Uzman Görüşü: Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yeni Dönem ve Filistin Meselesi

Türkiye-İsrail ilişkileri, 2009’dan bu yana İsrail’in özellikle Gazze’ye yönelik saldırgan tutumu ve askeri operasyonları neticesinde kademeli olarak gerilmiş ve en sonunda 2018 senesinde Türkiye’nin İsrail’deki büyükelçisini çekmesi ile kopma noktasına gelmişti. Ancak, 2022 itibari ile Türkiye-İsrail ilişkilerini onarmaya yönelik adımlar atıldı ve bunun neticesinde de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti ile Türkiye’ye geldi. İki ülke arasında uzun bir aradan sonra gerçekleşen bu denli üst düzey bir görüşme ile Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönem başlamış oldu. Peki, Türkiye-İsrail ilişkilerinde iyileşmeye yönelik adımlar atılmasının arkasındaki gerçek sebepler nelerdir? Bu adımlar bölgede İran nüfuzuna karşı bir dengeleme siyasetinin neticesi veya Biden dönemi bölgede ABD’nin boşluğunu doldurmaya yönelik bir çaba mı? Akdeniz doğalgazı bir sebep midir? İki ülke arasındaki yakınlaşmada lobi faaliyetlerinin payı nedir? Türkiye’de siyasi partilerden, iş adamlarından vs. çeşitli toplumsal kesimlerden İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda hükümete bir baskı söz konusu mudur?

Diğer taraftan Arap dünyasında çok sayıda ülkenin İsrail’le normalleşme yaptığı dönemde Türkiye bu gelişmeleri eleştiriyordu. Ancak gelinen noktada Türkiye bölgede yalnız kaldı. İsrail’le ilişiklerin düzeltilmesini bu durumun bir neticesi olarak okuyabilir miyiz?

Son olarak ve en hassas mesele Filistinliler; Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini düzeltmesi Türkiye’nin Filistin’e olan desteğini çekeceği anlamına gelebilir mi? Türkiye Filistin’in en büyük destekçisi konumunda bir ülke idi, bu sebeple İsrail’le ilişkileri çok gerginleşmiş ve kopma noktasına gelmişti. Şimdi İsrail’le ilişkileri düzeltirken Filistin’e olan desteğini nasıl sürdürecek? Türkiye’nin Filistin direnişine karşı tavrı değişecek mi?

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi uzmanlarla yaptığı görüşmeler neticesinde şu sonuçlara vardı:

  • İsrail’le ilişkileri iyileştirme süreci bölgedeki genel normalleşme politikasının bir parçasıdır.
  • Doğu Akdeniz’deki enerji Türkiye-İsrail yakınlaşmasındaki temel sebeplerden biridir.
  • Söz konusu yakınlaşmada lobi faaliyetlerinden bahsetmek güçtür.
  • Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini düzeltmesi Filistinlilere rağmen olmayacaktır. Türkiye, Filistin davasını desteklemeye devam edecektir.

Haydar Oruç, Ortadoğu Uzmanı

Türkiye’nin son dönemde geliştirmiş olduğu sorun yaşanan ülkelerle normalleşme politikası kapsamında İsrail ile de bir yakınlaşma sürecine girdiği görülmektedir. BAE, Mısır, Ermenistan ve henüz somutlaşmamış olsa da Suudi Arabistan ile de ilişkilerin normalleşmesi için adımlar atılmaktadır. Her bir ülkeye yönelik farklı motivasyonlar bulunmaktadır. İsrail ile normalleşmenin ana motivasyonu ise Doğu Akdeniz’deki enerji işbirliğidir. Özellikle ABD’nin Eastmed projesinden desteğini çekmesinden sonra, bu bölgelerde çıkartılan doğalgazın Avrupa’ya ulaştırılması için yegâne alternatif olarak Türkiye üzerinden geçecek güzergâh kalmıştır. Muhtemel bir anlaşma durumunda öncelikle Levithan sahasından olmak üzere bölgedeki gaz sahalarından Türkiye’ye yaklaşık 500 km’lik boru hattı doğru döşenmesi planlanmaktadır. Akabinde ise Türkiye’deki mevcut hatlar kullanılarak gazın Avrupa’ya transferi söz konusu olabilecektir. Türkiye bu hattan kendi ihtiyacı için de gaz alabilecektir. Dolayısıyla bu proje Türkiye’nin enerji tedarikinde kaynak çeşitliliğini arttıracak ve Rusya veya İran gibi ülkelere bağımlılığını azaltacaktır. İsrail için ise, denizaltında atıl bulunan enerji kaynağının ekonomik faydaya dönüşmesi anlamına gelmektedir.

Muhtemel normalleşmenin diğer önemli bir gerekçesi ise Türkiye’nin kilitlenmiş olan Filistin-İsrail sorununun çözümlenmesi için yeni bir girişim başlatma niyetidir. Türkiye’nin Filistin’e ve Filistinlilere desteği uzun süreden beri devam etmekte olup, bu konuda inisiyatif üstlenen nadir ülkelerdendir. İsrail ile diplomatik ilişkilerin olmadığı veya düşük seviyede olduğu dönemlerde maalesef Türkiye’nin Filistin’e katkısı yeterli seviyede olamamaktadır. Dolayısıyla hem Filistin’e yönelik insani yardımların sorunsuz olarak ulaştırılması hem de muhtemel bir barış sürecinin başlatılması için normalleşmenin gerekli olduğu görülmektedir.

Bunların yanı sıra ilginç bir şekilde Türkiye’nin İsrail ile sorun yaşadığı dönemlerde Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle Arap Birliği gibi kurumlarla sorun yaşadığı müşahede edilmektedir. Dolayısıyla diğer bölge ülkeleriyle normalleşme konusunda İsrail’in kolaylaştırıcı rolü olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Suriye’deki durum, İran’ın muhtemel nükleer anlaşma sonrası tekrar bölgede vekiller üzerinden bir güç aktarımında bulunma ihtimali ve Doğu Akdeniz’de sorun yaşanan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Adalar Denizi’nde sorun yaşanan Yunanistan’ın yalnızlaştırılması için İsrail ile normalleşmenin faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

Türkiye-İsrail arasındaki muhtemel normalleşmenin; lobilerin, çıkar gruplarının veya farklı odakların baskısı sonucunda ortaya çıktığını ileri sürmek gerçekçi gözükmemektedir. Bu konuda karşılıklı çıkarların ve bölgesel konjonktürün etkili olduğunu varsaymak daha makul olacaktır. Bununla birlikte Türkiye’de eskiden beri İsrail yanlısı bir kesim olduğu da muhakkaktır. Hatırlanacağı üzere bu kesimlerin zor zamanlarda arabuluculuk yaptıkları da bilinmektedir. Buna rağmen normalleşme adımlarını sırf bu kesimlere bağlamak Türkiye Cumhuriyeti’ne ve hükümetine haksızlıktır. Nihayetinde ülkeler ilişkilerini tesis ederken de ilişkilerini keserken de, ulusal çıkarlarına ve toplumsal taleplere göre karar verirler.

Türkiye, İsrail ile İbrahim anlaşmasını imzalayarak normalleşme adımı atan Arap ülkelerini eleştirirken, bu ülkelerin Filistinlilere danışmadan ancak Filistinliler adına konuşmalarına ve İsrail ile ilişki tesis ederken Filistin meselesine ve Kudüs ve Mescid-i Aksa gibi Müslümanlar için kutsal sayılan yerler konusunda hassasiyet göstermemelerini eleştirmiştir. Türkiye bundan farklı olarak hem süreci gayet şeffaf yönetmekte hem de her bir adımda Filistin yönetimiyle istişare ederek, Filistinlileri zora sokacak ve onların çıkarlarına halel getirecek bir adımdan kaçınarak yol almaktadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki Türkiye 1949 tarihinden beri İsrail’i resmi olarak tanımakta ve farklı seviyelerde ilişki tesis etmektedir. Buna mukabil Türkiye’deki muhtelif sektörlerden İsrail ile yakın ticari ve ekonomik ilişkiler de diplomatik ilişkilerden bağımsız olarak devam etmiş ve bu münasebet her iki ülkenin ekonomisine katkı yapmış ve yapmaktadır.

Buna rağmen Türkiye tarafından yapılan resmî açıklamaların hepsinde Türkiye’nin Filistinlilere rağmen İsrail ile normalleşmeyeceği açıkça belirtilmiştir. Kudüs’teki ve Batı Şeria’daki son gelişmeler de göstermiştir ki, Türkiye İsrail’in Filistinlilere yönelik insan hakları ihlallerine engel olmaya çalışmakta ve bu konuda muhataplarına her platformda tavsiyelerde bulunmaktadır. Dolayısıyla İsrail ile normalleşme sürecine giren Türkiye ile diğer Arap ülkelerini mukayese etmek uygun bir yöntem olmayacaktır.

Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de Filistin’i her koşulda ve her platformda desteklemeye devam etmektedir. Diğer bölge ülkelerinin Trump yönetiminin ortaya attığı irrasyonel planlar veya dolaylı baskılar nedeniyle Filistinlilerin sorunlarını görmezden geldikleri dönemlerde dahi, bedel ödemeyi göze alarak bu desteğini sürdürmüştür. Türkiye’nin Filistin’e desteği sadece İsrail ile ilişkilerini etkilemekle kalmamış bu konuya duyarsız kalan Arap ülkeleriyle sorun yaşamasına yol açmıştır. Buna rağmen Filistinlileri yalnız bırakmayan Türkiye’nin bugün böyle bir şey yapacağını düşünmek gerçekçi olmayacaktır. Türkiye İsrail ile normalleşse bile Filistinlilere yönelik yardımı ve desteği sürecektir. Hatta Filistin-İsrail sorunun çözümlenmesi için daha fazla inisiyatif alacak ve Filistinlilerin kendi özgür ve bağımsız devletlerinde huzur içerisinde yaşamaları için gayret göstermeye devam edecektir.

Doç. Dr. Yusuf Sayın, Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi

Türkiye-İsrail arasında son dönemlerde meydana gelen pozitif yönlü gelişmelerin sebebini birkaç başlık altında ele almak mümkün olabilir. Öncelikle uluslararası sistemin yapısında meydana gelen değişiklikler (revizyon arayışı ve statüko değişim isteği), ABD’de başlayan Biden dönemi (Ortadoğu ile ılımlı ilişkiler) ile bölgede Trump döneminde ilişkilerde yaşanan ‘hasarlı’ dönemin rehabilite edilmeye çalışılması (BAE-Türkiye, Suudi Arabistan-İran, Katar-Körfez Ülkeleri…) ve ülkeler arasındaki sorunlu ilişkilerin maliyetinin devletlerce görülmüş olmasıdır. Ekonominin; siyasal, toplumsal ve kültürel tüm süreçlere egemen olduğu göz önüne alındığında, salgın döneminde oluşan enflasyonist baskıların göğüslenmesi ve tedarik zincirlerinde yaşanan kopuklukların giderilebilmesi maksatlı yeni işbirliği arayışları, iki ülkeyi birbirine yaklaştıran etmenler olarak ifade edilebilir. Rusya-Ukrayna krizi ile oluşan enerji sorununa, İsrail yer altı kaynaklarının bir ‘çözüm’ ve Türkiye’nin de bir ‘köprü’ olarak düşünülmesi, iki ülkeyi birbirine yakınlaştıran unsurlar olarak belirtilebilir. Şurayı açıkça zikretmek istiyorum: Türkiye-İsrail ilişkileri, birbirleri açısından ‘değerli’ addedilebilir. Zaman zaman yaşanan krizlere rağmen her halükârda her iki ülke de birbirleriyle ikili ilişkilerini sürdürme arayışı içinde olmuştur/olmaktadır. Bunun temel nedenleri arasında; ekonomi, askeri iş birliği, Kudüs ve Filistin meselesi, ABD’yle ilişkiler, Orta Doğu’da çıkarların uyumu sayılabilir. Her iki devlet de bu ‘değerli’ ilişkiyi kolayca feda etmeyi göze almamaktadır/alamayacaktır.

Lobicilik faaliyetleri, temelde kapalı kapılar ardında yürütülen ve aksiyonların çok azının sınırlı olarak kamuoyu ile paylaşıldığı faaliyetler olarak ifade edilebilir. Lobicilik; sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, kamuoyu liderleri gibi toplumsal kesimler marifetiyle yürütülebileceği gibi istihbarat örgütleri güdümünde gerçekleştirilen faaliyetler olarak da belirtilebilir. Türkiye-İsrail ilişkilerinde pozitif yönlü yaşanan gelişmelerde de güvenlik yapılanmalarının katkısı/etkisi ifade edilebilirken, dışişleri bakan(lık)ları ve cumhurbaşkan(lık)larının payını da belirtmeliyiz. Buna ilave olarak sermayeyi temsilen iş ve işveren örgütlerinin süreçlerde etkili olmaya çalıştıkları da malumdur. Bu etkileme çabalarının bir baskı unsuru olarak gerçekleştiğinden ziyade dış politik ilişkilerin doğal süreçleri olarak görülmesi gerektiğini düşünmekteyim. Zira iki ülke ilişkileri, istenmeden gelişen bir birliktelik olarak görmüyorum.

Öncelikle ifade etmekten kaçınmak istemediğim husus; Türkiye’nin sahip olduğu tarihsel, coğrafik ve stratejik potansiyel dolayısıyla yalnız kalmasının olası olmadığıdır. Zira dünya açısından Türkiye, yalnız bırakılamayacak kadar önemli ve değerlidir. Şüphesiz ki Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkisi sahip olunan İslam geçmişi, tarihi ve kültürü dolayısıyla bir başka ilişki ile mukayese edilemeyecek çerçevededir. Bununla birlikte Müslüman Arap dünyasının da münasebet tercihi Türkiye ile sınırlı kalmamakta. Bugün bir takım Arap ülkeleri Anglo-Amerikan blokunda yer alırken, bir kısmı Rusya bir kısmı da Çin blokunda yer almaktadır ve haliyle bu ülkelerin çıkarsal beklentileri birbirinden farklı olmaktadır. Reelpolitiğe çoğunlukla kurban edilen Filistin ve Kudüs meselelerinde bile Arap dünyasının bakışı o kadar farklı ki konuyla ilgili ortak bir tutun alınabilmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Türkiye ile İsrail (Yahudiler) ilişkisinin 1940’lı yıllarda başladığını ifade etmek, 15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlı dünyasında Yahudi göçleriyle başlayan ilişkiler tarihini ihmal etmek anlamına gelecektir.

Son olarak şunu ilave etmek gerekirse, öncelikle Türkiye-İsrail ilişkilerinde temel kopmalar her ne kadar Filistin ve Kudüs meselelerinde yaşansa da ilişkilerin devamını ve gelişmesini sağlayacak unsurların başında Filistin konusu gelmemektedir. Filistin ve Kudüs davası, yukarıda da belirttiğim gibi, ülkemiz açısından bir başka hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek önem ve değerdedir. Filistin meselesi, bizim için bir devlet politikası ve kırmızı çizgidir. Bununla birlikte dünya kamuoyunda -aslında- belki de -sadece- Türkiye’nin omuzlarına bırakılmış bir yük olarak görülebilir. Ben bu minvalde; Türkiye ile İsrail arasında gelişecek pozitif ilişkileri, diyalog ve iletişim kanallarının açıklığı dolayısıyla Filistin konusunda İsrail’in dengelenmesi ve İsrail ile gündemin müzakere edilebilmesi anlamında kıymetli görüyorum. Zira Filistin ve Kudüs konularında İsrail, temassız ve diyalogsuz kalmayı tercih ediyor ve dünyayı dinlemiyor. Çoğu dünya ülkesi de üç maymunu oynuyor… Birisi işlerin yanlış gittiğini İsrail’e anlatmak mecburiyetinde. Bin yıldan fazla kesintisiz bir devlet geleneğine sahip Türkiye ise yanlışa yanlış denilebilmesinde anahtar ülke konumundadır. Son tahlilde İslam dünyası olarak Filistin ve bilhassa Kudüs konularını, (Arap dünyasının tutumuna atfen) ülke çıkarları üzerinde görmek mecburiyetindeyiz. Artık samimiyet zamanı…

Mehmet Rakipoğlu, Sakarya Üniversitesi ORMER Araştırma Görevlisi

İlişkilerdeki iyileşmenin arkasında birden çok sebep olabilir. Ama en bariz görüneni Ortadoğu’daki bölgesel düzenin değişmesine dair ortaya çıkan yeni gerçeklikler. Bunlardan ilki ABD’deki başkan değişimi. Trump dönemi bölgesel rekabet ve gerginlik Washington’ın pozisyon almasından ötürü oldukça şiddetliydi. Bilindiği gibi Trump, İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanımanın ötesine geçerek ABD büyükelçiliğini buraya taşımıştı. Benzer şekilde Katar’a yönelik ambargoda da BAE-Suud ekseninin yanında durup Doha’yı terörle itham etmişti. Böylesi bir Trump’ın gitmesi ile birlikte bölgede bir normalleşme trendi/örüntüsü ortaya çıktı. Biden’ın da Ortadoğu’daki yaşanan gelişmelere dair ciddi anlamda inisiyatif almaması Türkiye’nin birçok aktörle ilişkileri gözden geçirmesine neden oldu. Türkiye İsrail, Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerle mücadele yerine rekabeti yönetmeyi tercih etti. İkinci olarak Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve bu gaz üzerinden kurulan ittifaklar meselesi de ilişkilerin iyileştirilmesine neden oldu. Sadece Türkiye için değil, aynı zamanda İsrail için de ilişkilerde düşmanlığın bir tarafa bırakılması elzem görüldü. Nitekim Türkiye’siz bir Doğu Akdeniz denkleminin uygulanabilirliği çok düşük bir olasılık. Öte yandan bence İran’ın dengelenmesi meselesi iki aktörü yakınlaştıran bir dinamik değil. İsrail’in İran karşıtlığı ile Türkiye’nin İran’ı dengelemesini aynı kefeye koymak oldukça zor. Ayrıca zamanlama açısından da ilişkilerin normalleşmesi hesaba katıldığında İran’ın dengelenmesi üzerine bir ittifak kurulduğu iddiası havada kalıyor.

Tabii yakınlaşmanın arkasında lobi faaliyetleri olduğuna şüphe yok. Fakat bunun kanıtlanması oldukça zor. Birçok uzmana göre Türkiye’deki bazı bürokratların İsrail ile normalleşme yönünde girişimleri olduğu kulislerde konuşuluyor. Fakat herhangi bir lobi grubunun, iş adamının hükümet üzerinde politika değişikliği noktasında bir baskı oluşturabileceklerini düşünmüyorum.

Şuraya açıklık getirelim, öncelikle Arap dünyasından birçok ülke İsrail ile normalleşmedi. Arap dünyasında bir ağırlığı olmayan BAE, Bahreyn ve Fas İsrail ile ilişkileri formalleştirdi/resmileştirdi. Bu aktörlerin halklar nezdinde zaten bir karşılığı hiç olmadı. Türkiye’nin normalleşmeleri eleştirmesi bence Filistin meselesinin terk edilmesi üzerinden anlaşılabilir. Normalleşen aktörlerin İsrail’in işgaline karşı Filistin’i terk etmesi Türkiye tarafından eleştirilmişti. Burada İran başta olmak üzere birçok ülke gücü nispetinde İsrail’e karşı cephede birleşti. Fakat bu noktada güç ve otonomi kavramları önemli. Dış politikada gücünüz kadar denge siyaseti izleyebilirsiniz. Bunu da en iyi yapan Türkiye. Kanımca Türkiye’nin İsrail ile normalleşmesi başka bir aktörün dayatması ile olmuyor. Fakat bu süreç Filistin davasına tam anlamıyla hizmet etmiyor ve aynı şekilde normalleşme Mescid-i Aksa’daki İsrail zulmüne engel olmuyor.

Tarihsel olarak bakıldığında Türkiye’nin İsrail ile çok yakın ilişkileri olduğu dönemler var. Askerin dış politikada etkin olduğu dönemlerde ortak tatbikatlar yapıldı. Fakat son on yıllık süreçte siyasetin sivilleşmesi ile birlikte İsrail ile koşulsuz iş birliği mefhumu terk edildi. Türkiye, bağımsız bir Filistin devletinin Birleşmiş Milletler’de tanınmasını savunuyor. Fakat burada problemli olan nokta şu: İsrail Filistin topraklarında hiçbir hakka sahip olmazken BM nezdinde tanınıyor ve BM’nin çizdiği sınırları tanımıyor. Türkiye 1967 sınırlarında bir İsrail’i kabul ederken Filistin toprakları hiçbir şekilde işgali kabul etmiyor ve etmemesi de oldukça doğal. Nitekim İsrail terörle, şiddetle, hak ihlalleri ile tam anlamıyla işgalci bir aktör olarak bölgede var. Kanımca Türkiye böylesi bir İsrail ile normalleşerek Filistin davasına olan desteğini radikal biçimde sonlandırmıyor fakat bu normalleşmenin Filistin’e ne kazandıracağı muamma. Bazı isimler normalleşme sayesinde Türkiye’nin arabuluculuk, insani yardım gibi noktalarda devreye girebileceğini ifade ediyorlar. Fakat tarih bize İsrail’in zihniyetinin sert güç dışında bir şeyden anlamadığını öğretti. Mavi Marmara’da insani yardım taşıyan sivilleri öldüren, Mescid-i Aksa gibi Müslümanların üçüncü kutsal mabedinde hak ihlalleri yapan, birçok uluslararası örgütü raporlarında apartheid olarak tanımlanan bir İsrail ile normalleşmenin Türkiye’nin Müslümanlar nezdindeki imajına katkı sağlaması oldukça düşük bir olasılık. Türkiye İsrail ile normalleşip Filistinlileri karşısına almaz, onları ülkeden göndermez ama Müslümanların kalbindeki Türkiye liderliğini kaybeder.

Doç. Dr. İsmail Şahin, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Uluslararası sistem uzun zamandır bir basınç yaşıyor ve bu gerilim nedeniyle dünyanın farklı coğrafyalarında bazı fay hatları hareketlilik kazanıyor. Yakın zamana kadar Doğu Akdeniz bunlardan biriydi. Fakat Doğu Akdeniz’deki durum diğerlerinden çok farklı. Mesela bir Ukrayna veya Güney Çin Denizi değil. Doğu Akdeniz’de Batılı müttefikler arasında büyük bir sorun patlak verdi. Hatta bu uyuşmazlığı abartılı bir şekilde NATO içi hesaplaşma olarak nitelendirenler dahi oldu. Bu yaklaşım, Akdeniz’in NATO denizi olarak görülmesinden ileri geliyordu. Aslında bu tespit, Akdeniz’in doğu ve güney kıyıları hariç tutulursa, büyük ölçüde yanlış sayılmaz. Benzer şekilde Akdeniz’deki kriz NATO üyeleri kadar Avrupa Birliği (AB) üyelerini de karşı karşıya getirdi. Haliyle AB üyeleri ile müttefiklerinin, NATO üyeleri ile NATO dışı müttefiklerin (İsrail, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri) müdahil olduğu bu kriz doğal olarak NATO ve ABD’nin hasım olarak nitelendirdiği Çin ile Rusya’nın bölgede jeopolitik kazanımlar elde etmesine yol açarken NATO, ABD ve AB’nin de zayıflamasına ve itibar kaybetmesine neden oldu. Dolayısıyla Batı-içi yaşanan bu krizin Rusya ve Çin’e karşı tek yumruk olabilmek amacıyla yumuşatıldığı söylenebilir. Bu yüzden bölgedeki yumuşamayı sadece doğalgaz meselesiyle sınırlı tutmak işin yalnızca bir kısmını açıklığa kavuşturabilir. ABD öncülüğündeki Batılı müttefikler Doğu Akdeniz krizi üzerinden büyük bir sınamadan geçtiler. Eastmed gibi siyasi yönü ağır basan hayali bir proje yüzünden neredeyse sıcak çatışmanın içerisine çekildiler. Şimdi ise yaraları onarma, iş birliği alanlarını geliştirme ve ortaya çıkan fırsatları değerlendirme dönemine giriliyor. Açıkçası bu, tüm taraflar için bir zorunluluk. Çünkü pandeminin açtığı toplumsal ve ekonomik yaraların vakit kaybetmeden iyileştirilmesi gerekiyor. Uluslararası ekonomik krizin etkilerinden bir ülkenin tek başına çıkması mümkün değil. Sonuç olarak jeopolitik ve ekonomik faktörlerin zorlayıcı etkisiyle krizin tarafları daha sağduyulu davranmaya mecbur kaldı.

Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşma, özel koşullardan ziyade küresel şartların zorlamasıyla doğdu denilebilir. Küresel şartların neler olduğundan kabaca yukarıda bahsettik. Pandemi, küresel kriz, Libya ile Suriye’deki savaş ve Doğu Akdeniz ihtilafı tarafları epeyce yordu ve onları nekahet sürecine itti. Elbette bu nekahet döneminde tansiyonun düşürülmesi gerektiği yönünde arabuluculuk yapanlar olmuştur. Ancak bunu bir baskı olarak telakki etmek oldukça güç bir durum. Ayrıca Türkiye-İsrail normalleşmesini yeni bir diyalog sürecinin başlangıcı şeklinde okumak gerekiyor. Herhangi bir sorunun çözümü için bir anlaşma veyahut bir taviz söz konusu değil. İki ülke olması gerekeni yapıyor aslında. Aralarındaki anlaşmazlıkları diyalog ve diplomasi yoluyla aşmak için karşılıklı bir çaba sergiliyorlar. ABD de müttefiklerinden ve ortaklarından böyle davranmalarını istiyor. O yüzden bu süreci destekliyor.

Türkiye’nin Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme sürecine tepki göstermesinin ana nedeni, bu ülkelerin Filistin meselesinden çark etmek endişesiydi. Türkiye İsrail’in bağımsızlık kazandığı yıllardan bugüne bölgede çatışmayı değil diyaloğu savunuyordu. Bu yüzden bölgesel barış ve istikrarı sürekli savunan Türkiye’nin tarafların uzlaşmasına veyahut barışmasına karşı çıkması düşünülemez. Ayrıca şunu belirtmek önemli. Türkiye sadece İsrail’le normalleşme arayışı içerisinde değil. Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Ermenistan ve Yunanistan ile de ilişkilerin diplomatik usul ve esaslar üzerinden yürütülmesi için yoğun bir mesai harcıyor. Kaldı ki Türkiye’nin bölgesel yalnızlığı konusu hem abartılı hem de tartışmalı. En basit haliyle Doğu Akdeniz’de Fransa-Almanya, Fransa-İtalya, Yunanistan-Almanya, Yunanistan-İspanya ve Portekiz arasında da ciddi anlaşmazlıklar söz konusu. Artık Soğuk Savaş Dönemi’nden kalma topyekün dost veya düşman algısı geride kalmak üzere. Netameli coğrafyaların devletleri birbirleriyle anlaşmazlıklar üzerinden değil anlaşabildikleri meseleler üzerinden ilişki kurmak mecburiyetinde. İsrail ile Türkiye arasındaki yeni ilişki düzeyini, bu mantık çerçevesinde ele almak ve ona göre değerlendirmek önemli.

Filistin meselesi, geçmişten bugüne Türkiye’de kamuoyunun ve Sivil Toplum Örgütleri’nin yakından takip ettiği bir konudur. Birçok yönüyle siyaset üstü bir özellik kazandığını söylemek mümkün. Türkiye’nin geçmiş yıllarda hatta AK Partili yıllarda bile İsrail’le ilişkilerin parlak olduğu zamanlar olmuştur. İsrail’le ilişkilerin iyi olduğu zamanlarda dahi Türkiye’nin Filistin’e verdiği desteği geri çekmesi gibi bir durum söz konusu olmamıştır. Şunu iyi bilmek gerekiyor. Türkiye, Filistin’e destek vermekten ya da Filistin meselesine ilişkin tezlerini değiştirdiği için İsrail ile bir normalleşme sürecine girmiyor. Küresel ve bölgesel koşullarda ortaya çıkan yeni şartlardan dolayı tüm taraflar eşzamanlı bir iyileşme sürecine girdiler. Biz şu ya da bu devletin siyasi pozisyonunu değiştirmesinden dolayı normalleşme sürecinin başladığını söyleyebilir miyiz? Bazıları Eastmed projesinden ABD’nin desteğini çekmesini milat olarak gösterme çabasında; ancak bu çok doğru değil.

Şurası çok açık ki ne Ak Parti Hükümeti ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne de Türkiye, Filistin’e verdiği desteği değiştirmeyi düşünür. Türk-İsrail ilişkilerinin iyi bir seviye yakalaması, Filistinliler aleyhine değil bilakis lehine sonuçlar doğurabilir. Hatta Türkiye bu sorunun Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde çözüme kavuşturabilmesi için daha yoğun bir mesai içerisine girebilir. Elbette böyle gelişmeler hızlıca ortaya çıkmaz. Ama şurası kesindir ki İsrail, Türkiye’nin Filistin hassasiyetinden dolayı Filistinlilere geçmişte uyguladığı baskı ve zulüm eylemlerine bir sınırlama getirecektir. Aksi halde ilişkilerin olumlu seyrine ağır bir darbe indirilmiş olur. Burada İsrail’in Türkiye’yle ilişkilerine yön verecek fayda-maliyet analizini iyi bir şekilde etüt etmek gerekiyor.

Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan – İzmir Demokrasi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

En son Mavi Marmara olayından sonra kopan Türkiye-İsrail ilişkileri Mart ayında İsrail başkanı Herzog’un Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretle yeniden tesis edildi. Bu ziyaretin her iki taraf için de önemli olduğu söylenebilir. Herzog’un uçağının üzerinde barış, işbirliği ve ortaklık kavramları yazılıydı, yani mesajını daha ülkeye ayak basmadan vermişti. Türkiye’nin de Herzog’u üst düzey bir şekilde karşılaması, onun da bu ziyarete verdiği önemi gösterir mahiyetteydi. Bu gelişmenin ardında şüphesiz değişen bölgesel ve küresel dengeler vardır. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini kopardıktan sonra İsrail özellikle Körfez ülkeleriyle ciddi bir yakınlaşma sürecine girdiği gibi Doğu Akdeniz’de enerji işbirliğinde de Türkiye yalnız kaldı. Filistin sorunu çözülmeden bölgede ikili ilişki kuramayacağı düşünülen İsrail’in kendi açısından tarihi sayılabilecek İbrahim Anlaşmalarını imzalamış olmasının hem somut hem de prestij açıdan önemli olduğu aşikardır. Türkiye ise Arap Baharı sürecinden beri izlediği politikalardan dolayı bölgede yalnızlaşma sürecine girmiştir. Türkiye’nin Sisi idaresindeki Mısır ile arası bozulurken enerji işbirliği sayesinde İsrail, Mısır ile ilişkisini devam ettirmiştir. Şüphesiz ABD’de Biden’in iktidara gelmesi, onun Türkiye’deki hükümete selefi kadar yakınlık duymadığı yorumları da Türkiye’nin ABD’den uzaklaşmamak adına İsrail ile yumuşama adımları atmasının nedenleri arasında gösterilebilir. Zira bu Türkiye’nin Özal döneminde de başvurduğu politikalardan biridir. Türkiye- İsrail yakınlaşmasını İran’ı dengelemek şeklinde görmüyorum, zira Körfez ile İsrail arasında yıllarca İran karşısında örtük bir tehdit dengesi ittifakı olagelmiştir. Bugünkü yakınlaşmaların sadece güvenlik değil ekonomik boyutu olduğunun da altını çizmek gerekir.

Türkiye’deki lobicilik faaliyetleri ABD’deki gibi olağan ve açıktan işlemiyor. Dolayısıyla bu konuda elde somut veriler yok. Ancak iki ülkede de aracı olabilecek toplumsal kesimlerin, cemaatlerin olduğu vakıa. İlişkilerin resmi ziyaretle neticelenmesi sürecine gelene kadar bir takım görüş ve bilgi alışverişinin olmuş olabileceğini varsaymak pekâlâ mümkün. Ancak bunun bir kesimden lobi baskısı olarak geldiğini düşünmüyorum. İlişkileri geliştirmek yönündeki ihtiyacı bizzat hükümet tespit etmiş, gelişen konjonktüre göre yorumlamış olabilir.

Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin altın çağını yaşadığı 90’larda da Türkiye, Filistin politikasını genel olarak değiştirmemiştir. Hatta Ecevit hükümeti sürecinde İsrail saldırıları en yüksek düzeyde kınanmıştır. AKP dönemindeki geleneksel Filistin politikasından önemli bir farkı konuya başka bazı hassasiyetler göz önünde tutularak daha hususi bir şekilde yaklaşılmış olması olabilir. Ancak AKP döneminde de İsrail ile ilişkilerin iyi olduğu dönemde Türkiye, Filistin’e dair politikasını gevşetmemiştir. Hatta Mescidi Aksa’da çıkan çatışmaların durulmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi hem Mahmud Abbas, BM hem de İsrail Başkanı ve Ürdün kralı ile görüştü. Bu Türkiye’nin Filistin’de olanları görmezden gelmeyeceğinin göstergesidir. Son tahlilde, dengeli bir politika sürdüreceğini, herhangi bir anlaşmazlık veya çatışma durumunda arabulucu rolü üstleneceğini söylemek mümkündür.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu