Mısır–İsrail Doğalgaz Anlaşmasını İsrail’in Askıya Alma Kararı
Mısır–İsrail Doğalgaz Anlaşması (Ağustos 2025): İsrail’in Askıya Alma Kararının Anlamı ve Olası Sonuçları

Ağustos 2025’te, Mısır – İsrail ilişkileri açısından tarihindeki en büyük enerji anlaşmalarından biri ilan edildi. Değeri yaklaşık 35 milyar dolar olarak tahmin edilen ve 2040 yılına kadar geçerli olacak bu anlaşma, İsrail’in Leviathan gaz sahasından çıkarılan gazın, Mısır’daki İdku ve Dimyat sıvılaştırma tesislerine tedarik edilmesini öngörüyordu.
Anlaşma, iki taraf arasında uzun süredir devam eden enerji iş birliği sürecinin doğal bir doruk noktası gibi görünmüş; her iki tarafın da stratejik konumunu güçlendirmeyi amaçlayan bir adım olarak değerlendirilmişti:
- İsrail açısından, bölgesel bir enerji ihracatçısı rolünü pekiştirmek;
 - Mısır açısından ise, gazın sıvılaştırılması ve Avrupa pazarlarına yeniden ihracı için bölgesel bir merkez haline gelmek hedeflenmişti.
 
Ancak bu “başarı” uzun sürmedi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Eylül 2025’in başında anlaşmanın askıya alındığını duyurdu. Netanyahu, bu kararı, Mısır’ın Sina’daki askeri yığınaklarını gerekçe göstererek, söz konusu adımların Camp David Anlaşması’nın güvenlik düzenlemelerini ihlal ettiğini öne sürdüğü “barış anlaşmasının ihlalleri” şeklinde nitelendirdi.
Anlaşmanın beklenmedik bir şekilde askıya alınması, temel bir soruyu gündeme getiriyor:
Netanyahu’nun kararı, Gazze savaşına ilişkin artan baskılar karşısında alınmış taktiksel bir manevra mı, yoksa enerji dosyasını aşarak egemenlik, güvenlik ve bölgesel konum meselelerine uzanan, Mısır–İsrail ilişkilerinde daha derin bir krizin yansıması mı?
Tarihsel Bağlam: Mısır Gazı İhracatından İsrail Gazına Bağımlılığa
Mısır–İsrail ilişkilerinde doğalgaz alanındaki iş birliği 2005 yılında başladı. Bu çerçevede imzalanan 2,5 milyar dolarlık bir anlaşma uyarınca Mısır, İsrail’e gaz ihraç etmeye başladı ve böylece İsrail’in başlıca doğal gaz tedarikçisi konumuna geldi. Gaz, 2008’de faaliyete geçen Ariş – Aşkelon boru hattı üzerinden, Mısır’ın “Doğu Akdeniz Gaz Şirketi” (EMG) aracılığıyla taşınıyordu.
Bu ilişki yalnızca ticari bir anlaşma olmanın ötesinde, siyasi bir yön taşıyordu: İsrail, bu iş birliği aracılığıyla “ekonomik barış” kavramını öne çıkararak Camp David Anlaşması’nı pekiştirme stratejisini izliyordu. Kahire ise anlaşmayı, enerji ihracatçısı olarak konumunu güçlendirmek için bir fırsat olarak görmüştü. Ancak bu dönem uzun sürmedi.
2011’de 25 Ocak Devrimi’nin patlak vermesi ve ardından yaşanan istikrarsızlıklar sonucunda, boru hattı Kuzey Sina’da defalarca saldırıya uğradı, bu da ihracatın fiilen durmasına yol açtı. Ardından Mısır yönetimi Nisan 2012’de anlaşmayı resmi olarak feshettiğini açıkladı; gerekçe olarak ise İsrail’in sözleşme yükümlülüklerini yerine getirememesi gösterildi. Ancak İsrail tarafı bu kararı, Mısır Devrimi’nin yarattığı dönüşümlerin ve İslamcıların iktidara yükselişinin bir yansıması olarak yorumladı.
Bu gelişme, iki ülke arasındaki enerji ilişkilerinin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu ve İsrail’i, kısa süre önce keşfedilen deniz gaz sahalarını — Tamar (2009) ve Leviathan (2010) — hızla geliştirmeye yöneltti.
Sonraki yıllarda iki taraf arasındaki ilişkilerin biçiminde köklü bir dönüşüm yaşandı. Mısır, enerji ihracatçısı bir ülkeden İsrail gazının ithalatçısına dönüştü. Bu dönüşüm, hem Mısır’da hem de İsrail’de yaşanan siyasi ve ekonomik değişimlerin bir sonucuydu.
Mısır açısından bu süreç, 2013’te Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesiyle derinleşen çok katmanlı krizlerin bir yansımasıydı. Ülkede elektrik santrallerinin genişlemesiyle birlikte yerel enerji tüketimi arttı, ancak buna karşılık yerli gaz sahalarının üretimi düştü ve devlet iç talebi karşılamada başarısız oldu. Her ne kadar 2015’te Zohr sahasının keşfi büyük bir umut yaratmış ve 2017’de üretime geçmiş olsa da, başlangıçta 30 trilyon fit küp olarak açıklanan rezervlerin daha sonra beklenenden çok daha düşük olduğu ortaya çıktı.
Buna karşılık, İsrail 2009’dan itibaren deniz açıklarında ticari olarak doğrulanmış gaz sahaları keşfetmişti. Yeni keşifler — özellikle Tamar ve Leviathan sahaları — İsrail’in iç gaz ihtiyacını karşılamasına ve hatta ihracatçı konuma geçmesine olanak sağladı.
Bu tablo karşısında Mısır, enerji alanında bölgesel bir merkez olma hedefi doğrultusunda, elindeki gaz iletim altyapısı ve sıvılaştırma tesislerinden yararlanarak gaz ithalatına yöneldi. Bu sayede, ithal ettiği gazı sıvılaştırıp yeniden ihraç etme kapasitesine sahip oldu. Aynı dönemde İsrail’in kendi gazını ihraç edecek bir pazar ve kanal arayışı, iki taraf arasında karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi doğurdu.
2018 yılı, bu ilişkinin seyrinde bir dönüm noktası oldu. O yıl Mısırlı Dolphinus şirketi, İsrailli Delek ve Amerikan Noble Energy şirketleriyle 10 yıllık, 15 milyar dolarlık bir doğalgaz tedarik anlaşması imzaladı. Bu anlaşma salt ekonomik bir girişim değil, aynı zamanda derin siyasi anlamlar taşıyordu. Mısır, 2005 anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmesi nedeniyle İsrail hükümetine tazminat ödemek zorunda kaldıktan sonra, İsrail gazını ithal etmeyi kabul ederek ilişkileri yeniden yapılandırmaya hazır olduğunu göstermiş oldu.
Bu yeniden yapılanma sürecinde Amerika Birleşik Devletleri önemli bir rol oynadı; Washington, bu anlaşmayı Doğu Akdeniz’de enerji güvenliğini güçlendirme ve İsrail merkezli bir bölgesel enerji düzeni oluşturma vizyonunun bir parçası olarak destekledi.
Bu durum, İsrail’in enerji üstünlüğünü pekiştirirken, Mısır’ın da bölgesel bir aracı rolü üstlenmesini sağladı — ancak bu süreç, Filistin’in doğal kaynakları üzerindeki İsrail kontrolünü derinleştiren bir enerji düzeninin yerleşmesine de zemin hazırladı.
Bunu, 2019 yılında Kahire’de Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurulması izledi; forum 2020’de resmen ilan edildi. Bu yapı, bölgesel iş birliği için kurumsal bir çerçeve oluşturdu ve Mısır ile İsrail’in yanı sıra Yunanistan, Kıbrıs, Ürdün, Filistin, İtalya ve Fransa dâhil edildi; Avrupa Birliği ise gözlemci statüsünde yer aldı. Böylece İsrail, ilk kez tanınmış bir bölgesel iş birliği çerçevesine dâhil edildi. Öte yandan Mısır, gazın sıvılaştırılması ve Avrupa’ya yeniden ihracı alanında bölgesel bir merkez olarak konumunu pekiştirdi.
15 Haziran 2022’de, İsrail, Avrupa Birliği ve Mısır arasında, İsrail doğalgazının Mısır üzerinden Avrupa ülkelerine ihraç edilmesini öngören bir mutabakat zaptı imzalandı. Buna göre, İsrail gazı Mısır’a taşınacak, burada sıvılaştırıldıktan sonra deniz yoluyla Avrupa’ya sevk edilecekti. Anlaşmanın süresi üç yıl olarak belirlendi ve sonrasında iki yıl daha otomatik olarak yenileneceği kararlaştırıldı.
Mısır’ın bu anlaşmaya katılmasının başlıca nedeni, İsrail’de gaz sıvılaştırma tesislerinin bulunmamasıydı. Mısır ise Port Said’de iki sıvılaştırma tesisi bulunduruyordu. İsrail kaynakları, bu tür tesislerin İsrail’de inşa edilmesi olasılığının yüksek maliyetler ve kamuoyu ile çevreci örgütlerin muhalefeti nedeniyle son derece düşük olduğunu belirtmekteydi.
Ancak Mısır ile İsrail arasındaki ilişkilerin doğasındaki en önemli değişim, Mısır’ın İsrail gazına bağımlılığının artmasıyla, özellikle 2023’ten itibaren belirginleşti. Bu durum, Zohr sahasındaki üretimin en düşük seviyelere gerilemesi ve ülke içi gaz tüketiminin hızla artmasıyla doğrudan bağlantılıydı. Günümüzde Mısır’daki elektriğin yaklaşık %60’ı yerli gazla üretilmekte ve bu da artan iç talebi karşılamayı zorlaştırmaktadır.
Gazze’ye yönelik soykırım niteliğindeki savaş sırasında dahi Mısır ile İsrail arasındaki enerji iş birliği durmadı; aksine, iki taraf arasında yeni anlaşmalar yapıldı. Şubat 2024’te, İsrail’in Tamar sahasından Mısır’a gaz ihracatının üç katına çıkarılması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu düzenlemeyle, Mısır’a yılda 4 milyar metreküp ek gaz sağlanacak ve anlaşma 11 yıl boyunca geçerli olacaktı. Böylece, toplam ek ihracat hacmi 43 milyar metreküpe ulaşacaktı.
Bu gelişmeler, enerji alanındaki iş birliğinin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bağımlılık ilişkisine dönüşmekte olduğunu ve Mısır’ın bölgesel enerji denkleminde İsrail merkezli bir yapıya giderek daha fazla entegre olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Her ne kadar Mısır bu denklemde daha zayıf taraf gibi görünse de, İsrail de doğal gaz ihracatı konusunda Mısır’a hayati düzeyde bağımlıdır. İsrail’in Avrupa’ya gaz ihraç edebilmesinin tek yolu, Mısır üzerinden geçen boru hatları aracılığıyla gazı Mısır’daki sıvılaştırma tesislerine ulaştırmaktır; zira İsrail’in kendi topraklarında böyle tesisleri bulunmamaktadır. Bu durum, İsrail’i de fiilen gaz ihracatında Mısır’a bağımlı ve onun insafına kalmış hale getirmektedir.
Yukarıda sözü edilen anlaşmanın, Temmuz 2025’te yürürlüğe girmesi planlanıyordu. Bunun için üretim kapasitesinin artırılması, üçüncü bir boru hattının döşenmesi ve diğer lojistik hazırlıklar gibi teknik düzenlemelerin tamamlanması gerekiyordu.
İki taraf arasındaki enerji ilişkilerinin seyri, 2025 anlaşmasının bu uzun sürecin bir doruk noktası olduğunu göstermektedir. Ancak bu ilişki, her zaman siyasi koşullara son derece duyarlı olmuştur. Mısır ile İsrail arasındaki enerji iş birliği, sürekli olarak bölgedeki siyasi ve güvenlik dalgalanmalarına bağlı kalmış, bölgesel gerilimlerin etkisinden hiçbir zaman tamamen bağımsız olamamıştır.
Savaşın Enerji Alanına Yansı-ma-ması
Gazze’ye yönelik soykırım niteliğindeki savaşın başlamasından bu yana Mısır ile İsrail arasındaki diplomatik ve siyasi ilişkilerde ciddi gerilimler yaşansa da, bu gerilimler uzun bir süre enerji iş birliğine doğrudan yansımadı. Savaşın başından itibaren iki taraf arasında Filadelfi Koridoru, Refah Sınır Kapısı, ve Gazze’de Filistin Yönetimi’nin gelecekteki rolü gibi konularda bir dizi kriz yaşandı. Bu başlıkların tamamı, hem coğrafi konumu hem de siyasi rolü itibarıyla Mısır açısından oldukça hassas meselelerdi.
Savaşın ilk beş haftasında, İsrail’in Mısır’a gaz sevkiyatı %50’den fazla azaldı. Bunun nedeni, Gazze kıyılarının yaklaşık 20 km açığında yer alan Tamar sahasından gaz akışının durdurulmasıydı; İsrail, direnişin füze saldırılarından endişe ederek üretimi geçici olarak durdurmuştu. Ancak buna rağmen, Ürdün üzerinden Mısır’a ulaşan İsrail gazı savaşın başlamasından itibaren kesintisiz olarak akmaya devam etti.
Her iki taraf da enerji alanındaki ticari değişimi savaşın yarattığı siyasi gerilimlerden bilinçli olarak ayrı tutmaya çalıştı, çünkü bu alanın karşılıklı stratejik çıkarlar açısından büyük önem taşıdığının farkındaydılar.
Bu yaklaşım sayesinde, Mısır tarafı açısından gaz akışının savaş gelişmelerinden ayrıştırılması, enerji arzında sürekliliği ve buna bağlı olarak siyasi istikrarın korunmasını sağladı; ayrıca ülkenin derinleşen ekonomik krizinin daha da ağırlaşmasının önüne geçti. İsrail açısından ise bu durum, gazı için istikrarlı bir pazarın korunması ve önemli gelirlerin devamı anlamına geliyordu.
Ancak, özellikle Gazze savaşına ilişkin siyasi anlaşmazlıkların derinleşmesi ve İsrail’in Mısır’ı barış anlaşmasını ve Sina’ya ilişkin güvenlik ek protokolünü ihlal etmekle suçlaması, son dönemde iki ülke ilişkilerinin genel seyrine gölge düşürmeye başladı. Bu durum, enerji alanında şimdiye kadar korunabilen “istikrar adası”nın da gelecekte sarsılabileceğine işaret ediyor.
Bu suçlamalara, yalnızca “barış anlaşmasının ihlal edildiği” iddiasını değil, Mısır ordusunun artan gücünü hedef alan üst düzey İsrailli yetkililer de katıldı. Bunlar arasında, İsrail’in Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Danny Danon da yer alıyor.
Danon, Ocak 2025’te verdiği bir röportajda, Mısır ordusunun güçlenmesini eleştirerek, “Mısır her senaryoya hazırlanıyor” iddiasında bulundu. Aynı çizgide, yeni atanan İsrail’in Washington Büyükelçisi Yechiel Leiter da 28 Ocak 2025’te, ABD’deki Yahudi kurumlarının liderleriyle yaptığı sanal bir toplantıda, Mısır’ın Sina’da barış anlaşmasını ciddi biçimde ihlal ettiğini ileri sürdü ve bu konuyu Amerikan yönetimi nezdinde gündeme getireceklerini söyledi.
Aynı dönemde, Gazze’deki zorla göç planları etrafında iki taraf arasında karşılıklı suçlamalar ve sertleşen söylemler yükseldi. Mısır tarafı, İsrail’in Gazze halkını sınır bölgesine doğru göçe zorlayarak Sina’ya tehcir etmeye çalıştığını dile getirirken; İsrailli yetkililer bu kez Mısır’ı suçlayarak, “Refah Sınır Kapısı’nı kapalı tutmak” ve “Filistinlilerin Gazze’den çıkışına izin vermemekle” bölgedeki insani krizi tırmandırdığını iddia ettiler.
İsrail’in bu yaklaşımı, soykırım, aç bırakma ve ablukadan kaynaklanan sorumluluğunu gizlemeyi amaçlayan yüzeysel ve manipülatif bir söylemden ibaretti. Ancak, bu karşılıklı suçlamalar, yalnızca diplomatik atışma düzeyinde kalmadı; iki ülke arasında ufukta beliren gerçek bir kriz dinamiğini de ortaya koydu.
Gazı Baskı Aracı Olarak Kullanmak
Netanyahu’nun Mısır’la yapılan doğalgaz anlaşmasını askıya alma kararı, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki barış anlaşmasının askeri ek protokolünü ihlal ettiği iddiasına karşı izlediği stratejide bir değişime işaret ediyor. İsrail’in iddiasına göre, yıllardır etkisiz kalan Amerikan ve diplomatik baskılar — özellikle de ABD öncülüğündeki uluslararası gözlem gücünün Mısır’ın askeri yığınaklarını denetlemeyi fiilen bırakması — karşısında, Tel Aviv bu kez ekonomik–enerji alanındaki nüfuzunu baskı aracına dönüştürme kararı aldı.
Bu yeni baskı aracının merkezinde doğalgaz yer alıyor. İsrail, Mısır’ın son yıllarda yaşadığı ciddi gaz kıtlığının farkında; bu durum, ülkede uzun saatler süren planlı elektrik kesintilerine yol açıyor. İsrail, bu durumu fırsata çevirerek, Mısır’a satacağı gazı — ki bu gaz enerji açığını hafifletmek için hayati önemde — Mısır’ın barış anlaşmasındaki güvenlik taahhütlerine sıkı şekilde uymasıyla doğrudan ilişkilendiriyor.
İsrailli siyasi kaynaklara göre, Başbakan Netanyahu ile Enerji Bakanı Eli Cohen, anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesinden önce Kahire’nin bu taahhütlere uyup uymadığını doğrudan denetlemeyi planlıyor.
Mısır tarafının cevabı ise Hükümet Bilgilendirme Kurumu Başkanı Diaa Raşvan aracılığıyla geldi. Raşvan, Netanyahu’nun bu kararın ekonomik sonuçlarına dayanamayacağını vurguladı; zira anlaşmanın iki taraf için de önemli olduğunu, fakat ekonomik olarak İsrail lehine daha ağır bastığını, dolayısıyla iptal edilmesi halinde asıl kaybedenin İsrail olacağını ifade etti.
Raşvan ayrıca, Mısır’ın İsrail’den ithal ettiği gazı hem iç tüketimde kullandığını hem de bir kısmını sıvılaştırarak yeniden ihraç ettiğini, dolayısıyla yaz mevsiminin bitimiyle birlikte sevkiyatın durmasının acil bir enerji krizine yol açmayacağını belirtti.
Ayrıca Mısır’ın “birçok alternatif ve hazır senaryoya” sahip olduğunu vurgulayan Raşvan, Netanyahu’nun tehdidinin, Gazze’de Filistinlilerin Sina’ya zorla göç ettirilmesini öngören planı uygulamaya zorlamak amacıyla ortaya atılmış “krizi ihraç etme girişimi” olduğunu söyledi. Mısır, bu planı kesin bir dille reddetmeye devam ediyor.
Bununla birlikte, Mısır’ın İsrail’in gaz anlaşmasını askıya alma kararına yönelik resmî tutumu sert bir tepki içermedi; aksine, belirgin bir pragmatizm sergiledi. Kahire, bu anlaşmayı, bölgesel gerilimlere ve iki ülke arasındaki siyasi gerginliğe rağmen hâlâ uygulanabilir ve faydalı bir seçenek olarak görmektedir. Bu yaklaşım, yukarıda anılan Devlet Bilgilendirme Kurumu Başkanı Diaa Raşvan’ın açıklamalarıyla da örtüşmektedir ve Mısır’ın, İsrail’in katı tutumu devam etmediği sürece anlaşmadan çekilmeye niyetli olmadığını göstermektedir.
Mısır’ın bu tutumu iki temel nedene dayanmaktadır. Birincisi ekonomiktir: İsrail gazına alternatif kaynakların yıllık yaklaşık 2,5 milyar dolar ek maliyet getireceği hesaplanmaktadır. İkincisi ise göreli tedarik istikrarı ile ilgilidir. Bölgesel gerilimin yoğunluğuna ve savaş sırasında yaşanan geçici arz kesintilerine rağmen, enerji arzı genel olarak göreli bir denge ve süreklilik sergilemiştir. Bu durum, Mısır’ın mevcut gerilimleri temel değil geçici sorunlar olarak görmesine ve anlaşmanın sürdürülmesini maliyet–fayda dengesi açısından rasyonel bir tercih olarak değerlendirmesine yol açmaktadır.
Buna karşılık, İsrail’in tutumu Mısır’da ciddi bir endişe yaratmıştır. Mısır, İsrail gazına bağımlılığın artık İsrail’in elinde bir baskı aracına dönüşmesi riskini açık biçimde görmektedir. Özellikle, İsrail’in bu bağımlılığı gelecekte çeşitli siyasi dosyalarda Mısır’a karşı koz olarak kullanabileceği yönündeki kaygılar artmaktadır. Bu bağlamda, Mısır’da enerji sektörünün İsrail’e bağlanmasının ulusal güvenlik açısından doğurabileceği risklere dair uyarılar da giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir.
Bu nedenle, 7 Eylül 2025’te Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin Başbakan ve Petrol Bakanı ile gerçekleştirdiği toplantı, Mısır’ın bu bağımlılığı azaltma yönündeki stratejik iradesini ortaya koymuştur. Toplantıda, yerli üretimin artırılması ve arama–keşif faaliyetlerinin yoğunlaştırılması konularına odaklanılmıştır. Bu adımlar, Kahire’nin gelecekte İsrail’le enerji iş birliğinin sekteye uğraması ihtimaline karşı, enerji güvenliğini sürdürebilecek alternatifleri hazırlama çabası olarak okunmaktadır.
Sonuç
Taraflar arasındaki gerginliklere ve İsrail’in Mısır’a yönelik şiddetle artan söylemine rağmen, her iki hükümet de gaz ve enerji alanında istikrarın ve stratejik iş birliğinin korunmasının ortak bir zorunluluk olduğunu açıkça kavramış durumdadır.
Bu alan, uzun yıllardır savaşlar ve siyasi krizlerden görece bağımsız kalmayı başarmıştır; zira ilişkiler karşılıklı yaşamsal çıkarlara dayanmaktadır. Mısır, İsrail gazına şiddetle ihtiyaç duyarken, İsrail de Mısır’ın gaz sıvılaştırma altyapısına ve Mısır pazarına muhtaçtır — üstelik bu altyapının şu anda bir alternatifi de bulunmamaktadır.
İsrail’in gaz anlaşmasını bir baskı unsuru olarak kullanmaya yöneldiğini, ancak bu alanda tek taraflı bir hakimiyete sahip olmadığının da farkında olduğunu göstermektedir. Bu nedenle İsrail kararı, anlaşmayı tamamen iptal etmeyi değil, uygulamasını askıya alarak Mısır’a karşı baskı oluşturmayı amaçlamıştır. Bu baskı, iki ülke arasındaki savaş sürecinde öne çıkan bir dizi anlaşmazlık — Mısır ordusunun silahlanması, Sina’daki askeri yığınak ve Gazze’den olası tehcir planları — üzerinden yürütülmektedir.
Bununla birlikte, Gazze’de savaşın Ekim/Kasım aylarında sona ermesi, ABD’nin ateşkesi kalıcı hale getirme ve Arap–İslam ülkelerini sürece dâhil etme çabalarıyla birleştiğinde, Mısır–İsrail arasındaki gerilimlerin yumuşamasına ve İsrail’in anlaşmayı askıya alma kararından geri adım atmasına zemin hazırlayabilir. Ancak bu olasılık, ateşkesin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır.
Öte yandan, İsrail anlaşmayı yeniden yürürlüğe koysa bile, bu adım Mısır’da uzun vadeli bir stratejik kaygıyı tetiklemiştir: enerji gibi hayati bir alanda İsrail’e bağımlı olmanın tehlikesi. Bu kaygı, Mısır’ı hem yerli üretimi artırmaya hem de enerji ithalatında çeşitliliği sağlamaya yöneltecektir. Benzer biçimde, İsrail de gaz ihracatında Mısır’a bağımlılıktan kurtulmak için uzun vadeli alternatif arayışlarına girebilir.
Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
				
					


