Türkiye’nin Gazze Diplomasisi: Ateşkes, Arabuluculuk ve Garantörlük Hamleleri

*Mehmet Rakipoğlu

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından başlatılan Aksa Tufanı operasyonu, modern Ortadoğu tarihinin önemli bir dönüm noktası olarak görülebilir. Nitekim operasyonla birlikte bölgesel ve küresel açıdan çok kritik gelişmeler yaşandı. Operasyon sonrası gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Almanya gibi küresel gerek İran, Türkiye gibi bölgesel gerekse Hizbullah, Husiler gibi yerel aktörler ve devlet dışı grupların hamleleri güç dengelerini yeniden dizayn etti ve çatışma ikliminin bölgesel/küresel savaşa doğru evirilme ihtimali arttı. İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı Arap ve Müslüman devletlerden beklenen tepki ve adımlar tam anlamıyla gelmedi. Tüm bunlar cereyan ederken Türkiye gerilimin azaltılması yönünde diplomatik adımlar attı ve Filistin’in yanında durdu. Bu anlamda Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında attığı kalıcı veya geçici ateşkesin sağlanması, arabuluculuk ve garantörlük teklifleri gibi diplomatik adımların etkinliği ve Türkiye’nin sürece katkısı ve potansiyeli merak konusu haline geldi.

Türkiye’nin Filistin Politikasındaki Tedrici Dönüşüm

Türkiye Cumhuriyeti devleti yıllardır hükümet politikalarından bağımsız bir şekilde Filistin’e yönelik bir politika benimsiyor. Bu politikanın temeli, Birleşmiş Milletler’in (BM) aldığı kararla uygun iki devletli çözüme dayanıyor. BM’nin 242 sayılı kararına atıfla 1967 sınırlarında başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması ve kurulacak bu Filistin devletin uluslararası aktörler tarafından tanınması, Türkiye’nin Filistin politikasının temelini oluşturuyor. Dolayısıyla Türkiye gerçekçi bir şekilde yıllardır Filistin halkının yanında bir pozisyon alıyor ve Filistin’in devletleşme sürecine doğrudan destek veriyor. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’deki soykırımına yönelik de Türkiye diplomatik adımlar attı. Fakat Türkiye’nin Gazze diplomasisinin tedrici olarak sertleştiği ifade edilebilir.

Savaşın ilk günlerinde Türkiye’nin temkinli bir tavır sergilemesi birkaç dinamikten doğrudan etkilendi. Bunlardan ilki, Aksa Tufanı’nın nasıl ve kim tarafından organize edildiğine dair şüphelerin var olması ile alakalı gibi gözüküyor. Aksa Tufanı’nın İran tarafından orkestra edildiği savı, uluslararası camiada yayılınca Türkiye bekle-gör politikası uyguladı ve temkinli bir dil tercih etti. Benzer şekilde, Aksa Tufanı’nın İsrail tarafından görmezden gelinme ihtimali de Türkiye’yi temkinli davranmaya itti. Üçüncü olarak Türkiye açısından Aksa Tufanı, İsrail ile ilişkilerin normalleşme, Hamas ve diğer direniş gruplarıyla mesafenin korunduğu döneme denk geldi. Türkiye sürecin nereye evirileceğini hesaplarken gerek İsrail gerekse Hamas ile olan ilişkileri dikkatlice analiz etti. Aksa Tufanı’nın salt olarak Hamas’ın askeri kanadı tarafından yürütüldüğünün netlik kazanması ve İsrail’e karşı askeri direnişin başarılı olması sonrası Türkiye diplomatik olarak aktivizmi benimsedi. Son kertede 7 Ekim’den bugüne kadar Türkiye’nin söylemleri ve açıklamaları incelendiğinde, hükümetin benimsediği politikanın tedrici olarak sertleştiği görülmektedir.

Türkiye’nin Diplomatik Teklifleri ve Katkıları

Türkiye, bağımsız Filistin devletinin kurulması gerektiğini ve Gazze’nin de bu devletin bir parçası olmadan çatışma ve savaş ortamının bitmeyeceğini dile getirmektedir. Türkiye, Gazze savaşının sonlanması, Filistinlilere yönelik soykırımın bitmesi ve krizin derinleşmesini engellemek adına üç diplomatik çözüm yolu önerdi. Fakat Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında öne sürdüğü arabuluculuk, ateşkes ve garantörlük gibi adımlar büyük oranda benimsenmedi. Bu noktada İsrail ve İsrail’i destekleyen aktörlerim Türkiye’nin Gazze’de aktif bir rol oynamasına karşı çıktığı belirtilebilir. Nitekim Türkiye’nin üç diplomatik teklifi de askeri, siyasi ve ekonomik olarak bölgesel güç dengelerini değiştirebilecek potansiyele sahip. Dolayısıyla İsrail ve İsrail’i destekleyen başta ABD olmak üzere birçok Batılı aktörün Filistin’deki İsrail sorununda çözümden yana bir politika gütmedikleri ortaya çıkıyor. Benzer şekilde Hamas ve diğer direniş grupları içerisinde de Türkiye’ye mesafeli ekip ve isimlerin de bu sürece sıcak bakmadığı biliniyor. ABD gibi Batılı aktörler ve Hamas içerisindeki Türkiye’ye mesafeli duranlar nazarında Türkiye’nin yerine arabuluculuk ve ateşkes, esir takası gibi süreçleri yönetme görevi Katar’a verildi. Dolayısıyla Türkiye’nin sunduğu diplomatik teklifler uluslararası ve bölgesel aktörler tarafından kabul görmedi fakat Türkiye Gazze diplomasisi bağlamında birçok katkı sundu.

Her ne kadar Arap halklarının beklediği bir Gazze diplomasisi yürütemediğine dair çokça eleştiri gündeme getirilse de Türkiye birçok adım attı. Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında en önemli katkısı Hamas’ın terörize edilmesi sürecine karşı çıkmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’ı topraklarını savunan bir grup olarak tanımlaması, küresel sisteme bir meydan okuma olarak görülebilir. Benzer şekilde Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan yerleşimci ifadesi yerine hırsız ifadesini kullanması da Türkiye’nin Filistin desteğini, İsrail eleştirisini net biçimde ortaya koyuyor. Arap ve İslam ülkelerinden böylesi bir tepkinin gelmemesine rağmen Türkiye Hamas’ı meşru bir aktör olduğunu tekrar beyan etti ve direnişi destekledi. Ayrıca Türkiye İsrail’in uluslararası hukuka aykırı biçimde yürüttüğü saldırıların bir an önce sonlandırılması gerektiğini birçok defa beyan etti. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan olmak üzere üst düzey siyasi ve bürokrat, İsrail’in Gazze’de soykırım uyguladığını, Netanyahu’nun Hitler gibi bir savaş suçlusu olduğu dile getirildi. Dahası hastane, mülteci kampı, okul gibi sivillerin yaşadığı noktaların kasıtlı vurulmasından ötürü İsrail’in uluslararası mahkemelerde yargılanması dahi Türk yetkililer tarafından ifade edildi. Ayrıca başta Hakan Fidan olmak üzere birçok yetkilinin Gazze temalı toplantılara katılıp aktif bir diplomatik çaba gösterdi. Filistin’in haklarının uluslararası kuruluş ve toplantılarda savunulması, insani yardım ve hukuksal destek de Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında attığı somut adımlar arasında.

Türkiye’nin ikinci katkısı, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açtığı davayı açıktan desteklemesi oldu. Başta Anadolu Ajansı olmak üzere Türkiye’deki kurumlar davada sunulan materyallerin önemli bir kısmının temininde kritik rol oynadı. Üçüncü olarak Türkiye, medya üzerinden Filistin desteğini her gün vurgulamaya devam etti. Dördüncü olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bütün partilerin ortak imzaladığı bildiride İsrail kınandı. Beşinci olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkilileri İsrail’e karşı sert bir eleştirel duruş benimsedi. Altıncı olarak, hükümete yakın bir grup avukatın da dahil olduğu isimler tarafından Netanyahu savaş suçlusu ilan edilip Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmak üzere dava açıldı. Yedinci olarak boykot- yürüyüş gibi eylemlerin icra edildi. Sekizinci olarak, Hamas’a verilen siyasi destek devam ettirildi. Dokuzuncu olarak, Hamas’a suikast tehdidi yapan Mossad’a sert cevaplar verildi ve birçok operasyon icra edildi. Onuncu olarak, Türkiye başta olmak üzere dünya kamuoyundaki Filistin destekli gösteriler ve maddi destek noktasında Türkiye öne çıktı. Direniş gruplarına sağlanan maddi destek noktasında Türkiye’nin birinci sırada olduğu da birçokları tarafından dile getirildi. Onbirinci olarak Türkiye, Gazze’deki kanser hastaları öncelikli olmak üzere hastaları ve yaralıları tedavi için Türkiye’ye getirdi. Son kertede Türkiye doğrudan savaşa dahil olmak yerine Gazze’yi ve direnişe yönelik desteğe göğüs gerdi. Bu anlamda Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamındaki söylemi ve adımları uluslararası sisteme yönelik değişim çağrıları ile uyumlu bir görüntü veriyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiye’deki birçok yetkili, Gazze’deki süreç üzerinden BM kararlarının ve mevcut uluslararası sistemin yapısına dair eleştirileri artırdı ve alternatif yapıların tesis edilmesi gündeme getirildi. Dolayısıyla Türkiye, Gazze meselesi üzerinden küresel sistemin kırılganlığını artıran söylemlerde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile özdeşleşen BMGK yapısına dair eleştirilerin yanında, ABD ve Batı’nın Siyonizm’e bağımlılığı, Avrupa demokrasisinin sorgulanması ve demokrasilerin rejime dönüşmesi gibi argümanlar öne çıkarıldı. Bununla birlikte potansiyeli hesaba katıldığında, Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında süreci doğrudan ve dolaylı etkileyebilecek birden fazla opsiyonu olduğu da ifade edilebilir.

Potansiyel Adımlar

Ortadoğu jeopolitiğinde askeri, siyasi ve ekonomik olarak güçlü bir aktör olan Türkiye, Gazze savaşında çok daha etkin bir rol oynayabilir. Bu anlamda Türkiye’nin potansiyel olarak atacağı birden fazla adımdan söz edilebilir. Bunların ilki İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı diplomatik nota başta olmak üzere dış işleri bakanlığının atacağı somut adımlar. Dış işleri bakanı veya TBMM’den bir heyetin, uluslararası toplum tarafından tanınan Abbas yönetimine yönelik resmi ziyareti, Aksa Tufanı ve Filistin desteği bağlamındaki sürecin meşruiyetini de güçlendirebilir. İkinci olarak Türkiye, Filistin direnişinin uluslararası sisteme entegre edilip meşru bir aktör hüviyetine kavuşması noktasında adımlar atabilir. Bu anlamda Türkiye’ye yabancı olmayan Hamas ile el-Fetih arasındaki görüşmelerin somut çıktı ile başarıya ulaşması, Filistin devletinin oluşması noktasında önemli bir katkı sunabilir. Mervan el-Bergusi’nin Gazze’yi yöneteceği, Hamas’ın FKÖ çatısında faaliyet gösterdiği bir formülde Halid Meşal’in etkin kılınıp Türkiye’nin sürece dahil edilmesi ve Türkiye’nin önderliğinde Filistin’deki grupların tek cephe etrafında birleştirilmesi hayata geçirilebilecek ikinci somut adım. Bu noktada Türkiye’nin ABD’nin ve Batı’nın dayattığı iki devletli çözüm dışında bir formül üretme noktasında kısıtlı opsiyonlara sahip olduğu ifade edilebilir. Her ne kadar iki devletli çözümün adil olmadığı ve İsrail’in bu çözümü dahi kabul etmediği net şekilde ifade edilse de BM’nin, Batı’nın ve ABD’nin meşru gördüğü aktörler dışında Filistin’de yürütülecek çözümler uygulama açısından gerçeklikten uzak kaldığı söylenebilir. Bundan ötürü Türkiye Hamas’ın meşruiyet kazanması adına el-Fetih ile Hamas Hareketi arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Hamas’ı FKÖ veya başka bir üst çatıya dahil ederek BM nezdinden tanınan bir aktör haline getirmek Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında atabileceği en somut adımlardan birisi.

Üçüncü olarak Türkiye, her ne kadar serbest ekonomiye müdahale gibi görünse de ticaret noktasında İsrail’e karşı sembolik adımlar atabilir. Türkiye’deki şirketler tarafından doğrudan veya Türkiye’deki limanlar üzerinden dolaylı olarak İsrail ile yapılan ticaretin işgale katkı sağladığı söylemine karşı, hükümet ve devlet İsrail ile ticareti sınırlandırabilir. Bu adımlar işgalin sonlanmasını doğrudan etkilemese bile diğer İslam ülkelerini etkileyebilecek kamuoyu oluşmasına vesile olabilir. Dördüncü olarak Türkiye kamuoyundaki boykot noktasında benzeri görülmemiş hassasiyet devlet veya parti tarafından yönlendirilebilir. Bu noktada İsrail’in işgaline doğrudan destek sağlayan firma, şirket ve şahısların boykot edilmesine yönelik kurumsal bir politika benimsenebilir. Beşinci olarak Türkiye, TBMM’deki İsveç’in NATO üyeliği oylaması üzerinden ABD ve İsrail’e baskı uygulayabilir. Nitekim İsveç’in NATO üyeliği ABD’nin Ukrayna üzerinde Rusya ile verdiği mücadelenin bir yansıması. Türkiye İsrail’e baskı uygulayabilecek olan ABD’ye yönelik böyle bir hamle icra ederek iki devletli çözüm noktasında Filistin’in devletleşme sürecine doğrudan katkı sağlayabilir. Altıncı olarak Türkiye, Gazze ile deniz yetki sınırlandırılmasına yönelik Libya benzeri bir anlaşma imzalanabilir. Bu anlaşma 7 Ekim öncesi imzalanması daha kolayken, savaş sonrası gündeme tekrar getirilebilir. Yedinci olarak Mısır başta olmak üzere Ürdün ve Katar ile iş birliği halinde diplomatik süreç daha etkin yürütülebilir. Nitekim birçok Batılı aktör, bölgedeki bazı devletler ve devlet dışı aktörlerin bir kesimi Türkiye’nin bölgesel denklemde Gazze meselesinin dışında kalmasından yana bir politika takip ediyor. Son kertede Türkiye, 7 Ekim sonrası Gazze bağlamında ateşkes, esir takası, arabuluculuk, garantörlük gibi birçok diplomatik girişimde bulundu. Bu diplomatik adımlar çatışmanın tarafları tarafından tam anlamıyla benimsenmedi. Türkiye, İsrail’in işgalini ve Gazze savaşını uluslararası sistemin dönüşümüne yönelik yürüttüğü söylem ve eylemlere dahil ederek süreci başka bir boyuta taşıdı. Gelinen noktada Türkiye, Filistin meselesinin küresel gündeme taşınması, Batı halkları ile yönetimler arasındaki ayrımın gittikçe açılması, BM’nin yapısının eleştirilmesi, Batılı aktörlerin Siyonizm’e bağımlılığın ortaya konulması gibi birçok noktada etkin rol oynadı. Fakat potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin Gazze diplomasisi bağlamında daha meydan okuyucu adımlar atabileceği ifade edilebilir. Her ne kadar büyük oranda İsrail ve ABD tarafından kabul görmemiş olsa da garantörlük teklifinin somutlaştırılması ve bölgesel/küresel aktörlerin dahil edilmesi ile Türkiye, iki devletli çözüm politikasına katkı sağlayıp Filistin’in devletleşmesine vesile olabilir.

*Dr, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü; Araştırmacı, Dimensions for Strategic Studies.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu