Sde Teiman: Soykırım işgal hapishanelerinde de devam ediyor
Kerim Kurt[1]
İşgalci İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistin halkına yönelik soykırımının boyutları her geçen gün katlanıyor. İşgalci İsrail’in katliamlar yapmak, insanları aç ve susuz bırakmak, sağlık sektörünü tarumar etmek ve tekrar tekrar güç kullanarak insanları yerinden etmek gibi açıkça yapıp canlı olarak yayınladığı eylemleri olduğu gibi, gözlerden uzak yaptığı başka eylemler de var. Bunlardan en önemlisi İsrail gözaltı merkezlerinde ve hapishanelerinde Gazzeli esirlere karşı yapılanlardır.
Gazze Şeridi’ndeki bazı esirlerin serbest bırakılmasıyla, Gazzeli esirlerin maruz kaldığı işkence, psikolojik ve fiziksel şiddet, temel haklardan mahrum bırakma vb. kanuna aykırı eylemlere ilişkin ifadeler ortaya çıkmaya başladı -tabii bütün bu ifadelerin, esirlerin hapishanelerde çektikleri acının sadece küçük bir kısmını yansıttığını burada belirtmek gerekir-. Bu çerçevede Gazzeli esirlerin İsrail hapishanelerinde maruz kaldıkları durumları belgeleyen haberler gündeme gelmeye başladı.
Her ne kadar İsrail hapishanelerindeki Filistinli esirlerin koşulları 7 Ekim 2023’ten sonra bir bütün olarak kötüleşmiş olsa da, özellikle Gazze Şeridi’nden gelen esirlerin yaşadıkları, İsrail hapishanelerindeki diğer Filistinli esirlerin yaşadıklarını kat be kat aşıyor. Bu durum, Filistinlilerin maruz kaldıkları koşullar ve ihlaller, işgalci devletin esirlere nasıl bir yasal çerçeve ile muamele ettiği ve işgalci devletin bu şiddeti, cezaları ve vahşi muameleleri uygulamasını mümkün kılan sebepler hakkında birtakım soruları gündeme getiriyor.
Sde Teiman bir örnek
Gazze Şeridi’ndeki soykırım savaşının başından beri, Sde Teiman isimli tesis Gazzeli esirlerin tutulduğu kötü şöhretli bir gözaltı merkezi olarak biliniyor. Bu gözaltı merkezi aslında işgal ordusuna ait askeri bir üs olup içinde bir dizi birlik, komutanlık ve tugay bulunmaktadır. İşgalci devlet burayı İngiliz Mandası’ndan devraldı ve 1950’li yıllarda askeri üs olarak kullanmaya devam etti. O dönemde Yemenli Yahudilerin getirilip bölgeye yerleştirilme sürecinde kullanıldığı için buraya Yemen bölgesi anlamına gelen “Sde Teiman” adı verildi.
İşgal ordusu, 2008/2009 saldırılarından bu yana burayı Gazzeli esirler için gözaltı merkezi olarak kullanmaya başladı. İşgal ordusu, bu yeri, işgal güçlerinin Gazze Şeridi’ne düzenlediği kara harekâtı sırasında tutuklanan Gazzelilere tahsis eden bir karar yayınladı. Bu durum 2014 yılında tekrar etti. Haaretz gazetesinin yayınladığı bir habere göre işgal güçlerinin Gazze Şeridi’ne düzenledikleri kara operasyonu sırasında 270 Filistinli tutuklanarak Sde Teiman merkezine konuldu.
Gazze Şeridi’nde soykırım savaşının başlamasıyla birlikte İsrail Savaş Bakanı, “Sde Teiman”, “Ofer” ve “Anatot” isimli tesislerin Gazzeli esirlerin tutulacağı gözaltı merkezleri olarak kullanılmasını öngören askeri bir karar yayınladı. Üç tesis arasında en öne çıkan ve en kötü şöhrete sahip olan tesis ise Sde Teiman oldu. İki bölümden oluşan tesisin bir kısmında esirler tutuluyor, diğer kısmı ise yaralıların tedavi edildiği bir sahra hastanesi olarak kullanılıyor. Gazze Şeridi’ndeki soykırım savaşının başlangıcından bu yana gerek gözaltı kısmında gerekse hastanede esirlerin maruz kaldığı trajik koşullar ve işkenceler hakkında pek çok ifade ortaya çıktı.
Bu yerin dünya çapındaki kötü şöhretinin sonucunda, mayıs ayı sonlarında İsrail’deki beş insan hakları örgütü, İsrail Yüksek Mahkemesi’ne tesisin kapatılması talebiyle başvurdu. Söz konusu talep, orada tutuklu bulunan esirlerin ya da orada çalışan İsrailli sağlık ekiplerinin yapılan işkencelere ilişkin verdikleri ifadelerin yarattığı kaosun ardından geldi. ABD merkezli haber ağı CNN, 11 Mayıs’ta yayınladığı bir haberde, gözaltı merkezinde çalışan hemşire ve sağlık görevlilerinin oradaki esirlerin maruz kaldığı trajik koşullara ilişkin ifadelerine yer verdi. İşgalci İsrail makamları, kurumların taleplerine yanıt olarak, burada tutulan esirleri diğer hapishanelere, özellikle de Ofer Hapishanesi’ne dağıtmayı planladıklarını belirtti. Ayrıca serbest bırakılma ya da başka hapishanelere nakledilme kararı çıkmadan önce Gazzeli esirlere yönelik ilk muayene ve gözaltı merkezi olarak kullanılan Sde Teiman’daki tutukluluk koşullarını iyileştireceklerini ifade ettiler.
Geçtiğimiz 29 Temmuz’da Sde Teiman tesisinde yaşanan olay, Gazze Şeridi esirlerinin İsrail gözaltı merkezlerinde, özellikle de Sde Teiman tesisinde maruz kaldığı genel ihlalleri gün yüzüne çıkardı. İsrail askeri polis birimi, Gazzeli bir mahkûma yönelik cinsel saldırı ve toplu tecavüz haberlerinin ardından bir grup askeri tutuklamak için kampa gitti. Daha sonra yüzlerce İsrailli aşırı sağcı taraftarın askerlerin sorgulanmasını engellemek için tesise ve ardından sorgulamaların yapıldığı Beyt Lid üssüne baskın yapmasıyla olaylar farklı bir yöne kaydı. Daha öncesinde İbranice yayın yapan Haaretz gazetesi, bir mahkûmun toplu tecavüze maruz kaldığı ve bu durumun ağır kanamaya ve ciddi yaralanmalara yol açarak ayakta durma ve hareket etme kabiliyetini kaybetmesine neden olduğuna ilişkin bir haber yayınlamış ve bu durum askerlerin soruşturulmasına zemin hazırlamıştı.
Her ne kadar Sde Teiman gözaltı merkezi şu anda dünya çapında en kötü şöhrete sahip İsrail gözaltı merkezi olsa da, bu tesis işkence, kötü muamele, tecavüz ve cinsel saldırıya maruz kalan ve en temel haklardan mahrum bırakılan Gazzeli esirlerin tutulduğu diğer merkezlerin sadece bir örneği. Filistin Esir ve Eski Mahkum İşleri Heyeti Avukatı Halid Mehacine, Ofer Hapishanesi’nin iki bölümden oluştuğunu belirtiyor. Bunlardan biri “cehennem” diğeri ise “cahîm” olarak adlandırılıyor. Bu bölümler, Sde Teiman tesisinden getirilen Gazzeli esirlere yönelik işkenceler için ayrılmış yerler. İşkence, ceza ve yemek, giysi ve temizlik gibi en temel haklardan mahrum bırakılma açısından buradaki esirlerin durumları son derece kötü.
Söz konusu gözaltı merkezlerini ziyaret edebilen Mehacine’ye göre Ofer’in bu kötü şöhreti yine de Sde Teiman gözaltı merkezinin kötü şöhretini gölgede bırakmıyor. Zira acımasız işkence ve cinsel saldırılara ilişkin korkunç ifadelerin çoğu Sde Teiman’dan geliyor. Bu noktada sadece geçtiğimiz haziran ayı sonuna kadar işgal hapishanelerinde şehit olan 54 esirden 36’sının Sde Teiman’dan olduğunu söylememiz yeterli olacaktır.
Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı (EMHRN) vb. uluslararası insan hakları merkezleri tarafından belgelenen Sde Teiman gözaltı merkezindeki işkence ve ileri boyuttaki ihlallere ilişkin ifadelerin yarattığı uluslararası sansasyonla birlikte, aydınlar, medya mensupları ve insan hakları aktivistleri de dahil olmak üzere işgalci İsrail makamları, bu ve diğer gözaltı merkezlerindeki olayları bireysel olaylar olarak ve işgal ordusundaki belirli birimlerle ilişkili olarak değerlendirme ya da hukuki ve “ahlaki” açıdan tartışmalı bazı teknik prosedürler olarak görme eğilimindeler. Bu bağlamda İsrail askeri polisi, Sde Teiman’daki Filistinli esire tecavüz etmekle suçlanan İsrail askerlerini tutuklayıp onları soruşturmaya alma girişiminde bulundu. İsrail’in askerlerini soruşturmaya yönelik bu yaklaşımı ve girişimi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bu askerler hakkında tutuklama kararı çıkaracağı korkusundan kaynaklanıyor. Bu yüzden işgalci devlet kanuni ve hukuki görevlerini yerine getiriyormuş gibi görünmeye çalışıyor.
Cinsel işkence sistematik bir politika
Şimdiye kadar işgalci devletin askerleri ve hapishane gardiyanları, Gazze Şeridi esirlerine çeşitli işkenceler yapıp onları temel haklarından mahrum ederek taciz ve aşağılamalara maruz bıraktılar. Ancak bu suçlara ilişkin eski esirlerin verdiği ifadelerin çoğuna her zaman eşlik eden bir kısım vardı; cinsel işkence. Yani Sde Teiman tesisindeki esire tecavüz edilmesi olayı istisnai bir olay değil. Nitekim serbest bırakılan esirlerin ifadeleri, cinsel işkencenin hem erkek hem de kadın Gazzeli esirlere karşı uygulanan sistematik bir politika olduğunu gösteriyor. Bu politika gözaltına alındıkları andan itibaren başlıyor. İşgal askerleri, Gazzeli esirleri neredeyse tamamen -hatta bazen tamamen- çıplak kalmaya zorluyor ve bunun ardından gözaltı merkezlerinde cinsel işkence politikasına devam ediyorlar.
Esirlere yönelik cinsel işkenceler yeni esirlerin çıplak bir şekilde aranmasıyla başlıyor. İşgal hapishanelerinde her zaman bu politika izlenmekle birlikte bu sefer durum, esirlerin birbirlerinin yanında çıplak bir şekilde aranması ve kadınların işgal askerlerinin önünde çıplak kalmaya zorlanarak onurlarının hiçe sayılması noktasına ulaştı. Örneğin 64 yaşındaki Gazzeli kadın bir mahkûm, kadın askerlerin kadın esirleri İsrailli erkek askerlerin önünde çıplak bir şekilde aradıklarını anlatıyor. İş bununla da kalmıyor. Gazze Şeridi esirleri çeşitli ağır türde cinsel şiddete ve tecavüze maruz kaldı. Acımasızca yapılan fiziksel işkencelerin eşlik ettiği cinsel saldırılar sonucunda çok sayıda esir şehit oldu.
Filistin Esir ve Eski Mahkum İşleri Heyeti Avukatı Halid Mehacine’nin gerek Sde Teiman gerekse Ofer Hapishanesi’nde Gazzeli esirlere yönelik sınırlı ziyaretlerinde işittiklerine göre, vahşi yöntemlerle esirlere yapılan tecavüz ve cinsel işkenceler, bazılarının hayatını kaybetmesine ya da ciddi şekilde yaralanmasına yol açıyor. Avukat Mehacine’ye göre işgalci askerler esirlere tecavüz edip onları diğer esirlerin gözü önünde cinsel olarak istismar etti. İşgalci askerler yangın söndürme hortumunu açıp bir esirin makatına soktu. Bir başka esir de diğer esirlerin gözü önünde, hassas bölgelerine elektrik verilerek çıplak bir şekilde işkenceye maruz bırakıldı. Diğer esirler, işgalci askerlerin kendilerini metal aletlerin üzerine oturmaya zorladıklarını ve bu aletlerin makatlarında ciddi yaralanmalara ve yoğun kanamalara neden olduğunu belirttiler.
İşgalci devletin Gazzeli esirlere karşı işlediği suçlar, serbest bırakılan her esir grubuyla veya her avukatın esir ziyaretiyle ortaya çıkmaya devam ediyor. Başta Gazzeli esirlere uygulanan cinsel işkenceler olmak üzere pek çok gerçeğin zamanla ortaya çıkacağı aşikâr. Bununla birlikte cinsel işkence ve tecavüz konusu Filistinli Arap toplumu açısından oldukça hassas bir konu olduğundan, mağdurlarda yarattığı utanç duygusu nedeniyle bu olayla ilgili birçok ifadenin üstü kapanabilir.
Ancak bu meselenin ciddi derecede önem kazanması, bunun belgelenmesi ve bu konuda soruşturma heyetlerinin oluşturulup uluslararası mahkemelerde işgalci devlete karşı dava açılması için çalışmalar yapılması önemli. Zira Gazze Şeridi’ne karşı işlediği suçları meşrulaştırmaya çalışan işgalci devletin en önemli yalanlarından biri, 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı sırasında cinsel saldırılarda bulunulduğu yalanıdır. Bazı uluslararası örgüt ve kurumların hâlâ bu yalanda ısrar etmesi bir yana, birçok uluslararası gazete konuyla ilgili araştırmalar yapıp bu yalanı çürütmüşken, esas işgal hapishanelerinde cinsel şiddet suçlarını ortaya çıkaran tüm ifadelere karşı küresel çapta insan hakları örgütlerinde bir sessizlik ve kayıtsızlık hâkim.
İstisna hali
İsrail işgal makamları, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri “Yasa Dışı Savaşçılar Yasası” uyarınca gözaltına alıyor. Bu yasa, İsrail parlamentosu (Knesset) tarafından 2002 yılında, Lübnanlı esirlerin herhangi bir suçlama olmaksızın gözaltında tutulmasını sürdürmek amacıyla çıkarılmıştı. Burada amaç, bu esirleri Lübnan direnişi ile yapılacak olası bir takas anlaşmasında pazarlık kozu olarak kullanmaktı. Bu yasa, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin 2000 yılında, Lübnanlı esirlerin pazarlık unsuru olarak idari gözaltında tutulmasının yasak olduğuna hükmetmesinin ardından çıkarılmıştı.
Bu yasaya göre yasa dışı savaşçı, “İsrail devletine karşı doğrudan ya da dolaylı olarak düşmanca eylemlere katılan ya da İsrail devletine karşı düşmanca eylemler yürüten bir güce mensup olan ve savaş esirlerine yapılacak muameleye ilişkin 1949 tarihli Üçüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 4. maddesinde belirtildiği şekilde uluslararası insan hakları sisteminde savaş esirleri için geçerli olan şartlara uygun olmayan kişi” olarak tanımlanmaktadır. Yasa, söz konusu gücün İsrail devletine yönelik düşmanca operasyonları sona ermediği ve aksi kanıtlanmadığı sürece, kişinin serbest bırakılmasının devletin güvenliğine zarar vereceğini varsayıyor.
Yine bu yasaya göre savaş esirlerinin sınıflandırılmasındaki kriter, onların düzenli bir devlet ordusuna bağlı olmasıdır. Bu yüzden aslında direnişçiler veya Filistinli esirler savaş esiri kapsamına girmiyor. Bu da işgal makamlarının kendi çıkardıkları yasaya bile riayet etmediklerini göstermektedir.
İşgal yetkilileri, en son 13 Ekim 2023’te, yani Gazze’de savaşın başlamasından birkaç gün sonra bu yasada değişiklikler yaptı. Bu değişiklikler kapsamında gözaltı işlemlerinin onay sürelerinde artışa gidildi. Örneğin, tutukluluk kararı çıkarmak için tanınan süre 7 günden 21 güne uzatıldı. Bu da ilgili kişinin hakkında tutukluluk kararı çıkarılmadan bu süre boyunca gözaltında tutulabileceği anlamına geliyor. Gözaltı kararının gözden geçirilmesi için tanınan süre de 14 günden 30 güne çıkarıldı. Buna göre kişi bir ay geçmeden tutukluluğuna itiraz edemiyor.
Ne var ki, Gazzelilerin gözaltına alınmasının bu yasayla hiçbir ilgisi yok. İsrail’in iddiasına göre, gözaltına alınanlar Kassam Tugayları’nın “seçkin” savaşçılarından. Bu iddia, 7 Ekim’den bu yana yapılan tüm gözaltılarda kullanıldı. “Seçkin” terimi İsrail söyleminde en kötü grup için yani sözde bebeklere tecavüz eden, öldüren ve onları yakanlar için kullanılıyor. Bu gruba girenler herhangi bir insani örf veya yasanın dışında kabul ediliyor. Ancak, gözaltına alınanların direnişle ilgisi olduğuna dair herhangi bir kanıt yok. Belgeyle kanıtlanmış birçok gözaltı vakasında, gözaltına alınanların yaşlılar, çocuklar ve kadınlar gibi savunmasız sivillerden oluştukları, bu kişilerin barınma merkezleri ve hastanelerden alındıkları ve aralarında sağlık çalışanları ve gazetecilerin de bulunduğu görüldü.
Öte yandan Gazzeli esirlerin maruz kaldığı işkenceler, ihlaller ve aşağılamalar da yine aynı yasanın ihlal edildiğini gösteriyor. Zira yasanın 10. maddesinde “tutuklunun sağlığına veya onuruna zarar vermeyecek uygun koşullarda gözaltında tutulacağı” hükmü yer alıyor. Ancak işgalci devletin gözaltı merkezlerinde tam tersi bir durum söz konusu. Dolayısıyla ilgili yasanın kendisi de dahil olmak üzere mevcut durum tamamen yasal çerçevenin dışında kalıyor.
Bu nedenle, Gazzeli esirlere uygulanan fiziksel, psikolojik ve cinsel işkence ya da aç bırakma ve öldürme gibi zulümler, İsrail’in sömürgeci yasa sistemleriyle anlaşılabilecek şeyler değildir. İsrail Savaş Bakanı Yoav Gallant’ın Gazzelileri “insansı hayvanlar” olarak nitelendirmesine bakmak bu durumu anlamak için iyi bir başlangıç olabilir. Nitekim gelişigüzel bir şekilde söylenmiş bu ifade öfke anında sarfedilmiş rastgele bir ifade gibi görünse de, aslında bu özellikle Gazze Şeridi’nde Filistinliler için -Giorgio Agamben’in deyimiyle- bir “istisna hali” yaratan sömürgeci hukuki düzene işaret ediyor. Bu düzene göre İsrail’in egemen güç olarak kimin yasal çerçeve içinde (bu uluslararası insancıl hukuku da kapsıyor; mesela İsrail yasaları, yasadışı savaşçıyı uluslararası insan hakları sistemindeki savaş esirleri için geçerli olan koşullardan ayrı tutuyor) ve kimin bu çerçeve dışında, yani “istisna hali” içinde olduğunu belirleme yetkisi oluyor. Burada “istisna hali” terimi, kısaca söyleyecek olursak hukuki düzenin askıya alınması anlamına gelmektedir.
Bu istisna hali içinde insan, homo sacer, yani dokunulabilir veya dışlanmış bir insan olur. Bu insan herhangi bir hukuki, ahlaki ya da dini bağlamın içinde değerlendirilmez. Dokunulabilir bir hayat yaşayıp hiçbir siyasi ya da toplumsal varoluşu olmayan, sadece biyolojik olarak varlığını sürdüren biri olur ya da Gallant’ın ifadesiyle “insansı hayvanlar” olarak tanımlanır. Bu kişilere zarar vermek hukuki veya ahlaki bir yaptırım gerektirmez. Dolayısıyla Gazze Şeridi esirlerine soruşturma ve bilgi edinme amacıyla değil, sırf intikam, eğlence ve kin sebebiyle işkence yapılıyor. Pek çok esir herhangi bir suçlamaya muhatap tutulmaksızın türlü türlü işkencelere maruz kalıp haftalar veya aylar sonra serbest bırakılıyor. İş, işgal askerlerinin intikam arzularını tatmin etmenin de ötesine geçerek işgal halkını tatmin etmeye gidiyor. EMHRN’nin belgelediği esir ifadelerine göre, işgal güçleri İsrailli yerleşimcileri gruplar halinde esirlerin yanına getirerek onların çıplak bir şekilde elektrik şoku gibi maruz kaldıkları işkenceleri ve aşağılamaları izlettiler.
Sonuç
Şu anda sorulabilecek soru, işgal devletinin Gazze esirlerine nasıl bu şekilde muamele edebildiğidir? Bu bağlamda, Gazze esirlerine karşı işlenen suçların, işgalci devletin Gazze Şeridi’nde son 10 aydır yürüttüğü soykırım suçunun ayrılmaz bir parçası olarak ele alınması önemlidir. Bu doğrultuda işgal devletinin soykırımı sürdürme gücü, bu soykırımdan doğan tüm suçların temelidir. Bu güç pek çok nedene bağlıdır. Burada yaşlı bir Gazzelinin evinin enkazı önünde otururken bir gazeteciye halini sorduğunda basit birkaç kelimeyle verdiği yanıt bu nedenlerin bir özeti niteliğindedir. Gazeteci ona “Nasılsın?” diye sorduğunda, yaşlı adam şöyle cevap veriyor:
“Birinin karnına bıçak saplamışlar, ‘Ah sırtım!’ diye bağırmış. Ona ‘Karnını kastediyorsun herhalde’ demişler. O ise tekrar ‘Ah sırtım!’ diye bağırmış. Ona, ‘Bıçak karnına saplandı, neden sırtım diye bağırıyorsun?’ diye sormuşlar. O da ‘Bir sırtım [destekçim] olsaydı, karnımdan bıçaklanmazdım’ diye cevap vermiş.”
Burada söylenmek istenen şu ki, dünya ve Arap ülkeleri, işgalci İsrail’in yaptığı soykırıma gözlerini kapatıyor. Arap ülkeleri bu suçu engellemek için ciddi tepkiler göstermiyor. Bu da işgal devletine Filistin halkına karşı, özellikle de Gazze Şeridi’ndeki insanlara karşı işlediği suçları derinleştirme olanağı sağlıyor. Bu bağlamda, işgal devletinin kendisi de bir “istisna halini” temsil etmektedir. Zira ne uluslararası yasalara uymaktadır ne de işlediği suçlar nedeniyle cezalandırılmaktadır. ABD ve müttefikleri tarafından siyasi olarak korunmakta, mali, askeri ve medya desteği görmektedir. Buna karşın da Arap ve İslam dünyası tamamen pasif kalmaktadır. İşgal devleti kendisini kanun üstü bir konuma koyan bu statüye sahip oldukça işlenen suçlar, katliamlar ve soykırım da devam edecektir.
[1] Yabous Danışmanlık ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Araştırmacı, Ramallah.