Filistin Dayanışma Hareketleri, Tarihi, Etkileri ve Geleceği

Dr. Rabab Abdelhadi ile Söyleşi

Dr. Rabab Abdelhadi ile Söyleşi: Filistin Dayanışma Hareketleri, Tarihi, Etkileri ve Geleceği

7 Ekim’den (2023) sonraki süreçte birçok ülke Siyonist işgale karşı Aksa Tufanı savaşında büyük bir mücadele veren Filistin halkı ve direnişi ile geniş çaplı dayanışma hareketlerine tanık oldu. Bu dayanışma ruhunun önemine binaen Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi, Filistinli akademisyen Dr. Rabab Abdelhadi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Dr. Rabab, Filistin’le dayanışma araştırmaları yapan ve aktif olarak çalışan en önemli aydınlardan biridir. Etnik araştırmalar, sömürgecilik ve direniş araştırmaları gibi konularda uzmanlaşan Dr. Rabab Abdelhadi Michigan Üniversitesi, Yale ve San Francisco Üniversitesi gibi birçok Amerikan üniversitesinde profesör olarak çalıştı. Abdelhadi, 15 yılı aşkın süredir itibarını zedelemeye yönelik Siyonist ve ırkçı saldırılara, şiddet tehditlerine ve işinden ihraç edilmek amacıyla kendisine yöneltilen uydurma suçlamalara maruz kaldı. Bunlardan en ciddisi federal mahkemede hakkında açılan davaydı. Ancak tüm bu girişimlere karşı galip gelerek Filistin’i öğretmeye yönelik programını oluşturmaya devam etti. Ayrıca dayanışma, ırkçılık karşıtlığı, feminist hareket ve diğerleri gibi çeşitli konularda kitaplar, araştırmalar ve makaleler yazdı.

Kendisinin Filistin’le Dayanışma Komitesi’nin kuruluşunda, ayrıca ABD’de Filistin ile dayanışma konusunda birçok faaliyete öncülük etmesine binaen, yurtdışında Filistin’le dayanışma hareketlerine yönelik bir röportaj gerçekleştirdik. Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi’nin, yurtdışındaki dayanışma hareketlerini, bu hareketlerin nasıl oluştuğunu, zaman içindeki gelişimini ve 7 Ekim’den sonra artan rolünü daha derin ve geniş bir perspektifle anlamak amacıyla Dr. Rabab Abdelhadi ile yaptığı röportajı ilginize sunuyoruz. Röportajı gerçekleştiren Dr. Hasan Obeid’dir.

Öncelikle, Filistin dayanışma hareketleri nasıl tanımlanabilir?

Filistin dayanışma hareketleri, dünyanın farklı yerlerinde mazlumların uğruna mücadele ettiği farklı toplumsal hareketlerden meydana gelen küresel dayanışma hareketinin ayrılmaz bir parçasıdır aslında. Yani örneğin barış ve adalet hareketleri, siyahların, işçilerin, kadınların, toplumdan dışlanmışların, ezilen ve sömürgeleştirilmiş halklar ile dayanışma hareketleri gibi küresel dayanışma hareketlerinin bir parçasıdır.

Dayanışma fikri birbiriyle bağlantılı diyalektik bir süreçtir; hem devrimci sömürge halklarının sömürgeciliğe, baskıya, ırkçılığa ve zulme karşı mücadelelerini desteklerken, diğer yandan da özgürlüklerine kavuşmaları için onlarla dayanışma içinde olur. Yani dayanışma hareketleri sadece çatışmaların çözümünü talep etmekle kalmaz, aynı zamanda ezilen tarafın yanında yer alır.

Tabi burada Filistin ile dayanışma grupları ile ilgili olarak her gruptaki yapı ve kuralların diğerlerinden farklı olduğunu söylemeliyiz. Her grubun Filistin ile dayanışma söylemi kendi içinde bulunduğu coğrafi mekâna, Filistin davasıyla bağlantılarının niteliğine ve halk olarak yaşadıkları mücadele deneyimlerine göre şekillenir. Bu farklılıklar Arap ve İslam halkları, üçüncü dünya ülkelerinin halkları ve Batı halkları arasında dayanışmanın mekanizmaları ve boyutları bağlamında çok net hissedilir.

Filistin’le dayanışma hareketlerinin tarihsel kökleri nelerdir ve bu hareketlerde meydana gelen en dikkate değer dönüşümler nelerdir?

Modern dönemde genel olarak dayanışma hareketleri 19. yüzyılda Karl Marx’ın düşüncelerinden etkilenen işçi dayanışma hareketleri ile başladı. Zamanla bu dayanışma hareketi “birimizin yarası hepimizin yarasıdır” sloganı ile dünya çapında yayılmaya başladı. Bu dayanışma hareketleri daha çok işçiler arasında ve çeşitli yerlerde yoğunlaştı. Bir diğer komünist lider Vladimir Lenin ise halkların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünden bahsederek, sömürge halkların bağımsızlık ve kendilerini savunma hakları olduğunu, dayanışma hareketlerinin yalnızca işçi hareketiyle sınırlı kalmaması gerektiğini savundu.

Filistin’le dayanışma hareketinin tarihi, Sovyet Komünist Partisi’nin çağrısıyla 1920’de düzenlenen ve dünya çapındaki çeşitli sol ve işçi gruplarının yer aldığı Bakü Konferansı’na kadar uzanıyor. Ancak bu dayanışma hareketi, Siyonist işçi grupların ortaya çıkmasıyla sekteye uğradı. Siyonist işçi hareketi işçiler arasındaki uluslararası dayanışma anlatısına dayanarak sempati toplamaya çalışırken aynı zamanda Filistin’in işgaline katkıda bulunuyordu. Böylece Filistin’de iki işçi grubu oluştu; bunlardan ilki ülkelerini işgalci yabancılardan kurtarmayı düşünen Filistinli işçiler, ikinci grup ise toprakları işgal eden olan Siyonist Yahudi işçilerdi.

İspanya İç Savaşı sırasında, 18 Temmuz 1936 ile Nisan 1939 arasındaki dönemde, çok sayıda Filistinli, Francisco Franco diktatörlüğüne karşı İspanyol halkının yanında mücadele etti. Bu katılım, İspanya’da Filistin halkıyla dayanışmanın güçlenmesine katkıda bulundu ancak Siyonist hareket o dönemde Filistin ile dayanışma ruhunu bozmayı başardı.

Yine mesela Şeyh İzzeddin El Kassam, Suriye’den gelip İsrail’e karşı bir gerilla savaşı başlatması nedeniyle Filistin’le dayanışmanın en önemli yüzlerinden biri olarak kabul edilir.

Özellikle Asya, Afrika ve ardından Latin Amerika’da ulusal kurtuluş hareketlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Afrika, Asya ve Latin Amerika’da ve ezilen ve baskı altındaki halklar içerisinde birçok dayanışma hareketi ortaya çıktı. Sömürge halkları İngiliz ve Fransız sömürgecilerine karşı mücadelelerinde birlik ve dayanışma içerisinde hareket ettiler. O dönemde Filistin’de İngiliz sömürgeciliği vardı. Filistin’le dayanışma özellikle 1948’de Nekbe’den sonra çok arttı.

Filistin davasına küresel destek sonraki yıllarda da devam etti. 1955 yılında Endonezya’nın Bandung kentinde kurulan Bağlantısızlar Hareketi’nin konferanslarında -özellikle Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın Bağlantısızlar Hareketi’nin en önemli liderlerinden biri olması nedeniyle- Filistin meselesi hep gündem edildi. Burada dünya devriminin liderlerinden Che Guevara’yı ve 1959’da Filistin halkına destek amacıyla Gazze Şeridi’ne yaptığı ziyareti de anmak gerekir. Bu ziyaret Amerika kıtasını sarsan Küba Devrimi’nin zaferinden yalnızca aylar sonraydı. Küba, Amerikan emperyalizminin başına bela olmaya devam ediyor.

Aynı dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. Yine bu dönemde Filistinli öğrencilerin siyasi ve direniş/gerilla eylemlerinde örgütlenmesinde ve öğrencilerin bilinçlendirilmesinde önemli rol oynayan Filistin Öğrenci Birliği ortaya çıktı. Filistinli Kadınlar Birliği de benzer bir rol oynadı ancak öğrencilerle aynı seviyede değildi.

Filistinli savaşçıların eğitiminde Çin önemli bir rol oynadı. Diğer taraftan Çin Marksizm vizyonu ile Filistinli çiftçileri ve Filistin toplumunun tarımsal yapısını destekledi. Bu, Çinlileri Filistin’e yakınlaştırdı ve bir bakıma anti-Siyonist yaptı. Sonraki süreçte ise Sovyetler Birliği’nin Filistin direnişini tanıma ve direnişe silah ve eğitim sağlama kararını görüyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Amerikalı aktivist Malcolm X ırkçılığa karşı savaştı, siyahların haklarını savundu, Siyonist harekete karşı çıktı ve Filistinlileri destekledi. Yine Amerika’daki önemli gruplardan Kara Panterler hareketinin manevi babası Robert F. Williams da Siyonist hareketi reddedip Filistin’i desteklemişti. Bu hareketler Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin ortaya çıkmasıyla 60’lı yıllarda gelişip öne çıktı.

Amerikan Siyahi hareketi içinde Filistin halkının mücadelesini destekleyenlerin Malcolm X ve Robert Williams ile sınırlı olmadığını belirtmek gerekir. 1 Kasım 1970’te New York Times’ta yayınladıkları bir beyan ile Filistin halkının mücadelesiyle dayanışma içinde olduklarını ilan eden bir grup siyahi akademisyen, aydın ve aktivisti de unutmamak gerekir. Bu beyanda Filistin’in kurtuluşu ile Afrika’nın sömürgecilikten kurtuluşu ve Amerika’daki siyahların kölelik ve sömürgeciliğin sonuçlarından kurtuluşu arasındaki bağlantıyı açıkça belirtmişlerdi. Burada ünlü boksör Muhammad Ali Clay’in rolü de öne çıkmakta, İslam’ı kabul etmesinden ve Malcolm’la olan ilişkisinden etkilenerek Vietnam’da askerlik yapmayı reddettiğini açıklamıştı. O dönemde Amerika’da (Vietnam) savaş karşıtı hareketin yükselişi de dikkat çekiciydi.

Bazı Batılı ülkeler Komünizmi reddetme sloganı altında Filistin meselesiyle mücadele etti. Söz konusu Batılı ülkeler komünizmi kendilerini yok etmek isteyen bir canavar olarak tasvir edip, Filistin direnişini de başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerin cephesi olarak tasavvur ettiler. Sanki Filistin halkının savunacak bir nedeni yokmuş ya da akılları yokmuş gibi; sanki Sovyetler tarafından yönetilen koyun sürüsünden ibaret gibi gösterdiler. Bu aslında şimdi günümüzde Siyonist ve Batılı sömürgeci medya organlarının Hamas ve diğer Filistin direniş gruplarının yalnızca İran’ın emirleri doğrultusunda hareket ettiğini iddia etmeye çalışması gibi.

1967’den sonra Filistin sahnesinde yaşanan birtakım gelişmeler nedeniyle durum tamamen farklılaştı ve dayanışma hareketinin genel hatları belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Siyah Amerikalılar ve Vietnam halkı Filistin ile dayanışmalarını ilan etti. Aynı şekilde Vietnam ve Küba’daki kurtuluş hareketlerine destek veren halklar da Filistin halkıyla ittifakın parçası oldu. Ama maalesef bu anlatı çok önemli olmasına rağmen 60’lardaki Amerikan hareketleri tarihine dahil edilmiyor. Üzerimize düşen Filistin’le ilgili anlatıların yeniden canlandırılması için çabalamak ve onları silmeye çalışan Siyonist ve sömürgeci söylemlere direnmektir. Dönecek olursak, burada Vietnam halkının Filistin’le dayanışmasını ilan etmedeki merkezi rolünü vurgulamak gerekiyor. Onunla birlikte Vietnam ve Küba’daki kurtuluş hareketlerini destekleyen diğer halklar da Filistin halkıyla kurulan dayanışma ittifakına dahil oldular.

Cezayir’de de aynı şekilde, Cezayir kurtuluş savaşında Cezayirliler ve Filistinliler birbirlerine destek oldular. Mesela Nablus’taki ilkokulumun adını Cezayirli aktivist Jamila Bouhired’den aldığını ve o dönemde okullarımızda Cezayir milli marşını söylediğimizi hatırlıyorum.

Devrimci direniş hareketlerinin ise Filistinlilerin faaliyetleriyle ilişkisi daha derin oldu. İran’dan, Lübnan’dan, Guatemala’dan ya da dünyanın diğer ezilen halklarından pek çok halk Filistinlilere yardım etti ve onları eğitti.

Son olarak şunu eklemek gerekir; bazılarının iddia ettiğinin aksine, İslam ülkeleri bu dönemde Filistin ile dayanışmadan geri durmadı aslında. Bunun en güzel örneği Afrika Birliği Konferansı, Bağlantısızlar Hareketi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer İslami örgütler ya da Filistin halkının mücadelesine destek veren İslam ülkelerini de içine alan örgütlerdir.

Dayanışma hareketleri nasıl örgütleniyor ve toplumsal hareketlere benzer örgütsel yapıları var mı? En belirgin bileşenleri nelerdir?

Bir dayanışma hareketinin inşası iki farklı biçimde olur. Birincisi açık bir hiyerarşik organizasyon yapısının varlığıdır. İster devlet içinde ister ulusötesi bir liderlik olsun, merkezi bir liderliğe sahiptir. Her biri yerel veya uluslararası coğrafyadaki spesifik ve net çalışmalarda uzmanlaşmış komitelere bölünmüştür. Çoğu zaman ittifaklar şeklindedirler. 29 Kasım 1981’de Filistin için dünyanın en büyük dayanışma yürüyüşünü düzenlemek için başlatılan 29 Kasım İttifakı gibi. İttifak, Vietnam, El Salvador, Nikaragua, Haiti ve Haiti’den yüzden fazla örgüt ve kurtuluş hareketini içeriyordu. Ayrıca yine ittifaka dahil olanlar arasında Afrika Ulusal Kongresi, Patrice İttifakı, Siyahi hareketler, Porto Rikoluların, Kübalıların, Korelilerin ve Yahudilerin anti-Siyonist hareketleri ve daha birçok dayanışma hareketi bulunuyordu. Bu bir kereye mahsus bir ittifaktı, ben de bu yürüyüşe katılmıştım.

1982’de Lübnan’ın işgalinden sonra Lübnanlılar ve Filistinliler “Lübnan ve Filistin halkını destekliyoruz ve işgali reddediyoruz” sloganı ile bu hareketi yeniden canlandırdı. Bu ittifak (29 Kasım İttifakı) Beyrut’un bombalanmasına ve işgaline karşı tüm dayanışma hareketlerine öncülük etti. Buna rağmen o dönemde Filistin halkıyla dayanışma hareketi diğer protesto hareketlerine kendini kabul ettiremedi. Örneğin 12 Haziran 1982’de New York şehrinin en büyük parkında nükleer silahlanmaya karşı bir milyon kişinin katıldığı bir gösteri düzenleyen Amerikan Barış Hareketi o günlerde acımasız Siyonist bombardımanına maruz kalan Beyrut’u görmezden gelerek Filistinli veya Lübnanlı konuşmacıların katılımını reddetti. Bu barışçıl ittifakın önde gelen tüm organizatörleri İsrail’in nükleer silah programından haberdar olmalarına rağmen bir yanda Siyonizm’e bağlılıkları, diğer yanda McCarthyci miras, onları kararlı bir şekilde Arapların ağzını susturmaya itti. MIT’nin tanınmış dilbilim profesörü Noam Chomsky bu koşullar altında yürüyüşe katılmayı reddetti ve onları kamuoyu önünde eleştirdi.

29 Kasım İttifakı artık Beyrut’un bombalanmasına ve işgaline karşı tüm dayanışma hareketlerine liderlik eder olmuştu. Bu dönemde Ariel Salzman, Gail Lerner, Mehdi Ben Berka’nın yoldaşlarından biri olan Profesör Stuart Schar ve Norman Finkelstein gibi bir grup aktivist tarafından kurulan “Lübnan’daki İsrail Katliamına Karşı Yahudiler” (Jews Against the Israeli Massacre in Lebanon, JAIMIL) gibi başka örgütler ve hareketler de ortaya çıktı. En göze çarpan faaliyetlerinden biri New York’taki Birleşmiş Milletler İsrail misyonunun içinde yaptıkları oturma eylemiydi.

Koalisyonun adı 1983 yılında “Filistin Halkıyla Dayanışma Komitesi” olarak değiştirildi ve 1994 yılında Oslo Anlaşmaları imzalanıncaya kadar faaliyetlerini sürdürdü. Örgütsel olarak farklı kuruluşların oluşturduğu bir ittifaktan, düzenli üyelik, merkezî liderlik ve farklı alanlarda faaliyet gösteren şubelerden oluşan tek bir kuruma dönüştü. Mumlu anma yürüyüşleri ve üniversitelerdeki etkinlikler ile adlarını duyurdular. Kiliselerle, anti-Siyonist Yahudilerle, yerli halklarla, siyahlarla ve diğer oluşumlarla ittifaklar kurdu. Gerçekleştirdiğimiz en önemli faaliyetlerden biri 1985’te Afrika Ulusal Konseyi (ANC)’nin katılımı ile “İsrail ve Güney Afrika: Birbirine Bağlı Apartheid Sistemi mi?” kampanyasıydı.

İkinci biçim, açık bir liderliği olmayan “Küresel Dayanışma Hareketi” gibi “anarşist” bakış açısına sahip yatay liderliktir. Aksine herkes kendi arzusuna ve sorumluluğu olarak gördüğü şeye göre rolünü yerine getirir. Bu hareket, birinci ve ikinci intifadalarda Filistin halkına çok destek sağladı. Bunların arasında 2003 yılında Gazze Şeridi’nde işgalci İsrail’in öldürdüğü Amerikalı aktivist Rachel Corrie de vardı.

“Adalet bölünmez. Rachel Corrie ülkesini, ailesini, halkını bıraktı ve Filistinli masumları savunurken şehit oldu.” yazılı pankart.

Çoğu Filistin dayanışma hareketinin finansmanı öncelikle yerel destek ve bağışlara dayanıyor. Bu durum bazen kaynak yetersizliğinden dolayı işin doğasını etkiler, maddiyattan bağımsız olarak kararlar alınmasını etkileyebilir. Diğer taraftan Siyonist hareket veya Filistinliyi Siyonist’le eşitleyen diğer hareketleri destekleyen gruplara sınırsız fon sağlanmaktadır.

7 Ekim’den sonra küresel dayanışma hareketlerinde gelişme ve ivme gördük, bu hareketler nerelerde aktif, bunun açıklamaları neler?

Aksa Tufanı sırasında Filistin’le dayanışma hareketlerinde görülen büyük ivme, yetmiş altı yıllık uzun çalışma ve çabaların bağlamından ayrı düşünülemez. Bu çabalar Filistin ile dayanışma hareketlerinin dünyadaki etkinliğinin ve nüfuzunun artmasına katkıda bulundu.

2014’teki savaş dayanışma hareketinin canlanmasında önemli bir noktaydı. Özellikle direnişçilerin inatçı kararlılığı ve İsrail’in Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği katliamlar sonucunda tüm dünyanın savaş boyunca Filistin’in yanında yer aldığını gördük.

Kendi hakları ve dünyadaki mazlumların hakları için mücadele eden diğer grupların yanı sıra İslamofobi’yi ve ırkçılığı reddeden hareketlerle ittifaklar da vardı. Filistin Dayanışma Hareketi, tüm bu grupları Filistin’le dayanışma hedefi doğrultusunda harekete geçirmeyi başardı. 7 Ekim’den sonra güçlü bir dayanışma hareketinin ortaya çıkmasına yardımcı olan da buydu.

Sosyal medya, sahada olup biteni hiçbir kısıtlama olmadan gösteren video ve kliplerin yayınlanmasında önemli bir rol oynadı. Böylece Batı ücretli medya mı ideolojik medya mı ikilemini aşmış oldu. Dünyanın neresinde olursa olsun herkesin görebilmesi için apaçık gerçeği sosyal medya vesilesi ile aktarabildik. Bu da özgür halkların Filistin halkıyla özellikle de Gazze ile dayanışmaya yönelmesine katkıda bulundu.

Hamas hareketinin ilk intifadada önemli bir oyuncu olarak ortaya çıkması ve ardından ikinci intifadadaki önemli rolü, Filistin siyasi arenasına siyasi ve entelektüel çoğulculuğu ekledi. Diğer bir ifade ile Filistin siyasi arenasının artık El Fetih ve sol hareketlerle sınırlı olmaması, İslami Direniş Hareketi’nin de burada aktif bulunması dünyadaki pek çok İslamcıyı Filistin Dayanışma Hareketine katılmaya ve saflarını örgütlemeye teşvik etti.

2005’te kurulan BDS hareketinin ortaya çıkışı, İsrail’i ve dünyada onu destekleyen, finanse eden ve sponsor olan her kişi ve kurumu boykot etmedeki küresel rolü dünyadaki dayanışma hareketinin güçlenmesine katkıda bulundu. Öyle ki bazı şirket ve kurumları İsrail’i desteklemeyi bırakmaya zorlayabilecek ekonomik bir güç haline geldi. Bütün bunlar dayanışma hareketinin güçlenmesine katkı sağladı.

Bu birikimler 7 Ekim sonrasında olacaklara hazırlıktı. Batı’daki birçok Filistinli ve Filistinli olmayan grup Hamas’ı kınamayı reddetti. Bizler Filistin Halkıyla Dayanışma Komitesi olarak direnişi destekleyen bir söyleme bağlı kaldık. Çeşitli güçler ve dayanışma grupları da oybirliğiyle Filistin’le dayanışma içinde olmayı ve Hamas hareketine karşı kadınlara tecavüz edildiği ve çocukların parçalandığı yönündeki asılsız iddiaları çürütmeye yönelik faaliyetlere karar verdi.

Irkçılığa ve sömürgeciliğe karşı Filistin halkının kurtuluşu için genel dayanışma söylemi. Tek vatan, tek halk, tek dava söylemi. Bu gibi söylemler, Batı’da kuşatılmış ve izole edilmişti. Ancak daha önceki birikimler bu söylemlerin yeniden öne çıkmasına ve Filistin ile dayanışmanın harekete geçmesine yol açtı.

Filistin’le dayanışma hareketlerinin dayandığı en öne çıkan retorik içerikler neler? Filistin meselesini nasıl görüyorsunuz, 7 Ekim olaylarını nasıl görüyorsunuz?

Filistin halkıyla dayanışma gruplarının kullandığı birçok retorik söylem var. Bunların çoğu öncelikle adalet talep eden Filistin söylemini şekillendirme etrafında dönüyor. Özellikle Filistin için adalet fikrini daha geniş ve kapsamlı bir fikir olan dünyadaki tüm mazlum halklar için adalet fikrine bağlamak.

Hareket önemli bir temel konuya da dikkat çekiyor. Şöyle ki herhangi bir gerekçeyle Yahudiler de dahil olmak üzere herhangi bir gruba karşı, ırkçılığın her biçimini reddediyor. Söylemlerinde Siyonist varlığın (İsrail devleti) ve küresel Siyonist hareketin varlığının reddedilmesine odaklanıyor.

Dayanışma hareketinin genel söylemi, “Filistin halkının baskı ve adaletsizliğe karşı kendini savunma hakkı vardır” ve “Tüm tarihi Filistin’e dönüş hakkı” gibi açık ve basit sloganlar üzerinde yoğunlaşarak destek toplamaya çalıştı.

Hatta 7 Ekim’den yıllar önce bile Filistin dayanışma gruplarının ana sloganı, Filistin topraklarının tamamen özgürleştirilmesi söylemi etrafında yoğunlaşıyordu; birçok ülkede yasaklanan “Denizden nehre” sloganı, Filistin dayanışma hareketinin slogan ve söyleminin odağını temsil ediyordu.

Bununla beraber elbette söylemler farklı dayanışma grupları arasında farklılık gösteriyor. Bazı hareketler hem Filistinlilerle hem de Siyonistlerle dayanışmaya odaklanıyor. Bu, Filistin’in uzun süredir devam eden baskı ve sömürgeleştirme tarihini görmezden gelip meşrulaştıran ve celladı kurbanla eşitleyen bir yaklaşımdır. Hatta Filistin halkının kendini savunmak için direnme hakkını bile reddediyor. Filistin Dayanışma Komitesi bu gruplardan farklıdır ama bazen onlarla işbirliği yapmak zorunda kalabiliyor.

Sömürgeciliğin tüm tezahürlerine karşı siyasi söylemin vurgulanmasının önemine ek olarak şunu da belirtmekte fayda var. Direnişin de söylemini geliştirmesi gerekiyor. Sömürge mirasının terminolojisinden kurtulmalı. Örneğin “hapishanelerin beyazlatılması” talep ediliyor. (Arapçaتبييض beyazlatma olarak harfi tercüme yapılan fiilin anlamı hapishanelerdeki tüm tutukluların özgür kalması, hapishanelerin temizlenmesi anlamına geliyor) Beyazın olumlu bir renk, diğerlerinin ise aşağılık bir renk gibi görünmesine neden olan bu ifadenin tekrarlanması beyaz olmayan insanlara, özellikle de bu tür cümlelerden rahatsızlıklarını dile getiren siyah dayanışma aktivistlerine yönelik ırkçı bir bakış açısı içeriyor.

Küresel dayanışma hareketlerinin karşılaştığı zorluklar nelerdir? Resmi ve örgütsel düzeyde?

Filistin dayanışma hareketi, zaman içerisinde pek çok farklı sorun ve zorlukla karşı karşıya kalmış, birçok kısıtlamaya maruz kalmıştır. Belki de kuruluşundan bu yana Filistin dayanışma hareketine en ağır darbe İsrail’in Sovyetler Birliği tarafından tanınması ile olmuştu. Stalin, Siyonist devletin, hayalini kurduğu küresel işçi hareketini desteklemeye katkıda bulunabilecek ulusun koşullarını ihtiva ettiğini düşünüyordu. Sovyet Oryantalistlerinin Filistin’e bakışı da onlarla Siyonist işçi hareketi arasındaki işbirliğinin formüle edilmesine katkıda bulundu. O dönemde Sovyetlerin Filistinliler hakkındaki görüşü, onların diğer gerici halklar gibi bir halktan başka bir şey olmadığı yönündeydi. Siyonist hareket ise sosyalizmin dünyada ortaya çıkışını ve yayılmasını hızlandırmada rol oynayabilirdi.

Yıllar sonra Sovyetler Birliği Filistinli sol hareketleri destekledi. Böyle olunca da bazı Batılı ülkeler, kendi halklarını Filistin ile dayanışmadan uzak tutmak amacıyla Filistin’le dayanışma meselesini komünizme destek meselesiyle ilişkilendirdiler. Batılı ülkeler komünizmi kendilerini yok etmek isteyen bir canavara benzeterek halklarını ona karşı uyarıyordu. Dolayısıyla istemedikleri herhangi bir hareketi de hemen komünizmle bağlantılı göstererek karalamaya çalışıyorlardı. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde komünizme karşı büyük bir düşmanlık vardı ve Filistin’le her dayanışma hareketine mukabil Siyonizm’e destek yürüyüşleri düzenleniyordu. Sırf komünizme kin besledikleri için -hükümetler ve medya tarafından- komünizmle ilişkilendirilen Filistin davasına karşı Siyonizm’e destek veriyorlardı. Aslında bu, Siyonist hareketin bizzat Amerikan toplumunda pekiştirmek istediği şeydi.

İran İslam Devrimi’nden sonra asıl düşman artık İslam oldu. ABD’de İslamofobi olgusu oluşmaya başladı. İran da devrimden sonra, özellikle Tahran’daki Amerikan büyükelçiliğine baskın yapılması ve CIA üyelerinin tutuklanması olaylarında görüldüğü üzere Amerikalılara karşı büyük bir düşmanlık gösterdi. Bu durum şu ya da bu şekilde Filistin halkıyla dayanışmayı etkiledi.

Arap ülkelerinde Filistin’le dayanışma amacıyla yürüyüşler ve gösteriler düzenlendiğinde, Arap rejimleri halkın öfkesini söndürmek için bu dayanışma hareketlerinin önünü açmıştır. İsrail onlar için gerçek bir düşman olmasa da, halkların kendi hükümetlerine karşı ayaklanmalarını engellemek amacıyla bu tür eylemlere müsaade etmiş ancak daha sonra pek çok dayanışma eylemcisini tutuklamışlardır ve kendi ülkelerindeki dayanışma hareketlerinin rolünü sınırlamışlardır.

Dünya üzerinde Filistin’le dayanışma hareketi eylemcileri ortadan kaybolma, cinayet ve zulüm tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Bunların yanı sıra Filistin direniş söylemini etkisiz bırakmaya yönelik çeşitli girişimlerin ve Siyonizm ile işgal altındaki halk arasında eşitmiş gibi gösteren söylemlerin yaygınlık kazanmasına yönelik baskılara maruz kalmışlardır. Dayanışma hareketleri çeşitli ülkelerde Siyonist hareketten, yerel yönetimlerden ya da polisten çok sayıda saldırıya maruz kaldı ve pek çok Filistin’le dayanışma faaliyeti sekteye uğradı.

Filistin kurtuluş hareketinin kendisi, Filistin davasıyla küresel dayanışmayı harekete geçirmede önemli bir rol oynadı. FKÖ’nün Oslo tüneline girmesiyle birlikte, örgüt liderleri ile Siyonist liderler arasındaki normalleşme görüşmelerinin yanı sıra denizden nehre kadar Filistin’i talep eden söylemin kısıtlanması ve 1967 sınırlarında Siyonist İsrail devletinin yanında bir devlet talep eden söylemin öne çıkması ile yıllardır süren dayanışma çalışmalarının çabaları ortadan kalktı. Bütün bunlar Filistin halkıyla dayanışma komitesinin fikirlerine ve söylemine destek bulma görevini karmaşıklaştırdı.

Dayanışma hareketlerinin 7 Ekim’den sonra elde ettiği en önemli sonuçlar nelerdir?

Filistin ile dayanışma hareketi Aksa Tufanı ile büyüyerek Amerika ve Batı sokaklarında büyük bir ivme kazandı. ABD sokaklarında Filistinlilere yönelik yoğun bir kışkırtma var. Üç Filistinli öğrencinin sırf birbirleriyle Arapça konuştukları ve Filistin kefiyesi giydikleri için vurulması olayı veya Filistinli bir çocuğun komşusu tarafından bıçaklanması gibi olaylar Filistinlilere yönelik saldırganlığın boyutlarını göstermesi açısından önemli. Ancak buna rağmen Filistin ile dayanışma söylemi önemli ölçüde arttı.

Amerika’da Siyonist hareketi destekleyen ırkçı gruplar ve Filistin halkıyla dayanışma içinde olan diğer gruplar arasında kutuplaşma oldukça yüksek. Tabi Siyonist lobiler Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işgücü piyasasının ve paranın büyük bir yüzdesini oluşturuyor. Diğer taraftan adalet savunucuları siyahlar, Latinler, yerliler ve diğer gruplar Filistinliler ile dayanışma içerisindeler.

Filistin halkının direnişi, kararlılığı ve yılmadan haklarını talep etmeleri, insanların Filistin devriminin zaferine duyduğu güvene ve dayanışmasına büyük katkı sağladı. Aynı şekilde bu durum ırkçıların ve Siyonistlerin topluma aşılamaya çalıştığı Filistinlilerin yenildiği algısına karşı da bir meydan okuma oldu.

Filistin Dayanışma Komitesi, Filistin’le dayanışma konusunda uzun süredir yürüttüğü çalışma ve çabanın, dünyadaki çeşitli bağımsızlık ve ırkçılık karşıtı hareketlerle ittifaklar kurmasının meyvelerini aldı.

Dayanışma hareketleri nasıl daha etkili olabilir ve özellikle savaş sonrasında nasıl uzun vadeli bir etkiye sahip olabilir?

Burada asıl meselenin söylem, strateji ve dayanışma eylemi üçlemesi arasındaki uyumun nasıl sağlanacağı olduğuna inanıyorum. Hiç şüphe yok ki, uluslararası düzeydeki dayanışma çalışmaları bu üçlüyü birbirine bağlama konusunda uzun bir yol kat etti. Dayanışma hareketleri, Filistin halkı için adalet söylemine ve ırkçılıktan, kölelikten ve adaletsizlikten kurtulmak isteyen ezilen halklar için adalet söylemine odaklandı. Yine aynı şekilde Filistin halkının dünyada kalan tek sömürge ülkesi olduğu ya da tek başına savaştığı yönündeki söylemleri de göz ardı etti. Filistinlileri sanki ölüme terk edilmiş gibi etrafındaki hiç kimse ona sempati duymayan, yalnız kalmış bir halk olarak göstermeyi hedefliyordu bu söylem. Açıkçası bu gerçek değildir, Filistin dayanışma hareketini etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır.

Her dayanışma hareketinin veya her devrimci hareketin kendine has bir özelliği vardır ama bu onu diğer hareketlere ilgisiz kalacağı anlamına gelmez, aksine herkes ırkçılığa ve işgale karşı tek saf olur. Bir Filistinli kendi hakları için mücadele ederken siyahların mücadelesini ya da kadınların mücadelesini göz ardı etmemelidir. Filistin Dayanışma Komitesi Filistin sorunuyla olduğu kadar çeşitli ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı meselelerle de dayanışma içindedir. Aynı zamanda Siyonist hareketi ve onun suç teşkil eden tüm eylemlerini mutlak biçimde reddetmektedir.

Aksa Tufanı savaşında insanlar Filistin’le dayanışma göstermekten vazgeçmedi. Duyurulan tüm yürüyüşler büyük kalabalıkları bir araya topladı. Pek çok insan Filistin halkını desteklemek için zamanlarını ve emeklerini feda etmeye hazır hale geldi.

Peki savaştan sonra dayanışma hareketlerinin azalması bekleniyor mu?

Aksa Tufanı çok farklı bir tecrübe oldu. Bunun insanlığın vicdanından ve bilincinden silinebileceğine inanmıyorum. Kuşatılmış küçük bir savaşçı grubunun uzun yıllar boyunca gösterdiği kararlılığı ve sınırlı savaş yeteneklerine rağmen, kitle imha silahlarından oluşan en yeni cephaneliğe sahip düzenli bir ordunun planlarını bozma yeteneklerini küçümsememeliyiz. Bir yandan bu kararlılık, diğer yandan işgalci İsrail’in neredeyse savunmasız bir halka karşı intikamı, orantısız güç kullanımı, Filistin halkına yönelik büyük çapta uluslararası sempati ve dayanışmaya doğrudan katkıda bulundu.

Elbette gönüllü olarak mücadele eden aktivistler savaştan sonra aynı yoğunlukta günlük olarak gösteri ve etkinlikler düzenlemeye devam edemeyeceklerdir. Ancak dayanışma çalışmalarının her gün sokakta gösteri yapmaktan, boykot hareketleri örgütlemek, Filistin meselesine ilişkin farkındalığı yoğunlaştırmak ve Gazze’nin yeniden imarına katkıda bulunmak gibi uzun vadeli kampanyalara dönüşmesini bekliyorum. Bir benzeri 1969’da Küba Devrimi ile yapılan Venceremos Tugayları olarak anılan iş kampları yapılabilir. Bu kamplar ile Gazze’de savaşın izlerinin silinmesine maddi olarak katkıda bulunulur ve diğer taraftan Filistinliler ile gündelik hayatın içinde beraber bulunmak Filistinlilerin yaralarını sarmada onlara destek olur. Ayrıca İşgalci İsrail’e Gazze’yi yıkması için destek veren ülkelerin tazminat ödemesi için baskı uygulamak gerekir.

Venceramos Brigade
Venceramos Tugaylarına ait bir görüntü

Bu nedenle, Filistin ve diğer ezilen halklar için adaletin sağlanması adına mümkün olduğunca kalıcı kazanımları elde etmek artık acil ve stratejik bir görevdir. Bu kazanımların arasında ilkokullardan doktora tezlerine kadar her düzeyde okul müfredatında Filistin konusunun öğretilmesi yer alıyor. Ancak bu şekilde Siyonist anlatının kendini dayatmasının önüne geçilebilir. İşgal politikalarına karşı çıkan sesleri bastırmak ve kriminalize etmek için akademik, resmi ve özel kurumların dayattığı keyfi yasalarla da mücadele etmek gerekiyor. Henüz soykırım sahnelerinin insanlığın hafızasından daha silinmeden ivedilikle savaş suçlularının hesap vermesi ve cezalandırılması gibi hususlar da şu anda elde edebileceğimiz başarılar arasında yer alıyor. Son olarak, nerede olurlarsa olsunlar işgalci İsrail’i tecrit etme hedefi ile tüm işgal kurumlarını boykot etme kararlılığı güçlü bir şekilde sürdürülmelidir.

Dayanışma hareketleri İsrail işgalini nasıl etkiledi ve gelecekte ne gibi etkileri olabilir?

Aksa Tufanı savaşında Anti-Siyonist Yahudi faaliyetleri, Filistin Dayanışma Hareketi’nde oldukça etkili oldu. “Denizden nehre”, ” Ateşkes için Yahudiler “, “Yahudiler işgale karşı”, “Bizim adımıza olmaz” gibi sloganların yer aldığı tişörtler giyen anti-Siyonist Yahudi grupları Amerikan Kongre’sini, Özgürlük Anıtı’nı, Kaliforniya’nın en büyük köprüsünü, Bloomberg Binası’nı ve daha birçok yerde gösteriler düzenlediler. Bu çok önemli zira Siyonist hareket dünya Yahudilerini temsil ettiğini iddia ediyor. Ancak anti-Siyonist Yahudi hareketleri, Filistin’de yaşanan zulüm ve suçların Yahudiler adına ve Yahudiler için gerçekleşmediğine inanıyor. Siyonistler “Never Again (Holokost tekrarlanmayacak)” sloganı ile kendilerine en ufak bir eleştiride bulunan kimse ve kurumları hemen antisemitist olmakla itham ediyorlar. Dolayısıyla anti-Siyonist Yahudiler “Holokost kimseye tekrarlanmayacak” sloganıyla Siyonist söylemi çürütüyorlar. Ayrıca mali ve sosyal ayrıcalıklarını Filistin halkının davasını desteklemek için kullanıyorlar.

Bu durum İsrail’in imajını büyük ölçüde etkiliyor, onun temel dayanaklarından birini kaybetmesine neden oluyor ve hedef aldığı her saldırıda Holokost söylemini istismar etmesini engelliyor. Onun yerine artık başka bir anlatı ön plana çıkıyor. Bu anlatı Filistin halkının ve Filistin topraklarının özgürlüğünü talep ediyor. Anti-Siyonist Yahudiler bu anlatıyı güçlendirme noktasında çok önemli bir rol oynuyorlar.

Pek çok Amerikalı artık ülkelerine savaşı durdurması ve İsrail’e mali, askeri veya siyasi olarak koşulsuz fon sağlanmaması için baskı yapıyor. Bütün bunlar da hâkim söylemi bir ölçüde Filistin’i destekleyen ve Siyonizm’i reddeden bir söylem haline getiriyor. Bu durum, Amerika’nın Filistin meselesine yönelik gelecekteki politikalarını etkileyebilir.

Filistin halkının kendi kaderini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık hakkına sahip olduğunu ve 1948’de gasp edilen topraklarını direniş ve mücadele yoluyla geri alma hakkına sahip olduğunu söyleyen tarihi Filistin anlatısı öne çıkarken yanlışlığı ve yalanları Gazze Şeridi’nde işlenen suçların boyutuyla ortaya çıkan Siyonist anlatı önemini yitiriyor.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu