Gazze’nin ‘Güvenli İnsani Bölgeleri’: Sivillerin Toplu Şekilde Tutsak Edildiği Açık Hava Kampları

7 Ekim 2023’te soykırım savaşı patlak verir vermez, kamuoyunda “insani bölgeler” ya da kimi zaman “güvenli bölgeler” olarak anılan alanlar ortaya çıktı. İsrail işgali bu bölgelerin Filistinli sivilleri bombardıman ve saldırılardan koruduğunu ve onlara “insanca yaşam koşulları” sunduğunu iddia etti. Savaşın ilk haftasında işgal ordusu, Gazze kenti ile Gazze Şeridi’nin kuzeyinde yaşayan sivilleri kenti terk etmeye ve sözde “güvenli koridor” üzerinden Gazze Vadisi’nin güneyine geçmeye çağırdı; bunu da sivillerin ve ailelerinin güvenliğini sağlamak amacıyla yaptığını ileri sürdü.
Ancak sahadaki gerçeklik ve işgal güçlerinin uygulamaları, bu iddiaların tamamının sahte olduğunu gösteriyor. Siviller sistematik biçimde hedef alınıyor, aşırı kalabalık ve altyapıdan yoksun bölgelere sıkıştırılıyor, temel yaşam koşullarının hiçbirinin bulunmadığı alanlarda yaşamaya mecbur bırakılıyorlar. Bu bölgelerin nitelikleri, büyük ölçüde açık hava toplama kamplarını andırıyor.
Ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen, sarı çizginin batısında belirlenen bölgeler, Gazze’ye yönelik soykırım savaşında dayatılan “insani bölgelerle” neredeyse birebir aynı. İsrail işgali sınırların kontrolünü hâlâ elinde tutuyor, geçişleri yönetiyor ve temel yaşam unsurlarının girişini engellemeye devam ediyor. Dahası, bu bölgelerde güvenlik de yok; güvenli ve insanca bir yaşam imkânı da bulunmuyor.
Bu rapor, söz konusu bölgelerin ne olduğuna ve uluslararası hukuk açısından ne ölçüde meşru sayılabileceğine açıklık getirmeyi; ayrıca buralarda yaşayan sivillerin maruz kaldığı insani koşulları ortaya koymayı amaçlıyor. Bu koşullar, büyük ölçüde siviller için oluşturulmuş açık hava toplama kamplarını andıran bir gerçekliğe işaret ediyor.
Birinci Bölüm: Kavramsal ve Hukuki Arka Plan
İki yılı aşkın süredir devam eden Gazze’ye yönelik soykırım savaşının başlangıcında, işgal güçleri tarafından “insani güvenli bölgeler” olarak adlandırılan alanlar ortaya çıktı. İsrail işgali, bu bölgelerin sivilleri çatışma alanlarından uzaklaştırmak, onları askerî hedef olmaktan korumak ve güvenliklerini sağlamak amacıyla oluşturulduğunu iddia etti.
Human Rights Watch, “güvenli bölgeleri” tarafların üzerinde mutabakata vardığı, askeri güç konuşlandırılmayan ve saldırıya uğramayan alanlar olarak tanımlar; bu bölgeler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları uyarınca oluşturulabilir.
Uluslararası hukuk, özellikle de 12 Ağustos 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, savaş zamanında sivillerin korunmasını açık biçimde vurgular. Sözleşmenin 14. maddesine göre:
“Yüksek Âkit Taraflar barış zamanında, ya da çatışmalar başladıktan sonra ihtiyaca binaen, kendi topraklarında veya işgal altındaki topraklarda, yaralıların, hastaların, engellilerin, yaşlıların, on beş yaşından küçük çocukların, hamile kadınların ve yedi yaşından küçük çocuk annelerinin korunmasını sağlayan düzenli güvenli ve hastane bölgeleri kurabilir.”
Bu hukuki çerçeve, güvenli bölgelerin sivilleri korumaya yönelik insancıl bir düzenleme olarak tasarlandığını gösterse de, Gazze’de uygulanış biçimi, bu konseptin tamamen tersine çevrilerek sivillerin topluca kuşatıldığı ve yaşam koşullarından mahrum bırakıldığı alanlara dönüştürüldüğünü ortaya koymaktadır.
Cenevre Sözleşmesi’nin 15. maddesi ayrıca şu hükmü getirir: “Çatışmanın taraflarından herhangi biri, doğrudan veya tarafsız bir devlet ya da insani bir kuruluş aracılığıyla, çatışmaların sürdüğü bölgelerde tarafsız bölgeler oluşturulmasını karşı tarafa önerebilir. Bu bölgeler, ayrım gözetmeksizin aşağıdaki kişileri çatışma tehlikesinden korumayı amaçlar:
- Yaralı ve hasta olanlar; ister savaşçı ister sivil olsunlar.
- Düşmanca faaliyetlere katılmayan ve bu bölgelerde kaldıkları süre boyunca askeri nitelikte herhangi bir eylemde bulunmayan siviller.
Çatışmanın tarafları, önerilen tarafsız bölgenin coğrafi konumu, yönetimi, ikmali ve gözetimi konusunda anlaşmaya varır varmaz yazılı bir anlaşma düzenler ve tarafları temsilen yetkililer tarafından imzalanır. Bu anlaşma, bölgenin tarafsızlaştırılmasının başlangıç tarihini ve süresini belirler.”
Gazze bağlamında ise, bu bölgeler herhangi bir uluslararası anlaşmaya dayanılarak oluşturulmadı; tamamen tek taraflı olarak, İsrail işgali tarafından dayatıldı ve hiçbir uluslararası garantiye sahip değildi.
Ne Kadar Güvenli?
Dolayısıyla İsrail işgal ordusunun Gazze Şeridi’nde “insani güvenli bölgeler” adı altında ilan ettiği alanlar, uluslararası insancıl hukukun öngördüğü hiçbir hukuki şartı karşılamamaktadır. Bu bölgeler, işgal güçlerinin tek taraflı açıklamalarıyla oluşturulmuş olup siviller için somut bir koruma mekanizması barındırmadığından, hukuken güvenli bölge niteliği taşımamaktadır.
Euro-Med İnsan Hakları Gözlemevi’nin medya sorumlusu Maha el-Hüseyni’ye göre, işgal ordusu Filistinli sivilleri kendi belirlediği ve “insani” olarak adlandırdığı bölgelere yönlendirmiştir; ancak sahadaki gerçeklik, bu bölgelerin korunaklı olmadığını açıkça göstermiştir.[1] Pek çok sivil, İsrail bombardımanı sonucu bu bölgelerin içinde veya hemen yakınında hayatını kaybetmiştir. Bu durum, sivillerle savaşçılar arasında ayrım gözetilmesi ilkesinin, orantılılık ilkesinin ve sivillerin yerleştirildiği bölgelerin hedef alınmasını kesin biçimde yasaklayan normların ağır ihlali anlamına gelir.
Sivilleri belirli bölgelere yönlendirip ardından bu bölgeleri hedef almak, tehlikeli bir yanıltma pratiğidir ve sivillerin “güvenli bölge” statüsünün sağlaması gereken korumadan mahrum bırakılması demektir. Bu nedenle söz konusu alanlar, birer insani koruma mekânı olmaktan ziyade, fiilî birer zorunlu tutma ve kuşatma alanı, yani açık hava gözetim ve kontrol bölgeleri hâline gelmiştir.
İkincisi: “İnsani” Bölgelerin Alanı… Sürekli Daralan Bir Coğrafya
Gazze Şeridi’ne yönelik soykırım savaşı boyunca “insani bölgeler” ya da “güvenli bölgeler” olarak adlandırılan alanlar, birçok aşamadan geçerek sürekli daraltıldı ve nihayetinde, 2,4 milyon nüfuslu Gazze’nin yalnızca %9,5’ine indirildi. Yani Gazze’nin tamamındaki güvenli alan sadece Gazze’nin %9,5’luk kısmını oluşturmaktadır. 10 Ekim 2025’te ilan edilen ateşkes anlaşmasıyla İsrail işgali Gazze’nin %46’sından çekildiğini duyurmuş olsa da, fiilî yaşam alanı hâlâ yalnızca %9 düzeyinde.
7 Ekim 2023’ten sonra işgal güçleri soykırım saldırılarına başladığında, Gazze kenti ve Gazze’nin kuzeyindeki sivillere Gazze Vadisi’nin güneyine gitmeleri talimatını verdi ve bu bölgeleri siviller için “güvenli alanlar” olarak ilan etti. Bu bölgeler, 365 kilometrekarelik Gazze Şeridi’nin yaklaşık %63’üne denk geliyordu; içinde tarım arazileri, ticari, ekonomik ve hizmet alanları dâhil yaklaşık 120 km² yer bulunuyordu. Ancak işgalin 2024 ortasında kara operasyonlarını genişletmesiyle birlikte bu alanlar aşamalı olarak daraltılmaya başlandı.
Gittikçe Daralan Alan
Sivil Savunma Birimi’ne göre, işgal ordusu Aralık 2023’ün başında Han Yunus’a girdiğinde, bölgenin alanını 140 km²’ye düşürdü; bu da Gazze’nin toplam alanının %38,3’ü demekti. Ardından Mayıs 2024’te Refah’ın işgaliyle birlikte yeni bir daralma yaşandı ve alan 79 km²’ye — yani toplam alanın %20’sine — indirildi.
Bir buçuk ay sonra, Haziran 2024 ortasında, işgal ordusu sözde “insani ve güvenli” bölgeyi bir kez daha küçültüp 60 km²’ye düşürdü (%16,4). Üstelik bu alanda yollar, tarım arazileri ve mezarlıklar dâhil, güvenli barınma için uygun olmayan birçok yer bulunuyordu.
Bu daraltma süreci Temmuz 2024 ortasında devam etti ve bölge 48 km²’ye indirildi (%13,15). Ardından Ağustos 2024’te daha sert bir daralma yaşandı; alan 35 km²’ye düştü ve bu da toplam alanın yalnızca %9,5’i anlamına geliyordu. Bunun %3,5’i ise tamamen tarım, ticaret ve hizmet alanlarından oluşuyordu.
Daha sonra, Eylül 2025’te işgal ordusu Gazze’deki sivillere yeni bir tahliye emri verdi ve nüfusu, Han Yunus’un Mawasi bölgesine yönlendirdi; İsrail bu sırada kentin yaklaşık %87’sini kontrol altına almıştı.
10 Ekim 2025’te işgal güçleri kısmi bir çekilme ilan ederek Gazze Şeridi’nin yaklaşık %53’ünü askerî kontrol altında tuttu ve bazı sivillerin evlerine dönmesine izin verirken, diğerlerini bundan mahrum bıraktı.
El Arabi televizyonunun raporuna göre, Gazze’de sivillerin fiilen yaşadığı toplam alan 132 km², yani Gazze’nin %36’sı. Ancak BM raporlarına göre bu alanın %75’inden fazlası yıkım ve enkaz altında. Bu da insanların gerçekte 33 km² — yani Gazze’nin sadece %9’u — üzerinde yaşamaya çalıştığı anlamına geliyor.
Üçüncüsü: “Güvenli” Bölgeler… Ne Güvenlik Var Ne de Uygun Yaşam Koşulları
İsrail işgali, soykırım savaşının başlangıcından bu yana Mawasi bölgesi ile Han Yunus’un batısını “insani güvenli bölgeler” olarak ilan etti. Bu alan, Han Yunus’un kuzey eteklerinden başlayıp kentin güneybatısına uzanan dar bir kıyı şerididir. Ancak söz konusu bölge, temel altyapıdan tamamen yoksundur: Ne kanalizasyon ağı vardır, ne elektrik, ne de iletişim altyapısı. Arazinin büyük kısmı seralardan ve kumluk alanlardan oluşur. Buna rağmen bugün, insani olmayan koşullarda yaşamaya çalışan on binlerce yerinden edilmiş insanın çadırlarıyla doludur.
Bu ağır koşullar altında insanlar, naylon ve yırtık bez parçalarından yapılmış ilkel çadırlarda yaşamaya çalışıyor. En temel yaşam koşulları dahi bulunmuyor: su yok, yiyecek yok, sağlık hizmetleri yok, kanalizasyon yok. Dahası, işgalin “güvenli” olarak tanımladığı bu bölgelerde güvenlik bile yok. Gazze’deki milyonlarca insan, yaşamla ölüm arasında sıkışmış şekilde bu alanlarda hayatta kalmaya çalışıyor.
Korumanın Yokluğu
İsrail işgali her ne kadar Han Yunus’un Mawasi bölgesini “insani güvenli bölge” ilan etmiş olsa da, gerçeklik bunun tam tersini gösteriyor. Bu bölgede kurulan kamplar defalarca, hatta yüzlerce kez bombardımana maruz kaldı; yüzlerce şehit ve binlerce yaralıya sebep oldu.
BBC Verify’ın hazırladığı bir analiz, sözde “insani bölgenin” Mayıs 2024 ile Ocak 2025 ortası arasında yaklaşık 100 kez bombalandığını ortaya koydu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi ise, 18 Mart–16 Haziran 2025 tarihleri arasında Mawasi’ye yönelik 112 saldırı kaydetti. Bu saldırılarda en az 380 kişi, aralarında 158 kadın ve çocuğun bulunduğu siviller hayatını kaybetti.
Bu saldırılar, işgal ordusunun “insani ve güvenli” olduğunu iddia ettiği bu bölgenin siviller için güvenlik ve koruma sağlamadığını açıkça gösteriyor. Birleşmiş Milletler bu alanları “ölüm bölgeleri” olarak tanımladı. UNICEF Sözcüsü James Elder ise şöyle dedi: “Güneyde güvenli bölge olduğu iddiası tam bir saçmalık. Gökyüzünden bomba yağıyor, dehşet saçıyor; geçici sığınak ilan edilen okullar düzenli olarak yerle bir ediliyor; çadırlar hava saldırılarıyla sistematik biçimde yakılıyor.”
Sonuçta Filistinli, Gazze Vadisi’nin kuzeyine de gitse güneyine de, havadan, denizden ve karadan süren kesintisiz bombardıman nedeniyle, sığındığı her yerde hedef hâline geliyor.
Uygun Yaşam Koşullarının Bulunmaması
“İnsani” veya “güvenli” olarak adlandırılan bu bölgelerde, su ve gıda başta olmak üzere en temel insani ihtiyaçlar yok. Sağlık hizmeti bulunmuyor; altyapı, uygun barınak, özel ve kamusal sanitasyon hizmetleri neredeyse tamamen yok edilmiş durumda. Mahremiyetin ortadan kalkması, insan onurunun ihlali, hastalıkların yayılması ve kişisel güvenliğin olmaması, yaşamı daha da ağırlaştırıyor.
Gazze kentinden Han Yunus’un Mawasi bölgesine sığınmak zorunda kalan Mervet Muşteha, yaşadıkları durumu şöyle anlatıyor: “Her gün, 13 yaşındaki kızımla birlikte bidonları taşıyıp 2 kilometre yürüyoruz ki su getirebilelim.” Çadırlarından birkaç metre uzaklıktaki tuvaleti kullanabilmek için bile uzun kuyruklarda beklemek zorunda kaldıklarını söyleyen Muşteha, bunun günlük yaşamlarını dayanılmaz ölçüde zorlaştırdığını ifade ediyor.[2]
Eşi Görülmemiş Bir Nüfus Yığılması
Toplama kamplarının koşullarını andıran bir gerçeklik içinde, yüz binlerce sivil, Gazze Şeridi’nin yalnızca %10’unu oluşturan ve işgal ordusu tarafından “güvenli” ilan edilen son derece dar alanlara sıkıştırılmış durumda. Bu bölgelerde Gazze nüfusunun 1 milyon 700 bin kişisi yaşamaya zorlanırken, geri kalanlar Gazze’nin kuzeyinde ve işgalin “savaş bölgesi” ilan ettiği alanlara dağılmış durumdadır (Hükümet Medya Ofisi verilerine göre).
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi’nin işgal altındaki Filistin topraklarına ilişkin raporunda, yaklaşık 9 km² genişliğindeki Mawasi bölgesinin nüfusunun Mayıs–Temmuz 2025 ayları boyunca üç kattan fazla arttığı belirtildi. Bölge nüfusu, sürekli gelen yeni tahliye emirleri ile Refah ve Han Yunus’taki yoğun askerî operasyonlar nedeniyle 115.000’den 425.000’in üzerine çıktı. Bu dönemde nüfus yoğunluğunun kilometrekare başına 48.000 kişiye ulaştığı tahmin ediliyor; üstelik bu insanların hemen hepsi, son derece ilkel malzemelerle kurulmuş geçici çadırlarda yaşamaya çalışıyor.
Sarı Çizginin Batısındaki Bölgeler
10 Ekim 2025’te işgal ordusu, Gazze Şeridi’nin iç kesimlerinden çekilerek, ateşkes anlaşmasının birinci aşamasında geçen ve “sarı çizgi” olarak bilinen hattın gerisine çekildi. Katar–Mısır–Türkiye–ABD arabuluculuğunda Hamas ile İsrail işgali arasında imzalanan bu anlaşma gereğince, İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin %53’ünü kontrol altında tutmaya devam ediyor.
Sahadaki gerçeklik, sarı çizginin batısındaki alanların, savaş sırasında dayatılan “insani bölgeler”in aynı mantığıyla işlediğini gösteriyor: Bu bölgeler sivillere zorla dayatılıyor, ancak gerekli koruma hiçbir şekilde sağlanmıyor. Ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen, bu alanlarda yaşayan siviller hâlâ Gazze Şeridi’nin yalnızca %40’ından daha azına sıkıştırılmış durumdalar. Üstelik güvenlik ihlalleri ve saldırılar devam ediyor: 30 Kasım 2025 itibarıyla 357 sivil hayatını kaybetti, 903 kişi yaralandı, 38 kişi ise tutuklandı.
Ayrıca İsrail işgali hâlâ gıda, tıbbi malzeme, çadır ve plastik branda gibi en temel insani ihtiyaçların girişine sistematik olarak engel oluyor.[3] Bu koşullar, sivillerin “insani ve güvenli” ilan edilen bölgelerde bile insanca yaşama hakkından mahrum bırakıldığını açık biçimde ortaya koyuyor.
Sonuç
Sahadaki gerçeklik, Gazze Şeridi’nde “insani güvenli bölgeler” adı altında ilan edilen alanların, gerçekte Filistinli sivillere yönelik sistematik bir toplu tutma ve örgütlü terör politikasını gizlemek için kullanılan sahte bir hukuki kılıftan ibaret olduğunu göstermektedir. Bu alanlar, özünde Nazi toplama kamplarını andıran, sivillerin son derece dar coğrafyalara hapsedildiği yapılar hâline gelmiş; Gazze’deki insani felaketi daha da derinleştirmiştir.
Siviller, yaşam alanlarının bu şekilde sınırlandırılmasıyla tamamen kuşatma altına alınmakta; tıbbi, gıda ve insani yardımların girişine uygulanan keyfî ve kapsamlı engellemelerle hayatta kalma koşulları işgalci güç tarafından belirlenmektedir. Üstelik bu bölgelerde sivillerin tekrarlayan şekilde hedef alınması, yaşamlarını doğrudan tehdit etmekte ve uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerinin açık ihlalini oluşturmaktadır.
[1] Araştırmacının, Euro-Med İnsan Hakları Gözlemevi medya sorumlusu ile 15/11/2025 tarihinde yaptığı görüşme.
[2] Araştırmacının, Tel el-Hava’dan güneye, Han Yunus’un Mawasi bölgesine sığınan Filistinli bir kadınla 25/10/2025 tarihinde yaptığı görüşme.
[3] Hükümet Medya Ofisi, Kasım 2025, Basın Açıklaması No. (1021).



