ABD, Gazze Savaşını Nasıl Yönetti?

Gazze Şeridi’ne yönelik savaşın başlangıcından itibaren ve ardından bölgede patlak veren diğer savaşlarda, Amerika Birleşik Devletleri, bu savaşların sona erdirilmesine yönelik müzakerelerde arabulucu ve süreçlerin himayesini üstlenen bir aktör olarak sahneye çıkmıştır. Hatta kimi zaman imzalanan anlaşmaların uygulanması konusunda garantörlük rolünü üstlenmiş, bazı durumlarda da bu anlaşmaların gözetimini üstlenen bir ortak olarak kendini konumlandırmıştır. ABD

Ancak bu diplomatik rollerle eşzamanlı olarak, ABD aynı zamanda İsrail işgaline koşulsuz destek veren, onu her şart altında koruyan ve güçlendiren bir stratejik ortak rolü de üstlenmiştir. Bu destek, yalnızca siyasi ya da lojistik düzeyde kalmamış; ABD, Yemen ve İran’daki askeri operasyonlara doğrudan ve açık biçimde katılarak fiilî bir savaş aktörü hâline gelmiştir.

Gerçekte ve işin mantıksal zemini dikkate alındığında, bu savaşlar büyük ölçüde ABD tarafından yürütülen savaşlar olarak okunabilir. Buradaki en etkili ve merkezi araç ise, İsrail ordusudur. İsrail devleti, ABD için bölgedeki bir ileri karakol, adeta dev bir “uçak gemisi” işlevi gören askeri üs konumundadır.

ABD, bu savaşlarda doğrudan ve dolaylı biçimlerde, farklı düzeylerde roller üstlenmiştir. Savaşın seyrine ve ihtiyaçlarına göre bu roller askeri, siyasi, diplomatik ya da başka düzlemlerde şekillenmiştir. Gerekli görüldüğünde, uçak gemileri, savaş gemileri ve destroyerler gönderilmiş; İsrail’e her tür mühimmat tedariki sağlanmıştır. Hava saldırısı gerektiğinde ise (Yemen ve İran’da olduğu gibi), ABD savaş uçakları dünyanın çeşitli bölgelerinden havalanarak doğrudan bombardımana katılmıştır.

Diplomatik, siyasi veya hukuki düzlemde müdahale gerektiğinde ise, ABD’nin siyasi aygıtı devreye sokulmuştur: Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler nezdinde girişimlerde bulunulmuş; Dışişleri Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Konseyi vasıtasıyla hedef odaklı diplomatik baskı ve yönlendirme yürütülmüştür.

Ancak tüm bu roller arasında, özellikle Gazze’ye yönelik savaşta ABD’nin oynadığı belki de en dikkat çekici rol, ateşkes anlaşmalarının aracısı ve garantörü rolüdür. Bu ise, savaşın en ironik ve alaycı yönünü oluşturmaktadır: Savaşın doğrudan destekleyicisi, aynı zamanda onun bitirilmesinin “arabulucusu” olarak sahneye çıkmakta, böylece adeta hem yangını çıkaran hem de itfaiyeci rolünü üstlenmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Gazze savaşı sürecinde üstlendiği arabuluculuk ve garantörlük rolünün, savaşın sona erdirilmesi ve sivillere yönelik soykırım ile katliamların durdurulması amacıyla değil; bilakis savaşın yönetilmesinin bir parçası olarak işlev gördüğünü gösteren çok sayıda gösterge bulunmaktadır. Bu göstergelerin en önemlileri şunlardır:

  • ABD ile İsrail hükümeti arasında, savaşın ilan edilen genel hedeflerine dair açık bir mutabakat söz konusudur. Bu hedeflerin başında direnişin ortadan kaldırılması, siyasi ve askeri altyapısının tasfiyesi ve Gazze Şeridi’nin denetim altına alınması gelmektedir. Bu bağlamda yürütülen müzakereler ve ortaya konan metinler, savaşı kalıcı biçimde durdurmaya, İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesini sağlamaya ya da Filistinlilerin Gazze’de kendi aralarında mutabık kaldıkları bir yerel yönetim oluşturmalarına imkân tanımamaktadır. Müzakerelerin temel amacı, yalnızca Filistin direnişinin elinde bulunan İsrailli esirlerin serbest bırakılmasıdır; savaşın sonuçları ve geleceği ise bilinçli biçimde muğlak bırakılmaktadır.

Bu yaklaşım, kaçınılmaz olarak, katliamların, açlığın ve günlük acıların devamı anlamına gelmektedir. Çünkü bu süreç, gerek zorla göç ettirme, gerek direnişin tasfiyesi, gerekse Gazze’nin tam kontrol altına alınması yönündeki savaş hedeflerinin gerçekleşmesine zemin hazırlamaktadır.

  • Hem Biden hem de Trump yönetimleri döneminde, ABD yönetimi sürekli olarak bir “siyasi çıkış yolu” arayışı içinde olduğunu ve savaşı sona erdirme yönünde çaba harcadığını ileri sürmüştür. İsrail’in uluslararası hukuk kurallarına riayet etmesi, sivillerin korunması ve insani yardım ulaştırılması gerektiğine dair açıklamalar yapılmıştır. Ancak eşzamanlı olarak, İsrail’e her türlü askeri ve siyasi destek sağlanmış; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde soykırımın durdurulmasını hedefleyen bağlayıcı karar tasarılarını engellemek amacıyla defalarca veto hakkı kullanılmıştır. Bu da, savaşın sürdürülmesine yönelik fiilî bir güvence anlamına gelmektedir.
  • ABD yönetimi, müzakere süreci boyunca İsrail’in anlatısını bütünüyle benimsemiş ve müzakerelerde, hatta ayrıntıların yazımında dahi, İsrail hükümetiyle tek bir ekip gibi çalışmıştır. Müzakere metinlerinin hazırlanması, taktiklerin inşası ve öneri paketlerinin şekillendirilmesi tamamen İsrail çıkarlarına hizmet edecek biçimde yapılandırılmıştır. Bu strateji, Hamas ve direniş güçlerini zor durumda bırakmak, önerilen anlaşmaları reddetmeleri hâlinde kendi halklarının saldırıların durması, acının hafiflemesi ve kan dökülmesinin sona ermesi yönündeki taleplerine karşı duruyormuş gibi göstermek üzerine kuruludur.

Nitekim ateşkese ilişkin metinlerin büyük kısmı ya doğrudan İsrail tarafından, ya da İsrail-Amerikan mutabakatıyla hazırlanmış, ardından bunlar Hamas’a iletilmek üzere sunulmuştur.

Bunun en açık örneği, son turda Steve Weitecoff’u temsilen hareket eden Beşara Bahbah’ın önerisiyle yaşanan gelişmelerde görülebilir. Bahbah’ın sunduğu ve Filistin direnişiyle yaptığı görüşmeler sonrasında onların onayını alan öneri, daha sonra ABD ve İsrail tarafından reddedilmiş, ardından da Hamas, Weitecoff’un orijinal metnini kabul etmemekle ve inatla suçlanmıştır.

  • ABD ve İsrail’in, müzakerelere veya anlaşmalara taraf ya da garantör olarak başka aktörlerin katılımını sürekli olarak reddetmesi, bu sürecin ne kadar tek taraflı tasarlandığını ortaya koymaktadır. Filistinliler tarafından ya da diğer ülkelerce sunulan ve Çin, Rusya ya da Türkiye gibi aktörlerin sürece katılmasını öneren her türden öneri sistematik biçimde reddedilmiş; sadece ABD’nin (ve ikinci düzeyde Mısır ile Katar’ın) arabuluculuğu ve garantörlüğü kabul edilmiştir. Bu tutumun temel amacı, İsrail’in savaş ve çatışma sonrası planlarını herhangi bir dış sınırlayıcı olmadan gerçekleştirebilmesini güvence altına almaktır.
  • Filistinlilerin savaşın sona erdirilmesine yönelik sunduğu tüm nihai çözüm önerileri, ki bunlar çoğu zaman esnek ve siyasi gerçekliğe uygun teklifler olmuştur, ABD tarafından reddedilmiştir. Son olarak Hamas’ın duyurduğu “Kapsamlı Paket Anlaşması” da bu çerçevededir. Bu plan, esirlerin karşılıklı ve derhal değişimini, savaşın tamamen sona erdirilmesini, İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesini, Gazze için Filistinliler arasında mutabakata dayalı bir yönetim kurulmasını, uzun vadeli bir ateşkesi ve Arap, İslam ya da uluslararası garantörlerin gözetiminde uygulanacak bir çözüm mekanizmasını içermektedir.

Ancak bu öneri, önce ABD tarafından reddedilmiş, ardından İsrail tarafından da kabul edilmemiştir. Öyle ki, bu öneri metni herhangi bir resmi müzakere metnine dahi dahil edilmemiştir.

  • ABD hiçbir zaman Gazze’nin Filistinliler tarafından yönetileceği bütüncül ve gerçekçi bir yaklaşımı benimsememiştir. Aksine, ABD zaman zaman İsrail’in teklif ettiğinden daha uç önerilerde bulunmuş, örneğin Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi, Gazze’nin tamamen İsrail denetiminde bir “sahil Rivierası”na dönüştürülmesi gibi önerileri gündeme getirmiştir. Bu tür öneriler, yalnızca Filistin halkının haklarını reddetmekle kalmaz, aynı zamanda Filistin varlığını ve davasını doğrudan tehdit eder. Ve tüm bunlar, İsrail’in talepleriyle tamamen uyum içerisindedir.
  • ABD, uluslararası düzeyde İsrail’i hukukî olarak koruma konusunda da kararlılıkla hareket etmektedir. Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi veya diğer bölgesel ve ulusal yargı organları nezdinde İsrail’e karşı baskı oluşturmaya çalışan her aktöre karşı açık tehdit ve baskı uygulamaktadır. Güney Afrika’ya uygulanan baskılar ve Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarına getirilen yaptırımlar, İsrail liderliğini soykırım suçlarından dolayı yargı önüne çıkarmaya çalışan kişilere karşı verilen sert tepkiler bu yaklaşımın açık göstergesidir.

Tüm bu göstergeler, bizi şu net sonuca ulaştırmaktadır: Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca Gazze’ye yönelik savaşta değil, genel olarak bölgeye yönelik saldırılarda da merkezî bir taraf konumundadır. Bu savaşlar aracılığıyla ABD, hem bölgeyi yeniden şekillendirmek, hem de bu yeni düzeni kendi küresel hegemonik çıkarları doğrultusunda dizayn etmek istemektedir. İsrail bu bağlamda, Amerikan hegemonyasının merkezî bir aracı ve askeri-siyasi uzantısı olarak işlev görmektedir.

Ortadoğu’daki savaşlar, esasen bu hegemonik düzenin yeniden üretimidir; ABD’nin bölgedeki tartışmasız müdahil güç olduğunu ve tek başına karar verici aktör olarak hareket ettiğini teyit eder. Aynı zamanda İsrail’i, bölgede işlevsel ve baskıcı bir emperyalist koloni aracı olarak yeniden tanımlamak ve tahkim etmek anlamına gelir—ve bu da, Amerikan hegemonyasının önümüzdeki on yıllar boyunca devam etmesini sağlayacak bir stratejik yatırım olarak değerlendirilmektedir.

Bu okuma ışığında, ABD’nin arabuluculuğuna kesinlikle güvenilemeyeceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, Filistinlilerin ciddi bir şekilde alternatif arabulucular ve garantör mekanizmaları geliştirmesi, ayrıca Arap ve İslam dünyasından gerçek ve etkin bir siyasi destek arayışı içerisine girmesi elzemdir. Çünkü bu Amerikan hegemonyasının yarattığı tehlike yalnızca Filistin halkını değil, tüm bölgeyi tehdit etmektedir—ve bölgedeki birçok ülkede yaşananlar bu gerçeği doğrulamaktadır.

Arap ve İslam dünyasının bu konuda oynayabileceği büyük bir rol vardır. Ancak bu rolün etkinleşmesi için, öncelikle tehditin boyutunun idrak edilmesi ve gelecekteki muhtemel felaketlerin bilincine varılması gerekmektedir. Eğer Arap ve İslam ülkeleri, stratejik çıkarlarının, ulusal güvenliklerinin ve geleceklerinin ciddi biçimde tehdit altında olduğunu açık biçimde kabul ederlerse, ABD politikalarının yıkıcı etkilerine karşı kolektif ve etkili bir tepki geliştirmeleri mümkün hale gelecektir—gerek Filistin davası bağlamında, gerekse bölgenin halkları ve devletleri için.

Bu makale Aljazeera.Net’te yayınlanmıştır.

Filistin-İsrail Müzakerelerinde “Amerikan Arabuluculuğunu” Aşmak

Amerika’nın Filistin Meselesine Sunduğu Projelere Dair Analitik Bir Okuma

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu