Gazze: Soykırımın Gölgesinde Acı Bir Çocukluk

Hidaya Muhammed el-Tatar

Bu rapor, trajedinin sonu olduğunu sandığımız son ateşkes döneminde kaleme alındı. Ancak savaşın Gazze Şeridi’ne yeniden dönmesi, çocukları en başa götürdü ve insani durumlarını daha da tehlikeli hâle getirdi.

Rapor, 471 gün süren savaş boyunca Gazze’deki çocukların yaşadığı felaketleri ve insani kayıpları gözler önüne seriyor. Savaşın etkileri henüz silinmemişken, şimdi savaşın geri dönmesi bu acıları daha da derinleştirdi.

Gazze Şeridi, modern çağın en yıkıcı soykırım savaşlarından birine tanıklık etti. 471 gün süren İsrail ablukası ve bombardımanı, sivil altyapının yok olmasına, yüz binlerce insanın—nüfusun %47’sini oluşturan çocuklar da dahil olmak üzere—yerinden edilmesine yol açtı. Sürekli devam eden saldırılar nedeniyle birçok aile, zorlu hava koşulları altında geçici çadırlara sığınmak zorunda kaldı. Barınak ve insani yardım eksikliği, özellikle çocuklar arasında şiddetli soğuk ve yetersiz beslenme nedeniyle ölümlere neden oldu.

7 Ekim 2023’te başlayan ve 19 Ocak 2025’teki ateşkes anlaşmasına kadar süren soykırım savaşı boyunca, Siyonist ölüm makinesi Gazze Şeridi’nde 17.861 çocuğun hayatını aldı. Bu çocuklar arasında, soykırım savaşında doğup şehit edilen 214 bebek ile doğumlarının üzerinden bir yıl bile geçmeden hayatını kaybeden 808 bebek bulunuyor. İsrail işgal güçlerinin Filistinli ailelere karşı gerçekleştirdiği katliamların sayısı 9.268’e ulaştı (Hükümet Medya Ofisi, Ocak 2025, Basın Bülteni No: 734). Ayrıca, çocukların infaz edilerek öldürüldüğü vakalar da yaşandı; bunlar arasında, Mart 2024’te Şifa Hastanesi yakınlarında kurşuna dizilerek öldürülen İslam Salluha ve Said Şeyha isimli çocuklar da yer alıyor. Amerikalı Yahudi doktor Mark Perlmutter’in CBS televizyonuna verdiği ifadeye göre, İsrail ordusu Gazze’de çocuklara kasten ateş açtı.

Ayrıca, İsrail işgal ordusunun çocuklara özel hastaneleri hedef alması sonucu çok sayıda bebek hayatını kaybetti. Bu saldırılar, kuzey Gazze’deki Kemal Adwan Hastanesi örneğinde olduğu gibi, hastanelerdeki çocuk bölümlerinin devre dışı kalmasına, jeneratörlerin ve oksijen istasyonlarının yok edilmesine neden oldu. Bebeklere sunulan sağlık hizmetleri, ilaç eksikliği ve birçok tıbbi cihazın çalışamaz hâle gelmesi nedeniyle büyük ölçüde yetersiz kaldı.

İsrail işgali, çocukları yalnızca bombalar ve kurşunlarla öldürmekle yetinmedi; uyguladığı aç bırakma politikası çerçevesinde, gıda kıtlığı ve yetersiz beslenme nedeniyle 44 çocuk daha hayatını kaybetti. İsrail, Filistinlileri ekmeklerinden mahrum bırakarak, gıda ve erzak taşıyan yardım tırlarının girişini engelledi, tarım arazilerini tahrip etti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı Amina Mohammed’in belirttiğine göre, 2024 Aralık ayından önceki dört ay içinde yaklaşık 19.000 çocuk, şiddetli yetersiz beslenme nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hükümet Medya Ofisi ise, şu anda yaklaşık 3.500 çocuğun, Gazze’ye ulaşan sınırlı miktarda gıdanın ihtiyaçları karşılamaya yetmemesi sebebiyle, yetersiz beslenmeden dolayı ölüm riski altında olduğunu bildirdi (Hükümet Medya Ofisi, Ocak 2025, Basın Bülteni No: 734).

İsrail işgali, Katar ve Mısır arabuluculuğunda, ABD’nin de desteğiyle 9 Ocak 2025’te ilan edilen ateşkes anlaşmasının insani eki kapsamında, yardım tırlarının girişine izin vereceğini, ayrıca 60.000 prefabrik ev (konteyner) ve 200.000 çadırın bölgeye sokulmasına müsaade edeceğini taahhüt etmişti. Ancak İsrail bu taahhütlerini yerine getirmedi. Sonuç olarak, savaş sırasında ve sonrasında, yerinden edilmiş sivillerin yaşadığı çadırlarda soğuktan donarak 13 çocuk hayatını kaybetti; bedenleri, dondurucu soğuk ve yetersiz kıyafet nedeniyle dondu.

Çocuklara yönelik sistematik katliamın yanı sıra, binlercesi de ağır yaralar aldı. Bu yaralanmalar arasında üçüncü ve dördüncü dereceye ulaşan ağır yanıklar, uzuv kayıpları, işitme ve görme duyularının yitirilmesi yer alıyor. İsrail saldırıları, birçok çocukta beyin, omurga ve omurilikte ağır hasara neden oldu; bu da kalıcı sakatlıklara, hareket veya bilişsel yetilerin tamamen kaybına yol açtı.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ile Filistin Sağlık Bakanlığı’nın birlikte topladığı verilere göre, Gazze’ye yönelik İsrail savaşında yaklaşık 25.000 çocuk yaralandı. Bu vakaların yüzlercesi, sivil halka karşı kullanılan öldürücü silahlar nedeniyle hayati tehlike taşıyor. UNICEF başta olmak üzere birçok BM kuruluşu, Gazze’de yaşananları “çocuklara karşı savaş” olarak nitelendirdi. Bu tanım, çocukların doğrudan hedef alınmasının boyutunu ve onların yaşamları boyunca taşıyacakları yıkıcı etkileri ortaya koyuyor.

Tıbbi raporlar, İngiliz gazetesi The Guardian tarafından aktarıldığı üzere, İsrail’in attığı bombalardan çıkan şarapnel parçalarının çocuklarda ağır yaralanmalara yol açtığını ve bu durumun birçok vakada ampütasyon (uzuv kesilmesi) operasyonlarını zorunlu kıldığını ortaya koydu. 7 Ekim 2023’te başlayan savaşın ardından, Gazze Sağlık Bakanlığı’na bağlı Sağlık Bilgi Birimi’ne göre şu ana kadar 800 Filistinli çocuk ampütasyon geçirdi. Bu, toplam ampütasyon vakalarının %18’ine denk geliyor ve büyük bir engelli çocuk kitlesinin oluştuğunu gösteriyor.

İsrail işgali, ölümden kurtulan çocuklara karşı da şiddetini sürdürüyor. Hayatta kalanların yaşamlarını da tehlikeye atarak, tedavi edici ilaçların ve tıbbi malzemelerin girişini engelliyor, hastaneleri sistematik şekilde hedef alıp kullanılamaz hâle getiriyor. Bu durum, yaralı çocukların hayatta kalma şansını büyük ölçüde azaltıyor ya da onları fiziksel ve zihinsel engellerle dolu bir geleceğe mahkûm ediyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, yaralanan çocukların %25’i uzun vadeli fiziksel ve psikolojik rehabilitasyona ihtiyaç duyuyor.

Çocukların Tutuklanması ve Aşağılanması

İsrail işgal güçlerinin çocuklara yönelik suçları, onları öldürmek ve yaralamakla sınırlı kalmadı; onlarca çocuk da insanlık dışı koşullarda tutuklandı. Serbest bırakılan çocukların tanıklıklarına göre, bu çocuklar soğuk havada ya tamamen çıplak ya da ince giysilerle açıkta bırakıldılar. Başlarına soğuk su döküldü ve beş gün boyunca sadece birkaç lokma dışında yiyecek ve içecekten mahrum bırakıldılar. Bunlara ek olarak, sürekli fiziksel şiddete, hakaretlere ve ruhsal travmaya yol açacak derecede ağır sözlü tacizlere maruz kaldılar. Bu tür muameleler, çocukların hem bugünkü yaşamlarını hem de geleceklerini derinden etkileyebilecek psikolojik izler bırakıyor.

14 yaşındaki Şadi’nin (Cebeliye Mülteci Kampı, kuzey Gazze) tanıklığı bu gerçeği gözler önüne seriyor. Şadi, Şifa Tıp Hastanesi’nden babası ve kardeşiyle birlikte gözaltına alındı. Kendi ifadesine göre, babası gözleri önünde dövüldü, annesi hakarete uğradı ve askerler, babasının yüzüne tükürmesini istediler. Bunu reddettiğinde kendisi dövüldü ve elleri bir tankın arkasına iple bağlandı. Tank her hareket ettiğinde, Şadi koşmak zorunda kaldı. Askerler bu duruma gülerek eğleniyor ve ayaklarının arasına ateş ediyordu.

Gazze’de Binlerce Yetim Çocuk

İsrail’in Gazze’deki soykırım suçları yalnızca çocukları öldürmekle ya da onları kalıcı engellere mahkûm etmekle sınırlı kalmadı. Büyük bir kısmı, anne babasından ya da her ikisinden birden mahrum kaldı; bu da onları derin bir duygusal boşluk ve psikolojik travmayla baş başa bıraktı.

Gazze’deki Hükümet Medya Ofisi’nin Ocak 2025 tarihli 734 numaralı basın açıklamasına göre, İsrail işgali 38.495 çocuğu ya anne babasız ya da ebeveynlerinden biri olmadan yaşamaya mahkûm etti. İsrail’in bombardımanları 4.889 Filistinli aileyi tamamen yok etti; bu ailelerin sadece bir ferdi sağ kalabildi. Bu kişileri tanımlamak için “ailesinin hayatta kalan tek ferdi” şeklinde özel bir terim konjonktüre girdi. Bu rakamlara, önceki savaşlarda ebeveynlerini kaybeden yaklaşık 33.000 yetim çocuk daha ekleniyor (İslami yardım kuruluşu SKT Welfare’in verilerine göre).

Bu tabloyla birlikte, Gazze’deki bazı çocuklar için uluslararası alanda yeni bir tanım da ortaya çıktı: WCNSF – Wounded Child No Surviving Family, yani “yaralı ve hayatta hiçbir ailesi kalmamış çocuk.” Bu durumu yaşayan çocuk sayısı 4.884 olarak açıklandı. Bu çocuklar, ailesizliğin travmasını yaşarken aynı zamanda özel bakım ve destek ihtiyacı içindeler. Örneğin 5 yaşındaki Salah Qaza’er tüm ailesini kaybettikten sonra amcasının yanına yerleştirildi; 3 yaşındaki Yazan Tutah ise anneannesi ve dayısıyla yaşamaya başladı.

Anne ya da babasını kaybederek yetim kalan bu çocuklar, kendilerine sahip çıkacak, geçimlerini sağlayacak ve onları yoksulluk ile maddi-manevi mahrumiyetten kurtaracak birilerine ihtiyaç duymaktadır. Özellikle, onlara bakan, ilgilenen ve geçimlerini sağlayan baba figürünün yokluğu, çocukları derin bir duygusal boşluğa sürüklemektedir. Bunun yanında, zihinlerine kazınan psikolojik yaralar da onları sürekli kaygı ve depresyon haliyle karşı karşıya bırakmakta, bu durum müdahale edilmezse hayatlarını tehdit eden bir tehlikeye dönüşebilmektedir. Bu nedenle, çevresindeki aile bireylerinin ya da yetim çocuklara yönelik uzmanlaşmış kurumların zamanında desteği hayati önem taşımaktadır.

Filistin toplumunda, İslami değerler gereği yetimlerin başka ailelere veya yetimhanelere verilmesi çok tercih edilmez. Çocukların kendi akrabalarının yanında büyümesi daha şefkatli ve sıcak bir ortam sağladığı için, yetimhaneler oldukça sınırlı sayıda ve genellikle son çare olarak görülüyor. Bu yüzden, savaşın ardından yetim kalan çocukların çoğu, hayatta kalan yakın akrabalarının yanına yerleştirildi. Örneğin, yetim kalan çocuğun amcası ya da dayısı, dul kalan anneye destek olur; çocukların barınma, beslenme ve temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Aynı zamanda, babanın yokluğundan doğan boşluğu, onlara yakın olarak doldurmaya ve bu kaybı hissettirmemeye gayret eder.

Ancak içinde bulunulan zor ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle, bu aileler de desteklenmeye muhtaç. Bu noktada, İslami toplumlarda yaygın olan yetim sponsorluk sistemi (Kefaletü’l-yetîm) kavramı devreye giriyor: Hayırsever bireyler ya da kurumlar, düzenli maddi destek vererek bir yetimin yaşamını sürdürmesine ve gelecekte kendi ayakları üzerinde durabilecek bir birey hâline gelmesine katkıda bulunmaktır.

Bu nedenle, Gazze’deki insani yardım komiteleri, bu çocukları -öncelik sırasına göre- bir sınıflandırma ve kayıt süreci başlattı. Amaç, her bir çocuğa maddi destek sağlamak, psikolojik ve fiziksel olarak onlara gereken ilgiyi göstermek ve korunmalarını sağlamaktı. Özellikle, babasını ya da her iki ebeveynini kaybeden çocukların tamamına düzenli sponsorluk (kefalet) sağlanması hedeflendi. Ancak savaşın geride bıraktığı ağır yıkım ve sınırlı kaynaklar nedeniyle, bu sistemde de değişikliğe gidildi. Önceden olduğu gibi her yetime değil, aile reisini kaybeden her aileden sadece bir çocuğa destek sağlanması yönünde yeni bir düzenleme getirildi. Bu karar, kaynak kıtlığı ve süregelen abluka koşulları altında, daha geniş bir etki sağlamak adına zorunlu bir önlem olarak uygulamaya kondu.

Savaşın Psikolojik Sonuçları

Gazze Şeridi’ndeki çocukların maruz kaldığı bu büyük felaketler, hayatın temel güvenlik ve istikrar unsurlarından mahrum bir şekilde yaşamalarıyla birleşince, onları derin bir psikolojik çöküşe sürükledi. İsrail işgal güçlerinin evlerini hedef aldığı anları hatırlamaları, sevdiklerini kaybetmeleri ve çadırlarda ya da barınma merkezlerinde yaşamaya zorlanmaları; tüm bunlar, Gazze’de yaşayan yaklaşık bir milyon çocuğun tamamını psikososyal destek ve ruh sağlığı hizmetine muhtaç hâle getirdi. Bu gerçek, UNICEF İletişim Direktörü Jonathan Crickx tarafından da açıkça dile getirildi.

Psikolojik travma, bireylerin aniden ve beklenmedik bir biçimde karşılaştıkları olaylara karşı yoğun korku, panik, stres ve çaresizlik duyguları yaşadığı bir süreçtir. Kişi, kendi güvenliği ve sevdiklerinin güvenliğinin tehdit altında olduğunu hisseder. Bu görünmez yaralar, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda, derinlemesine izler bırakır ve düzenli bir destek sağlanmadığı sürece, bireyin kişilik gelişimini ciddi şekilde tehdit eder.

Birleşik Krallık merkezli “War Child” (Savaş Çocuklarını Koruma) örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Gazze’deki çocukların psikolojik durumunun ne kadar ağır olduğunu çarpıcı verilerle ortaya koydu:

  • %96’sı ölümünün yakın olduğunu düşünüyor.
  • Yarısı ölmek istiyor.
  • %92’si mevcut gerçekliği kabullenemiyor.
  • %87’si yoğun korku hissediyor.
  • %79’u kâbuslardan şikâyetçi.
  • %77’si travmatik olaylar hakkında konuşmaktan kaçınıyor.
  • %73’ü saldırgan davranışlar sergiliyor.

Araştırma, savaşın çocuklar üzerindeki psikolojik etkilerinin, çatışma sona erdikten sonra da uzun süre devam edeceğini, günlük hayatlarını, okul yaşantılarını ve sosyal ilişkilerini derinden etkileyeceğini vurguluyor. Dahası, bu psikolojik yıkımın, eğer gerekli müdahaleler yapılmazsa, çok nesilli bir travmaya dönüşerek yalnızca bugünkü kuşağı değil, önümüzdeki kuşakları da etkileyeceği, dolayısıyla bölgedeki sosyal yapıyı on yıllarca derinden sarsabileceği uyarısı yapılıyor.

Bu tablo, Gazze’deki çocukların sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin ve kapsamlı bir psikolojik kurtarma planına da acilen ihtiyaç duyduğunu açıkça göstermektedir.

Sonuç

Gazze Şeridi’ne yönelik yürütülen soykırım savaşı, toplumun en kırılgan kesimlerinden biri olan çocuklar üzerinde yıkıcı bir tablo bırakmıştır. Bu etkinin yalnızca psikolojik düzeyle sınırlı kalmayacağı, uzun vadeli ve derin toplumsal sonuçlar doğuracağı açıktır. Savaşın kalıntıları yalnızca bombardımanla sınırlı değildir; Gazze üzerindeki abluka, yeniden inşa sürecinin engellenmesi, tedavi için seyahat hakkının kısıtlanması ve özellikle çocuklara yönelik çalışan insani yardım kuruluşlarının faaliyetlerinin aksatılması, krizin devamlılığını beslemektedir. Nitekim, 18 Mart sabahı işgal güçlerinin Gazze’ye yönelik doğrudan askeri saldırıya yeniden başlamasıyla birlikte, çocuklar bir kez daha hedef tahtasına oturmuştur. Saldırıların ilk saatlerinde onlarca çocuk hayatını kaybetmiş, ağır yaralanmış ya da ailesini kaybetmiştir.

Bu nedenle, savaşın derhâl durdurulması, Gazze’deki krizlerin bütünsel biçimde ele alınması ve makul bir sürede yeniden inşa edilmesi hayati bir gerekliliktir. Aksi takdirde, İsrail’in bombalarından kurtulan çocuklar, yoksulluk, yoksunluk ve sağlık zafiyetleri içinde bir geleceğe mahkûm olacaktır. Ayrıca, yetim sayısındaki dramatik artış ve mevcut ekonomik koşullar, uluslararası toplumun ve bireylerin bu çocuklara sahip çıkma sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Bu noktada, devletin ilgili kurumları, özellikle Sosyal Kalkınma Bakanlığı’nın, yetim çocuklarla ilgilenen kurumlar arasında koordinasyon sağlayarak, desteklerin adil şekilde dağıtılmasını güvence altına alması büyük önem taşımaktadır. Her yetimin hakkının korunması, yalnızca vicdani bir görev değil, aynı zamanda toplumsal adaletin de temelidir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu