Ekonomik Ablukayla Batı Şeria’nın İlhakı: Toplumsal Çözülme ve Gerçekliğin Yeniden İnşası

abluka

Ragad Azzam

İsrail hükümeti, Batı Şeria’da Filistinliler için hayat şartlarını boğucu hale getirmeyi hedefleyen sistematik bir ekonomik strateji izlemektedir. Batı Şeria için arka planda yürütülen ilhak planını uygulamaya koyma çabalarının bir parçası olan bu strateji, ticari hareketin kısıtlanması, yatırımların engellenmesi ve üretim sektörlerinin zayıflatılması gibi karmaşık ekonomik ve güvenlik politikalarını içermektedir.

Bu stratejinin yansımaları yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda Filistin toplumunun sosyal dokusuna da uzanmaktadır. İşgalci İsrail’in Batı Şeria’daki yıkım eylemleri, yerleşimcilerin Filistin köylerine ve bölgelerine yönelik tekrar eden saldırıları, kentsel genişlemeyi engellemek amacıyla “C” bölgesindeki inşa faaliyetlerine uygulanan katı kısıtlamalar, Filistin mahallerinde ve şehirlerindeki nüfus yoğunluğunu artırma girişimleri ve altyapıya yönelik tahribatlar bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu durum, baskıyı artırarak Filistinlileri “gönüllü” göçe zorlamakta veya korku ve belirsizlik içinde oldukları yerde yaşamaya mecbur bırakmaktadır.

Bu yazı, İsrail’in Batı Şeria’daki birbirini izleyen politikalarını analiz etmeyi ve bu politikaların toplumsal gerçeklik üzerindeki etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Birinci kısım: Kamu çalışanlarının maaş krizi

Filistin’de kamu çalışanlarının maaş krizinin çok boyutlu yapısal bozuklukları yansıttığı söylenebilir. Zira bu kriz, siyasi, ekonomik ve mali etkenlerin iç içe geçtiği karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan, kamu gelirlerindeki dengesizliğin köküne inilmeden bu krizin çözülmesi zor. İşgalci oluşumun Filistin Yönetimi adına topladığı vergi gelirlerine el koyması buradaki en önemli unsur olarak öne çıkmaktadır. Nitekim bu vergi gelirleri, toplam kamu gelirlerinin yüzde 54,2’sini oluşturarak maaşların finansmanında temel kaynak işlevi görmektedir. Öte yandan Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde savaşın etkisiyle sert bir biçimde yaşanan ekonomik daralma sonucunda, toplam gelirlerin yüzde 24,9’unu oluşturan yerel vergi gelirlerinde azalma yaşanması krizi derinleştiren bir diğer unsur olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca, gelirlerin yüzde 20,9’unu oluşturan hibe ve dış yardımların düşmesi de maaş ve ödemelerin yatırılmasını güçleştirdi. Bu durum Filistin Yönetimi üzerindeki mali baskıyı artırmış ve Batı Şeria’daki ekonomik ve yaşam krizini daha da şiddetlendirmiştir.

Bir yandan işgalci oluşumun Filistin Yönetimi adına topladığı vergi gelirleri, Filistin hükümetinin finansman omurgasını oluştururken, öbür yandan Filistinlilerin boyunlarına dayanmış bir kılıç gibi duruyor. İşgalci oluşumun bu gelirleri sürekli ve giderek artırarak alıkoyması, Filistin hazinesinin finans kaynaklarını tüketmekte ve mali krizi derinleştirmektedir. Filistin Yönetimi, 2024’ün üçüncü çeyreğinin sonu itibarıyla üzerine düşen borçların yaklaşık yüzde 71’ini ödeyebilmiştir ve ödemelerin büyük kısmı maaşlara gitmiştir. Ancak hala ödenmesi gereken meblağ, yapılan ödemelerden oldukça fazla. Bu durum, hükümet üzerinde daha fazla borcun birikmesine yol açmaktadır.

El konulan vergi gelirlerinin geri alınması yalnızca geçici bir rahatlama sağlayacak olup kamu maliyesinin yapısal bozuklukları nedeniyle kalıcı bir çözüm sunmamaktadır. Özellikle dış yardımların -hem Arap ülkelerinden hem de uluslararası topluluktan- ciddi biçimde azalmış olması bu durumu daha da güçleştirmektedir. 2024’ün üçüncü çeyreğine ilişkin verilere göre, hükümetin mali açığı yaklaşık 96 milyon dolara ulaşmıştır. Devlet borcu ise yıllık bazda yüzde 21,4 oranında artarak 4,1 milyar dolara yükselmiştir. Bu da gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 32,4’üne denk gelmektedir. Artan borç yüküyle birlikte, hükümet bankalardan ek finansman sağlayamaz duruma gelmiş; mevcut borçlar, dış denetim standartlarına göre batık krediler kategorisine girmiştir. Bu durum, mali krizi daha da derinleştirmiş ve hükümetin taahhütlerini yerine getirme gücünü sınırlandırmıştır.

Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle son ödenen miktar, kamu çalışanlarının ocak ayı maaşlarının yüzde 70’i olup kalan tutar borç olarak kaydedilmiştir. Maaş ödemelerindeki bu aksamalar, yerel ekonomide çok boyutlu sorunlara yol açmaktadır. Kamu çalışanları, temel ihtiyaçlarını -gıda, barınma ve eğitim gibi- karşılamakta güçlük çekmekte ve borçlanmaya (bankalardan ya da tedarikçilerden) yönelmektedir. Bu durum, bireysel borçluluk oranının artmasına sebep olmaktadır. Tüketim harcamalarının düşmesi ise doğrudan ticaret ve hizmet sektörlerini etkilemekte, küçük işletmelerin sürdürülebilirliğini tehdit etmekte ve ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasına yol açmaktadır.

Toplumsal açıdan bakıldığında, bu durum toplumun geniş kesimlerinde belirsizlik hissini derinleştirmekte, aile içi istikrarı sarsmakta ve kaygı ile stres seviyelerini artırmaktadır. Kamu çalışanlarının alım gücünün zayıflaması orta sınıfın erimesine yol açmakta, toplumsal eşitsizliği artırmakta ve yoksulluk oranlarını yükseltmektedir. Bu şartlar altında, 2023 yılında olduğu gibi çalışanların protesto ve grev yoluna başvurması beklenen bir gelişmedir. Bunlar, kamu kurumlarının ve vatandaşlara sunulan temel hizmetlerin performansını olumsuz etkileyerek ekonomik ve sosyal çöküşü daha da hızlandırabilir.

İkinci kısım: Özel sektörün gerilemesi

Batı Şeria’da özel sektör, Gazze’deki savaşın ve İsrail’in askeri olarak gerilimi tırmandırmasının yansımalarıyla keskin bir gerileme yaşadı. Bu durum, çeşitli üretim ve ticaret sektörlerinde geniş çaplı bir daralmaya neden oldu. Özel sektöre bağlı binlerce ekonomik kuruluş durumdan etkilendi. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre bunların yüzde 29’u tamamen ya da kısmen faaliyetlerini durdururken, toplam üretim yüzde 27 oranında azaldı. Bu durum savaşın başlangıcından bu yana 1,5 milyar dolar tutarında bir kayıp yaşanmasına sebep oldu.

Bu ekonomik daralmanın başlıca sebeplerinden biri, işgal güçlerinin Filistin şehir ve köylerinde uyguladığı askeri kontrol noktaları ve abluka politikaları oldu. Bu kısıtlamalar, işçi ve tüccarların hareketliliğini zorlaştırarak ekonomik faaliyetlerin sekteye uğramasına yol açtı. Özellikle şehirler arası ulaşımın mihenk taşını oluşturduğu ticaret ve lojistik gibi sektörlerde ticari faaliyetler ciddi şekilde geriledi. Hareket kısıtlamaları, bireylerin iş yerlerine ulaşımını da engelleyerek üretkenlikte düşüşe ve birçok hayati bölgede ekonomik durgunluğa neden oldu. Bunun yanı sıra, ham madde ve ürünlerin tedarik zincirleri kesintiye uğradı. Bu da birçok sanayi ve ticari tesisin işletim kapasitesinin düşmesine ve arzın azalması sonucu bazı temel mallarda fiyatların artmasına neden oldu.

Öte yandan özel sektördeki istihdam oranlarında keskin bir düşüş yaşandı. Özellikle Batı Şeria’da, mevcut işlerin yaklaşık beşte biri kaybedildi; bu, savaş öncesi döneme kıyasla yüzde 20’lik bir düşüş demek. İnşaat sektöründe çalışan sayısı yüzde 21, sanayi sektöründe yüzde 22, ticaret ve hizmet sektörlerinde ise yüzde 15 oranında düştü. Bu gerileme, Batı Şeria’nın dört bir yanındaki Filistinli ailelerin gelir düzeylerini doğrudan etkiledi.

Bu koşullar altında, işgücü piyasası krizi eşi benzeri görülmemiş bir boyuta ulaştı. İsrail pazarının Filistinli işçilere kapanması, yerel işsizlik oranlarının artmasına neden oldu. Özel sektör, ekonomik krizden etkilenmiş olmasına rağmen işsiz kalan işçilerin sığındığı başlıca liman olurken, sektör, işsiz kalan büyük işçi kitlelerini absorbe edemedi. Bu durum, mevcut işlere olan rekabeti artırdı, ücretleri düşürdü ve en basit sosyal koruma olanaklarından dahi yoksun gayri resmi çalışmanın yaygınlaşmasına yol açtı.

Krizin devam etmesiyle birlikte, savaşın ekonomik etkisinin uzun vadeli olacağı iyice netleşti. Bu durum, Batı Şeria’daki toplumsal ve ekonomik istikrarı tehdit ediyor. Zira krizin etkisi sadece rakamlarla sınırlı kalmayıp, günlük yaşamı da derinden etkilerken çalışanlar ve küçük işletme sahipleri, bu kötüleşen koşullarda gelir kaynaklarını sürdürmekte ciddi zorluklar yaşamaya başladı.

Üçüncü kısım: İşgücü piyasası üzerindeki kontrol

Filistinli işçilerin İsrail pazarında çalışmasının engellenmesi, Filistin ekonomisinin ne kadar kırılgan ve bu hayati gelir kaynağına yapısal olarak ne denli bağımlı olduğunu gözler önüne serdi. Filistinli işçilere yönelik çalışma izinlerinin kısıtlanması, birçok ekonomik ve toplumsal sonuç doğurdu. Mevcut verilere göre, Gazze Şeridi’ne yönelik son İsrail saldırısından önce, Filistinli işçiler Batı Şeria ve Gazze’deki iş gücünün yaklaşık yüzde 17’sini oluşturuyordu. Ancak çalışma izinlerinin sınırlandırılmasıyla birlikte işsizlik oranı, 2024 sonu itibarıyla genel olarak yüzde 51’e ulaşırken Gazze’de bu oran yüzde 80’e ulaştı.

Öte yandan Filistin Yönetimi, İsrail iş piyasasında çalışan işçilerden topladığı vergilerden yıllık yaklaşık 50 milyon dolarlık bir gelir kaybına uğradı. Ayrıca, işçilerin para transferleri -ki bu transferler Filistin ekonomisinde likiditenin ana kaynaklarından biriydi- kesildi. Bu durum, yatırımın yavaşlamasına ve küçük ile orta ölçekli projelerin zayıflamasına neden oldu.

Yerel pazar, işten çıkarılan işçileri absorbe edebilecek kapasitede değildi. On binlerce Filistinli ailenin ana gelir kaynağını kaybetmesi, temel ihtiyaçlarını karşılamada ciddi sıkıntı yaşamalarına yol açtı. Bu zorluklar, artan enflasyon baskılarıyla daha da ağırlaştı. Bireylerin satın alma gücü azaldı ve bu durum sağlık, eğitim ve beslenme gibi alanlarda, özellikle de en kırılgan kesimler arasında, ciddi gerilemelere yol açtı. Bu durum, sosyal korumanın olmaması ışığında alınan ücretlerin düşmesine, kayıt dışı istihdamın yaygınlaşmasına ve çalışma koşullarının kötüleşmesine yol açtı.

Gelirlerin düşmesi ve iş kayıplarının artması, batık kredilerin çoğalmasına sebep oldu, bu da finansal riski artırarak ciddi bir likidite krizine yol açtı. Ayrıca, özellikle gençler arasında fırsatların yokluğu, onları göçe zorladı ya da güvencesiz, kayıt dışı ve istismara açık işlere yöneltti. Bütün bu unsurlar toplumsal eşitsizlik uçurumunun daha da derinleşmesine ve sosyal koruma sistemleri üzerindeki yükün artmasına sebep oldu. Bu gelişmeler, toplumsal istikrarı tehdit ediyor ve özellikle kadınlar gibi savunmasız grupların karşı karşıya kaldığı zorlukları daha da ağırlaştırıyor.

Dördüncü kısım: Batı Şeria’nın kuzeyine yönelik yoğun saldırılar

Batı Şeria’nın kuzeyindeki şehirler, özellikle Cenin ve Tulkarim, İsrail’in benzeri görülmemiş saldırılarına sahne olmaktadır. Bu saldırılar; sık sık düzenlenen baskınları kapsayan sert askeri müdahaleler, yoğun bombardımanlar, evlere yönelik geniş çaplı yıkımlar ve altyapının tahribi şeklinde kendini göstermektedir. Burada işgalci oluşumun hedefi, Batı Şeria’da yeni bir gerçeklik dayatarak yerleşim faaliyetlerini artırmak, Filistinlileri bölgeden uzaklaştırmak, güvenlik ve askeri kontrolü artırmak ve daha da önemlisi, uzun vadeli bir demografik gerçeklik oluşturmaktır. Özellikle Nekbe’den (Büyük Felaket) bu yana Filistinlilerin yaşadığı acıların canlı bir sembolü olan mülteci kampları da dahil olmak üzere Batı Şeria’nın kuzeyindeki şehirleri hedef alan bu saldırılar, yüzlerce ailenin evlerinin yıkılması ya da yaşanmaz hale gelmesiyle yerlerinden olmasına yol açmıştır. Zarar sadece evlerle sınırlı kalmamış; ana yollar, elektrik ve su şebekeleri de tahrip edilmiştir. Bu durum, vatandaşların günlük hayatlarını sekteye uğratmış; işe, okula ya da temel hizmetlere ulaşımlarını ciddi ölçüde zorlaştırmıştır.

Bu koşullar altında, yerlerinden edilen Filistinli aileler, istikrarın bozulmasıyla yaşamlarını sürdürmekte ciddi zorluklar yaşamaya başlamıştır. Alternatif konut imkanının olmaması veya yıkılan evlerin tazmininin sağlanamaması nedeniyle birçok aile nispeten daha güvenli bölgelere sığınmak zorunda kalmıştır. Zorunlu göç, ailelerin ekonomik durumunu da ağır biçimde etkilemiş, birçok kişi iş yerlerinin yıkılması ve ekonomik faaliyetlerin bazı bölgelerde uygulanan ablukayla durma noktasına gelmesi sonucu gelir kaynaklarını kaybetmiştir. Pazar yerlerinin, atölyelerin ve fabrikaların yok edilmesiyle birlikte yoksulluk ve işsizlik oranları da gözle görülür bir biçimde artmış ve hayati öneme sahip ekonomik sektörler çöküşe geçmiştir.

Ekonomik zararların ötesinde, bu askeri tırmanış Filistin’in toplumsal dokusunu da derinden sarsmıştır. Birçok aile, yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalmış ve farklı bölgelere dağılmıştır. Bu da toplumsal bağların zayıflamasına ve yerel toplum yapısının çözülmesine yol açmıştır. Yerinden edilme aile içi gerilimleri ve ruhsal sıkıntıları artırmış; ekonomik darlık ve yaşam koşullarındaki bozulma, psikolojik ve toplumsal baskıyı daha da ağırlaştırmıştır.

İşgalci oluşumun bu politikaları, daha geniş stratejik hedeflere işaret etmektedir. Zira bunlar Batı Şeria’daki demografik yapıyı yeniden şekillendirmeye yönelik sistematik bir planın parçasıdır. Yoğun yıkım ve tahribat yoluyla, Filistinlilerin bulundukları bölgeden daha kalabalık alanlara göç etmeye zorlanması hedeflenmektedir. Böylece, boşaltılan bölgeler üzerindeki İsrail kontrolü kolaylaşmakta ve bu alanlar gittikçe artan Yahudi yerleşim yerlerine dahil edilmektedir. Aynı zamanda bu strateji, Filistinlileri birbirinden kopuk, izole bölgelere -adeta kantonlara- sıkıştırarak, İsrail yerleşimlerini yeni otoyol bağlantılarıyla birleştirmeyi ve sahadaki coğrafi gerçekliği kalıcı hale getirmeyi amaçlamaktadır.

Beşinci kısım: Enerji ilhakı planı

31 Ekim 2024 tarihinde, İsrail hükümeti Batı Şeria’da iki elektrik üretim santrali inşa etmeye ve 2 bin dönümlük araziyi fotovoltaik güneş enerjisi projeleri için tahsis etmeye karar verdi. Toplam kapasitesi en az bin 300 megavat olacak bu santrallerin amacı, İsrail’in ve yerleşim yerlerinin enerji ihtiyacını karşılamak iken, bu üretimin sadece küçük bir kısmı Filistinlilere yönlendirilecektir.

Bu karar, “2025 Ekonomik Planı” kapsamında alınmıştır. Plan, “İsrail’in enerji güvenliğini güçlendirmeyi” hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda, Filistin topraklarında enerji altyapısını genişleterek işgalci güç lehine daha fazla toprak ilhak edilmesi planlanıyor. Bu araziler, İsrail’e elektrik sağlamak için kullanılacak ve bu durum, Filistinlilerin İsrail elektriğine olan bağımlılığını artıracaktır. “Enerji ilhak” politikasının bir parçası olan bu uygulama, işgal altındaki toprakların işgalci gücün çıkarları doğrultusunda sömürülmesini yasaklayan uluslararası hukuka aykırıdır[1].

Filistinliler, İsrail’in ürettiği elektriğin yaklaşık yüzde 10’unu kullanmaktadır. İsrail, bu elektriği Filistin Yönetimi’ne yüksek fiyatlardan satarak kazanç sağlamaktadır. Filistin tarafı, İsrail’den enerji alımını azaltmak için Ürdün’den enerji ithal etmeyi ya da Cenin’de santral kurmayı hedeflemiş olsa da, İsrail Batı Şeria’daki elektrik sektöründeki tekelini sürdürmektedir.

İsrail hükümeti, bahsi geçen 2 bin dönümlük güneş enerjisi arazisini yerleşimciler ve İsrailli yatırımcılar lehine tahsis etmeye çalışmaktadır. Buna karşın Filistinliler, Batı Şeria’nın yüzde 60’ını oluşturan “C” bölgesindeki İsrail kontrolü nedeniyle benzer projeleri hayata geçirmekte büyük zorluk yaşamaktadır. Bu enerji bağımlılığı, İsrail’in ekonomik ve siyasi egemenliğini güçlendirirken, Filistin topraklarının ilhak edilmesini de kolaylaştırmaktadır.

Bu durum, Filistinli ailelerin geçim yükünü daha da ağırlaştırmaktadır. Zira elektrik, su ve temel hizmetlerin fiyatları, işgalci İsrail tarafından belirlenen tarifelere ve vergilere göre şekillenmektedir. Sık sık yaşanan elektrik kesintileri -ki bunlar kasıtlı İsrail politikalarından ya da Filistin Yönetimi’ne uygulanan mali kısıtlamalardan kaynaklanmaktadır- hastaneler, okullar ve üretim sektörlerini olumsuz etkileyip hayati hizmetleri aksatmaktadır.

Sonuç

Bu ağır koşullar altında, göçe zorlama girişimlerinin devam ettiği bir ortamda Filistinliler varlıklarını ve ulusal kimliklerini koruma konusunda hayati bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Filistinliler tüm bu uygulamalara rağmen direnişlerini sürdürmektedir. Filistinliler aralarındaki toplumsal dayanışma ve yardım faaliyetleri ile bu direnişlerini sürdürseler de gerçek bir uluslararası müdahale olmaksızın saldırıların sürmesi, Batı Şeria’daki insani ve ekonomik durumun daha da kötüleşmesine yol açacaktır.

İşgalci gücün Filistin Yönetimi adına topladığı vergi gelirlerini gasp etmesi, yerel ekonomiye ve toplumsal istikrara yansıyan ağır bir maaş krizine neden olmuştur. Özel sektörün kapanmalar ve güvenlik baskıları nedeniyle zayıflaması, işsizlik oranlarının artmasına yol açmıştır. Öte yandan, Filistinli işçilerin İsrail’de çalışmasının engellenmesi, krizi daha da karmaşık hale getirmiş; bu durum yoksulluk oranlarının yükselmesine ve toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine neden olmuştur.

Diğer yandan, Batı Şeria’nın kuzeyine yönelik İsrail saldırıları ile birlikte gelen yıkımlar ve tehcir girişimleri, demografik yapının yerleşimciler lehine yeniden şekillendirilmesini hedeflemektedir. Enerji ilhakı planı ise, Filistin kaynakları üzerindeki kontrolü artırmayı ve işgalin ekonomik egemenliğini pekiştirmeyi amaçlayan daha geniş bir stratejinin parçasıdır. İsrail, tüm bu politikalar aracılığıyla Filistinlileri ekonomik açıdan çaresiz bırakmayı, onları zorunlu bağımlılık durumuna sürüklemeyi ve yaşam koşullarını katlanılamaz hale getirerek “gönüllü göç”e zorlamayı hedeflemektedir. Bu “gönüllü göç” olgusu, İsrail’deki iktidardaki sağ cenahın açıkça dile getirdiği ve kararlılıkla hayata geçirmeye çalıştığı bir hedeftir.


[1] Uluslararası insancıl hukuka göre işgalci güç, işgal ettiği topraklardaki ekonomik kaynakların kendi maslahatının aksine yalnızca yerel halkın yararına kullanılmasından sorumludur. İşgalci gücün kendi çıkarları doğrultusunda kaynakları sömürmek amacıyla herhangi bir demografik veya ekonomik bir değişiklik yapması yasaktır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu