Gazze Gerçeği: Savaş Durdu, Ancak Soykırım Sürüyor

10 Ekim 2025’te ABD Başkanı Donald Trump, Mısır, Katar ve Türkiye’nin arabuluculuğu ve Amerikan himayesiyle, Hamas ile İsrail işgali arasında bir ateşkes anlaşması ilan etti. Bu anlaşma uyarınca Gazze Şeridi’ndeki geniş çaplı askerî operasyonlar durduruldu. Savaşın en vahşi ve en açık biçimleri durmuş olsa da, soykırım ve onun mekanizmaları kesintisiz biçimde sürmektedir ve zaman geçtikçe halkın maruz kaldığı riskler daha da ağırlaşmaktadır.
Anlaşmanın ilk aşamasının yürürlüğe girmesiyle birlikte — ki bu aşama esir takasını da kapsıyor ve metinde öngörülenden farklı olarak iki aydan fazla sürdü — Gazze’deki savaşın geri dönülmez biçimde sona erdiği yönünde bir algı oluştu.
Gazze’den yayımlanan, hayatın kimi sınırlı görünümlerle yeniden canlandığını ve bazı sağlık ile eğitim tesislerinin kısmen onarıldığını gösteren görüntüler de bu algıyı güçlendirdi. Ancak sahadaki gerçeklik bu tablodan bütünüyle farklıdır. Savaşın en vahşi ve en açık biçimleri durmuş olsa da, soykırım ve onun mekanizmaları kesintisiz biçimde sürmektedir ve zaman geçtikçe halkın maruz kaldığı riskler daha da ağırlaşmaktadır.
Ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail işgal ordusu Gazzelileri öldürmeye, yaralamaya ve tutuklamaya devam etmektedir. Ayrıca savaş sırasında hedef alamadığı direniş kadrolarını tasfiye etmek için gerekçeler üreterek suikastlar düzenlemektedir.
Bununla eş zamanlı olarak işgal güçleri sınır kapılarını kapalı tutmakta, zorla yerinden etme politikalarını ve Gazze’ye yönelik kuşatmayı sürdürmekte, bireylerin hareket özgürlüğünü kısıtlamakta ve insani yardımların girişini engellemektedir. Böylece öldürmenin ritmi hızlı ve görünür olmaktan çıkıp yavaş ve sistematik bir yok edişe dönüşmektedir; üstelik bu süreç, kameralarını ve ekranlarını Gazze’den başka coğrafyalara çeviren dünyanın gözünden uzak şekilde ilerlemektedir.
Bu tablo, dünyanın Gazze’deki soykırımın sona erdiği yanılgısına sürüklenmesini amaçlayan bir çabanın parçasıdır. Nitekim The Guardian gazetesine göre bu durum, İsrail’in ateşkesten beklentileri arasında yer almaktadır: Uluslararası ilginin azaltılması, saldırıların kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve Gazze’den Batı Şeria’ya, Suriye’ye ve Lübnan’a uzanan kanlı bir hegemonya tesis edilmesi.
Birleşmiş Milletler’in işgal altındaki Filistin topraklarıyla ilgili özel raportörü Francesca Albanese, Gazze’de söz konusu edilen ateşkesin “aslında hiç var olmadığını” ifade etti. Albanese, yaşananların farklı araçlarla sürdürülen kesintisiz bir soykırım olduğunu vurgulayarak, İsrail’in Gazze üzerindeki kontrolünden vazgeçme yönünde herhangi bir niyet taşımadığını; buna karşılık bazı uluslararası hükümetlerin bu politikaya siyasi koruma sağlayan bir suç ortaklığı içinde hareket ettiğini dile getirdi.
Albanese’ye göre, küresel ölçekte “barış planı” olarak sunulan şey, gerçekte uluslararası baskıyı hafifletmeye ve Gazze ile gerçek ve ciddi bir angajmandan kaçınmaya yarayan bir bahaneden ibarettir.
Bu rapor, Gazze Şeridi’nde süregiden soykırımın çok boyutlu yönlerini ele almakta; yaşananları bir ateşkes ihlali olarak değil, soykırım ve zorla yerinden etme hedeflerini birlikte gözeten bütüncül bir politika olarak değerlendirmektedir. Bu iki hedef, soykırım savaşının ilk gününden itibaren eş zamanlı olarak var olmuş; işgal liderlerinin savaşın yeniden başlatılabileceğine dair art arda yaptıkları tehditkâr açıklamalarla da pekiştirilmiştir.
Soykırımın Sürdürülmesinin Hukuki Niteliği
Bu çalışma, savaşın durmasına rağmen Gazze Şeridi’nde soykırımın hâlen devam ettiği tezinden yola çıkmaktadır. Bu yaklaşım, İsrail işgalinin Gazze’de sahada dayattığı olgular ve somut gerçeklikler üzerine kuruludur. 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne dönüldüğünde, ateşkes sonrasında Gazze’de yaşananların, sözleşmeye göre soykırım suçu kapsamına giren fiillerle neredeyse bütünüyle örtüştüğü görülmektedir. Bu fiil ve suçlar şunları içermektedir:
- Topluluğun üyelerinin öldürülmesi.
- Topluluğa mensup kişilere ciddi bedensel veya ruhsal zarar verilmesi.
- Topluluğun, bütünüyle ya da kısmen fiziksel olarak yok edilmesini amaçlayan yaşam koşullarına kasten maruz bırakılması.
- Topluluk içinde çocukların doğmasını engellemeye yönelik tedbirlerin dayatılması.
- Çocukların zorla bir gruptan alınıp başka bir gruba nakledilmesi.
Bu sözleşme hükümleri Gazze’deki mevcut duruma uygulandığında, birçok unsurla doğrudan örtüştüğü görülmektedir. Süregelen kuşatma ile gıda ve ilacın engellenmesi, açık biçimde “ölümcül yaşam koşullarının dayatılması” kapsamına girmektedir. Aynı şekilde, Gazze’de hâlen artarak devam eden geniş çaplı zorla yerinden etme, bir savaş suçu niteliği taşımakla birlikte, koşullarına bağlı olarak soykırım kapsamına da girebilmektedir.
Buna ek olarak, sivil altyapının, konutların ve temel yaşam alanlarının sistematik biçimde hedef alınması ve yeniden inşalarının engellenmesi, Gazze’de yaşamı temelden imkânsız hâle getirmekte; bu durum da sözleşmede tanımlanan soykırım fiilleriyle örtüşen bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu olgulara, İsrailli askerî ve siyasî liderlerin Gazze Şeridi’ne yönelik savaşın yeniden başlatılabileceğine dair tehditkâr açıklamaları eşlik etmektedir. Nitekim İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, 7 Aralık’ta Gazze Şeridi’nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında, “sarı çizginin” Gazze ile yeni sınırı temsil ettiğini ifade etmiştir. Bu açıklama, Gazze Şeridi’nin yarısından fazlasının işgal altında tutulmasına yönelik bir niyete işaret etmekte; coğrafi olarak genişleyen bu işgal, zorla yerinden etmeyi derinleştirmekte ve yüz binlerce insanın felaket koşulları altındaki dar alanlara yığılmasına yol açmaktadır.
Bu durum, toplama kamplarını andıran bir biçimde, “insan topluluğunun” sistematik olarak tüketilmesine ve zayıflatılmasına hizmet etmektedir. Zamir ayrıca ani bir savaş ihtimalinden söz etmiş; her ne kadar bu savaşın hangi cephede olacağını belirtmemiş olsa da, işgal liderliğinden gelen ardışık tehditler bu ihtimali güçlendirmektedir. Nitekim İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Hamas’ın silahsızlandırılacağını; bunun ya kolay yoldan ya da zor yoldan gerçekleşeceğini” açıkça dile getirmiştir.
Bununla birlikte, soykırım söylemi İsrail toplumunda yaygınlık kazanmış durumdadır. Kış mevsiminin başlamasıyla birlikte bu söylem, İsrail medyasında yeniden görünür hâle gelmiş; özellikle Kanal 14 gibi mecralar, Gazze’deki yerinden edilmiş sivillerin çadırlarının sular altında kalma ihtimalini adeta sevinçle gündeme taşımıştır. Bu tablo, Gazze’deki mevcut koşulların — İsrail’in bu koşulları sürdürmeye ve daha da ağırlaştırmaya yönelik politikalarıyla birlikte — tesadüfi değil, soykırım ve zorla yerinden etmenin devamını hedefleyen bilinçli ve planlı bir stratejinin parçası olduğunu ortaya koymaktadır.
Ateşkes Sürecinde Gazze Şeridi’nde Soykırımın Gerçekliği
Birinci: Askerî Operasyonların Sürdürülmesi
Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ilan edilmesiyle birlikte, televizyon kameraları ve farklı medya mecraları gündelik ve siyasi gelişmelere yönelirken, “güvenli” olarak sınıflandırılan bölgelerde ya da “yeşil bölge” olarak adlandırılan alanlarda askerî operasyonlar kesintisiz biçimde sürmeye devam etti. Bu alanlar, sözde ateşkesin sınırı olarak tanımlanan “sarı çizginin” gerisinde yer almaktadır. Buradaki temel sorun, sarı çizginin arkasında kalan bölgelerde yürütülen sistematik yıkımın, sanki önemsiz ya da tali bir meseleymiş gibi ele alınmasıdır. Oysa bu alan, Gazze Şeridi’nin yaklaşık %60’ına tekabül etmektedir.
Araştırma grubu Forensic Architecture tarafından yayımlanan bir rapor, sarı çizginin ilan edilen sınırları ile İsrail işgal ordusunun bu hattı fiilen işaretlemek için yerleştirdiği sarı beton blokların konumları arasında ciddi bir çelişki bulunduğunu ortaya koymuştur. Rapora göre, yerleştirilen 27 beton bloğun tamamı, İsrail ordusunun resmen ilan ettiği sınırların dışında yer almakta ve işgal güçlerinin bulunmaması gereken alanın içine 940 metreye kadar sızmaktadır.
Bu duruma ilişkin olarak Şucaiyye Mahallesi sakinlerinden Ramazan Ebu Sukran[1] şöyle anlatmaktadır: “Çadırımı geçici sarı çizgiden bir kilometre çeyrek uzaklıkta kurmuştum. Bugün ise aramızda sadece çeyrek kilometre kaldı; bu da hayatımızı doğrudan tehlikeye atıyor.”
Ebu Sukran, işgal ordusuna ait vinçlerden, keskin nişancılardan ve tanklardan açılan sürekli ateşin yanı sıra, ‘quad-copter’ tipi insansız hava araçlarının yerinden edilmiş sivillere doğru bomba ve mermi atmaya devam ettiğini; ayrıca askerî araçların ilerlemesi ve bomba yüklü araçların patlatılması sonucu, sarı çizginin batısında bulunan çok sayıda sivilin öldürüldüğünü ya da yaralandığını ifade etmektedir.
Söz konusu rapor ayrıca, ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen, İsrail işgal ordusunun sarı çizginin doğusunda evleri yıkmayı ve arazileri tahrip etmeyi sürdürdüğünü, bunun da mülksüzleştirme sürecini fiilî bir zorla yerinden etmeye dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır. Sarı çizginin batısında ise, altyapıya yönelik saldırılar devam etmekte ve yeniden inşa çabaları sistematik biçimde engellenmektedir.
Güncel uydu görüntüleri de ateşkesten bu yana sarı çizgi boyunca askerî noktaların genişletildiğini göstermektedir. İşgal ordusu, yıkılmış evlerin enkazları arasında yeni yollar ve toprak setleri inşa etmiş, ayrıca dört yeni askerî üs kurarak uzun vadeli bir askerî varlığı pekiştirmiştir.
Öte yandan, ateşkes ilanının üzerinden iki aydan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, Hükümet Medya Ofisi’nin verilerine göre[2] yaklaşık 738 ateşkes ihlali kayda geçirilmiştir. Bunlar arasında 205 doğrudan ateş açma vakası, 37 askerî araç sızması (geçici sarı çizginin aşılması), 358 kara ve hava saldırısı yer almaktadır. Bu ihlaller sonucunda, raporun yazıldığı tarihe kadar 386 sivil hayatını kaybetmiş, 980 sivil yaralanmış ve 43 kişi tutuklanmıştır.
İkincisi: Sağlık Sisteminin Çöküşü
Ateşkes anlaşmasının ilan edilmesinin üzerinden iki ay geçmesine rağmen, Gazze Şeridi’ndeki hastalar ve yaralılar sağlık koşullarında kayda değer hiçbir iyileşme hissetmemiştir. Hastaneler fiilen çökmüş durumdadır; ilaçlar son derece sınırlıdır, tıbbi malzemeler bulunmamaktadır ve binlerce hasta, tedavilerini Gazze dışında sürdürebilmek için Refah Sınır Kapısı’nın açılmasını beklemeye devam etmektedir.
Gazze Sağlık Bakanlığı Genel Müdürü Münir el-Burş, 23 Kasım 2025 tarihinde X platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda, İsrail işgalinin ilaçların, serumların, antibiyotiklerin, diyaliz cihazlarının ve cerrahi müdahalelerde kullanılan temel malzemelerin girişini engellediğini belirtmiştir.
El-Burş, hastanelerin duvarsız bırakıldığını, ameliyathanelerin cihazlardan yoksun olduğunu, ilaçların damla hesabıyla paylaştırıldığını, jeneratörleri çalıştıracak yakıtın bulunmadığını ve doktorlarla ambulans ekipleri arasında iletişimi sağlayacak bağlantıların dahi olmadığını ifade ederek durumu şu sözlerle özetlemiştir: “Böylece kendimizi, neredeyse hiçbir araca sahip olmadan verilen günlük bir hayatta kalma mücadelesinin içinde buluyoruz.”
El-Burş’e göre, soykırım savaşı ve ateşkes sonrasında Gazze Şeridi tam anlamıyla bir sağlık çöküşü yaşamaktadır. Sağlık Bakanlığı stoklarında temel ilaçların %54’ü tamamen tükenmiş, acil durum ilaçlarının %40’ı sıfır seviyesine inmiştir. Tıbbi malzemelerdeki açık ise %71’e ulaşmış, bu oran Gazze tarihinde kaydedilen en yüksek seviyedir.
Bu durum, antibiyotik ya da diyaliz gibi temel tedavilere erişilebilseydi önlenebilecek çok sayıda ölümün artmasına yol açmıştır. Ayrıca, özellikle kamplar ve barınma merkezlerindeki aşırı nüfus yoğunluğu, sokaklarda biriken çöp ve kanalizasyon atıklarıyla birleşerek, yerinden edilmiş kişiler arasında bulaşıcı hastalıkların yayılmasını hızlandırmıştır.
Gazze Sağlık Bakanlığı Genel Müdürü’nün aktardığına göre, sınır kapılarının hastalara kapatılması sonucu, resmi sevk belgelerine sahip olmalarına rağmen 1.000 hasta Gazze dışında tedavi göremeden hayatını kaybetmiştir. Buna ek olarak, 18.100 hasta hâlâ yurt dışına çıkıp tedavi olmayı beklemekte; yaşamları tıbbi bir gereklilikten ziyade siyasi bir karara bağlı hâlde tutulmaktadır. Dahası, yaklaşık 6.000 kişi, herhangi bir rehabilitasyon programı olmaksızın uzuv kaybı yaşamış; en basit ağrı kesicilerin dahi Gazze’de bulunmadığı bir ortamda hayata tutunmaya çalışmaktadır.
Üçüncüsü: Gıda Güvenliğinin Yokluğu
İşgalin Gazze Şeridi’ne dayattığı aç bırakma politikası bağlamında, gıda güvenliğine ilişkin krizin özü varlığını sürdürmekte ve kayda değer hiçbir iyileşme göstermemektedir. İsrail işgali, sınır kapılarını kapalı tutmaya devam ederek kuşatmayı kaldırmamış, gıda tedarik zincirlerinin düzenli ve yeterli biçimde işlemesini de sağlamamıştır. Bölgeye giren yardım miktarı son derece sınırlı ve yetersizdir; bu durum, özellikle çocuklar ve hamile kadınlar arasında yetersiz beslenmenin devam etmesine yol açmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Ekim 2025 itibarıyla Gazze Şeridi’nde beş yaş altı çocuklar arasında yaklaşık 9.300 ağır yetersiz beslenme vakası tespit edildiğini açıklamıştır. Dünya Gıda Programı ise yaklaşık 640.000 kişinin kıtlık koşullarında yaşadığını, 132.000 çocuğun ise ağır yetersiz beslenme nedeniyle ölüm riski altında bulunduğunu bildirmiştir.
Filistin Sağlık Bakanlığı da Gazze’de bir yaş altındaki çocukların %82’sinin kansızlık (anemi) sorunu yaşadığını duyurmuştur. Ayrıca, 7 Ekim 2023’ten raporun kaleme alındığı tarihe kadar açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 475’e ulaşmış, bunların 165’i çocuk olmuştur. Bu çocuklardan ikisi, ateşkesin ilan edildiği 10 Ekim 2025’ten sonra yaşamını yitirmiştir[3].
Hükümet Medya Ofisi Genel Müdürü İsmail es-Sevabite[4], mevcut durumu bir “insani sakinlik” olarak nitelendirmenin mümkün olmadığını, aksine bunun İsrail işgalinin sürdürdüğü aç bırakma politikasının devamı olduğunu vurgulamaktadır. Es-Sevabite’ye göre, sınırlı ve düzensiz yardımlar temel ihtiyaçları karşılamaktan tamamen acizdir; bu da çocuklar ve hamile kadınlar arasında akut yetersiz beslenme oranlarının dramatik biçimde artmasına yol açmaktadır. Bu durum, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi ve uluslararası insancıl hukukun açık bir ihlalidir. Es-Sevabite ayrıca, Gazze’nin ihtiyaç duyduğu yardım miktarıyla fiilen giren yardım arasındaki uçuruma dikkat çekerek şunları belirtmiştir: “Son iki ayda, planlanan 36.000 tırdan yalnızca 13.511’i Gazze’ye girebilmiştir. Bu, günlük ortalama 600 tır yerine yalnızca 226 tır demektir; yani sadece %36’lık bir yükümlülük yerine getirilmiştir. Bu tablo, aç bırakmanın örgütlü bir savaş aracı olarak sürdürüldüğünü göstermektedir.”
Bunun yanı sıra, Gazze Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Âid Ebu Ramazan’a göre[5], İsrail işgali soykırım savaşının başlamasından bu yana, yüksek besin değerine sahip temel gıda maddelerinin Gazze’ye girişini sistematik biçimde engellemektedir. İşgal; yumurta, tavuk, her türlü et, peynir ve süt ürünleri ile protein, lif ve vitamin açısından zengin sebze ve meyvelerin girişine izin vermemektedir. Oysa bu tür gıdalar, Gazze halkı arasında birikmiş yetersiz beslenmenin etkilerini hafifletmek açısından hayati öneme sahiptir. Buna karşılık, işgal bazı ikincil ve düşük nitelikli ürünlerin — şekerleme, bisküvi, hazır noodle (endomi), hazır kahve gibi — girişine izin vermektedir. Bu ürünler neredeyse hiçbir besin değeri taşımamakta, hatta uzun vadede halk sağlığı açısından, sınırlı ve geçici faydalarından çok daha fazla zarar oluşturmaktadır.
Üstelik, bu ikincil gıdalar dahi savaş tüccarlarının tekeline girmiştir. Fiyatların olağanüstü biçimde yükselmesiyle birlikte enflasyon %150’ye ulaşmış, bu da ailelerin büyük çoğunluğunun bu ürünleri dahi satın alamaz hâle gelmesine neden olmuştur. Soykırım savaşı sonucunda Gazze Şeridi’nde yoksulluk oranı %100’e ulaşmıştır[6].
Tüm bu veriler ve göstergeler, İsrail kuşatması sürdüğü sürece yardım mekanizmalarının işlevsiz kaldığını açıkça ortaya koymakta; ateşkesin, kronik ve sistematik aç bırakma politikasını durdurmadığını, aksine bu politikanın süregelen bir suç olarak devam ettiğini teyit etmektedir.
Dördüncüsü: Geri Dönüşsüz Yaygın Yerinden Etme
Ateşkes anlaşmasının ilan edilmesinden 60 gün sonra, İsrail işgal ordusu tarafından yerinden edilen binlerce kişi, geçici “sarı çizgi”ye yakın olan ya da eski yerleşim alanlarının bitişiğindeki bölgelere geri döndü. Ancak işgal güçleri, bu insanlara — ister yıkılmış evlerde ister yıpranmış çadırlarda olsun — en asgari bir istikrar imkânı dahi tanımadı. Aksine, “quad-copter” tipi insansız hava araçlarından açılan ateş ve atılan bombalar, askerî araçların ilerleyişi ve sivillerin evlerinin yakınına yerleştirilen patlayıcı yüklü araçlarla saldırılar sürdürülmeye devam etti.
Daha önce de belirtildiği üzere, işgal ordusunun sözde “sarı çizgi”yi belirleyen sarı beton blokların yerlerini değiştirmesi, özellikle Gazze kentinin doğusundaki Tuffah ve Şucaiyye mahallelerinden, kent merkezindeki Derec, Nasr ve diğer bölgelere doğru yeni yerinden edilme dalgalarına yol açtı. Bu durum, Gazze Şeridi’nde “güvenli bölgeler” ile “yaklaşılması yasak tehlikeli bölgeler” politikasının fiilen sürdürülmesi anlamına gelmekte; sivillerin istikrara kavuşmasını engelleyerek onları toplu tutma kamplarında yaşayan insanlar konumuna itmektedir.
Öte yandan, Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), 10 Ekim 2025’te ateşkesin yürürlüğe girmesinden 2 Aralık 2025’e kadar, Gazze Şeridi genelinde 135.000 zorla yerinden edilme vakası kaydedildiğini bildirmiştir. İsrail işgali, bu süreçte uyguladığı “zorla yerinden etme mühendisliği” ile geniş bölgeleri yaşanamaz hâlde tutmakta ve sivillerin evlerine dönmesini sistematik biçimde engellemektedir. Bu uygulamalar, Cenevre Sözleşmeleri’nin açık ihlali niteliği taşımakta; savaş suçu ve zorla yerinden etme kapsamında değerlendirilerek, süregelen soykırım suçlarına eklenen yeni ihlaller olarak kayda geçmektedir[7].
Beşincisi: Temel Altyapının Tahribi
Gazze Şeridi’ndeki temel altyapı hâlâ geniş çapta tahrip edilmiş durumdadır. Konutlar, binalar ve yollar üzerindeki yıkım son derece büyüktür; yüz binlerce insan kalıcı ve uygun bir barınaktan yoksun yaşamaktadır. Kentsel yapı köklü biçimde değişmiş, temel hizmetler ise tamamen çökmüştür. Hastaneler ve sağlık merkezleri, okullar, su-elektrik-iletişim şebekeleri ya yıkılmış ya da işlevsiz hâle gelmiştir. Kanalizasyon tesisleri çalışamaz durumdadır; eğitim hizmetleri ise ya tamamen durmuş ya da son derece sınırlı biçimde sürdürülmektedir.
İsrail işgal ordusu, sivil altyapının %90’ını tahrip etmiş; bu kapsamda 38 hastane, onlarca sağlık merkezi ve ambulans hizmet dışı kalmış; 670 okul ile 165 üniversite ve yükseköğretim kurumu yıkılmıştır. Gazze’deki hayati sektörlerin büyük bölümü yok edilmiş, ilk tahminlere göre toplam zarar 70 milyar dolara ulaşmıştır[8].
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yardımcısı sözcüsü Farhan Haq, BM Uydu Merkezi’nin verilerine dayanarak Gazze Şeridi’ndeki binaların %81’inin hasar gördüğünü açıklamıştır. Le Monde gazetesi ise, Kudüs muhabiri Luc Bronner’in İsrail işgaline ait askerî bir konvoy eşliğinde Gazze kentine yaptığı ve üç saat süren nadir ziyaretinde, bombardımanlar ve buldozerlerle neredeyse tamamen yok edilmiş, sakinlerinden arındırılmış alanlarda emsalsiz bir yıkıma tanıklık ettiğini aktarmıştır.
Bu tablo karşısında Gazze’de temel altyapı tamamen çökmüş hâlde kalmaya devam etmektedir. Bunun başlıca nedeni, işgalin yeniden inşa için gerekli malzemelerin girişini engellemesi ve bunları keyfî biçimde “çift kullanımlı” — yani askerî amaçlarla da kullanılabileceği iddiasıyla — sınıflandırmasıdır. Oysa engellenen bu malzemeler, tuvalet oturakları ve hayati inşaat malzemeleri gibi tamamen sivil nitelikte unsurlardır. Bu yaklaşım krizi daha da derinleştirmekte, herhangi bir onarım ya da yeniden inşa sürecini fiilen imkânsız kılmaktadır[9].
Ayrıca yakıt ve enerji girişine yönelik kısıtlamalar sürmekte; bu durum hastanelerin, su tesislerinin, kanalizasyon şebekelerinin ve arıtma tesislerinin çalışmasını felce uğratmaktadır. Dolayısıyla ateşkes, yıkımın gerçekliğinde hiçbir değişiklik yaratmamış; işgal, Gazze’yi yaşanamaz kılmaya devam eden aynı mühendisliği bilinçli biçimde sürdürmüştür.
Sonuç
Gazze Şeridi’nde geniş çaplı askerî operasyonların durmasına rağmen, soykırım hukuki ve insani anlamıyla sürmektedir. Doğu bölgelerindeki sivillerin öldürülmesi, altyapının tahribi ve zorla yerinden edilmesi devam etmekte; kuşatma ve sınır kapılarının kapalı tutulması sürdürülmekte; buna ek olarak işgal gücü, gıda ve sağlık güvenliğini ortadan kaldırmaya yönelik açlığı bilinçli biçimde kurgulayan politikalar izlemektedir. Siviller, en temel hayatta kalma araçlarından mahrum bırakılırken, bu durum ateşkes anlaşmasına arabuluculuk eden ve garanti veren devletlerin gözü önünde gerçekleşmektedir.
Bu bağlamda soykırım, biçim değiştirerek hızlı ve açık şiddetten yavaş ve sistematik bir yok etme sürecine evrilmiştir. Ancak bu dönüşüm, suçun sona erdiği anlamına gelmemekte; aksine, dünyanın gözü önünde ve bilgisi dâhilinde sürdürülen kronik bir imha politikasına işaret etmektedir.
[1] Araştırmacının, Ramazan Ebu Sukran ile 5/12/2025 tarihinde yaptığı görüşme.
[2] Hükümet Medya Ofisi, Kasım 2025, Basın Bülteni No. 1026.
[3] Araştırmacının, Sağlık Bakanlığı Bilgi Merkezi Müdürü Zaher el-Vahîdî ile 16/12/2025 tarihinde yaptığı görüşme.
[4] Araştırmacının, İsmail es-Sevabite ile yaptığı görüşme.
[5] Araştırmacının, Gazze Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Âid Ebu Ramazan ile 17/12/2025 tarihinde yaptığı görüşme.
[6] Araştırmacının, Âid Ebu Ramazan ile yaptığı görüşme.
[7] Araştırmacının, İsmail es-Sevabite ile yaptığı görüşme.
[8] Hükümet Medya Ofisi, Ekim 2025, Basın Bülteni No. 1000.
[9] Araştırmacının, İsmail es-Sevabite ile yaptığı görüşme.
Not: Bu metn linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye uyarlanmıştır.



