Rusya-Ukrayna Savaşının Gölgesinde Filistin Direnişinin Geleceği
Dr. Ahmed Atawna*
Rusya-Ukrayna savaşı küresel düzen ve bu düzen içindeki etkileşimlerin niteliği, güç dengeleri ve uluslararası arenadaki aktörlerin etkisiyle ilgili tartışmaları yeniden alevlendirirken, tüm dünya ve karar mercileri bundan sonra olayların nereye evirileceğine şüpheyle bakmaktadır. Ayrıca bir yandan devletlerin nüfuzu ve statüsünün siyaset, ekonomi ve güvenlik ile ilgili hakimiyet ve kontrol denkleminde nerede durduğuna dair tablonun gerek küresel rekabet arenası gerekse de uluslararası ve bölgesel meselelerin maruz kalacağı etki açısından ne şekilde tezahür edeceği de merak konusudur. Nitekim uzun yıllardan bu yana söz konusu gündemlerde ABD’nin imzası özellikle belirgin olmuş, özellikle de Filistin meselesi olmak üzere Arap ve İslam dünyasına dair birçok sorun ABD’nin etkisinden nasibini almıştır.
Rusya-Ukrayna arasında yaşanan savaş, uluslararası düzeyde siyaset, güvenlik, ekonomi vb. alanlardaki bir dizi meseleyle ilgili tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Üzerinde en çok konuşulan ve Arap ve İslam dünyasını ilgilendiren en önemli meselelerden birisi de Filistin meselesidir. Bu konuşmalar işgal, direniş, terör ve aşırılık gibi Filistinliler ve dünya çapındaki dostları için özel bir öneme sahip olan bazı insani kavram ve değerlerden doğmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, Filistinli birey, Filistinli kimliği ve özgürlükçü davranışı hakkında İsrail’in tasviri de dahil olmak üzere, Filistinlilere yönelik her açıdan İsrail’in sahip olduğu tutumu benimsemiştir. ABD ve beraberinde Batı güçlerinin çoğu, son onlarca yıldan bu yana hüküm süren çeşitli güç ve üstünlük araçlarıyla dünya devletlerinin çoğunluğunu kendi işgal, direniş ve terör tanımını benimsemeye ikna etmeyi ya da zorlamayı başarmıştır. Aynı şekilde Filistin’de mekânsal tarihi, coğrafyası ve medeniyetine ait kökleri derinlere uzanan bir halkın kalıntılarına üzerine kurulmuş aşırı ırkçı bir yerleşim projesine uluslararası meşruiyet kazandırmayı da başarmıştır. Öte yandan kendi yaptığı tanımlamayı başkalarına dayatma ve Filistin direniş hareketlerini ve bu hareketlerin çeşitli araçlarını arzusuna göre sınıflandırma hakkını kendisinde görmüştür. Yine Filistin Kurtuluş Örgütü liderlerini direnişten vazgeçtiklerini resmi olarak açıklamaya, direnişi kınamaya ve hatta bazen direnişi terör olarak nitelendirmeye zorlamış, Filistin direniş hareketlerini terör listelerine sokmuş ve bu hareketlerin lider ve mensuplarının dünyanın her yerinde peşine düşmüştür.
Bugün, küresel düzenin yeni bir versiyonunun üretilmesine yol açabilecek ve kuşkusuz yansımalarını hakim Batılı-Amerikan tanımlarına ve kavramlarına dayatacak olayların gölgesinde yaşamaktayız. Batı dünyası bugün zorlu bir süreçle, değerler ve kavramlar açısından bir ikilemle karşı karşıyadır. Zira Arap, Müslüman ya da üçüncü dünya ülkesi olmayan bir güç, bir Avrupa devletine saldırmaktadır. Bununla beraber bu saldırı sonrasında Batı medyası ve uluslararası medyada dünya siyasi liderlerinin diliyle direniş, terör, Naziler ve paralı askerler gibi terimler tekrar yer bulmuştur. Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy de dünya genelinde herkese Ukrayna büyükelçiliklerine giderek Rus kuvvetleriyle savaşmak için “uluslararası gönüllü birliklere” katılma çağrısı yapmıştır. Ukrayna ayrıca ülkesinin savunulması, demokrasinin ve uygarlık değerlerinin müdafaa edilmesi için “uluslararası direniş birliği” kurulmasını talep etmiştir. Öte yandan Rusya, Ukrayna’da Moskova’ya karşı savaşmak için Batı devletlerinden gelen ve “Avrupalı paralı askerler” olarak niteledikleri kişilere, kendilerini savaş esiri gibi davranmama sözü vermiştir. Ayrıca Ukrayna’ya saldırma sebeplerinden birinin, Ukrayna’daki aşırı milliyetçilik ve Neo-Nazizm’le mücadele etmek olduğunu söylemiştir.
Ancak bu gelişmelerin Batı’nın tutumunu değiştireceğine inanmak ya da tarihsel hatalarını kabul ederek özgürlük ve adalet iddialarını yalanlamış olacağına inanmak saflık değilse bile aşırı iyimserlik olur. Nitekim Batı’nın ikiyüzlülüğü ve çifte standardının birçok kanıtı olduğundan, Arap ve İslam dünyasında özgürlükler, demokrasi ve kendi kaderini tayin hakkı konusunda geçmişteki tutumu da göz önüne alındığında, halihazırdaki davranışı bu konudaki son örnek olmayacaktır.
Büyük tehlikesine rağmen bu savaş, silahlı direnişinin ve direnişin meşruiyetinin yeniden gözden geçirilmesi, işgal edilen bir halkla dayanışma kurmak isteyen müttefik ve dostların her türlü desteğinin seferber edilmesi, haklı halk ve davalara karşı Batı’nın ikiyüzlülüğüne boyun eğmenin reddedilmesi ve yine ırk, renk ve dine göre değer ve kavramların sınıflandırılmasına karşı çıkılması için tarihi bir fırsat teşkil etmektedir. Nitekim tarih boyunca tüm halklar yabancı işgalcilere direnmiş, ellerindeki tüm imkanlarla bu işgallere karşı koymuşlar ve bu da tüm gelenek ve yasalara göre meşru kabul edilmiştir. Ancak içinde bulunduğumuz bu tarihsel anı ve Ukrayna’daki mevcut çatışmayı özel kılan şey, modern zamanda yaşanması ve tüm hadiseleri ve tezahürleriyle Batı’da meydana gelmiş olmasıdır. Zira II. Dünya Savaşı’ndan halihazırdaki savaşa dek, direnişte bulunanlar üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelenen özellikle Arap ve İslam ülkeleri olmuş ve 20. yy ile 2000’li yıllar boyunca direniş Filistin’de devam etmiştir. Başta ABD olmak üzere Siyonist işgali destekleyen Batılı güçler, direnişi şeytanlaştırmaya, onu uygulayanları ve destekleyenleri kovuşturmaya ve direnişçileri terörist olarak damgalamaya çalışmıştır. Böylece durum, direnişe yönelik tutumu ve direnişi desteklemesine bağlı olarak ve yine başka nedenlerle ABD’nin ülkeleri işgal ve yerle bir etmesi ve rejimleri dağıtarak uluslararası arenada tecrit etmesi noktasına gelmiştir.
Ancak bu savaş ve savaş sırasında yaşanan gelişmeler işgal, terör ve direnme hakkıyla ilişkili bir dizi kavram ve tutumun uluslararası düzeyde ve kamuoyu bilinci düzeyinde yeniden sorgulanmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde bu savaş, direniş güçleri ve dostlarının yanı sıra Filistin halkı için de maddi bir itici güce dönüşebilecek manevi bir itici güç teşkil edecek, galip gelene kadar işgale karşı direnme, özgürlüğünü elde etme ve milli ve meşru haklarını kazanma yolundaki bitmek tükenmek bilmez çabalarına motivasyon kaynağı olacaktır.
Irkçılık ve üstünlük yanlısı eğilimler, faşizm ve Nazizm gibi ırkçı ve milliyetçi hareketlerin ortaya çıkıp yenilgiye uğratılmasının üzerinden bir asır geçmesine rağmen, Batı zihnine hâlâ hâkimdir ve onun bilinçaltı ve kolektif bilincinin derinliklerinde varlığını sürdürmektedir. Bu eğilimlerin semptomları, savaşa dair yapılan medya yayınların Irak, Afganistan ve Ukrayna’nın ırkçı bir tarzda kıyaslanması şeklinde ve yine Afrika ülkeleri ve Avrupa dışındaki ülkelerdeki savaşlardan kaçarak Avrupa’ya gelenlere yönelik takınılan ırkçı tutumda kendisini göstermektedir. Ancak gerek hükümetler gerekse de halklar düzeyinde olsun, Batı’nın bu tür olaylarla yüzleşmesi, haklı davalar, milli kurtuluş meseleleri ve dünyanın diğer bölgelerindeki özgürlük ve adalet arayışı konularında gösterdikleri tutumlar hakkındaki tartışmaları yeniden alevlendirecektir. Hatta bu durum, bazı ülkelerin tutumlarının olmasa da kimi siyasi ve toplumsal güçlerin tutumlarının bu meselelere, özellikle de Filistin meselesine doğru kaymasına yol açabilecektir. Bu savaşın kavram ve terminolojiler düzeyinde gerçek bir değişime yol açacak olmasının yanı sıra, uluslararası arenadaki tutumlar ve güç dengeleri üzerindeki değişikliğe sebep olması da mümkündür. Zaten Filistinlilerin de bu durumu davalarının yararına kullanmaları ve buna uygun milli bir atmosfer oluşturmaya çalışmaları gerekmektedir. Söz konusu durum ayrıca Batı’nın anlatı ve tutumuyla özdeşleşmiş olan Filistin’deki bazı hareket, güç ve siyasi kuruluşlar açısından, tutumlarını gözden geçirme ve milli arenada yeniden siper alma çağrısıdır. Bu sayede Filistinliler ve Araplar, Filistin meselesinin tüm dostlarıyla birlikte Filistin direnişi ve mücadelesine yönelik dürüst ve nesnel bir uluslararası tutumun yeniden inşa edilmesi ve Batı’nın sürekli olarak işgal devletinden taraf olması nedeniyle Filistinlilerin maruz kaldıkları zulmün ortadan kaldırılabilmesi için güçlerini birleştirebilecektir.
Rusya-Ukrayna savaşı ve beraberindeki Ukrayna halkının direnişi ile bu direnişe katılma çağrıları, çatışmanın taraflarına yönelik tavrımız ne olursa olsun, özellikle işgal altındaki Filistin’de olmak üzere işgal, zulüm ve saldırganlığa karşı direnişin meşruiyeti hususunda diğer kalıcı ve sürekli faktörlere ek olarak yeni bir kaynak teşkil edecektir. Aynı şekilde Filistin direnişini reddeden ya da kınayanları ahlaki, siyasal ve hukuki bir ikilemde bırakarak, bir yerdeki direnişle başka bir yerdeki direniş arasında ayrımcılık yapanların çifte standarda sahip olduğunu ve en basit ahlaki ve insani değer ve ilkeleri terk ettiğini gözler önüne serecektir.
*Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü
Bu makale alJazeera’da yayınlanmıştır.