Filistin Güvenlik Güçlerinin Cenin Kampındaki Operasyonu: Krizin Kökenleri ve Olası Sonuçları
Editoryal Kurul
Aralık 2024’ün ortasında, Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik güçleri, Batı Şeria’nın kuzeyinde yer alan Cenin şehri ve mülteci kampında “Vatanı Koruma” adı altında bir güvenlik operasyonu başlattı. Filistin Yönetimi, bu operasyonla kamp üzerindeki güvenlik kontrolünü yeniden sağlamayı ve egemenliğini dayatmayı amaçladığını belirtti. Yetkililer, isim vermeden kamptaki silahlı grupları “yasadışı” ve “İran tarafından desteklenen” unsurlar olarak nitelendirerek, bu grupları bölgede kaos ve istikrarsızlık yaymaya çalışmakla suçladı.
Öte yandan, başta “Cenin Tugayı” olmak üzere bu silahlı gruplar, kendilerini “İsrail işgaline karşı direniş hareketleri” olarak tanımlıyor ve Filistin Yönetimi’nin operasyonunun amacının direnişçileri takip edip silahsızlandırmak olduğunu savunuyor. Bu durum, operasyonun niteliği, hedef aldığı gruplar ve olası sonuçları hakkında birçok soru işaretini beraberinde getirdi. Özellikle, bu raporun hazırlandığı ana kadar ölü sayısının 14 Filistinliye yükselmesi, hayatın büyük ölçüde felç olması, vatandaşlara ait mülklerde büyük kayıpların yaşanması, birçok evin ateşe verilerek içindekilerin tahrip edilmesi gibi gelişmeler, operasyonun etkileri konusunda endişeleri artırdı.
Başlangıç
Eylül 2021’de altı Filistinli esirin İsrail’in Gilboa Hapishanesi’nden kaçış operasyonunu gerçekleştirmesinin ardından, İsrail güçlerinin onları takip ettiği süreçte esirlere koruma sağlamak amacıyla Cenin Tugayı’nın kurulduğu duyuruldu. Ancak, bu esirler daha sonra tekrar yakalandı. Aynı yıl içinde, Şeyh Cerrah’taki olaylar ve Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail saldırılarının ardından Gazze Şeridi’nde patlak veren ve direniş gruplarının “Kudüs’ün Kılıcı” adını verdiği savaş gerçekleşti. Bu gelişmelerin ardından Cenin Tugayı, direniş faaliyetlerinde giderek daha görünür hale gelmeye başladı. Farklı Filistinli gruplardan gençler bu yapıya katıldı ve zamanla Cenin şehri ve mülteci kampına düzenlenen İsrail baskınlarına karşı silahlı direniş eylemlerinde aktif rol oynamaya başladı. Daha sonra, Gazze’deki direniş gruplarının kurduğu “Ortak Operasyon Odası” model alınarak, Cenin’de de benzer bir yapılanma oluşturuldu. Bu gelişme, grubun halk nezdindeki etkisini artırırken, medya tarafından da geniş ilgi görmesine neden oldu. Böylece Cenin Tugayı, geleneksel örgütsel ve fraksiyonel yapıların ötesine geçen yeni bir direniş unsuru olarak ön plana çıktı.
Zamanla Cenin Tugayı modeli, kuzey Batı Şeria’daki şehir ve mülteci kamplarına yayılmaya başladı. Bazı bölgelerde farklı isimler alsa da, örneğin Nablus’taki “Aslanların İni” gibi, genel olarak kendilerini bulundukları bölgeyle ilişkili isimlendirmelerle adlandırdılar. Örneğin Eriha’daki Akabe Cebr Tugayı, Balata Mülteci Kampı Tugayı, Tulkarem Tugayı ve diğer oluşumlar bu çerçevede ortaya çıktı. Bu tugaylar, farklı Filistinli gruplardan destek almaya başladı. Ancak, İslami Cihad Hareketi, bu yapıları en fazla destekleyen ve bünyesinde barındıran grup olarak öne çıktı. Bunun yanında Hamas, Halk Cephesi ve El-Aksa Şehitleri Tugayları da bu direniş hareketlerine belirli oranlarda destek verdi. Ancak bazı gruplar, örgütsel bağlantılarını açıkça ortaya koymaktan kaçındı; böylece eylemlerinin başarısını güvence altına almayı ve gelecekteki direniş stratejileri için sağlam bir zemin oluşturmayı hedeflediler.
Bu gruplar, direniş faaliyetlerini iki ana yöntemle yürütüyorlar. Birincisi, İsrail güçlerinin Filistin şehirlerine ve mülteci kamplarına düzenlediği baskınlara karşı koyarak ve ikincisi, Batı Şeria’nın kuzeyindeki İsrail kontrol noktaları ile yerleşimcilerin kullandığı yolları hedef alarak.
Bunun yanı sıra, bazı direnişçiler İsrail’in iç bölgelerine sızarak 1948’de işgal edilen şehirlerin merkezinde eylemler gerçekleştirmeyi de başardı. Bu tür saldırılar arasında en dikkat çekenlerden biri, şehit Raad Hazem tarafından gerçekleştirilen ve İsrail’in siyasi ve güvenlik sistemini sarsan operasyon oldu.
Direniş hareketlerinin yayılmasıyla birlikte, bu grupların savaş yetenekleri de gelişmeye başladı. İsrail ordusu, Filistin şehirlerine ve mülteci kamplarına düzenlediği baskınlar sırasında daha önce alışık olmadığı silahlı çatışmalar, pusu operasyonları ve patlayıcı tuzaklarla karşılaşmaya başladı. Özellikle, direnişçilerin geliştirdiği patlayıcılar, İsrail ordusunun zırhlı araçları için ciddi bir tehdit haline geldi. Direniş grupları, patlayıcıları daha etkili hale getirerek İsrail’e ait “Nimr” zırhlı personel taşıyıcılarını hedef aldı ve birçok operasyonda bu araçlara ağır hasar verdi. Bu saldırılar sonucunda İsrail askerleri arasında ölümler ve ağır yaralanmalar yaşandı, patlayıcılar İsrail güçleri için adeta bir kâbusa dönüştü.
7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı operasyonunun ardından Gazze’ye karşı başlatılan savaştan önce, İsrail Cenin’deki direnişi yok etmek amacıyla “Ev ve Bahçe” adını verdiği büyük bir askeri operasyon başlatmıştı. Ancak İsrail, bu operasyonla amacına ulaşamadı. Bu süreçte, Filistin Yönetimi’nin, halkın yanında yer almadığı ve Cenin’in maruz kaldığı durumu görmezden geldiği yönünde birçok eleştiri yükseldi. Cenin’de el-Fetih Hareketi’ndeki önemli isimlerden olan Mahmud Al-Aloul ve Azam El-Ahmed’in karşılanma şekli, Filistin Yönetimi’nin rolüne yönelik ilk ciddi tepkilerin açığa çıktığı önemli olaylardan biri oldu. Bu olayın etkilerini hafifletmek amacıyla, kamptaki kanat liderlerinin müdahalesiyle durumu yatıştırma çabaları başlatıldı.
İsrail bir taraftan Gazze’ye yönelik soykırım savaşını sürdürürken, diğer taraftan Batı Şeria’nın kuzeyindeki mülteci kamplarına yönelik saldırılarılarını yoğunlaştırmıştı. Direniş gruplarının ve tugaylarının barınakları olarak gördüğü bu mülteci kamplarına yönelik saldırılardan en fazla payı alan Cenin Mülteci Kampı oldu. İsrail, suikast operasyonları için insansız hava araçları ve savaş uçaklarını yeniden kullanmaya başladı. Bu durum, Nablus’un doğusundaki Balata Mülteci Kampı ve Tulkerm il sınırlarında bulunan Nur Şems ve Tulkarim Kampları’nda da tekrarlandı. Ancak, İsrail bu direniş olgusunu yok edebilmekte başarılı olamadı. Aksine, bu saldırılar direnişin beceri ve yeteneklerini gelişmeye devam etti ve bu direniş hareketlerine katılanların sayısı arttı. Bu durum, İsrail için bir tehdit haline geldi ve İsrail, Gazze’de uyguladığı organize tahribat stratejisini Batı Şeria’daki mülteci kamplarına taşımaya çalıştı. Amacı, direnişe destek veren toplumu hedef alarak büyük bir yıkım yaratmak olsa da, bu stratejisi de başarısız oldu.
Filistin Yönetimi ve Direnişi “Kontrol Altına Alma” Aşamaları
Filistin Yönetimi, Batı Şeria’daki direniş gruplarıyla mücadelede iki ana strateji izlemeye çalıştı. İlk strateji, “ihtiva etme stratejisi” olarak bilinen ve özellikle Batı Şeria’nın kuzeyindeki mülteci kamplarında ya da Nablus’taki Aslanların İni gibi gruplara katılan direnişçilerin cezalandırılmadan kontrol altına alınmalarını amaçlayan bir yaklaşımdı. Bu strateji, işgal güçlerinin peşinde olduğu direnişçilerin silahlarını teslim etmeleri ve Filistin güvenlik güçlerinin denetimindeki güvenlik tesislerinde belli bir süre tutulmaları üzerine kuruluydu. Bu kişilerin tekrar silahlı direnişe katılmayacaklarından emin olunduktan ve İsrail tarafından da güvenlik dosyaları kapatıldıktan sonra bırakılacaklardı. Bu strateji, bazılarında başarılı oldu ancak diğerlerinde başarısız oldu. Bazı direnişçiler serbest bırakıldıktan hemen sonra İsrail tarafından tutuklandılar veya öldürüldüler. Özellikle de İsrail tarafında doğrudan öldürme veya yaralama şeklinde bir eyleme karışmakla suçlananlar için bu durum geçerlidir. Filistin Yönetimi, bazı takip edilen direnişçilere silah teslim etmeleri karşılığında, Filistin güvenlik güçlerine dahil olmalarını teklif etti. Bu yaklaşım, özellikle el-Fetih Hareketi ve El-Aksa Şehitleri Tugayları’na mensup kişilere yönelik olarak uygulandı.
İkinci strateji, karşı karşıya gelme ve takibat politikasıydı. Filistin yönetimi, direniş gruplarına katılanlarla, özellikle Hamas ve İslami Cihad hareketlerine daha yakın olanlarla, ideolojik eğilimlerine veya düşünsel uzantılarına göre yaklaşmayı tercih etti. Onlarla, ihtiva etme değil, tutuklama ya da takibat yoluyla mücadele etmeye odaklandı. Nablus’taki Aslanların İni’nden Musab Eştiye’nin tutuklanması, bunun bir örneğini oluşturuyordu. Ayrıca, İslami Cihad Hareketi’ne yakın olduğu düşünülen Cenin Tugayı üyelerinin tutuklanması da bunun diğer bir örneğiydi. Cenin Mülteci Kampındaki güvenlik operasyonu, bu yaklaşımın zirve noktası gibi görünüyor.
Yerel Tutumlar ve Girişimler
Filistin yönetiminin kampa yönelik yaptığı güvenlik operasyonuna, Filistinlilerin tutumları kısmen gerilim, tartışmalar ve hatta çatışmalara varacak şekilde çeşitlilik gösterdi. Bu operasyonu destekleyenler ve onaylayanların başında el-Fetih hareketi gelmektedir. Onlara göre bu operasyon kanun dışı hareket edenlerle mücadele etmek için yapılmalıydı ve bu operasyona olan “halk desteğini” göstermek için Batı Şeria’daki https://www.wafa.ps/Pages/Details/110826Cenin, el-Halil, Nablus, Selfit gibi şehirlerde kendi üyeleri ve güvenlik güçlerinin katılımıyla yürüyüşler düzenlediler. Mahmud Abbas’ın Dini meselelerden sorumlu danışmanı ve Filistin baş müftüsü Mahmud el-Habbâş ise bu operasyonun düzeni sağlama ve güvenliği tesis etme amacıyla yapıldığını belirtti. Ayrıca, el-Fetih Hareketi, Hamas’ı Batı Şeria’yı da Gazze gibi yok etmeye çalışmakla suçladı.
Öte yandan, Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, ortak bir açıklamada, Filistin yönetiminden güvenlik operasyonunu sonlandırmasını ve Filistin saflarında birlik sağlamak ve iç çatışmaların önlenmesi adına güçlerini geri çekmesini talep etti. İç çatışma çıkarmamak için çabalamanın, herkesin sorumluluğunda olduğunu ifade ettiler.
Bu tartışmaların ortasında ve operasyonun ilk günlerinden itibaren, başta “Vifak” girişimi olmak üzere birçok girişim başlatıldı. Başta İnsan Hakları Bağımsız Heyeti olmak üzere 60 Filistinli kurum, parti ve sivil toplum kuruluşu tarafından desteklenen bu girişim, Cenin Mülteci Kampı’ndaki krizi sonlandırmayı amaçlıyordu. Ancak, bu girişim şu ana kadar operasyonu sonlandırmada başarılı olamadı.
Güvenlik operasyondan yaklaşık 46 gün sonra, şehirdeki yerel kurumların temsilcileri ve uzlaşı liderlerinin girişimiyle bir anlaşma sağlandığı açıklandı. Bu anlaşma, krizin sona ermesi ve hayatın normal seyrine dönmesi için bir umuttu. Anlaşmaya göre, Filistin polisi kampa tüm yönlerden girebilecekti. Karşılığında ise, kamp sakinlerinden operasyon sırasında tutuklanan vatandaşların dosyaları kapatılacak, silahlı unsurlar görünür olmayacak ancak direnişçiler İsrail karşısında direnme haklarını koruyacaktı. Ancak, anlaşmadan yaklaşık 24 saat sonra Cenin Tugayı bir açıklama yaptı ve Filistin yönetiminin taahhütlerini yerine getirmediğini, bu nedenle anlaşmadan çekildiklerini belirtti. Bunun üzerine, kamp çevresinde çatışmalar yeniden başladı.
İsrail işgal güçleri, Filistin yönetimine başka bir süre tanımadı. Ardından, iki gün boyunca savaş uçaklarıyla suikast operasyonları gerçekleştirdi. Bu operasyonlar sonucunda, aralarında direnişçiler, çocuklar ve kamp sakinleri de olmak üzere yaklaşık 16 Filistinli şehit oldu. Son olarak, İsrail, “Demir Duvarlar” adıyla büyük bir askeri operasyon başlattı. Bu operasyon, kampı kuşatarak, helikopterli saldırılar ve zırhlı araçlarla desteklendi. İsrail, bu operasyonun uzun bir süre devam edeceğini duyurdu.
Filistin Yönetimi neden Cenin’de güvenlik operasyonu başlattı?
Herkes kabul eder ki, Gazze’deki savaşın gelişmeleri ve bölgesel ve uluslararası siyasi dönüşümler, Filistin devleti ve projesinin geleceğini bir kavşak noktasına getirmiştir. Ancak bu durum sadece savaşın sonucu değil, aynı zamanda Netanyahu başkanlığındaki mevcut İsrail hükümetinin, -aşırı sağcı bir çoğunlukla kurulduğu Aralık 2023’ten itibaren- bir Filistin devleti kurma hayalini yok etmeye yönelik çabalarından da kaynaklanmaktadır. İsrail’in, Filistin yönetiminin gelirlerine el konulması, Batı Şeria’daki toprakların denetimini ele geçirme ve bu toprakları ilhak etme, yerleşim birimlerini hızlandırma ve Oslo Anlaşması’na göre (B) statüsünde olan toprakları İsrail sivil yönetimi alanına dönüştürme gibi adımları, Filistin yönetiminin siyasi olarak zayıflamasını sağlamak ve Filistin devleti kurma olasılığını engellemek amacıyla atılmıştır.
Ancak, değişimlerin hızlanması, Filistin yönetiminin Gazze savaşından sonra, savaşın ertesi günü en büyük kaybedenin kendisi olacağına dair bir okuma yapmasına neden olmuş gibi görünüyor. Bu, Filistin yönetiminin Gazze savaşına karşı tutumundaki belirsiz davranışlarını ve Filistin tarafında siyasi olarak güvenilebilir bir alternatif olarak kendini sunma çabalarını açıklayabilir. Ancak savaşın uzun sürmesi, Gazze’deki direnişi yenememesi, Arap ve uluslararası tarafların Hamas ve direniş gruplarının Gazze’nin geleceğinde yer almasını sağlamak için çözümler aramaları, son olarak Mısır’ın Gazze için toplumsal komite kurulması önerisi Filistin Yönetimi’nin Gazze’de bir kazanım elde edemeyeceğini açığa çıkardı. Diğer taraftan Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesiyle Filistin Yönetimi Batı Şeria’daki varlığının önemini göstermek amacıyla Cenin Mülteci Kampı’nda denetimi yeniden sağlama çabalarına yöneldi. Kendisini Batı Şeria’nın yönetimi ve kontrol altında tutulması için vazgeçilmez bir unsur olarak pazarlamak istediği de söylenebilir.
Böylece, Filistin yönetiminin Cenin Mülteci Kampı’na yaklaşımının, sadece bir güvenlik yaklaşımından ibaret olmadığı, aynı zamanda Filistin yönetiminin kontrolünü kanıtlama ve siyasi alternatif olarak yerini sağlama alma amacını taşıdığı söylenebilir.
Sonuç olarak, Filistin yönetiminin Cenin Mülteci Kampı’na karşı sergilediği tutum, Gazze’deki savaşı bitirme çabaları ve Filistin içindeki en büyük kaybeden olma tehlikesine karşı bir yansıma olarak anlaşılabilir. Bu durum, Gazze’ye destek vermemekle suçlanan Filistin yönetiminin, bu savaşın siyasi sonuçlarına etki edememesi ve uluslararası alanda maruz kaldığı dışlamanın bir sonucudur. Ayrıca, Batı Şeria, Filistin yönetimi için, üzerinde kontrol sağladığı ve egemenliğini kurmaya çalıştığı son bölge olarak kalmaktadır. Özellikle İsrail ve ABD’nin gelecekteki bir siyasi alternatif olarak Filistin yönetimine güvenmediği söylenirken, Filistin yönetimi Cenin’e yönelik operasyonuyla, tüm bu büyük risklere karşı hayatta kalma yeteneğini kanıtlamaya çalışıyor. Ancak, bu operasyonun zamanlaması ve kullanılan yöntemler, halkın bu tutumu reddetmesi nedeniyle Filistin yönetimi için daha fazla kayba yol açacaktır.