İsrail’in Mısır Ordusuna Karşı Söylemi: Bağlamlar ve Anlamlar

Kerim Kurt
Son zamanlarda İsrail’de, Mısır’ı eleştiren ve Mısır ordusunun son yıllarda güçlenmesini bir tehdit olarak gören sesler giderek yükseliyor. Bazı kesimler, Mısır’ın Sina’daki barış anlaşmasını ihlal ettiğini öne sürerken, bu konu aslında uzun yıllardır İsrailli isimler tarafından tartışılıyordu. Ancak, İsrail’de Mısır ordusuna yönelik söylem özellikle 7 Ekim 2023’te gerçekleşen “Aksa Tufanı” operasyonu ve ardından Gazze’ye yönelik yürütülen soykırım savaşı sonrasında sertleşti. Dikkat çeken bir diğer nokta ise, bu söylemin artık medya ve akademik çevrelerin ötesine geçerek doğrudan siyasete taşınmasıdır. Nitekim bazı İsrailli politikacılar, Mısır ordusunun güçlenmesini açıkça bir tehdit olarak değerlendirmeye başladı.
Bu noktada, söz konusu söylemin özellikle Mısır ordusuna odaklandığını belirtmek gerekir. Yani İsrail’in sertleşen söylemi Mısır’daki yönetimi veya devleti doğrudan hedef almaktan ziyade, Mısır’ın askeri kapasitesine yönelmektedir. Bu durum, bölgedeki stratejik dengelerde yaşanan dönüşümler ve İsrail’in, ABD’nin sınırsız desteğiyle yürüttüğü 15 aylık savaşın ardından kazandığı askeri ve siyasi avantajlarla doğrudan ilişkilidir. Bu avantajlar arasında, direniş ekseninin zayıflatılması ve bazı bölgesel gelişmelerin İsrail’in lehine şekillenmesi yer almaktadır. Örneğin, Suriye’deki Esad rejiminin zayıflaması, İsrail açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
Bu makale, İsrail’de Mısır ordusu ve askeri gücü üzerine yürütülen tartışmaların bağlamını, arka planını ve olası sonuçlarını analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Mısır Ordusu ve Bölgedeki Güç Dengesi
İsrailliler, genel olarak, “Orta Doğu’daki güç dengesi” ve bu bölgedeki orduların güç sıralamaları konusunda belirgin bir ilgi göstermektedirler. Global Fire Power gibi dünya genelindeki orduların güçlerini izleyen kurumlar, 2000’lerin başından itibaren İsrail ordusunun dünya sıralamasında gerilediğini ve bununla birlikte bölgedeki bazı orduların, çeşitli güç ölçütlerinde İsrail ordusunu geçtiğini belirtiyorlar. Özellikle 2018’den itibaren, İsrail işgal ordusu dünya sıralamasında 17. sıraya yerleşmiş ve bölgesel olarak ise 5. sıraya düşmüştür; diğer taraftan dünya sıralamasında Türkiye 9., Mısır 12., İran 14. ve Pakistan ise 15. sırada yer almıştır. Bu sıralama, sonraki yıllarda İsrail’in 17-18. sırada kalmaya devam etmesiyle pekişmiş, buna karşılık diğer bölgesel güçlerin artan gücüyle birlikte, İsrail bölgesel sıralamada Türkiye, Pakistan, İran ve Mısır’ın ardından 5. sırada kalmıştır.
Sıralamanın içeriği, doğruluğu ve savaş alanındaki yansımasına bakılmaksızın ve İsrail’in bölgedeki diğer ülkelerden farklı olarak sahip olduğu niteliksel üstünlük, toplam güç unsurları, siyasi, askeri ve finansal Batı desteği hesaba katılmadan bu sonuçlar İsrail’de genellikle endişe yaratmaktadır. Niceliksel güç açısından, şüphesiz İsrail, bölgedeki diğer ülkelerle, ister Arap ülkeleri, ister Türkiye ve İran ile asla rekabet edemeyecektir. Bu nedenle, İsrail’in güvenlik doktrinlerinden biri, bölgedeki tüm ülkeler üzerinde niteliksel üstünlük kurma üzerine temellenmiştir ve bu, sahip olduğu nükleer silah ve bölgedeki en güçlü hava kuvvetleri sayesinde gerçekleşmektedir. Ancak, özellikle roketler, insansız hava araçları (İHA’lar) ve diğer modern silahlar başta olmak üzere küresel silah üretimindeki gelişmeler diğer ülkelerin de etkili güç unsurlarına sahip olmasına yol açmaktadır. Yine de, İsrail’in “endişe” iddialarının, bölgedeki diğer güçlerin geleneksel silahları, örneğin tanklar ve kara kuvvetleri gibi unsurlarını da hedef aldığı görülmektedir, tıpkı Mısır ordusu örneğinde olduğu gibi.
Genel olarak, İsrail’de son yıllarda Mısır ordusunun gücünün artması büyük bir ilgi ile takip edilmektedir. Özellikle, Mısır ordusunun asker sayısı, silah tedarik kaynaklarının çeşitlenmesi, yalnızca Amerikan silahlarına dayanmayıp modern silahlar, denizaltılar, savaş uçakları satın alması ve kuvvetlerin konuşlandırılma yerleri gibi faktörler dikkatleri celbetmektedir. Bu askeri gelişmeler takip edilirken genellikle meselenin kültürel boyutları da analizlere dahil edilmektedir; örneğin, Mısır ile İsrail arasındaki barış anlaşmasının halk düzeyindeki soğukluğu; Mısır’daki ekonomik sıkıntılar ile artan devlet borçları arasındaki uçurumlar; askeri harcamaların büyüklüğü ile devletin kaynakları arasındaki orantısızlıklar gibi unsurlar üzerine soru işaretleri konulmaktadır.
Bu seslerin genellikle araştırmacılar ve medya mensuplarıyla sınırlı olduğu doğrudur; bunların en dikkat çekenlerinden biri, uzun yıllardır “Mısır ordusunun tehlikesi” konusunu tartışan, bu konu üzerine onlarca makale, röportaj ve seminer düzenleyen, istihbarat birimi Aman’da yedek subay olan Eli Dekel’dir. Ayrıca, “İsrail ile Mısır Arasında Bir Sonraki Savaş” adlı kitabın yazarı araştırmacı Ehud Ayalam da bu alanda önemli çalışmalar yapan biridir.[i]
Mısır’ın askeri gücünün artışına yönelik bakış açısı İsrail siyasi ve akademik çevrelerinde bir mutabakat oluşturmuş sayılmaz. Bazı görüşler, bu durumun genel olarak İsrail için bir tehdit oluşturmadığını savunmaktadır. Alon Lavon ve Yuval Bostan, Temmuz 2023’te yayımlanan “On Yıl Silahlanma: Mısır Hangi Tehditlere Hazırlanıyor?” başlıklı makalelerinde, Mısır’ın iç durumunu ve Cumhurbaşkanı Sisi dönemindeki dış politikasını dikkatlice ele almışlardır. Bu yazıda, şu sonuca varılmıştır: “İsrail’in şu anda Mısır’ın güç artışından duyduğu endişe gereksizdir. Çünkü Sisi yönetimindeki Mısır’ın İsrail için çok yönlü bir önemi vardır ve İsrail’in çıkarlarına tehdit oluşturmaz… Mısır’daki mevcut yönetim, iki taraf arasında barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana İsrail’e en dostane yaklaşımı sergileyen yönetimdir.” Ancak yine de, bu makale yazarları, İsrail’in, Mısır’daki Hüsnü Mübarek rejiminin çöküşü ve Müslüman Kardeşler’in yönetimi devralmasının deneyimini göz önünde bulundurması gerektiğini belirtir. “Çünkü dostunun satın aldığı silah, gelecekte onu devralacak kişi tarafından kullanılabilir”.
7 Ekim Sonrası Mısır Ordusuna Yönelik Söylemlerdeki Artış
Gazze Şeridi’nde yaşanan soykırım savaşı sırasında Eli Dekel, Mısır ve Mısır ordusuna yönelik söylemini iki katına çıkardı, Mısır ordusunun hareketlerini yakın takibe aldı. Dekel, Mısır’ın “Aksa Tufanı” operasyonunda rol oynadığı, Filistin direnişine yardım ettiği ve Gazze’ye silah kaçırdığına dair bir anlatıyı yaymayı başardı. İsrail medyasında bu söylemin hızlı bir şekilde yayılması ve kısa sürede tabiri caizse “kamuoyu meselesi” haline gelmesi dikkat çekicidir. Bununla da kalmamış, son zamanlarda bazı siyasi ve diplomatik figürler Mısır ordusunun güçlenmesi konusunda uyarılarda bulunmuş ve Mısır’ı Sina’daki barış anlaşmasını ihlal etmekle suçlamışlardır.
Eski İsrail Büyükelçisi David Govrin (2016-2019), Aralık 2024’te yayımlanan “Düşmanlık Gölgesinde İşbirliği” adlı kitabının tanıtımında, Mısır’ın barış anlaşmasının askeri ek maddesini ihlal ettiğini iddia etti ve Sina’ya, anlaşmada belirtilenden çok daha fazla sayıda asker gönderdiğini belirtti. Geçtiğimiz senelerde Sina’da yaşanan güvenlik sorunlarıyla başa çıkmak için -İsrail’den alınan onay ile- gönderilen asker sayısını da geçtiğini ifade etti. Govrin, “İsrail’in, 7 Ekim’den ders çıkarması ve Mısır’ın askeri kapasitesinin artışına dikkat etmesi gerektiğini” vurgulayarak, “İsrail, niyetler ve çıkarlar hakkındaki yorumlara güvenmemeli, çünkü bu durumlar Mısır’daki rejim değişikliğiyle birlikte değişebilir” dedi.
İsrail’in iddiasına göre, Mısır, 1979 barış anlaşmasının güvenlik ekinde belirtilen askeri konuşlanma şartlarını ihlal ederek Sina’daki askeri varlığını artırmaktadır. İsraillilere göre, Mısır Sina’nın merkezinde, yani anlaşmaya göre B Bölgesi olarak sınıflandırılan alanda askeri altyapı inşa etmiş ve askeri varlığını güçlendirmiştir. Anlaşmaya göre, Mısır’ın bu bölgede yalnızca 4 hafif silahlı tabur, yani yaklaşık 4.000 asker konuşlandırmasına izin verilmektedir. Ancak İsrail, Mısır’ın burada askeri havaalanları, lojistik tesisler ve beton bariyerler inşa ettiğini ve bunların amacının İsrail zırhlı birliklerinin Sina’ya ilerlemesini engellemek olduğunu iddia etmektedir. Bunun yanı sıra, İsrail kaynakları Süveyş Kanalı üzerinde ve altında inşa edilen köprüler ve tünellerin de askeri amaçlarla kullanılabileceğini ve Mısır’ın bu altyapıyı kullanarak Sina’ya hızla asker sevk edebileceğini öne sürmektedir.
Mısır ordusunun Sina’da gerçekleştirdiği tatbikatlar, son dönemde İsrail’de tartışmalara yol açtı. Özellikle, tatbikatlar sırasında Mısırlı askerlerin yer altındaki bir tünelden çıktığını gösteren görüntüler dikkat çekti. Her ne kadar bu sahne özellikle Mayıs 2024’te gerçekleşen bir tatbikata ait olsa da ve Mısır ordusu 2024 yılı boyunca Sina’da birçok canlı mühimmat tatbikatı düzenlemiş olsa da, bu görüntüler son dönemde tekrar gündeme getirilmiştir. Bu tartışmalar, Mısır ordusuna ait tankların Gazze sınırına yakın bölgelerde konuşlandırıldığına dair görüntülerle eş zamanlı olarak tekrar canlandırılmıştır. Ancak, İsrail ordusu, bu konudaki tartışmalara yanıt olarak, Mısır’ın barış anlaşmasını ihlal ettiğine dair herhangi bir ihlal tespit edilmediğini açıklamıştır.
İsrail’in BM Büyükelçisi Danny Danon, Mısır ordusunun güçlenmesi hakkındaki tartışmalara katılarak bir basın röportajında “Mısır bölgede herhangi bir tehditle karşı karşıya olmadığı halde neden bu kadar çok denizaltı ve tanka ihtiyaç duyuyor? Her yıl modern askeri teçhizata yüz milyonlarca dolar yatırım yapıyorlar.” ifadelerini kullandı. Ayrıca, İsrail’in 7 Ekim’den sonra gerekli dersleri çıkardığını ve artık bölgede olup biten her şeyi dikkatle izlemesi ve her türlü senaryoya hazırlıklı olması gerektiğini” iddia etti.
Bu tartışmalara katılan en üst düzey İsrailli yetkili ise yakın zamanda Washington Büyükelçisi olarak atanan Yahel Leiter oldu. 28 Ocak 2025’te ABD’deki Yahudi kuruluşlarının liderleriyle yaptığı çevrimiçi toplantıda, “Mısır, Sina’da barış anlaşmasını ciddi şekilde ihlal ediyor ve biz bu konuyu gündeme getireceğiz, çünkü buna sessiz kalamayız” dedi. Ayrıca, “Orada askeri üsler inşa edildi ve bunlar yalnızca saldırı amaçlı kullanılabilir. Saldırı silahları yerleştirildi, bu açık bir ihlal. Uzun süre bu konuyu görmezden geldik ama bu durum devam ediyor. Yakında bu meseleyi çok sert bir şekilde gündeme getireceğiz.” ifadelerini kullandı.
Leiter’in Netanyahu’ya yakın, aşırı sağcı radikal yerleşimci siyasetçilerden biri olduğu biliniyor. Söz konusu toplantıda yalnızca Mısır’a değil, İran, Katar ve Türkiye’ye yönelik de sert ifadeler kullandı. Leiter’in Trump yönetimi döneminde atanması, Netanyahu’nun sürekli dile getirdiği Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme ve bu yönde Amerikan yönetiminden destek alma stratejisiyle örtüşüyor.
Öte yandan, İsrail’in Kanal 14 televizyonu, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) Mısır’dan, Sina’daki askeri yayılımı ve tatbikatlarla ilgili açıklama talep ettiğini iddia etti. Aynı zamanda, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri hareketliliği hakkında istihbarat toplamaya başladığı öne sürüldü. Ancak, bu haber başka herhangi bir güvenilir kaynak tarafından doğrulanmadı ve Mısır’da şaşkınlıkla karşılandı. Suudi Arabistan merkezli Şark el-Avsat gazetesi, Mısırlı yetkililere dayandırdığı haberinde, İsrail’in bu iddialarının asılsız olduğunu ve Mısır’ın barış anlaşmasını ihlal etmediğini aktardı. Buna karşılık, Mısır, asıl olarak İsrail’in barış anlaşmasını ihlal ettiğini öne sürüyor. Kahire yönetimi, İsrail’in Gazze sınırındaki PhiladelphiaKoridoru’nu işgal ederek ve Refah Sınır Kapısı’nın Filistin tarafını ele geçirerek barış anlaşmasını ihlal eden tarafın kendisi olduğunu savunuyor.
İsrail’in “Abartma” Stratejisi Hangi Bağlamda Ortaya Çıkıyor?
İsrail’in Mısır ve ordusuna yönelik söylemi, Mısır-İsrail ilişkilerinin ya da barış anlaşmasının çöküşün eşiğinde olduğu anlamına gelmemektedir. Her iki ülke de barış anlaşmasına bağlı kalmaya devam etmekte ve onu koruma çabası göstermektedir. Nitekim, Sina’daki silahlı gruplara karşı yürütülen mücadele sırasında Mısır’ın askeri varlığının artırılması İsrail ile koordinasyon içinde gerçekleştirilmiştir. Bu durum, hem Mısırlı hem de İsrailli yetkililer tarafından teyit edilmektedir.
Ayrıca, bu tartışmalar yeni değil, yıllardır devam etmektedir. İsrail’in, Mısır’ın askeri güçlenmesine yönelik tepkisi, Arap dünyasındaki yönetimlerin askeri kapasitelerini artırma yönündeki eğilimlerini göz ardı etmektedir. Dahası, Mısır’ın yalnızca İsrail’le değil, Etiyopya ile yaşadığı Nahda Barajı krizi gibi farklı bölgesel zorluklarla da karşı karşıya olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.
Bu tartışmaların büyük ölçüde İsrailli bazı şahsiyetler tarafından gündeme getirildiği ve özellikle Eli Dekel gibi isimler tarafından dillendirildiği görülmektedir. Ancak, bu söylem yalnızca belirli isimlerle sınırlı kalmayıp, İsrail’in dış politika anlayışının daha geniş bir boyutunu yansıtmaktadır. İsrail, bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek için komşularını çeşitli yöntemlerle zayıflatmayı hedeflemektedir. Askeri üstünlüğü koruma stratejisi bunlardan sadece biridir. İsrail, aynı zamanda bölgedeki ülkeleri bölme ve azınlıkları destekleyerek istikrarsızlık yaratma gibi politikalar da benimsemektedir.[ii] İsrail’in uzun yıllardır Arap ülkelerine kendisini bir “güvenlik şemsiyesi” olarak sunduğu ve İran ile Direniş Ekseni’ne karşı bölgedeki tek güç olarak kabul edilmek istediği bilinmektedir. Bu bağlamda, İsrail, herhangi bir bölge ülkesinin “denge bozucu” silah sistemlerine sahip olmasına karşı çıkmaktadır. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri’nin F-35 savaş uçaklarını satın almasına karşı çıkmış ve bu satış ancak İsrail ile normalleşme anlaşması kapsamında duyurulmuştur. Günümüzde de Suudi Arabistan’ın topraklarında uranyum zenginleştirme yeteneğine sahip bir nükleer program geliştirmesine karşı çıkmaktadır.
İsrail’in Mısır ordusuna yönelik söyleminin artışı, Ortadoğu’da yaşanan büyük dönüşümlerle de bağlantılıdır. Özellikle “Direniş Ekseni”nin zayıflaması, Suriye’de Esad rejiminin çöküşü, Hizbullah’ın Lübnan’daki askeri ve siyasi kayıpları, Irak’taki direniş gruplarının zayıflaması ve Filistinli direniş gruplarının ağır askeri saldırılara maruz kalması, İran’ın bölgesel nüfuzunda bir gerileme olarak yorumlanmıştır. Bu gelişmelerin ardından İsrail, söylemini Türkiye’ye karşı da sertleştirmiş ve Türkiye’yi “güvenlik tehdidi” olarak tanımlamaya başlamıştır. Aynı yaklaşımın Mısır’a yönelik söylemde de kullanılması, İsrail’in bölgedeki güç merkezlerini birer birer zayıflatmayı amaçladığını göstermektedir.
İsrail’in bölgeye yönelik mevcut stratejisi, ister Mısır’a, ister Suudi Arabistan’a, isterse Türkiye’ye karşı olsun, Siyonist projenin genişleme ve bölgeyi kontrol altına alma hedefiyle doğrudan bağlantılıdır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 7 Şubat’ta İsrail’in Kanal 14 televizyonuna verdiği röportajda, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine bir çözüm bulunması yönündeki taleplerine karşılık olarak “Suudi Arabistan geniş topraklara sahip, orada bir Filistin devleti kurabilirler” şeklindeki açıklaması, İsrail’in bölgedeki egemenlik arayışını açıkça gözler önüne sermektedir.[iii]
İsrail’in hegemonya çabaları, Yisrael Shahak’ın Açık Sırlar adlı kitabında dile getirdiği gibi, İsrail’in güçlü bölgesel rakiplere tahammül edememesine dayanmaktadır. Shahak’a göre, İsrail’in İran’a yönelik düşmanlığının temel sebebi, İran’ın bağımsız ve güçlü bir bölgesel aktör olmasıdır. Aynı mantıkla, İsrail 1956’da İngiltere ve Fransa ile ittifak kurarak Mısır’a karşı savaş açmış, çünkü Mısır o dönemde İsrail’in bölgesel planları açısından “fazlasıyla güçlü” bir konuma gelmekteydi.
Öte yandan, İsrail’in Mısır’a yönelik söylemi son dönemde siyasi gerilimlerle de ilişkilidir. Özellikle İsrail’in, ABD’nin Trump ve Biden yönetimleri tarafından desteklenen Gazze halkının Sina’ya zorla göç ettirilmesi planına verdiği destek, Mısır’la gerilime neden olmuştur. Mısır, savaşın başından itibaren bu plana karşı çıkmış, ancak İsrail’in bu projeyi gündemde tutma çabaları devam etmiştir. Trump’ın Gazze’nin zorla boşaltılmasını ve bölgenin bir “Ortadoğu Rivierası”na dönüştürülmesini öneren açıklamaları ve Mısır’ın bu plana karşı çıkışı, İsrail’in Mısır’a yönelik söylemini sertleştirmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, İsrail’in Mısır’a yönelik eleştirileri, Kahire’ye yönelik siyasi baskının bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
İsrail’in Mısır ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik mevcut tutumundan çıkarılabilecek temel sonuç, Arap-İsrail çatışmasını ve onun gerekliliklerini geride bırakmaya çalışan Arap ülkelerinin, farklı düzeylerde de olsa, yeniden Siyonist projeyle karşı karşıya kaldıkları gerçeğidir. Ancak bu kez çatışmanın merkezinde doğrudan Filistin meselesi yer almamaktadır.
1978’de Mısır’la başlayan ve günümüzde Suudi Arabistan’ın ABD’nin himayesinde bir normalleşme anlaşması yapmaya çalıştığı sürece kadar uzanan barış ve normalleşme çabaları, 7 Ekim’deki “Aksa Tufanı” operasyonu ve Gazze’de yürütülen soykırım savaşı nedeniyle sekteye uğramış olsa da, İsrail ile Siyonist proje arasındaki çatışmanın doğasını yeniden şekillendirmiştir. Artık bu çatışma “Arap-İsrail çatışması” olmaktan çıkmış, en iyi ihtimalle “Filistin-İsrail çatışması” olarak tanımlanır hale gelmiştir.
Bunu “en iyi ihtimal” olarak niteliyoruz çünkü İbrahim Anlaşmaları ile birlikte normalleşme süreci, çatışmanın algılanma biçimini daha da daraltarak Filistin meselesini yalnızca bir “İsrail’in iç sorunu” haline getirmiştir. Dahası, Filistin halkı ve davası, normalleşme, Arap-İsrail entegrasyonu ve ittifakı önündeki bir engel olarak görülmeye başlanmıştır. Bu süreçte, Filistin halkı ve direnişi, yalnızca İsrail için değil, aynı zamanda Arap ülkeleri için de bir sorun kaynağı olarak gösterilmektedir.
Ancak İsrail’in günümüzde Mısır da dahil olmak üzere bölgedeki ülkelere yönelik tutumu, çatışmanın doğasını ve sorunun kökenlerini yeniden tanımlamaktadır. Bu durum, asıl meselenin Siyonist projenin kendisi, onun genişleme hedefleri ve bölgeye hâkim olma çabası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Filistin meselesini göz ardı etmek ve onu bir engel olarak görmek, İsrail ile normalleşmeyi ve onu bölgenin doğal bir unsuru gibi kabul etmeyi sağlayamaz. Tam tersine, Filistin meselesinin ihmal edilmesi ve İsrail’in, İran tehdidine karşı bir müttefik olarak görülmesi, Siyonist tehdidin bölge ülkelerinin içine kadar yayılmasına ve sorunun daha da derinleşmesine yol açacaktır.
[i] The Next War between Israel and Egypt: Examining a High-intensity War between Two of the Strongest Militaries in the Middle East (London, Valentine Mitchell, 2014).
[ii] Bkz.: Ahmed Said Nofal, İsrail’in Arap Dünyasını Parçalama Rolü, 2. Baskı (Beyrut: Zeytouna Araştırma ve Danışmanlık Merkezi, 2010).
[iii] İsrael Shahak, Açık Sırlar: Nükleer Silahlanma ve İsrail Dış Politikası, Çev. Adil Hayrallah ve Rıza Süleyman, 2. Baskı (Beyrut: Matbuat Dağıtım ve Yayıncılık Şirketi, 2001), s. 16.