Dr. Ayşe ÇEKİÇ ile Türk Akademisinde Filistin Çalışmaları Üzerine Röportaj
Filistin, Türkiye’de toplumsal ve siyasal bazda insanların gündemini en çok meşgul eden meselelerin başında gelmektedir. Filistin’e yönelik bu ilginin sebepleri başka bir makale konusu olmakla birlikte burada söz konusu ilginin Türk akademisindeki yeri üzerinde durulacaktır. Mardin Artuklu Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Ayşe ÇEKİÇ ile Türkiye’de Filistin araştırmalarının serencamı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Ayşe Hanım aynı zamanda Mardin Artuklu Üniversitesi Kudüs ve Filistin Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de müdürü ve Filistin araştırmaları ile yakından ilgili bir akademisyen olarak kendisine yönelttiğimiz soruları cevapladı.
Türkiye’de akademide Filistin çalışmalarının genel durumu nedir? Son yıllarda üniversitelerde lisansüstü düzeyde açılan Kudüs ve Filistin çalışmaları programlarının ve kurulan araştırma merkezlerinin Filistin araştırmalarına katkısı nasıl olmuştur? Batı ile kıyasladığımızda Türkiye’deki Filistin çalışmaları nasıl bir görüntü vermektedir?
Türkiye’de alana yönelik harcanan mesai oldukça yetersiz ve parçalı bir yapı arz etmektedir. Filistin ve Kudüs’e ilişkin yapılan tezlere baktığımızda son 40-50 yıl bandında bu alana bir temayülün olduğunu görmekteyiz. Bu ilginin kaynağı da çoğunlukla bireysel bir tercihle açıklanabilir. Basitçe Yök Tez’de bir tarama yaptığınızda çoğunlukla son yüzyıla ilişkin gündem konuları çalışılmış. Bu konuların çalışılma üslubu ise Filistin meselesi, Filistin sorunu üzerinden şekillenmiş, bu üzerinde durduğum önemli bir konu. Çünkü bizim için bir mesele ya da sorun değildir Filistin. Ancak Batılı bakış açısının bir tezahürüdür bu ve Türkiye literatüründe yer etmiş bir vaziyette.
Türkiye’deki alana yönelik kurum ve kuruluşlara baktığımızda ülkemizde dört tane Kudüs ve Filistin Araştırma Merkezi bulunmaktadır. Bunlar İstanbul Marmara, Ankara Sosyal Bilimler, Mardin Artuklu, Erzurum Atatürk üniversiteleri bünyesinde bulunmaktadır. Yüksek lisans programı çerçevesinde ise Ankara SBÜ ve Mardin Artuklu Üniversitelerinin anabilim dalları öğrenci kabul etmektedir. Ankara’da eğitim dili İngilizce’dir. Artuklu’da ise disiplinlerarası bir bölüm ve Arapça-Türkçe dillerinde yüksek lisans eğitimi verilmektedir. Artuklu’da Ortaçağ Kudüs-Filistin’ine dair yüksek lisans dersleri vermekteyim (bilhassa Haçlılar Dönemi, Eyyubiler ve Kudüs’e dair) ve alana gelen öğrencilerin profili oldukça zengin. Anabilim dalımıza her alandan öğrenci kabul ediyoruz (İlahiyat, İbrani Dili ve Edebiyatı, Arap Dili ve Edebiyatı, Kamu Yönetimi vs.). Bir yıldır iki dönem aldığımız yerli/yabancı öğrencilerimiz var ve yaklaşık bir yıl sonra ilk tezlerimizi ortaya koymuş olacağız. Anabilim dalı derslerimizi elimizden geldiğince çeşitli ve multi-disipliner tutmaya çalışıyoruz. Ders veren hocalarımızı bilhassa farklı bölümlerden seçiyoruz ki öğrencilerin alana bakış açıları geniş bir perspektiften olsun… Bunlar ümit verici gerçekten. Çünkü akademik birikim dediğimiz şey üç beş yılda ortaya çıkan bir şey değil. Belki bundan elli yıl sonra alana yönelik onlarca anabilim dalı kurulacak ve bunun ilk adımları sayıyoruz bu yılları. Alana yönelik bir enstitünün kurulması da hedeflerimiz arasında-Kudüs ve Filistin Çalışmaları Enstitüsü- ancak bunun için önemli adımların atılması gerekmektedir.
Filistin’in Siyonizm ideolojisiyle haksızca işgali karşısında bilgi üretme amacına matuf yapılmayan Türkiye’deki parçalı bölüklü çalışmalara karşın, Avrupa’da oldukça sistematik bir çalışma kültürüyle karşılaşmaktayız. Örneğin 20. Yüzyılın başında çıkarılmaya başlanan Yahudi Ansiklopedisi (The Jewish Encylopedia) Yahudi tarihini, kültürünü, dinini ortaya koymaya çalışan bir projenin ürünüdür. Bunu yaptıkları zaman 20. Yüzyılın başları ve bir Yahudi devleti dahi ortada yok. Bunun yanında İsrailiyat çalışmaları ciddi Amerikan politikasıyla kol kola yürüyen bir ideoloji… Amerika’da Siyonizme hizmet adına yapılan ciddi çalışmalar var. Mesela basit bir örnek vermem gerekirse 2006’da David Yerushalmi tarafından kurulan bir Think Tank kuruluşu SANE (Society of Americans for National Existence) tam bir İslam karşıtı organizasyondur. İslamofobia’yı körükleyen bu kuruluş esas çalışmasını Müslümanların saldırganlıkları! üzerinden şekillendirmekte ve ilk projesini de “Şeriatın Haritasını çıkarmak: Düşmanı Tanımak” şeklinde yapmaktadır. Bu tür çalışmalar İsrail’in bölgede Müslümanlara yaptığı zulmü meşrulaştırma çabasıdır ve kamuoyuna yansıtılması ise İsrail’in ve gerisinde Amerikan politikasının Müslümanlara yapılan zulmü gerekçelendirme kaygısının sonucudur. Mesela başka bir örnek 1996’dan beri düzenli yayınlanan Israel Studies dergisi, sponsorluğunu Ben-Gurion Araştırma Enstitüsünün yaptığı bir dergi. Indıana University tarafından çıkarılıyor ve editörlüğünü de yine Ben-Gurion üniversitesinden akademisyenler yapıyor. Dergi akademik anlamda siyonizm ve İsrail politiğinin inceliklerini çalışıyor. Bu büyük bir hizmet, neden? Çünkü bir konuda strateji belirlemek ve siyaset üretmek için öncelikle bilgi üretimi yapmanız gerekiyor.
Türkiye’ye baktığımızda alanla ilgili çalışmalar oldukça yakın zamana ait. Mesela 2009 yılında İstanbul Barış Platformu öncülüğünde İHH ve başka paydaşların da olduğu Mescid-i Aksa Sempozyumu yapıldı ve sempozyum kitapçığı basıldı. Sonra Uludağ Üniversitesi İlahiyat fakültesi, Hacı Bayram Veli Üniversitesi ve Ümraniye belediyesinin yaptığı sempozyumlar da var. Bu yıl Diyanet’in yapacağı Uluslararası Kudüs ve Mescid-i Aksa Sempozyumu da geniş çaplı ve çok faydalı olacağa benziyor (21-22 Mayıs 2022). Ancak süreklilik açısından önemsediğim ve her yıl ülkemizde 2016’dan beri düzenli yapılan Uluslararası Beytülmakdis Akademik sempozyumu oldukça önemli bir iş çıkartıyor. 21. Uluslararası Beytülmakdis akademik sempozyumunu geçtiğimiz yıl (2021) Mardin Artuklu Üniversitesi ev sahipliğinde -Burada sayın rektörümüz Prof. Dr. İbrahim Özcoşar’ın şahsi çabalarını da anmam gerekiyor- Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, İSRA Vakfı-Vakıf Türkiye’de akademik anlamda Kudüs ve Filistin’e dair çalışma yapan ilk vakıftır- ve bazı STK’ların paydaşlığıyla “Mesvid-i Aksa’nın Geleceği” temasıyla gerçekleştirdik. Önümüzdeki yıllarda da gelecek tasavvurunu konu edinmeyi planlıyoruz, görüldüğü üzere bunlar yakın zamanda yapılmış faaliyetler oysa ki I. Siyonist Kongre’nin Basel’de toplandığı yılı düşündüğümüzde (1897) oldukça geç kalmış bir vaziyetteyiz… Bunun yanında 1997’den beri düzenli çıkan ve naçizane editörlerinden birisi olduğum hakemli Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi (Journal of Islamicjerusalem Studies) üç dilde yayın yapmaktadır. Ayrıca Adım Adım Beytülmakdis Dersleri aracılığıyla -yine İSRA Vakfı, Mardin Artuklu Üniversitesi, Ankara SBÜ iş birliğiyle yapılıyor- Türkiye’de alana dair akademik bilgi edinmek isteyen herkese dersler veriyoruz ve bunun neticesinde katılımcıları bir proje üretmeleri karşılığında sertifika vererek mezun ediyoruz. Batıdaki çalışmalara nazaran oldukça yeni bir farkındalık ve birikim olduğunu söyleyebiliriz. Buna mukabil daha evvelinde olmayan çalışmalar bunlar ve umut verici buluyorum…
Filistin çalışmalarının yöntem ve zihniyet sorunları nedir? Yeni Osmanlıcı (Neo-Ottoman), post-kolonyal, İsrail karşıtı (anti Israel), sömürge karşıtı (anti colonial), Arap/ Filistin yanlısı (pro-Arab/pro-Palestinian), dinci/İslamcı (reigionsim/Islamism), insancı/eşitlikçi (humanist/ egalitarinist) gibi yaklaşımlar bağlamında değerlendirebilir miyiz?
Beşeri bilimlerde bir yöntemden bahsedeceksek bu muhakkak surette bir zihniyetin çıktısı/sonucu olarak tezahür etmiştir, edecektir. Kanaatimce Kudüs ve Filistin’e dair yaklaşımımız ve çalışma yöntemimiz geleneğimizden beslenmelidir. Ve bunu yaparken de asıl vurgumuz merkeze insanı konumlandıran bir vurgu, söylem olmalıdır. Geçmişimize baktığımızda Kudüs’ü fetheden iki Müslüman fatih ki bunun ilki Hz. Ömer’dir ve ikincisi ise Selahaddin Eyyûbî’dir… Hz. Ömer’in Emannamesi bugünün “modern”! insanının insancıl-eşitlikçi tabiriyle kıyaslandığında dahi daha farkındalıklı daha insani yönü ağır basan bir ortak yaşam modelidir. Hz. Ömer’in yöntemsel takipçisi Selahaddin Eyyûbî’ye baktığımızda ise Kudüs’ü fethi sonrası gayrı Müslimlere yaptığı muamele oldukça müşfiktir. Kudüs’e dönemin en muazzam ordusuyla giren ve “zamanın İskender’i” şeklinde anılan bir komutan olarak Selahaddin’in, kimseye zarar verilmesi şöyle dursun, Hristiyan hacıların dahi fetihten hemen sonra hac vazifelerini yerine getirmelerine müsaade ettiğini görmekteyiz. Bu durum bize bir yöntemin Kudüs için geçerliliğini göstermektedir. Bu yöntemi sadece Müslümanlar layıkıyla yerine getirilebilir. Buna bugün insancıl-eşitlikçi diyoruz ama bu esasında İslami yönetimin Ömerce ve Selahaddince bir versiyonudur. Ezcümle ifade etmem gerekirse, Müslümanlar siyaseten güçlü olup Siyonist işgali ortadan kaldırdıklarında geleneğimizde var olan bu çok kültürlü ve çatışmadan beslenmeyen yaşam modeli yeniden devreye girecektir. En etkili yöntemin ve yaklaşımın söylem itibariyle bu olduğu kanaatindeyim. Akademik yazım boyutunda da bu fikriyatın işlenmesini gerekli görüyorum. Zira post-kolonyal, anti-İsrail, dinci/İslamcı, Arap-Filistin yanlısı, Yeni Osmanlıcı vb. yaklaşımların bir reddiyeci yanının olmasından ötürü Kudüs gibi mukaddes bir toprağı geren bir havaya soktuğunu/sokacağını gördük ve görmekteyiz. Bununla birlikte bu kavramları birileri bizi nitelemek için icad etmiş ve bu kavramlarla biz yöntem belirlersek şayet, Batılı bakış açısının değirmenine su taşımaktan öteye geçemeyiz. Kendi medeniyetimize has düşün ve yazım yöntemlerimizi devreye sokamadığımız sürece Kudüs bir barış şehri olamayacaktır.
Filistin çalışmalarında araştırmacıların karşılaştıkları zorluklar nelerdir?
Filistin çalışmalarında yaşanan zorluklardan bahsetmek gerekirse bir kitap bile çıkacak genişliktedir. Ancak kısaca özetlemek gerekirse ben kendi ihtisas alanımla ilgili bazı noktalara temas etmek isterim. Tarihçi olarak olaya baktığınızda başlı başına gündemde olan bir coğrafya, siyasette daima kullanılan bir söylemi var ve tarihsel bağlamda hiçbir dönem, gündem olma durumu değişmemiş. Bu başlı başına Filistin çalışmalarına gündemsel bir bakış açısı katması hasebiyle bir zorluk teşkil ediyor. Tarihi konular bugünü de içine alan bir durumu olduğunda “tarihsel gerçeklik” -bunun olup olmadığını bir kenara bıraktığımızda dahi, çoğu zaman kolay saptanabilir bir şey değil- popülariteye kurban gidebiliyor. Haçlı dönemi çalışan birisi olarak dini söylemlerin oldukça yoğun yaşandığı bir atmosferde olay çözümlemesi yapmaya çalışıyorum. Dilsel açıdan en kötü İngilizce ve Arapça bilmelisiniz. Buna ilaveten Latince ve Fransızca da olursa çok iyi olur… Dil yeterliliğinin yanında Ortaçağ! denilen dönemin aklını ve ruhunu da kavramanız gerekiyor. Tabi bu benim çalıştığım alanla ilgili şeyler, Osmanlı dönemine gelindiğinde iyi bir Osmanlıca bilgisi gerekiyor -matbudan bahsetmiyorum- ve Osmanlı devlet mantığını kavrayacak nitelikte araştırma, okuma yapmak lazım geliyor. Kudüs ve Filistin Çalışmaları için ayrıca Yahudi tarihi ve İbranice dil bilgisi de gerekli oluyor elbette. Tabi metot da çok önemli bir şey. Örneğin Yahudi aklıyla olaya bakanlar olduğu gibi oldukça radikal bakanlar da mevcut, yöntem itibariyle kanaatimce en etkili yöntem Kudüs’ün çok kültürlü yapısını göz ardı etmeden kurulan denklemdir. Bunu sağlayamadığımız zaman -bu mesele sadece Türkiye’de bulunan araştırmacılar için değil tüm alan çalışanlar için geçerlidir- yaptığımız çalışmaların Kudüs’ün işgalini sonlandırma konusunda bir noktaya hizmet etmediğini gördük ve göreceğiz de… Sonuç itibariyle alan hangi dönemi çalışırsak çalışalım nevi şahsına münhasır bir zorluğa sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin çalışmaları konusunda desteği ne düzeydedir? Kamusal kaynaklardan sağlanan fonların değerlendirilmesi ve faaliyet çıktıları hakkında neler söylenebilir?
Alana dair yapılan çalışmalara mevcut düzlemde doğrudan bir desteğin olduğunu söyleyemeyiz. Bunu alanın akademik anlamda yeterince önemsenmemesi ve Kudüs’e dair yapılacak çalışmalardaki sosyal farkındalığın/sorumluluğun ehemmiyetinin iyi bir şekilde kavranmamasıyla açıklanabilir. Çünkü dünya üzerinde en basit hayvan hakları, iklimsel değişiklik vs. gibi konularda toplumsal bir irade ortaya konuluyor ve akabinde devletler bunun için bir strateji tayin ediyorlar. Kudüs ve Filistin çalışmaları -Müslüman kimliğimizi dışarıda bıraktığımızda dahi- vicdanlı bir insan olarak olaya yaklaştığımızda önemsenmesi gereken hatta zaruriyeti ağır basan bir konu. Çünkü bölgede insanlar kendi yurtlarından çıkarılıyor, katlediliyor, kutsiyetlerine -buna insan bedenini de dahil edebilir- el uzatılıyor…Mevcut durum buyken Türkiye’de alanın ehemmiyeti vizyon sahibi ve akademik-insani sorumluluğunun bilincinde olan hocaların gayretleriyle şekillenmiş bir vaziyette. Açık söylemem gerekirse siyasetçilerin bu meseleyi akademik boyutuyla ele almaları umulamaz. Ancak yeni açılan anabilim dalları düşünüldüğünde Yök’ün kendisine yapılan başvuruları onayıp, master yaparak alan uzmanı yetişmesine olur vermesi devletin alanı önemsediğini göstermektedir. Fakat asılolan bu atılımı ilerleterek devam ettirmek devlet üniversitelerinde anabilim dalları şeklinde Kudüs-Filistin Çalışmalarının önünü açmaktır. Bu iki yerde yapılıyorsa şayet başka üniversitelerde de yapılabilir. Burada önemli bir mesele var ki geniş çaplı araştırma fonları bulmak gerçekten zor. Özel bir alan fonundan maalesef bahsedemiyoruz. Yapılan çalışmalar BAP (Bilimsel Araştırma Projesi) veya TÜBİTAK kanalıyla projelendirilip, fonlanabilir ancak. Buradan da alınacak fonlar kesinlikle çıktı odaklı olmalı: örneğin TÜBİTAK’a sunulan bir tez projesi tamamlandığında kitap formatında basılmalı, online olarak kullanıma açılmalı. BAP projesi içinde aynısı geçerli, yani yapılan fonlama karşılığında bir ürün çıktısı elde etmeliyiz. Proje sahibi projeden aldığı desteği kalem kalem nereye harcıyor hesap vermeli, bunun yanında öğrencinin araştırma yapması ve bu süreci rahat atlatması için alana yönelik özel burslar icad edilmeli. Bunun için sadece kamu odaklı bakamayız, özel kurum ve kuruluşların şeffaflık ve akademik kriterler esas alındığı sürece destek vermeleri sağlanırsa çalışmalarda araştırmacıların eli biraz rahatlamış olur.