Batı Medyasının Gazze’deki İsrailli Esirler Konusundaki Taraflılığı ve Hikâyelerinin İnsanileştirilmesi
Batı Medyasının Gazze’deki İsrailli Esirler Konusundaki Taraflılığı ve Hikâyelerinin İnsanileştirilmesi

13 Ekim 2025 tarihinde, Hamas Hareketi, Gazze Şeridi’nde Amerika Birleşik Devletleri, Katar, Mısır ve Türkiye’nin ara buluculuğunda sağlanan ateşkes anlaşmasının ardından, 20 İsrailli esiri serbest bırakmıştır. Buna karşılık olarak, 1900’den fazla Filistinli esir, İsrail hapishanelerinden tahliye edilmiştir. Bu gelişme, söz konusu taraflar arasında varılan bir esir takası anlaşması çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Ateşkes sürecinin uygulanmasından hemen önce, hem Batı hem de Arap medyası, söz konusu takas anlaşmasına ilişkin haberleri hızla servis etmeye başlamış; bu süreçte özellikle Hamas ile işgal devleti arasındaki yoğun diplomatik görüşmelere vurgu yapılmıştır. Ancak, esir değişiminin ilk saatlerinden itibaren, Batı medyasının İsrail lehine sergilediği alışıldık yanlılık açık biçimde ortaya çıkmış; olay, kamuoyunun Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin algısını yönlendirecek biçimde çerçevelenmiştir.
Bu rapor, Batı medyasının esir değişimi anlaşmasına dair haberlerinde başvurduğu temel çerçeveleme stratejilerini ve her iki tarafın —Filistinli ve İsrailli esirlerin— nasıl temsil edildiğini incelemektedir. Özellikle Batılı medya organlarının, haber anlatılarında benimsedikleri söylemsel kalıplar, görsel tercihler ve içerik seçimi üzerinden, medya temsiliyetinde ortaya çıkan dengesizliklerin nasıl şekillendiği ele alınmaktadır.
İşgalci Esirlerin İnsanileştirilmesi ve Filistinli Esirlerin Marjinalleştirilmesi
Batı basınında esir değişimi sürecine ilişkin yayımlanan çok sayıda haberin incelenmesi, Filistinli esirlerle, direniş tarafından alıkonulan İsrailli esirler arasında belirgin bir haber işleme eşitsizliğini ortaya koymaktadır. İsrailli esirler, haberlerde ayrıntılı biçimde tanıtılmakta; kişisel kimlikleri, esaret öncesi ve sonrası yaşam öyküleri, tutuklanma koşulları ve savaş süresince onları bekleyen ailelerin durumları duygusal bir anlatımla aktarılmaktadır. Bu kapsamlı sunum, esirlerin hikâyelerinin abartılı bir biçimde insanileştirilmesine ve izleyici ya da okuyucunun duygusal tepkilerinin yönlendirilmesine hizmet etmektedir.
Buna karşılık, Batı basını Filistinli esirleri yalnızca sayılardan ibaret istatistiksel verilerle anmakta; isimleri, kimlikleri, tutuklanma koşulları gibi temel insani bilgilere yer verilmemektedir. Ayrıca, 7 Ekim’deki “Aksa Tufanı” operasyonunun ardından İsrail hapishanelerinde Filistinli esirlere yönelik uygulanan sistematik işkence, tecavüz, ölümcül fiziksel saldırılar, aç bırakma ve sürekli dayak gibi ağır insan hakları ihlalleri hakkında neredeyse hiç bilgi verilmemektedir. Bu uygulamalar, serbest bırakılmalarına dek devam etmiş olmasına rağmen, Batı medyasında büyük ölçüde görmezden gelinmiştir.
Örneğin, The Washington Post gazetesi, serbest bırakılan İsrailli esirlerin hikâyelerine geniş yer ayırmış; bu bağlamda hem esirlerle hem de aileleriyle yapılan röportajlar yayımlanmış ve okuyucunun duygularını etkilemeye yönelik bir dil kullanılmıştır.
Nitekim, 17 Ekim 2025 tarihinde yayımlanan kapsamlı bir haberde, kısa süre önce serbest bırakılan İsrailli esir Imran Meiri’nin hikâyesi detaylı biçimde aktarılmıştır. Haberde, Meiri’nin savaş süresince bir tünelde kafeste tutulduğu iddia edilmiş, iki küçük kızının onu beklerken yaşadığı korkular ve eşinin endişeleri uzun uzadıya dile getirilmiştir. Tüm bu anlatım, duygusal vurgularla desteklenmiş ve okuyucuda empati uyandıracak şekilde kurgulanmıştır.
Buna karşın aynı gazete, esir değişimi anlaşması çerçevesinde serbest bırakılan binlerce Filistinli esirden hiçbiriyle röportaj yapmamış, onların hikâyelerine, yaşadıkları travmalara veya ailelerine dair herhangi bir içeriğe yer vermemiştir. Bu durum, Batı medyasının Filistin meselesine ilişkin geleneksel yanlılık biçimlerinin, esir değişimi gibi kritik olaylarda dahi sürdüğünü göstermektedir.
Esir değişiminin gerçekleştiği gün, The Guardian gazetesi yalnızca İsrailli esirler hakkında özel bir haber yayımladı. Yaklaşık 2000 Filistinli esirin serbest bırakılması ise haberde tamamen göz ardı edildi. Rapor, yalnızca 20 İsrailli esirin hayatı ve ailelerinin “zorlu bekleyişi” üzerine odaklandı. Habere, esirlerin yakınlarının ağlayan ve hüzünlü anlarını gösteren fotoğraflar eşlik etti. Bu görseller aracılığıyla okuyucuların duygularına hitap edilerek, İsrailli esirler anlatının merkezine yerleştirildi. Buna karşın, sayıca çok daha fazla olan Filistinli esirlerin hikâyelerine veya yaşadıkları insan hakları ihlallerine hiç yer verilmedi.
Diğer taraftan esir takası öncesinde USA Today, “Gazze ile yapılan barış anlaşmasında serbest bırakılması beklenen rehineler kimler?” başlıklı bir haber yayımladı. Haberde, İsrailli esirlerin ayrıntılı yaşam hikâyeleri, fotoğrafları ve esaret sırasında çekilen videoları paylaşıldı. Gazete, bu bireyleri sivil ve savunmasız kişiler olarak tanımlayarak, evlerinden kaçırılmış masum kurbanlar olarak lanse etti. Bu anlatı tarzı, okuyucunun sempatisini yalnızca İsrailli esirlere yönlendirmek amacı taşıyordu. Filistinli esirlere ise yine hiçbir şekilde yer verilmedi.
Bu örnekler, Batı medyasının esir meselesine dair sistematik bir yanlılık içinde hareket ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. İsrailli esirlerin hikâyelerine geniş yer ayrılırken, Filistinli esirlerin isimleri, hikâyeleri, uğradıkları işkenceler ve ailelerinin yaşadıkları yok sayılmakta; böylece kamuoyunda tek taraflı bir algı yaratılmaktadır.
Bu bağlamda, İngiliz gazeteci Owen Jones, Batı medyasının sergilediği ahlaki işbirliğini ve kurumsal sessizliğini sert şekilde eleştirdi. Jones, İsrail’in Filistinli esirlere yönelik “vahşi ve sadistçe” işkencelerine karşı medyanın suskunluğunu, işgalci devlete yeni ihlaller için alan açan bir tutum olarak nitelendirdi. Bu sessizlik, yalnızca haber görmezliğinden ibaret olmayıp, aynı zamanda etik dışı bir sorumluluk paylaşımına işaret etmektedir.
Sınıflandırılmış Dil ve Yanlı Anlatı: Batı Medyasının Söylem Stratejisi
Batı medyasının söylem biçimi, yalnızca İsrailli esirlerin insanileştirilmesi ve Filistinli esirlerin marjinalleştirilmesiyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda sistematik bir dilsel ayrımcılık da içermektedir. Önde gelen medya kuruluşları –The New York Times, The Independent, The Guardian, BBC ve benzeri – esir değişimi haberlerinde, İsrailli esirlerden söz ederken sıklıkla “rehine” (hostages) terimini kullanmaktadır. Oysa bu kişilerden birçoğu aslında askerdir; çatışma sırasında askeri üniformalarıyla yakalanmışlardır. Bu bağlamda onların sivil “rehineler” olarak sunulması, hukuki gerçekliklerle bağdaşmamaktadır.
Buna karşılık, Filistinli esirler için kullanılan terimler “mahkûm” ya da “tutuklu” (prisoners / detainees) şeklindedir. Oysa bu bireylerin büyük çoğunluğu, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde zorla alıkonulmuş, aralarında kadınlar, çocuklar ve suçlama olmaksızın idari gözaltında tutulanlar da bulunmaktadır.
Bu söylemsel yapı, nihayetinde hukuki meşruiyet farkı yaratmakta ve uluslararası hukuk tarafından Filistinli esirlere tanınan koruma çerçevesinin medya aracılığıyla bulanıklaştırılmasına neden olmaktadır. Ayrıca bu çarpık çerçeveleme, İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü baskı politikalarına meşruiyet kazandırmakta; onların tutuklanmasını, baskı altına alınmasını ve yargısız cezalandırılmasını normalleştirmektedir.
Batı medyasının dikkat çeken bir diğer stratejisi ise, haberlerde sıkça karşılaşılan nicelik vurgusudur. Haberlere yansıyan ifadelerde, genellikle “20 İsrailli esire karşılık 2000 Filistinli mahkûm” gibi oranlar ön plana çıkarılmaktadır. Bu anlatı, doğrudan ya da dolaylı biçimde, İsrail’in “büyük fedakârlıklar” yaptığı, “insani değerleri öncelediği” algısını güçlendirmeye yöneliktir. Oysa bu çerçeve, ne Filistinli esirlerin yaşadığı ihlalleri yansıtmaktadır ne de onların neden alıkonulduğuna dair adil bir bağlam sunmaktadır.
Batı medyasındaki bu tür bir yaklaşım, şaşırtıcı biçimde, işgal hapishanelerindeki Filistinli esirlere dair istatistikleri göz ardı etmektedir. Oysa Filistin Esirler ve Serbest Bırakılanlar Heyeti’nin verilerine göre, Eylül 2025 başı itibarıyla belgelenmiş Filistinli esir sayısı 11.000’i aşmıştır. Heyet’in sayısını bilmediği, ordunun kontrolündeki askeri kamplarda tutulan başka esirler bu sayıya dâhil değildir.
Batı medyasının haberlerinde kullanılan bir diğer çerçeve, Hamas ile İsrail arasında dengesizlik olduğu algısını yaratmaktır. Bu çerçevede, İsrail’in esirlerini korumak ve onları direnişin elinden kurtarmak adına “büyük fedakârlıklar yaptığı”, “insani davrandığı” ve “daha fazla bedel ödediği” yönünde bir izlenim sunulmaktadır. Bu durum, Hamas’ın direniş hareketi olarak değil; Batı medyasının sıklıkla kullandığı ifadelerle “terörist” ya da “suç örgütü” olarak tanımlandığı anlatı kalıbı içerisinde sunulmaktadır.
Ancak aynı medya, İsrail’in işlediği ve uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından belgelenmiş savaş suçları ve ihlallere değinmemektedir. Özellikle Gazze’ye yönelik savaş sürecinde, esirler başta olmak üzere sivillere yönelik işlenen suçlar, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği gibi kurumların raporlarına konu olmuşken, bu veriler haberlerde görmezden gelinmiştir. Bu durum, Filistinli esirlerin görünmezleştirilmesi politikasının bir parçası olarak okunabilir ve onların tutuklanma koşullarına dair hukuki, siyasi ve insani arka planların sistemli biçimde dışlanmasını beraberinde getirmektedir.
Öte yandan, bazı Batı medya organları, İsrail’i bir “kurban” olarak yansıtma çabası içinde, Hamas’ı, İsrailli esirlerin naaşlarını serbest bırakmayı geciktirmekle suçlamış ve bu iddiaları haberleştirmiştir. Aynı zamanda, hukuki çerçeve, Hamas’ı bir “terör örgütü” olarak sunmak için araçsallaştırılmış; sivil kaçırmaları gerçekleştiren yasa dışı bir yapı olarak tanımlanmış ve esir değişimi anlaşması, esasen İsrailli esirleri kurtarmak adına “zorunlu” ve “ahlaki” bir adım olarak gösterilmiştir.
Böylece bir kez daha, Filistinli esirlerin güvenliği, esenliğinden söz edilmemiş; onlar, önceliği İsrailli esirlerin hayatını kurtarmak olan politik bir anlaşmanın içinde sayısal bir unsur olarak işlevselleştirilmiştir.
Görsel İşlemeye Yönelik Taraflılık
Batı medyasının, esir değişimi kapsamında serbest bırakılan taraflara ilişkin görsel sunumunda da belirgin bir dengesizlik gözlemlenmekte, bu durum işgalci taraf lehine bir görsel önyargının varlığını ortaya koymakta ve kamuoyunda belirli bir algının oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Örneğin, hem yazılı hem de görsel haberlerde, serbest bırakılan İsrailli esirlere ilişkin yakın çekim görüntüler kullanılmış, duygusal açılardan alınmış karelerle onların aileleriyle kavuşma anları, kucaklaşmalar, ağlayan yüzler, yaşlılar, çocuklar ve kadınların duygusal anları öne çıkarılmıştır. Ayrıca esirlerin hastaneye sevkleri sırasında çekilen görüntülere de sıklıkla yer verilmiştir.
The Independent gazetesi, 13 Ekim tarihinde, serbest bırakılan İsrailli esirlerle ilgili uzun bir yazılı haber yayımlamış, bu habere bazı esirlerin aileleriyle buluşma anlarını içeren duygusal bir video ve toplam 26 fotoğraf eklemiştir. Fotoğraflar arasında esirlerin bireysel portreleri ile yakalanmadan önceki hâllerine ait görüntüler de bulunmaktadır. Haberde Filistinli esirlerden hiç bahsedilmemiş, bu kişilerle veya aileleriyle hiçbir röportaj yapılmamıştır.
Bazı Batılı haber ajansları, örneğin Reuters, İsrailli esirlerin esaret sürecinden ailelerine kavuşmalarına kadar olan zaman dilimini görsel olarak sıralı bir şekilde sunarken, Filistinli esirler için böyle bir yaklaşım benimsenmemiştir. Onların görüntüleri genellikle silik, uzaktan ya da otobüslerden inişleri sırasında çekilmiş karelerle sınırlı kalmış, yüz ifadeleri veya aileleriyle buluşma anlarına dair duygular yansıtılmamıştır.
Bazı Filistinli esirler serbest bırakıldıklarında ailelerinin tamamının öldürülmüş olduğunu öğrenmiştir, ancak bu dramatik hikâyelere Batı basınında hiçbir şekilde yer verilmemiştir. Onlara, sanki değeri olmayan rakamlarmış gibi yaklaşılmıştır.
Bu görsel dengesizliğin, siyasi anlamda da belirli mesajlar içerdiği açıktır. Filistinli esirlerin karşılanması istenmeyen bir durum gibi resmedilirken, onların “suçlu” veya “terörist” oldukları ima edilmekte; buna karşılık İsrailli esirlerin karşılanması, “terörün elinden kurtulmuş mağdurların dönüşü” olarak sunulmaktadır.
Başka bir örnekte, 15 Ekim tarihinde Almanya merkezli Berliner Zeitung gazetesi, Hamas’ın elindeki İsrailli esirlerin tüm naaşları serbest bırakılmazsa İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı yeniden başlatacağı yönündeki tehditlerine ilişkin bir haber yayımladı. Haberde, ağlayan İsrailli kadınların büyük boy bir fotoğrafı kullanıldı ve konu, yalnızca İsrailli esirlerin naaşlarıyla sınırlıymış gibi sunuldu. Öte yandan, İsrail’in elinde tuttuğu Filistinli esirlerin ya da cenazelerin akıbetine dair hiçbir bilgi verilmedi; bu durum sanki önemli değilmiş gibi tamamen göz ardı edildi.
Aynı bağlamda, son derece çarpıcı ve insanlık dışı görüntüler içeren, Gazze’den gelen bazı Filistinli esirlerin cenazelerine ilişkin sahneler, takas anlaşması kapsamında iade edilmiş olmalarına rağmen, Batı medyasında neredeyse hiç yer bulmadı. Bu görüntüler, haberlerde bilinçli olarak dışlandı.
Yukarıdaki örneklerden hareketle, Batı medyasının esir değişimi sürecindeki görsel anlatısında İsrailli esirlerin duygusal anlarına, aile vurgusuna, ve İsrail bayrağı gibi simgeler etrafında şekillenen bir “vatan” temasına öncelik verildiği görülmektedir. Buna karşılık, Filistinli esirlerin – ister sağ olsun ister hayatını kaybetmiş olsun – yaşadığı acılar, aşağılanmalar ya da ailelerine kavuşma anları neredeyse tamamen görsel ve metinsel olarak dışlanmıştır.
Böylelikle, Batı medyasının geneline hâkim olan söylem, İsrail’in anlatısını destekleyen bir çerçeve etrafında kurulmakta; Filistin anlatısı ise büyük ölçüde görmezden gelinmektedir. Bu tutum, İsrail’in soykırıma varan savaş politikaları, sistematik aç bırakma stratejileri ve sivillere yönelik savaş suçları gibi başlıklarda da kendini göstermektedir. Batı medyası, tüm bu ihlalleri ya tamamen dışlamakta ya da üstü kapalı ve önemsiz bir biçimde aktarmaktadır. Oysa bu ihlallerin büyük bir kısmı hâlâ gün yüzüne çıkarılmamış ve belgelenmeyi beklemektedir.
Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.



