YAYINLARUzman Görüşü

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi Ziyareti ve Türkiye-Rusya İlişkileri

Uzman Görüşü: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi Ziyareti ve Türkiye-Rusya İlişkileri

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 5 Ağustos 2022’de Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme, iki lider arasında 20 günden daha kısa bir süre içerisinde gerçekleşen ikinci yüz yüze görüşme oldu. 20 Temmuz’da “Astana Formatında Yedinci Üçlü Zirve Toplantısı” kapsamında iki lider Tahran’da bir araya gelmişti. Rusya- Türkiye ilişkilerinde liderler arası diplomasinin önemi dikkat çekmekte ve iki ülke arasında Türkiye’nin sınır ötesi harekâtı, Suriye’nin siyasi geleceği, Ukrayna savaşı ve Tahıl koridoru anlaşması gibi meseleler gündemi oluşturmaktadır.

Türkiye NATO üyesi bir ülke olmasına rağmen Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmiştir. Özellikle Ukrayna savaşında hem Batı ile hem de Rusya ile ilişkilerini koruma noktasında Türkiye’nin tutumu dikkat çekicidir. Peki Türkiye takip ettiği tarafsızlık ve diplomatik arabuluculuk rolünü ne kadar sürdürebilir? İleride savaş doğrudan NATO- Rusya savaşına dönerse, Türkiye bir taraf tutmak zorunda kaldığı taktirde hangi tarafı tutacaktır?

Suriye meselesi bağlamında, Türkiye’nin Rusya ile olan güçlü ilişkileri Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlarına nasıl etki ediyor? Bu ilişkiler Suriye’nin siyasi geleceğinde Türkiye’nin rolünü güçlendirmede ne derece etkili olacaktır?

Tahıl Koridoru Anlaşması bağlamında, bu yeni gelişme tüm dünyada ve Türkiye’de ekonomik anlamda bir rahatlama sağlayacaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krize ne oranda bir rahatlama getirmesi öngörülüyor?

Türkiye medyada ve halk arasında açık bir şekilde görüldüğü üzere Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna’dan taraf olmasına rağmen, hükümet siyasi olarak tarafsız olma ve iki taraf arasında arabulucu rolünde ısrarcı oldu. Burada Türkiye, Rusya’yı arabuluculuk noktasında nasıl ikna etti?

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi uzmanlara yönelttiği sorular ile Türkiye-Rusya ilişkilerindeki son gelişmeleri değerlendirdi.

Uzmanların görüşleri şu şekilde özetlenebilir:

  • Türkiye için önemli olan ulusal çıkarlarıdır. NATO-Rusya çatışmasında Türkiye’nin milli çıkarları ve aslında her iki bloğun da çıkarları Türkiye’nin tarafsız olmasından yana olduğu için bu tarafsızlık ve denge oyunu sürecektir.
  • Suriye meselesinin çözümünde ne ABD ne de Rusya çözümün bir tarafı olmak noktasında samimi değiller.
  • Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının hedefi yayılmacılık veya işgal değil; kendi güvenliğini ve sınırlarını tehdit eden terör unsurlarının temizlenmesi ile Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak, ayrıca Suriyelilerin vatanlarına dönebilecekleri güvenli bölge inşa etmek olarak özetlenebilir.
  • Tahıl koridoru anlaşmasının Türkiye ekonomisine mutlaka olumlu ektisi olmuştur ama bu meselenin daha çok diplomatik başarı olarak okunması çok daha önemlidir.
  • Türkiye’nin takip ettiği dürüst politika hem Ukrayna hem de Rusya açısından Türkiye’yi güvenilir bir arabulucu kılmıştır.

Furkan Kaya/ Dr. Öğr. Üyesi Yeditepe Üniversitesi

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile 17 gün içerisinde ikinci defa bir araya gelmesi yani Soçi’de toplantıda buluşmaları çok önem arz etmekte zira haziran ayının sonunda (28-30 Haziran) Madrid’de gerçekleşen NATO zirvesinde NATO’nun öncelikli tehdit unsuru Rusya Federasyonu olarak belirlenmişti. Bu toplantıdan çok kısa bir süre sonra Tahran’da Sayın Cumhurbaşkanı’yla Putin’in bir araya gelmesi tabii ki NATO tarafında büyük rahatsızlık uyandırdı. Çünkü NATO üyesi bir ülkenin cumhurbaşkanının birinci düşman ilan edilen bir devletin devlet başkanıyla hem de söz konusu toplantıdan çok kısa bir süre sonra bir araya gelmesi aslında çok radikal bir durum. Ancak burada Sayın Cumhurbaşkanı’nın ortaya koymuş olduğu kararlı ve istikrarlı dış politika çizgisinin milli dış politika çizgisine yansıması görülmektedir. Türkiye ulusal çıkarları noktasında hareket etmektedir.

Dolayısıyla NATO-Rusya savaşına dönecek olursak, bu meselede Türkiye’nin çok hassas bir dış politika çizgisi takip ettiğini söylemek gerekir. Türkiye 1952’den beri NATO üyesidir. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahiptir ve Türkiye, bugüne kadarki bütün NATO misyonlarını ve görevlerini başarı ile yerine getirmiştir. Fakat NATO üyesi ülkelerin Türkiye’ye karşı bakış açısı NATO prensipleri ile uyuşmamaktadır. Türkiye 40 yıldır terörle mücadele ederken; Türkiye’nin yanı başında bir garnizon terör devleti kurulmaya çalışılırken maalesef 4. ve 5. maddeler çalıştırılmamıştır ve Türkiye bu noktada NATO’yu sorgular hale gelmiştir. Buna rağmen hiçbir zaman için Türkiye’nin NATO’dan çıkmak gibi bir niyeti olmamıştır.

Diğer taraftan Türkiye’nin NATO üyesi olması, Rusya için de çok büyük bir avantajdır. Ukrayna savaşında neredeyse bütün Batı dünyası Rusya’ya ambargo uygularken Türkiye ne hava sahasını kapatmıştır ne ekonomik ambargo uygulamıştır ve bir NATO üyesi olarak bunu yapması da tabii ki Rusya’ya önemli bir manevra alanı sağlamıştır.

Peki NATO-Rusya Savaşı’nın çıkma olasılığı var mı diye sorarsanız ben bu savaşın büyük topyekûn bir savaş olacağını düşünmüyorum. Ukrayna coğrafyası, Rusya ile NATO’nun bir bilek güreşi sahası olarak kalmaya devam edecektir.

Gıda krizine değinmek gerekirse, burada şunu hatırlamak lazım Rusya ile Ukrayna dünya tahıl ihracatının üçte birine ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla böyle bir savaşın gıda krizine dönmesi an meselesi idi. Ancak Türkiye burada, özellikle Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya ve Ukrayna tarafı ile yapmış olduğu temaslar, BM ile yaptığı görüşmeler, -bunları ben Türk diplomasisinin hasat zamanı olarak adlandırıyorum- neticesinde Tahıl koridoru anlaşması imzalanmasında arabuluculuk üstlendi.

Tahıl koridorunun açılması Türkiye’nin ekonomisine olumlu etki edecektir. Buğday fiyatlarındaki düşüş özellikle bizim temel gıda maddelerimize de yansıyacaktır ama bu kriz devam etseydi bile Türkiye’nin en kötü senaryoya hazırlıklı olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye’nin tahıl stoğu yeterlidir ancak burada önemli olan sadece Türkiye değil, bölgemizin ve dünyamızın bu felaketten kurtulması idi ve Türkiye bunu başardı.

Suriye meselesine gelecek olursak, Suriye’nin kuzeyinde PKK, PYD, PYG bunların hepsi PKK’nın doğal uzantıları olup aynı terör örgütüdür. Söz konusu terör yapılanmaları özellikle Fırat’ın doğusunda ve batısında bir terör koridoru oluşturup kendilerince bir garnizon terör devleti kurabilmek için faaliyetlerine devam ediyorlar.

Suriye şu an filli olarak bölünmüş vaziyette ve sahada sadece Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğü için mücadele ediyor. Ne Esad ne ABD ne de Rusya bu bölünmüşlükten rahatsız. Türkiye, 15 Temmuz (2016) darbe girişiminden sonra 4 önemli sınır ötesi harekata imza attı. Şimdi Membiç ve Tel Rıfat bölgesinin terörden temizlenmesi gerekiyor. Çünkü buradaki örgüt mensupları temizlenmezse daha önce yapılan dört harekatın bir anlamı kalmayacaktır. Bu son harekât öncekileri tamamlar nitelikte olup Fırat’ın doğusundan ve batısından terör unsularını süpürmek değil tamamen imha etme hedefindedir. Bu harekât ile 30 km’lik M4 karayoluna kadar olan bölgede uçuşa yasak bir güvenli bölgenin oluşturulması ve en azından Türkiye’de ikamet eden Suriyeli vatandaşların yavaş yavaş topraklarına dönmesi ve orada güvenli bölgede bir hayat inşa edilmesi hedeflenmektedir. Türkiye elini taşın altına sokacağını defalarca dile getirdi. Ancak maalesef ABD ve Rusya tarafından çok samimi bir duruş sergilenmedi.

Soçi Zirvesinden sonra bence Erdoğan bunu Putin’e açıkça ifade etti. “Ukrayna meselesinde güvenilir bir partner olarak yanınızda olduk, savaşın bitmesi için çabaladık ama aynı zamanda Rusya’ya da bir manevra alanı sağladık, bu sayede içinde bulunduğu kuşatılmışlıktan bir az olsun rahatlığa kavuştu, dolaysıyla şimdi de sizin bizim ulusal güvenliğimizi yakından ilgilendiren bu meselede yanımızda durmanız gerekir” dediğini sanıyoruz. Dolayısıyla bu sınır ötesi harekatın eli kulağında artık.

Türkiye Suriye’nin yeniden yapılandırılması ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için elinden geleni yapıyor. Bu anlamda Türkiye’nin yaptığı bir yayılmacılık veya işgal değil, kendi ulusal güvenliğini ve sınırlarını korumak ve Suriye halkının kendi ülkelerine dönebilmeleri için bir mücadele vermektir. Ancak maalesef bu konuda tek kalmaktadır. Buna rağmen Türkiye gönül bağı ve tarihi bağları olan bu topraklar için elinden geleni yapmaya devam edecektir.

Türkiye’nin arabuluculuğu meselesinde şunu da eklemek gerekir ki Türkiye dürüst politika takip ediyor. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı’yla Sayın Putin arasında liderler diplomasisinin de çok önemli olduğunu söylemek gerekir çünkü Türkiye ile Rusya en krizli anlarda bile son dönem dış politikasında yine bir çare bulmayı başardıklarını görmekteyiz. Erdoğan ve Putin arasındaki karşılıklı ilişkilerin de burada önemli bir etkisi var. Arabuluculuk noktasında Rusya’nın da Ukrayna’nın da Türkiye’ye güvenmesi çok önemli bir diplomatik başarıdır. Hatırlarsanız ilk Dolmabahçe görüşmelerinde Erdoğan’ın konuşmasından sonra iki taraf da Erdoğan’ı ayakta alkışladılar. Dünyada bunu başaracak başka bir ülke yok. Bu abartı değil. Bugün Türkiye’nin aktif diplomasisi, istihbarat başarıları, askeri kazanımları, on bin yıllık tarihinden gelen kadim devlet geleneğinin sahaya yansımalarını net bir şekilde görüyoruz. Bunlar Türkiye’nin takdir edilesi başarılarıdır.

Mokhmad Akhiyadov/ İNSAMER Kafkasya Araştırmacısı

Her şeyden önce bir devletin herhangi bir ittifakta yer almasının o devletin kendi ulusal çıkarlarından vazgeçtiği anlamına gelmediğini belirtmek gerekir. Bu bağlamda Türkiye NATO’nun bir üyesi olmasına rağmen zaman zaman kendi çıkarları doğrultusunda Rusya ile çeşitli iş birlikleri kurabilmektedir. Ayrıca bu sadece Türkiye’ye has bir durum değildir. Nitekim bazı Batı devletleri 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya Ukrayna’ya saldırdıktan sonra dahi Moskova ile olan ilişkilerini kesmekte isteksiz davranmaktadır.

Diğer taraftan Türk-Rus ilişkileri gündeme geldiğinde genellikle Türkiye’nin Batı ile Rusya arasında bir seçim yapmak zorunda olduğu ileri sürülür. Bana kalırsa bu doğru bir analiz değildir. Zira özellikle Ukrayna savaşının başlamasıyla sadece Ankara ile Moskova arasındaki bağımlılığın tek taraflı değil daha çok karşılıklı çıkarların söz konusu olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan iki ülke arasındaki ticari ilişkilere bakıldığında Türkiye’nin aleyhine olan bir asimetri söz konusudur. Farklı bir ifadeyle Rusya Türkiye’den ithal ettiğinden dört kat fazlasını Türkiye’ye ihraç etmektedir. Bunun en büyük nedeni Türkiye’nin enerji tedarikinde Rusya’ya olan bağımlılığıdır. Ancak Ukrayna’daki savaşla birlikte Rusya’nın daha önce görülmemiş olan yaptırımlara maruz kalması Moskova’yı dünyaya açılan yeni bir kapı aramaya zorlamaktadır. Bu rolü üstlenebilecek en uygun aktör ise kesinlikle Türkiye’dir. Dolayısıyla günümüzde sadece Türkiye’nin Rusya’ya olan ihtiyacından daha çok karşılıklı bağımlılıktan bahsetmek doğru olacaktır.

Bütün bu söylediklerimden yola çıkarak diyorum ki Türkiye NATO ile Rusya arasında bir seçim yapmak zorunda değildir. Hatta sizin söylediğiniz gibi olası bir NATO-Rusya savaşı durumunda bile Türkiye bugünlerde üstlendiği tarafsızlık ve arabulucuk rolünü yürütebilecektir. Üstelik bu sadece Türkiye’nin çıkarına değil aynı zamanda hem NATO üyelerinin hem de Rusya’nın çıkarına olacaktır. Zira Ukrayna’daki savaşla birlikte biz gördük ki Batı devletleri Rusya’yı tamamen izole etmek istese de bunu başaramamaktadır. Çünkü özellikle enerji alanında Rusya’ya bağımlılar. Dolayısıyla Batı devletleri Ukrayna savaşı gibi önemli bir jeopolitik “kırılma anı”nda bile Türkiye gibi Rusya ile görüşme yürütebilecek aktöre ihtiyaç duymaktadır. Sonuç olarak bu süreçte üç taraf da (Türkiye, Rusya ve Batı) kendi çıkarlarını takip etmektedir.

Türkiye Suriye’de adeta bir küresel cepheyle karşı karşıyadır. İlginçtir Türkiye Ukrayna, Karabağ ve Libya gibi yerlerde farklı cephelerde yer alan Batı ile Rusya arasında daha rahat denge kurabilirken Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütleri söz konusu olduğunda çok farklı bir durumla karşılaşmaktadır. Tabii ki Suriye’de Batı ile Rusya’nın aynı cephede yer aldığını söylemiyorum. Ancak bütün bu aktörler Suriye’nin kuzeyindeki terör unsurları konusunda kendi hesaplarını yaptıkları için Türkiye daha büyük sorunla karşı karşıya kalmaktadır.

Bu bağlamda son 20 gün içinde iki defa bir araya gelen Putin ve Erdoğan’ın görüştüğü en önemli konu başlıklarından biri de Türkiye’nin olası Suriye operasyonuydu. Astana üçlüsü kapsamında Tahran’da gerçekleştirilen görüşmelerde İran ve Rusya, Türkiye’nin Suriye’deki terör unsurlarına yönelik operasyonuna karşı olduklarını açıkladılar. Burada dikkat çeken husus bu görüşmeden dönerken Erdoğan’ın ABD’ye yönelik yaptığı sert açıklamaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’nin Fırat’ın doğusundaki askeri varlığının sonlandırılması gerektiğini söyledi. 5 Ağustos Soçi görüşmesinden dönerken açıklamalarda bulunan Erdoğan bu sefer olası Suriye operasyonu konusunda Türkiye ve Suriye istihbarat kurumlarının bilgi alışverişinde bulunduklarını söyledi. Aslında bu, yine Batı’ya yönelik bir mesajdı. Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki Türkiye, ABD Suriye’deki terör örgütlerine verdiği desteği keserse en önemli güvenlik meselelerinin başında gelen bu sorunu çözmek için Rusya ile daha rahat anlaşabileceğine inanmaktadır.

Türkiye 2021 yılında 7,5 milyon ton buğday ithal ederken, söz konusu buğdayın yüzde 66’sını Rusya, yüzde 18’ini ise Ukrayna’dan aldı. Dolayısıyla tahıl koridorunun oluşturulması halihazırda önemli ekonomik kriz içinde bulunan Türkiye için önemli bir meseledir. Ancak bana göre bundan daha da önemlisi Türkiye’nin burada oynadığı arabuluculuk rolünün dünya kamuoyu nezdinde kendisine sağladığı olumlu imajdır. Türkiye her iki tarafla görüşebilen ve daha da önemlisi bu görüşmeleri başarıya ulaştırabilen bir ülke olarak ortaya çıktı.

Türkiye, halkta ve medyada görüldüğü üzere Ukrayna’dan taraf olmasına rağmen, siyasi arenada iki ülke arasında arabuluculuk rolü oynama noktasında Rusya’yı nasıl ikna etti? Rusya ikna oldu çünkü kendisinin buna ihtiyacı var. Ayrıca daha önce belirttiğim gibi aynı durum hem Batı hem Türkiye için geçerlidir. Dolayısıyla bu aşamada Türkiye Batı ile Rusya arasında dengeyi yakalamış gibi görünmektedir. Bu bağlamda Türkiye, Rusya ile Ukrayna’yı aynı masada buluşturmaya çalışmaktadır. Savaşta gelinen noktada Rusya’nın buna ihtiyacı olduğu anlaşılıyor. Ancak Ukrayna’nın buna yanaşıp yanaşmayacağı hala büyük bir soru işareti olarak duruyor. Zira Ukrayna Rusya ile barışı imzalamak için Rusya’nın 24 Şubat öncesine dönmesi gerektiğini savunuyor. Sonuç olarak bir çıkmaz söz konusudur. Özetlemek gerekirse, Türkiye’nin üstlendiği arabuluculuk rolü bu aşamada tüm tarafların lehine olan bir durumdur.

Yusuf Sayın/ Doç. Dr. Necmettin Erbakan Üniversitesi

Ukrayna savaşının başından bu yana Türkiye, NATO (ABD) ve Rusya arasında ulusal çıkarları ve egemenlik haklarını gözeten aktif denge politikası takip etmektedir. Türkiye’nin yürüttüğü bu denge siyaseti statükocu bir anlayışı yansıtmakla birlikte, küresel alandaki revizyon isteklerine de yanıt verme yeteneği ve potansiyeli yüksek bir siyaset yaklaşımına karşılık gelmektedir. Türkiye, tarafsızlık ve arabuluculukla dekore ettiği bu yeni paradigmasında, defansif bir yaklaşımdan ziyade ofansif ve refleksif bir bakış açısını hâkim ve mukim kılmaktadır. Halihazırda zaten bir NATO-Rusya (Doğu X Batı Bloku) mücadelesi olarak cereyan eden küresel güncel sorunlarda (sadece Ukrayna değil, Tayvan meselesini de göz önüne alalım) Türkiye bir NATO üyesi olarak sorumlulukların farkında olmakla beraber ulusal çıkarları ve bağımsızlığını önceleyen bir yaklaşıma sahip olacaktır. Artık Türkiye, bir aktör ya da blok için bir diğerinden vazgeçme veya alternatif görme(me) yaklaşımından çoktan çıkmış durumdadır. Gerektiğinde yeni bir “dünya” kurup, yoluna bu dünyada devam edebilme iradesine sahip durumdadır. Mustafa Kemal’in Nutuk’ta (s. 436-437) söylediği gibi, artık meselelerini “milli siyaset” çerçevesinde değerlendirmektedir. Milli siyaseti çerçevesinde ne kimseyi karşısına alacak ne de bütün varlığını aktöre külliyen devredebilecek bir lükse sahip bulunmamaktadır.

Türkiye’nin Rusya’yla ilişkileri, temelde kazan-kazan ve sahada rekabet-işbirliği ekseninde yürüyor. Tabi Rusya’nın Suriye sahasının en güçlü aktörü konumunda olduğu da hatırlandığında, Türkiye Suriye’de atacağı adımlarda Rusların bakış açılarını da hesap etmek durumunda kalıyor. Burada önemle altı çizilmesi gereken husus; Rusların “ne yardan ne serden geçiyor” olduğudur. Yani bir taraftan Türkiye ile kendi çıkarları çerçevesinde hareket etmeye çalışırken, diğer taraftan da Suriye rejimi ve terör örgütleriyle işbirliği yapmak ve iş tutmaktan geri durmuyor. Ben aynı noktadan konuya bakıyorum. Türkiye “milli siyaseti” gereği, siyasi alanlarda gelecek rollerini güçlendirmek istiyorsa bunu kendi milli iradesi ve gücüyle yapmak zorundadır. Anadolu insanımız bu durumlar için çok haklı bir laf etmişlerdir: “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz”.

Anlaşma ile transferi kararlaştırılan hububat miktarı, gönderilecek ülkelerin yaklaşık 1 yıllık ihtiyaçlarını karşılıyor. Geçici bir çözüm olacak. Ve sadece tahıl fiyatlarını biraz geri çekecek. Zira ekonominin geneline ilişkin bir gelişme olarak yorumlamamak gerekiyor. Türkiye’nin ekonomik olarak içinden geçtiği zor günleri atlatması, evvela küresel ekonomik ve finansal sistemde bir rahatlama ve krizin minimalize edilmesiyle mümkün olacaktır. Buna ilave olarak, güçlü ve sıkı maliye ve vergilendirme politikaları, bu sürece yardımcı olacak faktörler arasındadır. Ekonomik meseleleri, makro ve mikro düzlemlerde ele almalı; dış politika ve küresel gelişmelerden bağımsız düşünmemeliyiz. Bir de Tayvan krizinin derinleşmesi mesela çok daha ciddi bir tedarik krizini ve tahmil edilemeyecek büyüklükte küresel ekonomik krizi beraberinde getirecektir. Finans ekranlarını izlemek kadar uluslararası politik gelişmeleri de yakından takip etmeliyiz. Pandemi buna çok iyi misal teşkil ediyor.

Türkiye’nin devlet ve halk olarak Rusya ve Ukrayna tarafları arasında orta noktada olduğu bir vakıa. Ben de yukarıda ifade ettiğim noktadayım: Gazi’nin ifade ettiği, “milli siyaset”… Türkiye gibi bin yıldan fazla bir devlet ve siyaset geçmişine sahip bir ülke mikro yaklaşımlarla hareket etmez/edemez. Türkiye’yi arabuluculuğa ikna eden Rusya olmalı. Zira bu arabuluculuk ve diplomasiye en çok Rusya’nın ihtiyacı bulunmaktadır. Avrupa ve ABD ile kapanan kapıları ve süreçleri bir nebze olsun devam ettirebilmenin yolu, bu aktörlerle konuşabilecek birisinin sürece arabuluculuk yapmasıdır. İkna eden bir Türkiye’den ziyade, ikna olan bir Türkiye ile karşı karşıyayız arabuluculuk girişimleri doğrultusunda. 

Bu yazıdaki fikirler tamamen görüş sahiplerine aittir ve Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi’nin görüşlerini yansıtmayabilir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu