Batı Şeria’da Yeni Bir İntifada Başlama Olasılığı

Aziz Kayed

1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan bugüne kadar Filistin halkı, haklarını talep etmekten ve topraklarını işgal ederek her türlü saldırganlık, tehcir, iskân ve ırkçılık uygulamalarında bulunan tüm yabancılara karşı isyan hareketlerinden vazgeçmedi. 1920’de İngiliz işgaline karşı gösterilen Kudüs Fırtınası ve 1921’de Yafa Fırtınası’ndan başlayarak, 1929 Burak Devrimi, 1935 el-Kassam Devrimi, 1936-1939 yılları arasındaki Büyük Arap Devrimi, İsrail işgaline karşı Filistin devrimi, Birinci İntifada (1987-1994), el-Aksa Katliamı (1992), Tünel Fırtınası (1997), İkinci İntifada (2000-2004), işgal rejiminin 2006, 2008, 2012, 2014, 2021 yıllarında Gazze’ye yaptığı saldırılar, 2015’teki Kudüs Fırtınası, aynı yıldaki siber saldırılar, Babü’r Rahme (2016), Han el-Ahmar (2017) ve Şeyh Cerrah (2018-2022) mücadeleleri olmak üzere Filistinliler, özgürlük ve bağımsızlık arzularının karşısına çıkan her yönetime isyan etmekten geri durmadı. Bu olayların her biri, Filistin halkının meşru hakları için mücadeleye devam etme gücünü ve özgürlüğü ile onuru için her aşamada fedakârlık yapmaya ve en büyük bedelleri ödemeye hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün de şartlar yeniden oluşmakta ve yeni bir devrimin ya da en azından üçüncü bir intifadanın doğması için sebepler artmaktadır. O halde aynı şeyler tekrar yaşanıp, işgal rejimiyle yeni bir mücadele meydana gelir mi? Bizler yeni bir gerilimin ve uzun soluklu bir mücadelenin tekrar başlamasının eşiğinde miyiz?

Mevcut Tablo

İşgal altındaki Batı Şeria son birkaç aydır, işgal kuvvetleriyle çatışmalara ve çeşitli düzey ve alanlarda sahada gerilimin tırmanışına sahne olmaktadır.

Çatışmalar artık gündelik hale gelmiştir ve hemen her gün yaralı ve şehir haberleri gelmektedir. İşgal güçleri neredeyse her gece geniş tutuklama operasyonları ve baskınlar yapmaktadır. Çatışmalar Filistin’in birçok belde ve noktasında giderek artmakta, bireysel operasyonlar bıçaklama, arabayla ezme ve ateş açma gibi çeşitli şekillerde düzenlenmektedir.

Bu bağlamda birden çok noktada sürekli çatışma alanlarının olduğu görülmektedir: Şeyh Cerrah, Baita, Huwara, Burka, el-İseviyye, Kafr Kaddoum, Masafer Yatta vd. Bu durum, Filistinli direnişçilerin direniş konusunda uzun soluklu olduklarını ve topraklarına el koyularak buralarda İsrail yerleşimlerinin kurulmasını kabul etmeme ısrarlarını göstermektedir. Aynı zamanda İsrail ordusunun şiddetinin ve yerleşimci terörünün boyutlarını ortaya koymaktadır.

Buna ek olarak yerleşimciler de açıktan saldırganlık yapmakta, birden çok noktada Filistinlilere doğrudan saldırmakta ve cinayete varan provokasyonlarda bulunmaktadırlar. Örneğin bir yerleşimci, 24.12.2021 tarihinde Ramallah yakınındaki Sinjil beldesi girişinde bir Filistinli kadını arabasıyla ezmiş; yine Filistinli yaşlı bir adam 12.01.2022 tarihinde Ramallah yakınındaki Jiljilya beldesinde kelepçelenmiş ve kan kaybından ölüme terk edilmiştir. Yine bu bağlamda Filistinlilerin toprakları tahrip edilmekte, ağaçları kesilmekte, çiftçilere ve köy halkına saldırılmaktadır. Tüm bunlar ise İsrail ordusunun koruması altında yapılmakta veya en azından yerleşimcilerin bu tür terör faaliyetleri sebebi ile yargılanmadıkları için sürekli meydana gelmektedir.

Kudüs’te ise daha önce benzeri görülmemiş bir durum yaşanmaktadır. Nitekim stratejik bir noktada bulunan Filistinlilerin yaşadığı Şeyh Cerrah mahallesinde, Filistinlileri buradan çıkararak yerlerine Yahudi yerleşimcileri koymak amacıyla toplu etnik temizlik operasyonu yürütülmektedir. Mescid-i Aksa da artık dönemsel olmayan sürekli baskınlara maruz kalmaktadır. Bu saldırılar İsrail polisi ve sınır muhafızlarının koruması altında, günlük baskınlar haline gelmiştir. Artık bu baskınlara yalnızca dindar Yahudiler değil, laikler ile bakanlar ve Knesset üyeleri olmak üzere politikacılar da katılmaktadır. Toprak ve gayrimenkullere el konulması, evlerin yıkılması, kimliklerin iptal edilmesi, Kudüs’e yapılan ambargo ve bunun sonucunda Filistinli nesillerin mukaddes şehirlerinden mahrum bırakılması da, her geçen gün artarak patlama noktasına gelinmesinin sebepleri arasındadır.

İşgal hapishanelerindeki esirlerin durumu da her gün gerilime tanık olmaktadır. Esirler İsrail hapishane yönetiminin politikalarını ve direnişçilere yargısız dayatılan idari gözaltı kararlarını, kadın esirlere ve genelde esirlerin tamamına yapılan sürekli saldırıları protesto etmektedir. Özellikle 06.09.2021 tarihinde işgalci güvenlik güçlerini şaşkına uğratacak şekilde altı Filistinli esirin bir tünel vasıtasıyla Gilboa hapishanesinden kaçışının ardından, bu baskı daha da artmış durumdadır.

Siyasi arenada ise, Yerleşim Konseyi Eski Başkanı Naftali Bennet tarafından yönetilen yerleşimci İsrail hükümeti, Filistin Devleti’yle ilgili her türlü diyaloğu reddetme, Kudüs’ün Yahudileştirilmesinde ısrar etme ve müzakere sürecine karşı çıkma gibi Filistinlileri provoke eden sağcı/radikal tutumlarını sürdürmektedir. Ayrıca İsrailli askerlerin askeri talimatlar doğrultusunda Filistinlilere ateş açmasına izin verme, yerleşimci saldırılarına kayıtsız kalma, onlara çeşitli alanlarda kolaylıklar sağlama ve ayrıca Filistin topraklarına el koyulması yönünde sürekli kararlar çıkararak yerleşimin yatay ve dikey olarak genişlemesini sağlama yönünde politikalar izlemektedir.

İşgal altındaki tarihi Filistin topraklarında (48 toprakları) da İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik ırk ayrımcılığı uygulamaları ve ayrımcı yasa ve kararlar yoluyla Filistinlilerin hedef alınması devam etmektedir. Nitekim Arap toplumu arasında yayılan cinayet olgusuna karşı ise ihmalkâr davranmakta, bu da işgal rejiminin bu olgunun yaygınlaşmasına kasten çalıştığı hatta belki de arkasında durduğu suçlamasını doğurmaktadır. Öte yandan siyasi direniş artmakta ve buradaki Filistinliler arasında milli ruh yayılmaktadır. Böylece Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki kardeşleriyle geniş çaplı bir dayanışma gerçekleştirmekte ve birçoğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya yönelik doğrudan kahramanca tutumlar sergilemektedir.

Genel anlamda 2021 yılında Filistinli şehit sayısı, Milli Şehit Aileleri Topluluğunun raporuna göre, 357’ye ulaşmıştır. Şehitlerin 100’ü işgal altındaki Batı Şeria’dan, 257’si ise Gazze Şeridi’ndendir. Şehitlerin çoğu, Mayıs 2021’de gerçekleşen Kudüs Kılıcı savaşı sırasında şehit olmuştur. Diğer yandan işgal kuvvetleri, Filistinli Tutsaklar Grubunun raporuna göre 2021 yılında 8000’den fazla Filistinliyi tutuklamış ve 1595 idari gözaltı kararı çıkarmıştır. Ayrıca 2021 yılında Filistinlilere ait yıkılan ev sayısı 300’ün üzerindedir.

Gerilimin Nedenleri

Filistin halkıyla işgalci İsrail arasındaki mücadelede gerilimin yükselmesinin sebepleri şunlardır:

  • Filistinlilerin çeşitli kesimleriyle birlikte milli mutabakat içinde olduğu konularda gerilimin devam etmesi. Bunlar Kudüs ve esirler meselesi, Filistin halkının bu meselelerdeki gelişmelerle etkileşimde olması ve destek amaçlı faaliyetlerde bulunmalarıdır. Özellikle Kudüs meselesi tüm Filistinlileri ilgilendiren bir semboldür ve esirler meselesi tüm Filistinli aileleri ilgilendiren bir mesele haline gelmiştir.
  • İsrail’in güvenlik, ordu ve yerleşim gibi çeşitli şekillerdeki saldırılarının şiddetlenmesi ve bununla beraber şehit ve yaralıların olması, günlük tutuklamaların yapılması, evlerin yıkılması, topraklara el konulması, sürekli ve anlık çatışma noktalarında günlük karşılaşmaların yaşanması, baskın ve tahrip kampanyaları, çiftçi ve işçilere saldırılması.
  • Yerleşimcilerin çatışma hattına girerek provokasyon ve saldırganlık yapması. Bu, durumun patlamasına ve sonuçlarının kontrol altına alınamamasına sebep olabilecek bir haldir. Zira yerleşimciler, yalnızca saldırmakla kalmamakta aksine arazilere yalnızca genişleme, daha fazla egemenlik kurma ve yerleşim birimleri inşa etme amacıyla el koymaktadır. Bu araziler de kısa sürede yerleşimlere dönüşmekte ve İsrail yönetiminin kendisi tarafından tanınmaktadır.
  • Barış süreci olarak adlandırılan ve iki devletli çözümü öngören sürecin başarısız olması. Destekçileri tarafından bile artık “anlamsız çözüm” olarak adlandırılan siyasal çözüm zayıf hale gelmiş ve yapılan anketlere göre kamuoyun direnişi daha fazla desteklemeye başlamıştır. Ayrıca İsrail hükümeti müzakereleri tamamen reddetmekte ve herhangi başka bir çözüm yerine ekonomik çözümde ısrar etmektedir. Halbuki Filistin yönetimi, İsrail hükümetinin dikkatini çekmek için yapılabilecek her şeyi yapmıştır.
  • Küresel çapta Filistin meselesinin öneminin azalması. Yeni ABD yönetimi, ABD Eski Başkanı Donald Trump’ın almış olduğu Kudüs’te ABD Konsolosluğu’nun ve Filistin Kurtuluş Örgütü Washington ofisinin tekrar açılması gibi kararlardan geri adım atma sözünü ertelemiştir. Aynı şekilde bu karar arasında bazı Arap devletleriyle işgal devleti arasındaki normalleşme süreci de bulunmaktadır. Bu süreç aslında işgal rejimiyle çeşitli ilişkiler kurmaktan ibaret olmayıp, bilakis Filistin meselesinin bu Arap devletleri nezdindeki konumunun zayıflaması anlamına gelmektedir.
  • 2021 yılının ortalarında gerçekleşen Kudüs Kılıcı savaşında Gazze Şeridi’ndeki Filistin direnişinin başarıya ulaşması ve Filistin halkının moralinin düzelmesi. Bu sayede direnişin, işgal rejimine karşı gücü ispatlanmış, bu da Filistinlilerin ya da en azından geniş bir kesiminin işgal rejimine karşı zaferin mümkün olduğuna dair umutlanmasını sağlamıştır.

Gerilimin Önündeki Engeller

Yukarıda bahsi geçen hususların karşısında, gerçek bir çatışmanın yahut intifadanın meydana gelmesini engelleyebilecek unsurlar şunlardır:

  • Mahmud Abbas’ın temsil ettiği mevcut Filistin yönetiminin programı. Bu program, bir müzakere ve barış süreci programı olup, taşla bile olsa işgal rejimine yönelik doğrudan ve sahada direnişin her türlüsüne karşıdır. Barışçıl ve halk direnişini benimsemektedir. Aynı şekilde bu program, gizli olmayıp açıklanmıştır. Bu programı devlet başkanına ek olarak, ona yakın olan siyaset ve güvenlik kadrolarından ekibi de benimsemektedir. Bundan önce Filistin emniyet güçleri işgal güçleriyle birçok çatışma durumunu engellemiştir. Yönetim böyle yaparak, Filistin’in mevcut durumunu korumayı amaçlamaktadır. Buna bağlı olarak hükümet, bu programı savunacak ve işlerin doğrudan çatışmaya varmasına yol açacak her türlü girişimi engelleyecektir.
  • Bu noktadan hareketle, güvenlik koordinasyonu anlaşması intifada derecesinde bir çatışmanın patlak vermesini engelleyen başlıca etken olacaktır. Buna bağlı olarak, bu koordinasyon gereğince işgal güçleriyle sahada yaşanacak her türlü gerilim girişimlerine karşı koyulacaktır. Güvenlik koordinasyonunun böylesi bir çatışmanın meydana gelmesini engellemesinde, Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın bu koordinasyonu güçlü bir şekilde desteklemesi yeterli olacaktır. Böylece Filistin emniyet güçleri bu doğrultuda siyasi ve manevi desteğe sahip olacaktır.
  • Filistin’deki bölünmenin devam etmesi ve özellikle de el-Fetih ve Hamas hareketleri arasında milli koordinasyonun sağlanamaması, işgal rejimiyle bir gün gerçekleşebilecek her türlü çatışmayı ya da intifadayı önleyecektir. Yani böyle bir çatışma yaşansa dahi, birinci ve ikinci intifadalarda olduğu gibi uzun süre devam edemeyecektir. Çünkü şu andaki bölünme, 1987 ve 2000 yıllarındakinden çok daha büyüktür.
  • İlk iki intifadada olanın aksine, bazı kesimlerin kamusal ve ulusal faaliyetlerde bulunma motivasyonunun azalması. Nitekim bugün, çatışma ve gösteriye hazır geniş bir gençlik, üniversite öğrencisi ve çeşitli gruplar olsa da azımsanmayacak sayıdaki bir kesim gündelik uğraşlarıyla ve maişet gereksinimleriyle meşguldür. Öte yandan Filistin toplumunda, Filistin ulusal yönetimindeki yaygın yolsuzluk nedeniyle mevcut dönemdeki mücadele faaliyetinin yararsız olduğuna ve Filistin mücadelesine optimal bir yatırımın bulunmadığına kanaat getiren bir kesim vardır. Aynı şekilde ekonomik ve ticari çıkarları olan ve intifadayı engellemek için gereken finansmanı sağlamaya hazır bulunan bir kesim de söz konusudur. Ayrıca Filistin içindeki bölünme, toplumun birçok kesiminin milli anlayış ve değerlerini etkilemiş, bu da mücadele faaliyetlerine katılım üzerinde etkili olmuştur.

Öngörülen Senaryolar

Filistin topraklarında ve özellikle işgal altındaki Batı Şeria’daki durumu gözlemlediğimizde, bu husustaki en önemli senaryoların şunlar olduğunu görmekteyiz:

Birinci Senaryo: İsrail işgal güçleri ve yerleşimciler ile Filistinliler arasında çeşitli suretlerde çatışmaların çıkması ve kelimenin tam anlamıyla Üçüncü İntifada’nın başlaması. Çatışmalar aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bunun sonucunda da şehit ve yaralıların olması, tutuklamaların yüzlerce hatta binlerce insanı kapsaması, İsrail ordusunun Filistin’in çeşitli bölgelerine yoğun bir şekilde konuşlanması gibi ekonomi, siyaset ve güvenlik alanlarını etkileyecek gelişmeler yaşanabilecektir. Ayrıca kontrol noktaları artacak, kapanmalar ve belki de sokağa çıkma yasağı yaygınlaşacak, elbette güvenlik koordinasyonu anlaşması duracak, resmi ilişkiler bozulacak ve ekonomik ilişkiler zayıflayacaktır.

İkinci Senaryo: İşgal güçleriyle ve özellikle yerleşimcilerle sınırlı boyutta bir çatışma dalgasının patlak vermesi. Böyle bir senaryoda sürekli bir intifada meydana gelmeyecek, çatışma sınırlı bir süre için devam edecektir. Çatışmalara belirli sayıda Filistinli, özellikle gençler ve lise ile üniversite öğrencileri katılacaktır. Aynı zamanda hayatın diğer alanları olağan seyrinde devam edecek ya da birinci ve ikinci intifadalarda olduğu gibi tamamen durmayarak olaylardan az etkilenecektir.

Üçüncü Senaryo: Mevcut durumun uzun bir süre devam etmesi ya da belirli noktalarda sınırlı çatışmaların ve zaman zaman bireysel operasyonların gerçekleşmesi. Yine yerleşimcilerle çatışma yaşanması, Kudüs’te gerilimin devam etmesi ancak Filistin topraklarının çoğunda sükunetin hüküm sürmesi.

En Olası Senaryo

Batı Şeria’daki durum ve mevcut şartlar gözden geçirilip, çatışmanın sebepleri ve önündeki engeller analiz edildiğinde, ayrıca ilk iki intifada tecrübesine de dayalı olarak, ordusu ve istihbaratı ile işgalci İsrail ve Batı Şeria’daki Filistin halkı arasında gerilim yaşanması ya da pratikte bir çatışmanın meydana gelmesi için aşağıdaki durumların söz konusu olması gerektiği anlaşılmaktadır:

  • Siyasi irade ve manevi bile olsa siyasal yönetimin desteği. Yani Filistin yönetimi ve tüm organlarının – özellikle de emniyet güçlerinin – desteği kaçınılmazdır. Zira aksi takdirde durum kontrolden çıkacaktır ve Filistin yönetimi bunu kabul etmemektedir.
  • İki büyük grup olan el-Fetih ve Hamas arasında, birinci ve ikinci intifadalarda olduğu gibi iki yönetimle olsa bile çatışma ve direniş konusunda uyum sağlanması. Hamas ve elbette İslami Cihat ve Halk Cephesi gibi diğer gruplar, Batı Şeria’da işgal rejimine karşı gerilimin artmasından yana olsalar da el-Fetih’in de mücadelenin temel bir parçası olması gerekmektedir. Bu da doğrudan bir önceki maddeyle ilişkilidir; yani Filistin yönetiminin çeşitli organlarıyla birlikte siyasi irade göstermesiyle.
  • En çok dikkat çekeni 2015 yılındaki olmak üzere, geçmiş girişimlerdeki şekliyle parça parça farklı yerlerdeki toplulukların değil, ilk iki intifadada olduğu gibi, Filistin halkının geniş bir kesiminin katılım sağlaması. Nitekim ilk iki intifadada, geniş ve kapsamlı bir katılım söz konusu olmuş, bu da intifadalara ivme ve süreklilik kazandırmıştır. Ancak sonraki girişimlerde katılım sınırlı kalmıştır.

Bu gereksinimler ciddi ve gerçekçi bir şekilde okunduğunda, hepsinin mevcut aşamada var olmadığı görülmektedir. Zira Filistin yönetimi çatışma ve gerilimi kesinlikle istememektedir. Buna bağlı olarak el-Fetih hareketi de, ilk iki intifadanın temel bir parçası olmasına rağmen, bu yönelimde olmayacaktır. Aynı şekilde Batı Şeria’daki Filistin halkının geniş bir kesimi direnişi destekliyor olsa da geniş bir halk katılımı da söz konusu değildir.

Buna göre, bu aşamada üçüncü bir intifada seçeneği mevcut değildir. Yine eldeki veriler ışığında sınırlı bir çatışma ortamı da zayıf bir ihtimaldir. Ayrıca Filistin yönetimi ve el-Fetih hareketi, Devlet Başkanı Mahmud Abbas sonrası döneme ve beraberinde getireceklerine hazırlanmakla meşguldür. Böylece gerçekleşeceği öngörülen senaryo, mevcut durumun olduğu şekliyle devam edeceği; yani bireysel operasyonların gerçekleştirileceği; Kudüs, Şeyh Cerrah ve Baita, Burka vb. bölgelerdeki sürekli çatışmaların devam edeceği; işgal güçleri ve özellikle işgal rejimi tarafından işgal altındaki Batı Şeria’da serbest bırakılan yerleşimcilerle belki de çok sayıda çatışmanın çıkacağı; daha fazla şehit ve yaralının olacağı; daha fazla tutuklama, kapanma ve ambargonun uygulanacağı şeklindedir. Elbette tüm bunlar, şartlar değişene ve farklı koşullar doğana kadar söz konusu olacaktır.

Sonuç

Genel anlamda gerilimin sebeplerinin işgal rejimi ve onunla ilişkili Arap dünyası ve uluslararası çaptaki durumlar olması dikkat çekicidir. Örneğin bazı Arap devletlerinin işgal rejimiyle normalleşmesi ve Filistin meselesinin uluslararası toplum nezdinde öncelik konumunu yitirmesi gibi. Buna karşılık gerilimin önündeki engeller, Filistin kaynaklıdır. Yukarıda bahsi geçen üç gereksinimin de Filistin içinde bulunması gerekmektedir. Buna bağlı olarak Filistin intifadasını, çeşitli organlarıyla işgal rejiminin gerçekleştirmesi mümkün değildir; intifada Filistin’den kaynaklanan sebeplerle ve Filistinlilerin eliyle gerçekleşebilir. 1987 yılında Gazze Şeridi’nin Cibaliye şehrinde meydana gelen tır kazası ve 2000 yılında Şaron’un Mescid-i Aksa’ya baskın yapması gibi büyük bir olayın yaşanmasıyla intifada başlasa dahi, işgal rejimi değil yine Filistin içindeki sebepler bu intifadayı durdurabilecektir. İlk iki intifadada yaşananlar buna delildir. Nitekim Birinci İntifada 1993 yılında Oslo Anlaşması’nın ilanıyla, İkinci İntifada ise Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın vefatı ve Filistinlilerin devlet başkanlığı ve milletvekilliği seçimleriyle meşgul olmasıyla otomatikman sona ermiştir.

Özetle, intifada için sebepler mevcuttur ancak devam etmesi için gerekli şartlar mevcut değildir. Bu şartlar da siyasi irade, el-Fetih ve Hamas hareketlerinin uyumu ve geniş halk katılımıdır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu