Trump’ın Körfez Turu: ABD Dış Politikasında “Uyum Değişikliği” ve “Program Değişikliği”

Manal Alan

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, 13–16 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Orta Doğu turunu tamamladı. Tur, üç Körfez ülkesini kapsadı: Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri. Ziyaret, ev sahibi ülkelerle devasa ekonomik anlaşmaların imzalanmasıyla sonuçlandı. Ancak tur, Gazze’ye karşı yürütülen soykırım savaşının devam ettiği bir döneme denk gelmesine rağmen, bu savaşa dair herhangi bir somut adım içermedi. Trump, “Birçok insan açlık çekiyor.” şeklinde kısa bir açıklama yapmakla yetindi; ne savaşın durdurulması gerekliliğini ne de somut bir siyasi girişimi dile getirdi. 

Gazze meselesinin bu şekilde göz ardı edilmesi, ABD-İsrail ilişkilerindeki mevcut gerilime bağlanmaktadır. Bu gerilimin bir tezahürü, İsrail’in ziyaret programından çıkarılmasıyla kendini gösterirken, turun amacının savaşın sona erdirilmesine yönelik siyasi bir çözüm bulmak olmadığına dair zımni bir işaret olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme süreci de görüşmelerin ajandasında yer almamıştır — ki bu durum, söz konusu sürecin Gazze’de halen süren savaş nedeniyle ciddi biçimde sekteye uğramış olmasının doğal bir sonucudur. Bu yokluklar, Filistin halkının yaşadığı trajedinin uluslararası diplomasi sahnesinde ne denli geri planda bırakıldığını da gözler önüne sermektedir. 

Trump’ın Körfez turu, ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasındaki dinamikleri yansıtmaktadır ve Amerikalı araştırmacı Charles F. Hermann’ın[1] dış politika analizi ve karar alma literatüründe geliştirdiği “uyum değişikliği” (Adjustment Change) ve “program değişikliği” (Program Change) kavramları çerçevesinde ele alınabilir.[2]

“Uyum değişikliği”, dış politika hedeflerini veya temel araçlarını değiştirmeden, belirli bir meseleye yönelik ilgi düzeyini ayarlamayı ifade eder. Bu da önceliklerin yeniden sıralanmasını yansıtmakla birlikte, dış politikanın ana amaçları ya da temel araçları üzerinde köklü bir değişim yaratmaz. Buna karşılık, “program değişikliği”, genel yönelim ve stratejik hedefler aynı kalırken, politikayı uygulamak için kullanılan araçlarda bir dönüşümü ifade eder.

Bu turda “uyum değişikliği”nin izleri, Gazze’deki savaşı sona erdirme çabalarının önceliğinin düşmesi ve bunun yerine ekonomik ile yatırım odaklı konuların öne çıkarılmasıyla açığa çıkmaktadır. Öte yandan “program değişikliği,” ABD’nin etki araçlarını yeniden biçimlendirmesine işaret eder; bu da özellikle Arap–İsrail normalleşme sürecine dair geleneksel siyasi araçlardan ziyade ekonomik ve ticari kanallara öncelik verme şeklinde somutlaşmaktadır.

Böylece bu iki kavram, söz konusu dönemde ABD dış politikasında gözlemlenen değişimleri anlamak için analitik bir çerçeve sunmaktadır. Mevcut düzenlemeler, özellikle İsrail ile yaşanan gerilime yönelik taktiksel bir tepki niteliğindedir ve bölgedeki Amerikan stratejik hedeflerinin özüne dokunmamaktadır. Başka bir ifadeyle, tanık olduğumuz durum, dış politikanın büyük ölçüde esas amaçlarında bir değişiklik değil; mevcut aşamada önceliklerin ve uygulama araçlarının geçici olarak yeniden düzenlenmesidir.

ABD – İsrail Geriliminin Göstergeleri: Washington’un Bölgesel Yaklaşımındaki Dönüşümler

ABD-İsrail ilişkilerindeki gerilimin işaretleri, Trump yönetiminin bir dizi bölgesel hamlesi sonrasında belirginleşti; bu hamleler İsrail’in tepkisini çekti. Nitekim Washington, Nisan 2025’te İran’la doğrudan görüşmeler gerçekleştirdi ve bu temasların odağında Tahran’ın nükleer programı yer aldı.[3] Aynı ay içinde, ABD Enerji Bakanı Chris Wright, Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret sırasında, Riyad’la “muhtemel” bir nükleer anlaşma için görüşmeleri yeniden başlatacaklarını duyurdu. Bu anlaşma, Suudi Arabistan’ın Amerikan nükleer teknolojisine erişebilmesini ve kendi topraklarında uranyum zenginleştirmesine imkân tanınmasını hedeflemektedir.[4] Bu kapsamda, 8 Mayıs’ta Reuters haber ajansı, konuyla ilgili bilgi sahibi kaynaklara dayanarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suudi Arabistan’a nükleer işbirliği sunmak için artık normalleşmeyi önkoşul olarak talep etmediğini aktardı.[5] Bu durum, önceki yönetimler döneminde duyurulan Amerikan tutumundan belirgin bir geri adım olarak değerlendirilmektedir.

Buna ek olarak, Washington, Yemen’deki Husilere yönelik hava saldırılarını durdurduğunu açıkladı; bunun karşılığında, söz konusu grup da Kızıldeniz’deki Amerikan gemilerini hedef almaktan vazgeçmeyi taahhüt etti. Mayıs ayı içinde Umman aracılığıyla sağlanan bu mutabakat,[6] Trump yönetiminin, İsrail’in bakış açısında uzun süredir “düşman” olarak görülen taraflarla dahi etkileşime hazır olduğuna dair ek bir işaret olarak yorumlanmaktadır.

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, 2025 yılının Mart ve Mayıs aylarında Hamas ile iki kez görüşme yaptı; bu görüşmelerde Gazze Şeridi’nde tutulan İsrailli esirler meselesi ele alındı. Bu adım, İsrail içinde sert eleştirilere yol açmıştır.

Gerilimin en belirgin göstergesi ise, Başkan Trump’ın bölge ziyaret programında İsrail’e yer vermemesi oldu. Orta Doğu turlarında Amerikan başkanının alışılmadık bir şekilde İsrail’i dışlaması, şimdiye dek benzeri görülmemiş bir yaklaşım olarak kayda geçti. Üstelik ziyaret, Suriye’ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılacağına dair bir açıklama ile sonuçlandı; bu da, ABD’nin bölgeye dair yaklaşımını, İsrail’le yürütülen geleneksel ve doğrudan koordinasyon çerçevesinin ötesinde yeniden kurgulama yönünde atılmış ek bir adım olarak değerlendirilmektedir

Gazze Savaşı ve “Uyum Değişikliği” : Önce Ekonomi

Trump yönetimi, Gazze Savaşı dosyasında siyasi angajman düzeyini düşüren bir yaklaşım benimsedi ve bunun yerine, daha gerçekleştirilebilir gördüğü meselelere—özellikle Körfez ülkeleriyle ekonomik anlaşmalara—açık bir şekilde odaklandı.

Bu doğrultuda, 16 Mayıs 2025’te Beyaz Saray tarafından Başkan Trump’ın Körfez turu sonrasında yayımlanan bir açıklamada, ziyaretin 2 trilyon doları aşan anlaşmalarla sonuçlandığı belirtildi. Bu anlaşmalar arasında Suudi Arabistan’ın 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü, Katar’la 1,2 trilyon dolarlık ekonomik alışveriş anlaşması, ayrıca Doha ile 243,5 milyar dolar değerinde ticari ve savunma anlaşmaları ve Birleşik Arap Emirlikleri ile 200 milyar dolarlık mutabakatlar yer aldı.[7]

Bu yaklaşım, “uyum değişikliği” kavramının açık bir uygulaması niteliğindedir; İsrail’le ilintili tartışmalı konulardan—özellikle Gazze dosyasından—kaçınarak öncelikleri ekonomik işbirliği başlıklarına kaydırmayı amaçlamaktadır. Ancak bu öncelik değişikliği, ABD’nin temel stratejik hedeflerinde bir dönüşüm anlamına gelmemekte; aksine, İsrail hükümetiyle yaşanan gerilimin ortasında turun siyasi maliyetini azaltmayı hedefleyen geçici bir ayarlamayı ifade etmektedir.

Söz konusu gerilim işaretlerine bakıldığında, bunların uzun vadeli “stratejik dönüşüm” seviyesine ulaşmadığı görülmektedir. Nitekim İran’ın nükleer programına ilişkin yürütülen müzakerelerin yeniden başlamasına rağmen, görüşmeler henüz kesin bir sonuç doğurmamıştır. Washington, herhangi bir olası anlaşmada İran’ın uranyum zenginleştirmemeyi taahhüt etmesi gerektiğini yinelemiş ve Tahran’dan gelen sert eleştiriler, taraflar arasındaki görüş ayrılığının hâlâ derin olduğunu göstermiştir.[8]

Öte yandan, ABD’nin Yemen’deki Husilerle vardığı anlaşma sınırlı düzeydedir ve İsrail’in söz konusu gruba ait hedeflere karşı sürdürdüğü operasyonları engellememiştir. ABD yönetiminin Hamas Hareketi ile 2025’in Mart ve Mayıs aylarında yaptığı iki görüşme ise Gazze Şeridi’ndeki İsrailli esirlerin durumunu ele almıştır. Hareket, ABD-İsrail vatandaşı bir askerin serbest bırakılmasını, Gazze’ye insani yardımın ulaşmasını kolaylaştırmaya yönelik bir “iyi niyet jesti” olarak açıkladı; ancak Trump’ın resmi konuşmalarında bu konuya değinilmedi.

Buna karşın, Trump yönetimi—İsrail’le gerilim işaretleri görülmesine rağmen—İsrail’e askeri desteğini sürdürmüştür. Ocak 2025’te, yaklaşık 24 bin saldırı tüfeğini kapsayan bir anlaşma değerlendirilmiş, ayrıca Dışişleri Bakanlığı Kongre’ye yaklaşık 8 milyar dolarlık mühimmat ve çeşitli füze anlaşmalarına onay verme niyetini bildirmiştir. Mart ayında ise Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ilave 4 milyar dolarlık sevkiyata onay vermek için “acil durum yetkilerini” devreye sokmuştur. “New York Times”ın aktardığına göre, yine Mart 2025’te “Washington Post”, yönetimin İsrail’e toplam değeri yaklaşık 12 milyar doları bulan büyük çaplı silah anlaşmalarını kabul ettiğini duyurmuştur.

Bütün bu gelişmeler, Trump yönetiminin bölge meselelerine yaklaşımındaki dönüşümün, ABD’nin İsrail’e yönelik politika sabitelerini değiştirmediğini göstermektedir. Aksine, bu durum, değişen bölgesel koşullara verilen geçici bir uyum hamlesi olup, ABD-İsrail ilişkilerinin stratejik yapısını korumaya devam etmektedir.

Suudi Arabistan–İsrail Normalleşmesi Dosyası ve “Program Değişikliği”

ABD–İsrail ilişkilerinin gergin olduğu ve Gazze’deki savaşın sürdüğü bir dönemde, Trump yönetiminin Orta Doğu’daki nüfuz araçlarını bölgesel değişkenlere uygun şekilde yeniden kurgulamaya çalıştığı gözlemlenmektedir. Daha önceki dönemlerde ABD politikası, Arap–İsrail normalleşme dosyasına—İsrail ile koordinasyon hâlinde—stratejik bir merkezî önem atfetmişti. Ancak Başkan Trump’ın son Körfez turu, normalleşme sürecini ilerletecek siyasi girişimlerin (özellikle Suudi Arabistan’la) eksikliği karşısında, giderek daha esnek ekonomik ve ticari araçların öne çıkarıldığını gösterdi. Nitekim Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde, Beyaz Saray’ın söz konusu açıklamasına göre, ABD ekonomisine 600 milyar dolarlık büyük bir Suudi yatırım taahhüdü ile sonuçlanan anlaşmalara odaklanıldı.

Bu yaklaşım, dış politikada “büyük hedeflere” dokunmaksızın uygulama araçlarını değiştirmeyi ifade eden “program değişikliği” kavramının somut bir örneğidir. Zira normalleşme dosyasının ziyaret gündeminden eksikliği, onun stratejik öncelikte gerilediğine değil, mevcut koşullardaki zorluklar nedeniyle geçici olarak ertelendiğine işaret etmektedir.

Bu değerlendirmeyi güçlendiren bir diğer gösterge, Başkan Trump’ın Mart 2025’te Reuters tarafından aktarılan açıklamasıdır. Trump, İbrahim Anlaşmaları’nı (Abraham Accords) överken, “birçok ülkenin” bu anlaşmalara katılmak istediğini belirterek,[9]  normalleşme sürecinin hâlâ canlı olduğunu, ancak resmî adımların geçici olarak askıya alındığını ortaya koymuştur.

Nitekim Suudi Arabistan–İsrail normalleşme dosyası, Başkan Donald Trump’ın ilk dönemi (2017–2021) boyunca ABD dış politikasında önemli bir yer tutmaktaydı. Özellikle 13 Ağustos 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasındaki “Barış Anlaşması”[10] ve bunu takip eden, 15 Eylül 2020’de BAE ve Bahreyn’in katılımıyla imzalanan “İbrahim Anlaşmaları”[11], ardından Aralık 2020’de Fas’ın[12], Ocak 2021’de ise Sudan’ın[13] bu sürece dahil olması, geleneksel “barış anlaşmaları”na kıyasla yeni bir aşamaya işaret ediyordu. Bu mutabakatlar, siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında kapsamlı ortaklıklar öngören; “ekonomik barış” fikriyle şekillenen ve “bölgesel istikrar”ı siyasi-ekonomik entegrasyon yoluyla sağlamayı hedefleyen bir Amerikan çerçevesi olarak öne çıktı.

Bu süreç, Joe Biden yönetimi (2021–2024) sırasında da çok taraflı işbirliği yaklaşımıyla devam etti. 2022’de BAE, İsrail, ABD ve Hindistan’ı bir araya getiren “I2U2” grubunun kuruluşu[14] ve İsrail’in yanı sıra BAE, Bahreyn, Fas ve Mısır’ın katılımıyla oluşturulan “Necef Forumu”[15] bu dönemdeki örnekler arasında yer aldı.

Ancak Gazze Savaşı’nın patlak vermesi, İsrail’in bölgesel ve uluslararası imajını zedeleyerek normalleşme projesinin diplomatik ve ekonomik cazibesini sınırladı. Bu gelişmeler, Washington’ı normalleşme sürecini geçici olarak askıya almaya yöneltti; böylelikle ABD, Körfez’de nüfuzunu sürdürmek amacıyla daha esnek ve düşük hassasiyetli araçlara—örneğin yatırım ve ticari anlaşmalara—öncelik verdi.

Özellikle Suudi Arabistan’la ilişkiler bakımından, ABD’nin artık normalleşmeyi nükleer işbirliğinin önkoşulu saymadığını açıklamasına rağmen, uranyum zenginleştirme meselesi henüz çözüme kavuşmuş değildir. İki taraf da “muhtemel” bir nükleer anlaşmayı görüşmeye devam ettiklerini duyurmakla yetinmiştir. ABD Enerji Bakanı Wright’a, bu görüşmelerin normalleşme süreciyle bağlantısı sorulduğunda “ilişkiler genellikle kapsamlı anlaşmalar üzerine kurulur” açıklamasını yapması, normalleşmenin ABD’nin genel Suudi Arabistan vizyonunda hâlen yer tutmaya devam ettiğine, ancak mevcut aşamada doğrudan gündemde bulunmadığına işaret etmektedir.

Tüm bu veriler ışığında, Başkan Trump’ın Körfez turu sırasında Gazze ve Suudi Arabistan–İsrail normalleşme dosyalarının geri planda kalması, savaşın getirdiği karmaşık bölgesel dinamikler ve ABD–İsrail arasındaki gerginlik gibi zorluklara yönelik “uyum değişikliği” ile “program değişikliği”nin iç içe geçmiş bir yansıması olarak okunabilir. Bölgedeki istikrarsızlık ortamında, Trump yönetimi yüksek siyasi maliyet doğurabilecek konularda doğrudan taraf olmak yerine, ekonomik ve ticari enstrümanlar yoluyla nüfuzunu korumayı tercih etmiştir.

Bu tutum, ABD dış politikasının metodolojisindeki bir dönüşümü göstermektedir: Bir yandan dosyaların öncelik sıralaması değişirken, öte yandan bu dosyalarla ilgilenilen araçlar da yeniden uyarlanmıştır. Gazze’deki savaş veya normalleşme gibi tartışmalı konuları ileriye taşımak yerine, Washington bunları—geri adım atmaksızın—daha uygun koşulların belireceği zamana kadar bekletmeye yönelmiştir. Bu bağlamda, “Trump zihniyeti” olarak tanımlanabilecek dış politika, ekonomik kazanımları stratejik bir nüfuz genişletme yolu olarak merkeze almakta; siyasi boyutu ise tamamen dışlamaktan ziyade, ekonomik ve yatırım odaklı önceden tasarlanmış çerçeveler içinde yeniden üretmeyi tercih etmektedir. Böylece, bölgesel güç dengelerindeki değişimler ve maliyet-fayda hesapları da göz önünde bulundurulmaktadır.


[1] Dr. Charles F. Hermann, dış politika ve karar alma alanında uzmanlaşmış bir profesördür. Uzun yıllardır dış politika, ulusal güvenlik ve kolektif karar alma konularında deneyime sahiptir ve bu alanlarda dokuz kitap ile yetmişten fazla akademik çalışma yayımlamıştır. Bu çalışmalar arasında özellikle, dış politikalardaki değişiklikleri olumsuz geri bildirim ışığında ele alan When Things Go Wrong (2012) kitabı öne çıkmaktadır. Ayrıca Princeton ve Ohio State üniversitelerinde önemli akademik ve idari görevler üstlenmiş; Henry Kissinger yönetimi altında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev yapmıştır. Bkz.: Charles Hermann, Professor Emeritus and Brent Scowcroft Chair Emeritus, The Bush School of Government and Public Service, Vitae- Google Scholar Profile, retrieved on May 23, 2025, from: https://n9.cl/5zf03

[2] Daha fazla ayrıntı için bkz.: Charles F. Hermann, “Changing Course: When Governments Choose to Redirect Foreign Policy,” International Studies Quarterly, Volume 34, Issue 1, March 1990, Pages 3–21.

[3] Parisa Hafezi, Iran, US task experts with framework for a nuclear deal after ‘progress’ in talks, Reuters, April 20, 2025. https://n9.cl/0cz4y

[4] Vivian Nereim, U.S. Revives Talks With Saudi Arabia on Transfer of Nuclear Technology, New York Times, April 13, 2025. https://n9.cl/1g1ex

[5] Pesha Magid, Exclusive: Under Trump, Saudi civil nuclear talks delinked from Israel recognition, sources say, Reuters, May 8, 2025. https://n9.cl/blod2

[6] Oman says it mediated ceasefire between US, Yemen’s Houthis, Reuters, May 6, 2025. https://n9.cl/z5zsmy

[7] What They Are Sayıng: Trillions in Great Deals Secured for America Thanks to President Trump, The White House, May 16, 2025. https://n9.cl/30v8pf

[8] Parisa Hafezi and John Irish, Iran faces U.S. without Plan B as nuclear red lines collide, Reuters, May 21, 2025. https://n9.cl/3x9mm

[9] Trump predicts more countries will be added to Abraham Accords, Reuters, March 24, 2025. https://n9.cl/aek68f

[10] “Joint Statement of the United States, the State of Israel, and the United Arab Emirates”, U.S. Embassy in Israel, U.S. Mission Israel, 13 August 2020. https://bit.ly/3DFiq2J

[11] Bkz.: The Abraham Accords: A Warm Peace Transforming the Middle EAST, embassy of the United Arab Emirates- Washington, DC, 15 September 2022. bit.ly/40qhby8; U.S Department of state, Abraham Accords Peace Agreement: Treaty of Peace, Diplomatic Relations and Full Normalization Between the United Arab Emirates and The State of Israel, 15 September 2020. bit.ly/3wUbVp0; U.S Department of state, Abraham Accords: Declaration of Peace, Cooperation, And Constructive Diplomatic and Friendly Relations, Announced by the State of Israel and the Kingdom of Bahrain on 15 September 2020. bit.ly/3Y76Y8f

[12] U.S Department of state, Joint Declaration, The Kingdom of Morocco, the United States of America and the State of Israel, 22 December 2020. bit.ly/3l6qp2u

[13] U.S Department of state, The Abraham Accords Declaration, Sudan, 2021.  bit.ly/3l5AtZF

[14] Bkz.: “I2U2: India, Israel, United Arab Emirates, United States”, U.S. Department of State, July 14, 2022. n9.cl/mdztx; “Joint Statement of the Leaders of India, Israel, United Arab Emirates, and the United States (I2U2)”, US Embassy and consulates in India, U.S. Mission India, (14 July, 2022).  bit.ly/3WAYlCo

[15] Daha fazla detay için bkz.: The Negev Forum, Regional Cooperation Framework, Adopted by the Steering Committee on November 10th, 2022; Secretary Antony J. Blinken Joint Press Statements at the Conclusion of the Negev Summit, REMARKS, Antony J. Blinken, Secretary of State, SDE BOKER, March 28, 2022.  bit.ly/3Y4Ovt8 ; The Negev Forum Working Groups and Regional Cooperation Framework, U.S Department of state, PRESS Statement, Antony J. Blinken, Secretary of State, January 10, 2023. bit.ly/3DBQgFT ; Negev Forum Steering Committee Joint Statement, U.S Department of state, Media Note, office of The Spokesperson, June 27, 2022. bit.ly/3HUtmMr

Not: Bu metn linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye uyarlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu