Analiz

Siyasi İstibdat Belası

İstibdat, insanlık tarihi boyunca toplumların mustarip oldukları hem eski hem de yeni bir sorundur. İstibdat, insanın her alanda kalkınmasının önünde gerçek bir engel oluşturmuştur. Siyasi istibdat başta Arap toplumlarında olmak üzere birçok toplumda görülmüştür. Bilimsel, ekonomik, siyasi ve ahlaki geri kalmışlık formlarında olsun, bunun temeli aynı zamanda insanlığın ilerleyişini, emeğin, yeniliklerin ve buluşların ortaya çıkmasını da önlemiştir. İstibdat, despot kuralları sebebiyle toplumsal hastalıkların çıkmasına, hali hazırda devam eden fakirlik ve geri kalmışlığın yayılmasına neden olmuştur. Burada, kendisini kimin yöneteceğini seçme hakkına sahip olan toplum iradesine bağlı olan yönetim ile özgürlük ve demokrasiden faydalanabilen halklar ve milletlerin hissedilebilir derecede bilimsel ve ekonomik bir ilerleme kazandıklarını görebiliriz. 

İstibdat Kavramı 

Yunanca “despotes” kelimesinden türeyen istibdat kavramı, o dönemde aile reisi, evin beyi veya kölesinin efendisi gibi anlamlara gelmekteydi. Bu kavram mutlak monarşinin bir formu olan siyaset alanına geçene kadar gelişme gösterdi. 

İstibdat, meşruiyet olmaksızın keyfi bir mutlak monarşi yönetimi anlamına gelmektedir. İstibdat hükümeti için, sınırı olmayan otoriter bir denetimle herhangi bir otoriter hükümetin belirli bir grubu yönettiği söylenebilir. Dolayısıyla despotik bir yönetici keyfi yetkiye sahip, egemenliği mutlak ve kendisine herhangi bir denetim uygulanmayan bir yöneticidir. Aynı istibdâdî anlama gelen köleleştirme, rastgele alıkoyma, egemenlik ve tahakküm gibi farklı kelimelerde kullanılmıştır. 

İstibdat tabiri çoğu zaman, her otoritenin meşruiyeti olmadığı, otoriteye itirazın olduğu ya da otoritenin hükmünü uygulama tarzını tanımlamak için geniş bir anlamda kullanılır. Bu söz devlet despotluğu, devrim despotluğu veya partilerin despotluğu için de geçerlidir. 

Otoriter bir devletin biçimleri çoktur. Örneğin; zafer veya veraset yoluyla iktidara gelmiş mutlak bir bireyin hükümdar olduğu devlet, yetkili değilse seçilmiş birey hükümeti, toplumun üzerinde baskıyla egemenlik kuran hükümet gibi. Ancak istibdadın en güçlü basamakları ve en yaygını tüm yetkileri elinde tutan mutlak birey hükümetidir. 

İstibdat Cehaleti Miras Bırakır

İnsan bilimle yükselir ve milletlerle yarışır, birçok alanda kalkınma sağlamış toplumların tümünün ilk adımı bilimsel programlarını geliştirmek, akademisyenlerini ve insani yetkinliklerini desteklemek olmuştur. Elbette bir insanın inşası için gerekli olan şey öncelikle gelişimsel değişim ve kapsamlı bir kalkınma için çabalamasıdır. Bu dinamik insan, mevcut durumu reddeder, yeni bir gelişime alışıncaya kadar onu değiştirmek için çabalar.
Ancak bu görüş, otoritesinde bir değişiklik olacağı korkusu taşıyan ve kurallarını koruyan despot bir yöneticiyle uyuşmaz. Böylece despot kişi, gerçeği anlayan ve toplumun iyiliğinin yalnızca despotizmden kurtulmak olduğunu bilen bilginlerden korkar. Bu yüzden bilimle uğraşan kişiler ve onları örnek alanlarla daima bir savaş ve düşmanlık içindedir. Eski bilgelerin de dediği gibi “İstibdat bütün fesadın temelidir”. 

Fakat despot kişilerin en çok korktukları şey El-Kevakibi’nin dediği gibi: “Teorik bilimler, zihin felsefesi, milletler hukuku, toplumların doğası, sivil siyaset, ayrıntılı tarih, edebi hitabet gibi nüfusları büyüten, zihinleri genişleten,  diğer tüm bilimler, insanın hangi hakları olduğu ve bunları nasıl elde edeceğini bilen hayat bilgisidir”.

Bilim adamlarının despot kişi için kendisinden bilgi, kültür ve fikir yönünden daha yüksek, insanların sahip oldukları haklar hakkında onları etkileme yeteneğine sahip birini gördüğü zaman psikolojik bir sorun teşkil ettiğidir. 

Buradan despotizm altına olan tüm ülkelerin siyasi işlerini yürütülmesinde ve bu ülkelerin kolaylıkla yönetilmesi amacıyla bilimsel geri kalmışlığa maruz kaldığını, bilim adamlarının ülkelerinden ayrıldıklarını, cehaletin arttığını ve okuma yazma seviyesinin düştüğünü görüyoruz. Bilim adamlarının ve bilimin desteklenmesi için ülke sermayesinden ödenek oluşturmaz. Kendi geleceği, hâkimiyeti ve otoritesi uğruna kalkınma ve gelişme ile ilgili herhangi bir projeye kibri ve şahsi menfaati sebebiyle sermaye sağlamaz.

İstatistiklere göre Asya’daki Arap ülkelerinde bilimsel araştırma ve gelişim için yapılan ortalama toplam harcama yalnızca %0,1 oranındayken tek başına İsrail’de ortalama harcama %4,6 ve %4,8 arasında değişmektedir. Yine Araplarda 1 milyon kişi başına sadece 373 araştırmacı varken İsrail’de 1 milyon kişi başına 5 bin araştırmacı bulunmaktadır. Büyük petrol serveti sahibi Arap ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan örneğinde ise Unesco kuruluşunun 2009 istatistiklerine göre 2006 yılında Suudi Arabistan’da 1 milyon kişi başına düşen araştırmacı sayısı 70’tir. Ancak 2009 yılında ise 1 milyon kişi başına düşen araştırmacı sayısı 47 olmuştur. 

Despotizm ile yönetilen ülkelerde bilimsel araştırmaya verilmeyen önem sebebiyle vatandaşlar bilimsel araştırmaya önem verilen ve kendilerine bu imkânlar sağlanan başka ülkelere göç etmektedirler ve bu cazip durum da beyin göçüyle sonuçlanmaktadır. 2009 yılına gelindiğinde Afrikalı araştırmacıların üçte birinin yurt dışında çalışmakta olduğu tahmin edilmektedir. 2008 yılında OECD’nin İngiltere tarafından yapılmış bir çalışmasının verilerine göre 20 milyon kişi göç etmiştir. Bu kuruluşa bağlı ülkelerde yaşan göçmenlerin sayısı 54 milyona ulaşmıştır ve onların yüksek becerilerinden faydalanılmaktadır. 

Bilimsel araştırmalara çokça destek veren ülkelere gelince, Avrupa’da İskandinav ülkeleri araştırma ve buluşlarda öne geçmiştir. Örneğin İsveç %4,27, Finlandiya %3,51, Danimarka %2,6 ve Polonya %0,59 oranında gayri safi milli hasılasını araştırma ve geliştirmeye harcamıştır. (bunlar en az oranlardır, yüzdelerin daha fazla olma ihtimali vardır)

Bilimsel araştırma için Avrupa Birliği bütçesi 2002 – 2006 yılları arasında 17,5 milyon Euro’ya ulaşmıştır. 20 yıl içinde Avrupa Birliği'nin toplam bütçesinin %3,9’unu oluşturmaktadır. Bilimsel araştırma için Avrupa Birliği'nde son 20 yılda %366 oranında finansman iki katına çıkmıştır. Çin’de ise bilimsel araştırma için ayrılan toplam ulusal harcamalar %2,5 oranında yükselmiştir. Bilimsel araştırmalar için ayrılan Çin bütçesi 136 milyar dolara ulaşmıştır.  

İstibdattan Miras Kalan Yoksulluk

Despot yönetici ülkenin tüm ekonomik kaynaklarını ve zenginliklerini elinde tutup kontrol eder. Kendi çıkarları için bu yöneticiyi ve yönetimini destekleyenler onun hizmeti boyunduruğu altında çalışır, bu sebeple despotizmle yönetilen bir ülkenin servetleri olsa veya zengin olsa bile halk bunlardan faydalanamaz, fakirlik ve geri kalmışlık devam eder. 

Dünyada önemli büyük güçler oluşturan Arap dünyası, doğası, zenginliği ve stratejik konumu sayesinde birçok doğal zenginliğe sahiptir, bu sebeple Arap dünyası doğası, konumu ve zenginliklerinden yararlanmak uğruna rekabet edilen ve yarışılan bir durumdadır. Ancak buna rağmen istibdat, bu ülkelerde büyük bir ekonomik geri kalmışlık bırakmıştır. 

Kahire Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 2006 yılı için stratejik ve ekonomik eğilimlere göre yayınladığı raporda, Arap dünyası uluslararası tarım ithalatının toplam değerinin yaklaşık %15,5’e eşdeğer 8,2 milyar dolar değerinde tahıl ithalatı yaptığı tespit edilmiştir. Aynı zamanda 32 milyar dolar tahıl ürünü, 26,2 milyar dolar gıda ürünü ithal etmiştir. Arap ülkeleri dünya topraklarının yüzde 5,1’ini oluşturmalarına rağmen ekilebilen toprakları 57,3 milyon hektarlık bir alana sahiptir. Dünyadaki ekili alanlar yaklaşık 136,4 milyon dönümdür, yani bu da %4,1’lik bir alana denk gelmektedir. Arap ülkeleri de en çok tahıl ihracatı yapanlardan biridir. 

Bu zorlu ekonomik durumlar kendi ülkelerinde adalet bulamayan yetişmiş eleman ve iş gücünün ülke dışına göç etmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda bilim merkezleri ve üniversitelerdeki araştırmacılara yeterli hizmet verilememiştir, gelişmiş bilim laboratuvarları ve yeterli kütüphaneler de mevcut değildir. Ancak devletteki bu acımasız kayırma, örneğin sadece yöneticiye yakın olanlar için verilen burslar ve görevler, halkta mevcut olan nitelikli insanları mahrum bırakmaktadır. Bilim adamlarının yeteneklerini ve kendilerini kanıtlamaları için oluşturulabilecek bir fırsat olması amacıyla açılması gereken bilimsel araştırma merkezleri için ayrılan gerçek ve ciddi bir harcama yoktur. Bütün bunlar zihinlerin ve yetkinliklerin göç etmesine ve ülkelerinden ayrılmasına sebep olur.

Uluslararası çalışmalar çoğu göç unsurunun zihinsel kapasiteye sahip yetenekler olduğunu ve tüm bilimsel bilgileri içerdiğini göstermiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun yayınladığı 3017 numaralı 18.12.1972 tarihli kararında belirtildiği üzere göç olgusu sebebiyle oluşan geri kalmışlık, gelişmekte olan ülkeler tarafından şikâyet edilmektedir. Arap Parlamentosu Dergisi her yıl 8 Arap ülkesinden kariyer sahibi uzman, mühendis, doktor ve bilim adamı dâhil olmak üzere 100.000 kişilik Arap dünyasından dışarı çıkan göçmen nüfusa işaret etmektedir. Kapitalist ülkelere uzmanlık amacıyla giden bilim adamlarının %70’i ülkelerine geri dönmemektedirler.

1977 yılından bu yana Amerika Birleşik Devletleri’ne 750.000’den fazla bilim insanı göç etmiştir. Doktorların %50’si, mühendislerin %23’ü, bilim adamlarının %15’i Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’ya göç etmiş nitelik ve yetkinlik sahibi kişilerdir. İngiltere’deki toplam doktor sayısının yaklaşık %34’ünü Arap doktorlar oluşturmaktadır. Ayrıca yurt dışında okuyan öğrencilerin %54’ü eğitimlerinden sonra ülkelerine dönmemektedirler. 

Şiddet ve Terör Yoluyla İstibdat

İnsan ruhu baskı ve zulmü reddeder, doğası gereği özgürlük ve açılımlara uyumluluğa meyillidir. Bu sebeple zorunlu bir yöneticinin hükmü ve özgürlüklere el koyma baskısından kurtulmak için despotizm ile yönetilen halklar kendileriyle çekişirler. Siyasi istibdat nedeniyle iç yüzünü süsleyip saklayan ahlaki düşüşün yanı sıra çeşitli toplumsal ve psikolojik sorunlar da ortaya çıkar. Buna ek olarak özgürlüklerin kısıtlanması, baskı ve gerginlikler sonucu insan ruhunda da istibdat oluşur. Demokratik yöntemlerin yok olduğu toplumlarda insanlar teröre karşı hazır olmak için, kendi görüşlerini açıklamak, geleceklerini belirlemek ve kendilerini çeşitli yollarla ifade etmek isterler.

Ancak gelişmişliğe, finansal zenginliğe ve demokratik bir ortama sahip toplumlarda terör sorununun olmayacağı kesin değildir . Terör sorunu modern zamanın siyasi düzensizlik olgularından biri olmuştur. Bu durum 18. Yüzyılın sonlarında 10.03.1793 – 27.07.1794 tarihleri arasında Fransız Devrimi sırasında “Terör Dönemi” ismiyle bilinen süreç içerisinde dönemin yöneticilerinin geniş boyutta uygulamış oldukları siyasi şiddet ile açıkça görülmüştür. 

KAYNAKÇA

Eyüp, Halil Sami, Siyasi Despotizm ve Bilimsel Geri Kalmışlık Arasındaki Anlaşmazlık İlişkisi, Mutemeddin Diyalog, Mutemeddin Diyalog Kurumu, Mısır, Sayı: 3564, 02.12.2011

Unesco Bilim Raporu 2010, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü  resmi web sitesi, Unesco Yayınları

El-Harisi, Fahad, Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Krizi, Asbar Medya ve Araştırma Çalışmaları Merkezi, Riyad, Suudi Arabistan, 29 Ekim 2011

Zibyan, Sami, Toplumsal, Ekonomik ve Siyasi Terimler Sözlüğü, Riyad El-Rayyes Kitap ve Basım, Beyrut, 1 Ekim 1990

El-Dubeybi, Yahya Terörizm ve Siyasi Despotizm Arasındaki İlişki, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi Basım ve Yayın Kurumu, Taiz, Yemen, Sayı 21377, Temmuz 2012

El-Kawakibi, Abdurrahman, Despotizmin Doğası ve Köleliğe Karşı Mücadele, Beyrut, Cilt 1, 2006

Arap Parlamentosu Dergisi, Sayı 82, Aralık 2001 

El-Neccar, Ahmed, 2006 Yılı Stratejik ve İktisadi Eğilimler Raporu, Kahire Stratejik Araştırmalar Merkezi, Sayı 148, Nisan, 2007

El-Hezayime, Muhammed ve diğerleri, İslam ve Dönemin Meseleleri, Emvac Basım, Yayın ve Dağıtım, Amman, 1. Baskı, 2013

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü tarafından 2010 yılında yayınlanmıştır. Paris, Fransa, © UNESCO 2010, SBN: 978-92-3-104132-7,UNESCO Publishing: www.unesco.org/publishing;publishing.promotion@unesco.org  DB basım tarafından Belçika’da basılmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu