Gazze’deki Filistin Direniş Duvarında Kapatılması Gereken Boşluklar
Ahmed Atawna*
7 Ekim 2023 tarihinde yapılan “Aksa Tufanı” operasyonu, hakkında övgü ve takdir için şu ana kadar söylenen ve yazılan, ileride de söylenecek ve yazılacak her şeyi hak etmektedir. Eğer bu operasyon bir fırsat olarak değerlendirilip yatırım yapılması noktasında yeterli bir irade gösterilmiş olsaydı, bu, bölgedeki birçok Arap ve İslam ülkesinin siyasi realitesini değiştirecek tarihi bir dönüm noktası oluşturarak tüm bölgede hegemonya, sömürgecilik ve kaos döneminin sonunun başlangıcını getirmiş olacaktı.
Bu operasyon, Filistin halkının heybetli imajını, muazzam dayanma gücünü ve olağanüstü bir direniş sergileme kabiliyetini ortaya çıkardığı kadar, İsrail işgalinin doğasını ve bunun birçok düzeyde ne kadar kırılgan ve zayıf olduğunu da göstermiş oldu.
Savaşta 100. günü geride bırakırken savaşa eşlik eden bir dizi boşluğa ışık tutmak yerinde olacaktır. Bu boşlukların kapatılması için derhal harekete geçilmesi gerekiyor. Bunun Filistin direnişini ve Filistin halkının mücadelesini desteklemek için değilse bile, insan vicdanına ve dini ve milli değerlere icabeten, tüm uluslararası kanunları ve normları hiçe sayıp uluslararası kanunlara meydan okumaya devam eden faşist bir ordu tarafından gerçekleştirilen bu apaçık katliamı ve toplu soykırımı durdurmak için yapılması gerekir. Aynı zamanda, bir taraftan da, bu olağanüstü savaşa yatırım yapma gereksinimini ve bu konuda hala var olan fırsatı hatırlatmaya çalışmak için bunun yapılması elzemdir.
Gazze Şeridi’ndeki kahramanca duruşa eşlik eden sahnedeki en belirgin boşluklar arasında şunların yer aldığı söylenebilir:
Birinci husus: Bütün Filistin bileşenlerinin savaşa katılmaması. Burada kastedilen Batı Şeria, 1948’de işgal edilen topraklar ve Filistin diasporasıdır. Nitekim bu bileşenlerin savaşa katkısı hala sınırlı olup esaslı bir Filistin ulusal uzlaşısını gerçekleştirmeye doğrudan ve etkin bir şekilde katılımı sağlayacak şekilde istenen bir düzeyde değildir.
Oysa ki, savaşın uzunluğu, mekanizmalara ve araçlara bakılmaksızın, her coğrafi bölgenin ve Filistin oluşumunun yapısını gözetip bunlarla uyumlu olacak şekilde bu bileşenlerin savaşa katılımı için objektif bir teşvik ve gerekçe olmalıdır.
Gelgelelim, bu bileşenlerin rolünün sadece dayanışma ve manevi katkı ile sınırlı olması mantıklı değildir. Bu savaşa açık, doğrudan ve etkili bir katılım gösterilmesi gerekiyor. Belki de bunun Filistin ulusal mücadelesinin onlarca yıldır mustarip olduğu en önemli krizlerden birisi olduğu söylenebilir. Nitekim Filistin ulusal hareketinin liderliği, bir kez olsun, Filistin halkının tüm bileşenlerini işgalci güce karşı ortak bir mücadelede bir araya getirememiştir.
Filistinliler bu krize bir son vermeli ve topraklarını özgürleştirme, bağımsızlıklarını kazanma ve bu faşist düşmana karşı koyma savaşında mücadelelerini birlik, bütünlük ve koordinasyon içinde sürdürmek üzere iyi bir planlama yapmalıdırlar.
İkinci husus: Filistin resmi liderliğinin, yani Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Filistin Yönetimi’nin siyasi performansı. Bu mücadelede siyasi performans açısından büyük bir boşluk var. Filistin’in resmi siyasi liderliği (burada FKÖ liderliği ve onun diplomatik kadrosu, temsilcileri ve kurumları kastedilmektedir) savaşla tamamen alakasız görünüyor ve bu meseleyle hak ettiği şekilde ilgilenmiyor.
Filistin halkı tüm cesaret ve kararlılığıyla tarihinde eşi görülmemiş bir mücadele verirken ve direniş hareketleri sahada benzersiz bir şey ortaya koyarken, Filistin liderliğinin performansında büyük bir eksiklik göze çarpıyor. Bu durum, Filistin liderliğinin gerçeklikten kopmuş olduğunu ve Filistin halk hareketinden uzaklaştığını gösteriyor. Filistin halkına yönelik bu saldırının ve katliamların süresini uzatan nedenlerden birinin bu eksikliğin olması muhtemel.
Hala vakit var ve bu mücadele düzeyine çıkacak siyasi performans ve hareketliliğe acil bir gereksinim var. Öncelikle Filistin birliğinin sağlanması, sonra bu saldırganlığı durdurmak için Arap, İslam ve uluslararası düzeyde harekete geçilmesi ve ardından bu hareketliliğe Filistin halkının beklentileri ve ulusal haklarına hizmet edecek şekilde siyasi bir yatırım yapılması şu anda yapılması gereken en elzem şeylerdir.
Üçüncü husus: Filistin’deki bölünmüşlük. Bu da mevcut sahnede büyük bir boşluk ve Filistinliler için ciddi bir zayıflık noktası teşkil etmektedir. İşgalci güç bu bölünmeyi beslemektedir ve aynı şekilde ABD de ona yardım etmektedir. Nitekim savaşın başından beri bu konuya yatırım yapan ve bunun için büyük bir çaba gösteren ABD, Batı Şeria’da sükunetin korunması ve oradaki durumu alevlendirebilecek her türlü fitilin etkisiz hale getirilmesinin gerekliliğinden açıkça bahsediyor. Bu da, şu ya da bu şekilde Filistin bölünmüşlüğünün devamını sağlamaya katkı sağlamak anlamına geliyor.
Coğrafi, siyasi ve saha düzeylerinde görülen bölünme, Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasında, Hamas ile El-Fetih hareketleri arasında ya da direniş ile siyasi liderlik arasında bir bölünmeye evrildi. Bu çok dikkat edilmesi gereken bir meseledir.
Peki, bunca dökülen kanın ve durmak bilmeyen bu katliamların ortasında Filistinliler bölünmüşlüklerini aşamıyorlarsa bir daha ne zaman aşabilirler? Eğer tüm bu fedakarlıklar, bu direniş, bu cesaret ve Filistin meselesi etrafındaki bu küresel birleşmişlik Filistin liderliğini bölünmüşlüğün üstesinden gelmeye, Filistin’in iç bileşenlerini düzenlemeye ve birliği sağlamaya itmiyorsa daha ne olması gerek? Filistin güçleri, grupları, sendikaları ve birlikleri bu meselenin neresinde? Neden birliği sağlama ve Filistin halkını, direnişini ve bu savaştaki olası kazanımlarını koruma noktasında etkili herhangi bir hareketlilik göremedik?
Dördüncü husus: Arap ve İslam dünyasından resmi düzeyde bir desteğin olmaması ve halk düzeyindeki etkileşimin zayıflığı. Arap ve İslam dünyasının resmi pozisyonlarında görülen sırt dönme ve zayıflık tutumları yüzünden özellikle Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin hissettiği acı ve ızdırabın boyutunu hiç kimse hayal edemez.
Genel olarak Filistinlilerin ve özel olarak direniş liderlerinin, aldıkları yaraya rağmen metanetini korumaları ve Araplara ve Müslümanlara karşı tutumlarına dikkat edip gösterilen zayıflıklara rağmen bazı duruşlarını övgüyle ve minnetle anmaya devam etmelerine rağmen hissettikleri acı ve elem tarif edilemez. Zira kimse 2 milyardan fazla insandan oluşan ve elinde bir sürü imkânı ve gücü olan bir ümmetin, aslında onlar adına mücadele eden ve onların kutsallarını koruyan mazlum Filistin halkına yardım eli uzatmaktan bu kadar aciz olabileceğini düşünemezdi.
Bu ümmet şu an Filistinlilere insani yönden bile destek vermekten aciz. Bazıları İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısı konusunda iyimserdi ancak bu kısa sürede bir hayal kırıklığı yarattı. Arap ve İslam dünyasının acizliği bu şekilde devam ederse, Arap ve İslam dünyası onlarca yıl devam edebilecek yeni bir Amerikan hegemonyası ve Siyonist baskısı dönemiyle karşı karşıya kalacaktır.
Beşinci ve son husus: Direnişe askeri bir desteğin verilmeyişi ve bu yüzden askeri güç açısından büyük bir dengesizliğin olması. Çünkü Batı mutlak bir şekilde işgalci gücün yanında yer alırken, hiçbir Arap ve İslam ülkesi ya da Filistinlilerin haklarını destekleyen ve aynı zamanda özgürlük, adalet, kendi kaderini tayin hakkı ve sömürgeciliğe direnme hakkı gibi insan hakları ve değerlerini kabul eden uluslararası güçler bile, askeri imkân ve güçteki bu büyük boşluğun kapatılmasına yardımcı olacak şekilde Filistin direnişine somut, doğrudan ve maddi bir destek vermeye cesaret edemiyor.
Askeri kapasiteler arasındaki büyük farka rağmen bugün sahada var olan denge, Filistinlilerin kahramanlığı, kararlılığı ve azmi sayesindedir. Bu bakımdan, büyük bir fark oluşturup sahadaki dengeleri Filistin direnişinin lehine değiştiren unsurun olağanüstü bir şekilde direnen Filistin insanı olduğu söylenebilir. Nitekim Filistinliler, asgari düzeydeki maddi ve askeri imkanlarıyla kahramanca direniş gösteriyor ve silahlarla donanmış bir ordunun saflarına bu kadar kayıp verdirip onu savaşın herhangi bir hedefine ulaşmaktan alıkoyuyor. Bunu, cephane ve silah sağlamak için hava ve deniz köprüleri kuran ABD’nin başını çektiği en güçlü uluslararası tarafların desteklediği orduya karşı yapan direnişe askeri yardım sağlansa ve bazı kardeşleri tarafından bir omuz verilse durum ne olurdu bir düşünün!
Bu boşlukların açık kalmaya devam etmesi, sadece halkı ve direnişiyle Gazze Şeridi için değil, aynı zamanda bütün bileşenleriyle Filistin davasının geleceği için de tehlike arz etmektedir. Aynı zamanda çeşitli tarafların tutumlarının yukarıda bahsedildiği gibi aynı şekilde devam etmesi de oldukça önemli tarihi bir anda, dini, milli, ulusal ve ahlaki sorumlulukların terk edilmesi olarak kayıtlara geçecek ve dünyadaki hegemonik ülkelerle bağlantılı dış ve iç faktörlerin etkileşimi sonucunda orta ve uzun vadede bu tarafları ve geleceklerini etkileyecektir.
İşgalci gücün savaşın aylarca veya daha uzun sürebilecek üçüncü aşamasından söz etmesi, dört bir yandaki Filistinlilerin ikinci intifadaya benzer şekilde “Aksa İntifadası” ile işgale karşı uzun bir direniş dalgasına girmesine zemin hazırlıyor. Bunun sonucunda işgalci güç yenilgiye uğrayabilir, Filistinliler bazı siyasi haklarını elde edebilir ve dünya, Filistin sorununun çözülmesi gerektiğini ve hiç kimsenin Filistinlileri ve onların davasını göz ardı edemeyeceğini kabul etmek zorunda kalabilir.
Öte yandan, aynı zamanda bu, tüm Arap halklarının ve ülkelerinin hesaplarını yeniden gözden geçirmeleri ve tutumlarını dini, milli ve insani sorumluluklarına göre ayarlayıp çıkarlarına ve geleceklerine hizmet edecek şekilde değiştirmeleri için bir fırsat teşkil edebilir.
*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü
Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.