açık mesaj şu: bu kanlı savaşta hiçbir sınır ve kırmızı çizgi tanımıyoruz.

Bütün bunlar, -her biri kendi sebepleriyle- İsrail’in bazı düşmanları arasında bile yankı bulan İsrail propagandasının yayılmasıyla eşzamanlı olarak ortaya çıkıyor. Ancak gerçek sorun, bazı seçkinlerin, analistlerin ve siyasi liderlerin, siyasi ve medya etkisini fark etmeden bu propagandayı tekrarlamalarıdır.

Ancak sorun şu ki, bu propagandanın bazı aydınlar, analistler ve siyasi liderler tarafından, siyasi ve medya etkilerine dikkat edilmeden tekrarlanmasıdır. Böyle yaparak istemeyerek de olsa İsrail propagandasına hizmet etmiş olunmaktadır. Bu Siyonist anlatıya göre İsrail kendini mağdur göstermekte ve küresel vicdanın kendisi ile dayanışma içine girmesi için uğraşırken, diğer taraftan Filistinlileri ve Müslümanları Yahudilere ve onların varlığına tehdit oluşturan acımasız saldırganlar olarak göstermektedir.

İşgal Kaçınılmaz Olarak Son Bulacak… Fakat

Filistin davasının adaletine inananlar arasında işgalin sona ermeye mahkûm olduğu ve tarihsel bir istisna olmayacağı konusunda bir fikir ayrılığı yoktur. Bu, dünyadaki tüm uluslar için geçerli olan bir ilkedir. Yeni dünyanın yerli halkların neredeyse tamamen yok edildiği Amerika Birleşik Devletleri gibi bölgeleri hariç, dünya üzerinde kalıcı olarak işgal edilen hiçbir halk kalmadı.

Dahası, işgalci İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerinde meşru bir hakkı yoktur. Bölgeye ait değildir ve bölgeye ait herhangi bir kültürel, entelektüel veya ulusal bağı yoktur. Nüfusu çeşitli etnik kökenlerin, kültürlerin ve milliyetlerin bir karışımıdır. Dahası, Filistin halkının işgali kabul etmeyi kararlılıkla reddetmesi ve ısrarlı direnişleri, Filistin’in Arap ve Müslüman milletlerin kalbindeki özel statüsüyle birleştiğinde, Filistin topraklarında işgal için bir gelecek olmadığını garanti eder.

Kurulduğu günden bu yana acımasız eylemleri yalnızca Filistin halkında değil, aynı zamanda tüm Arap ve Müslüman dünyasında kendisine yönelik nefreti körükledi. Bugün, Gazze’de yürütülen soykırım savaşı nedeniyle bu düşmanlık iyice arttı ve uzun süredir İsrail’i destekleyen Batı’dakiler de dahil olmak üzere birçok ulus arasında öfkeye yol açtı.

Ancak bu, İsrail’in karşı karşıya olduğu “varoluşsal tehdit”i sürekli olarak ortaya atmasının arkasındaki amaçları göz ardı etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Bu, İsrail’in derin bir çıkmaz duygusunun ve geleceğine dair sürekli korkunun bir yansıması gibi görünse de, aynı zamanda şu amaçlara da hizmet etmektedir:

  1. Mağduriyet ve Baskı Anlatısını Sürdürmek: Siyonist oluşum, varoluşsal tehlikeye odaklanan söylemi aracılığıyla dünya üzerinde ezilen ve mazlum “Yahudi halkı” olgusuna vurgu yapmaktadır. Nazi Almanya’sında veya Çarlık Rusya’sı, İspanya gibi yerlerde karşılaştıkları zulüm ve baskıyı hatırlatmaktadır. Burada vurgulanmak istenen ise İsrail’in Yahudiler için her ne pahasına olursa olsun korunması gereken tek güvenli liman olduğu fikridir. Bu vurguda yine dünyayı Yahudi zulmüne katkıda bulunmakla suçlayıp şu an artık kendi yanlarında durmak ve desteklemek zorunda hissettirme çabası vardır.
  2. Vahşeti ve suçu meşrulaştırmak: İsrail ve ordusu, uyguladığı vahşeti, işlediği ve halen işlemeye devam ettiği suçları (en sonuncusu Gazze’deki soykırım savaşıdır) haklı çıkarmak için varoluşsal tehdit ve mağduriyet propagandasını kullanır. Tüm bu eylemlerin yakın bir varoluşsal tehdit nedeniyle gerekli olduğu izlenimini vermeye çalışırlar ve öldürdükleri kişileri, yıktıkları ve yok ettikleri şehirleri kendi yaşamları için bir tehlike olarak tasvir ederler. Neticede, İsrail’in yaptığı her şey bir öz savunma eylemi olarak haklı çıkarılır.
  3. Çatışmayı sıfırlamak: Var olmak veya yok olmak. İsrail ve özellikle mevcut faşist hükümeti, Filistinlilerle uzlaşmacı çözümlerin olmadığı ve Filistin topraklarındaki Filistin fiziki varlığını tasfiye etmekten başka seçeneğin olmadığını ileri sürüyor.

Mevcut hükümet, “çatışmayı çözme” yani 1948’de tamamlanmamış olanı, tarihi Filistin sınırları içinde kalan Filistinlileri kovmak veya boyunduruk altına almak suretiyle tamamlama zamanının geldiğine inanıyor. Bu düşünceye göre bu coğrafya -Filistin- yalnızca bir halkın ulusal hırslarına ev sahipliği yapabilir; bu halk da, onların görüşüne göre “Yahudi halkıdır.”

Dolayısıyla Filistinlileri hiçbir ulusal kazanım edemeyeceklerine inandırmak ve umutsuz bırakmak gerekmektedir. İsrail işlediği suçları, katliamları ve yıkımları yoğunlaştırarak öyle ki bir soykırıma vardırarak Filistinlileri buna sürüklemeye çalışmaktadır. Bütün bunları da “varoluşsal tehdit” hayaletini öne sürerek yapmaktadır.

  • Destek bulmak: Siyonist devletin liderleri kuruluşundan bu yana bölgede kabul görmeyeceklerini, Filistin halkının göç ettirilme veya boyun eğdirilme planlarına teslim olmayacaklarını ve haklarını elde edene kadar direneceklerini çok iyi anlamışlardı. Bu sebeple de İsrail sürekli etrafı düşmanlarla çevrili olacak, hiçbir zaman güvenlik ve istikrar gerçekleşmeyecektir. Arap ülkelerinin resmi olarak normalleşmesine rağmen, bu, halkların İsrail’e bakışında, onun varlığını reddetmesinde hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Halklar İsrail’i kendi gelecekleri için bir tehdit olduğu bilincindedir ve her fırsatta bunu dile getirmekten çekinmemektedir.

Bu gerçek İsrail’in nükleer bombalara sahip olsa bile kendi iç kapasitesinin zayıflığı sebebiyle sürekli dışarıdan bir destek ve himayeye ihtiyaç duymasını gerektirmiştir. Özellikle de İsrail’i kendi işlevsel amaçlarına binaen kuran devletler bir takım yanlış argümanlar ve açıklamalar ile İsrail’i desteklemeye devam etmişler, onu korumak ve varlığını sürdürmek onlar için sadece çok önemli ve gerekli değil aynı zamanda da ahlaki olandır. Dolayısıyla bu ülkelerin, tehdit altındaki İsrail’e desteklerini ve dayanışmalarını ifade etmek için birbirleriyle yarışırken, bir yandan da mağdur imajını çizmeye ve varoluşsal tehlikeden bahsetmeye devam ettiğini görüyoruz.

  • İç dayanışmanın güçlendirilmesi: İsrail hükümetleri İsrail toplumundaki dayanışmayı güçlendirmek için korkutma teorileri ve gelecek kaygısını sürekli kullanıyor; böylelikle halkın ortak kaderi için birlikte ve güçlü durmasını hedefliyor. Hükümet politikalarının özellikle de savaşla ilgili kararların arkasında durmalarını sağlamak için halkın gelecek korkularını ve kendilerini tehdit eden varoluşsal tehlike fikrini beslemeye devam ediyor.

Bu teori veya strateji, bölünmüş, etnik ve ulusal çeşitlilikten mustarip, tarihi, kültürel ve geleneksel müştereklerden yoksun, tarihi hurafeler dışında hiçbir ortak yanı olmayan bir toplumda korku ile halkı bir araya getirmek için uygulanıyor. Geçmişten beri onlara eşlik eden bu korku bugün de hala onları bir arada tutan tek duygu oluyor.

Yaşadıkları coğrafyanın ulusal aidiyetinin gerçek olmaması da bunu desteklemektedir. Bu durum, ne zaman bir kriz ya da savaş çıksa tersine göçte ve İsrail’in kuruluşunun üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen Yahudilerin çoğunluğunun işgal altındaki Filistin’e göç etme konusundaki isteksizliğinde açıkça görülmektedir. Yalnızca ABD’deki Yahudilerin sayısı işgal altındaki Filistin’deki Yahudilerin sayısına eşittir.

Savaşlar ve devam eden zorluklar nedeniyle “bal ve süt ülkesi” ve rahat bir yaşamın cazibesi zayıfladığında, varoluşsal tehlike fikri dayanışmanın ve iç birliğin devamlılığını sağlamak için yeniden güçleniyor.

Varoluşsal tehlike: Kim kimi tehdit ediyor?

Uluslararası ve bölgesel olmak üzere iki sahnenin ve işgalci devlet ile düşmanlarına ilişkin verilerin dikkatli bir şekilde okunması, işgalci İsrail’in teşvik etmeye çalıştığından farklı bir gerçekliğe işaret ediyor ve İsrail’in varlığına yönelik bir tehdidin en azından şu aşamada pek mümkün olmadığını gösteriyor. İsrail’in iddia ettiği her şeyin propaganda ve siyasi aldatma çerçevesinde olduğunu aşağıdaki hususlar teyit etmektedir:

  • Uluslararası sahnedeki göreceli istikrar ve özellikle direniş güçleriyle çatışmasında hala İsrail’in lehine oynayan güç dengesi; bırakın düşman olmayı, İsrail’e ciddi şekilde karşı çıkan önemli bir uluslararası güç bulmak neredeyse imkânsız. İşgalci İsrail’in Filistinlilere ve bel bağladığı ülkelere yönelik suç politikaları halen sürüyor. Rusya ve Çin başta olmak üzere uluslararası sahnede bir denge sağlaması beklenen ülkeler dahi devam eden savaşa müdahale etmekten çekiniyor veya mesafeli davranıyor; hatta bazıları şu ya da bu şekilde İsrail’in destekleyicisi olarak kabul ediliyorlar.
  • Batılıların, özellikle de Amerika’nın, İsrail’e tam ve koşulsuz sponsorluğunun devam etmesi ve hükümetiyle bazı siyasi farklılıklar olmasına rağmen İsrail’e gerekli tüm desteği sağlaması.

Bu sadece sınırsız askeri destekle ve İsrail’i koruma ve savunmaya yönelik kalıcı bir taahhütle sınırlı değildir. Dahası siyasi desteğin de çok üstünde, savaştaki hedeflerine ulaşması için yardım ediyorlar ve askeri olarak başaramadıklarını ABD’nin bölgedeki çeşitli taraflara dayatmaya çalıştığı siyasi başarılarla telafi ediyorlar.

  • İsrail’in kurulma amacına uygun işlevselliğinin devamı. İsrail’i kuran ve üzerinde kurulması gereken coğrafyayı belirleyen bölgedeki sömürgeci ve emperyalist görüşlerine hizmet etmesi amacıyla onun devamlılığını ve günümüze kadar varlığını garanti altına alan sömürgeci güçler, hala daha sömürgeci güç olarak hareket ediyor; Arap ve İslam bölgesine hâlâ aynı perspektiften bakıyor ve İsrail’in hâlâ kendisi için hayati bir sömürge aracı olduğuna inanıyor.

Dolayısıyla onu korumak, desteklemek ve himaye etmek bu sömürgeci güçler için tartışmasız bir zorunluluktur. Öyle ki bu ülkeler arasında en büyük ve en önemli ülke olan Amerika Birleşik Devletleri, şimdiki başkanı Joe Biden’ın ifadesine göre, İsrail olmasaydı, bir İsrail icat etmemiz gerekirdi.

  • Resmi söylemde Arap ve İslam ülkelerinin duruşunun zayıflığı ve bu devletlerin Siyonist devlet ile genel olarak veya saldırgan uygulamalarına yönelik olarak farklı tutumları.
    İran ve bir grup devlet dışı güç ve hareket dışındaki Arap ve İslam ülkeleri, İsrail işgaliyle yaşanan çatışmaya karşı uzun süredir olumsuz bir tutum sergilemekteler. Bu ülkelerin çoğu, çatışmaya doğrudan müdahale etmekten uzak duruyor ve çatışmanın seyrini etkilemeyen siyasi pozisyonları korumaya devam ediyorlar.

Durumu daha da zayıflatan şey ise resmî olarak normalleşmelerin özellikle de Arap ülkeleri ile olan normalleşmelerin ivme kazanmasıdır. Diğer bir husus ise önde gelen bazı Arap ülkelerinin, coğrafyayı ve halkları parçalayan iç savaşlara sürüklendikten sonra çöküşüdür.

  • Niteliksel askeri üstünlük: İşgalci İsrail Batı yapımı -özellikle Amerikan- en modern silahlara ve gerçek boyutunu kimsenin bilmediği bir nükleer cephaneliğe sahiptir.

Batılı ülkeler İsrail’i korumakla kalmadılar, ona askeri güç sağlayacak her türlü olanağı sundular. Fransa İsrail’e bilinmeyen sayıda nükleer bomba üretecek kadar büyüklükte bir nükleer reaktör inşa etti. Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı ülkeler, sınırsız güvenlik ve istihbarat desteğinin yanı sıra en son uçakları, füzeleri ve askeri teçhizatı sağlamaya devam etti.

Yukarıdakilerin hepsine dayanarak, Filistinliler ve onları destekleyen herkes, varoluşsal tehdit konusunda İsrail propagandasıyla yanıltılmamalı ve olaylara doğru bir perspektiften bakılmalıdır. Asıl tehdit altında olan ve mazlum ve mağdur olan Filistinlilerdir. Filistinli, eski ve modern sömürgeciliğin kurbanı olmuştur. Kendi topraklarındaki varlığı gerçekten tehlike altında olan Filistinlidir. Şimdiye kadar topraklarının yarısından fazlasından zorla göç ettirilmiş ve diğer yarısı ise kamuoyunun ve faşist hükümetin defalarca yaptığı tehditlerin gölgesinde zorla göçe maruz kalma tehlikesini yaşamaktadır. Yani kısacası şu an varoluşsal bir tehdide maruz kalan Filistinlilerdir.

Şimdiyi anlatıyı olduğu gibi değiştirmenin (tersine çevirmenin), daha doğrusu düzeltmenin vakti gelmiştir. Anlatının doğrusu açık ve net bir şekilde şudur ki: Filistin halkı varoluşsal olarak tehdit altındadır. Yüz yılı aşkın bir süredir kendi topraklarındaki varlığı hedef alınmaktadır. Siyonist işgal, yalnızca Filistinliler için değil, bölgedeki pek çok halk ve ülke için de gerçek varoluşsal tehdittir.

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu