“Cehennemden Bir Parça”: Gazze Şeridi’nde Süregelen Zorunlu Göç

Zorla göç, Gazze’deki savaşın yan ürünü değil, İsrail işgalinin Filistin toplumsal dokusunu parçalamak ve insanları köklerinden koparmak için kullandığı merkezi bir araçtır. 7 Ekim 2023’ten bu yana, iki milyondan fazla Filistinli üzerlerine yağan füzeler ve tank mermileri altında evlerini terk etmek zorunda bırakıldı; yıkılmış okullarda, derme çatma çadırlarda veya insanca yaşamaya elverişli olmayan kamusal alanlarda sığınak arayıp durdular. Barınma kaybını da aşarak doğrudan insan onurunu hedef alan bu deneyimi, birçok Gazzeli “cehennemden bir parça” olarak nitelendiriyor.
Zorla göçün yarattığı insani felaket, uluslararası insancıl hukukun açık bir ihlalidir. Cenevre Dördüncü Sözleşmesi’nin 49. maddesi, sivillerin zorla nakledilmesini kesin biçimde yasaklarken, barınma, gıda ve ilaçtan yoksun bırakılmaları, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’ne göre savaş suçu kapsamına girmektedir.
Bu rapor, Gazze’deki zorla göç olgusunu aşamalarını, nedenlerini, insani, toplumsal ve ekonomik boyutlarını takip ederek ele almakta, Filistin toplumu üzerindeki yıkıcı sonuçlarını gözler önüne sermektedir.
Göçün Aşamaları
7 Ekim 2023’ten bu yana, Gazze Şeridi’ndeki yaklaşık iki milyon Filistinli ondan fazla kez yerinden edildi. Bu süreç, ani göçle başlayıp tekrarlayan göçlere, oradan da bugün hâlâ süren kronik göçe uzanan sürekli, kademeli ve giderek şiddetlenen bir seyir izledi.
İlk aşamada, askeri operasyonların başlamasıyla birlikte, İsrail ordusu Gazze kenti ve kuzey bölgelerinin sakinlerine kapsamlı tahliye emirleri verdi. Bu, yüzbinlerce kişiyi hazırlıksız bir şekilde güneye göçe zorladı. Human Rights Watch, bu tahliye emirlerinin altyapının geniş çaplı bombardımanlarla eş zamanlı gerçekleştiğini belgeledi. Böylece göç, Gazze’deki bölgelerin Filistinli sakinlerinden sistematik biçimde arındırılması için bir araca dönüşmektedir.
Aralık 2023’te saldırılar Han Yunus’a kadar genişledi ve on binlerce aile yeniden güneye, Refah’a doğru göç etmek zorunda kaldı. Refah, bir milyondan fazla yerinden edilmiş kişiyi barındıran devasa bir kampa dönüştü. Birleşmiş Milletler (OCHA) raporlarına göre, bu aşamada göç etmek zorunda kalanların oranı toplam Gazze nüfusunun %80’ini aştı; yüzbinlerce kişi Mısır sınırında dar alanlara sıkıştı.
İkinci, üçüncü, dördüncü.. Bitmeyen göç
2024 yılının Mart ile Mayıs ayları arasında, Refah kenti, zor koşullar altında bitişik çadırlarda yaşayan yerinden edilmişler için geçici bir toplanma merkezi hâline geldi. Bu süreçte, şehirde hayatta kalma mekanizması olarak kara borsa ortaya çıktı. Ancak bu geçici durak uzun sürmedi; Haziran ile Eylül 2024 arasındaki yoğun bombardıman, sivillerin yeniden göç etmesine yol açtı.
Bu kez göç, Han Yunus’un batısı ve Deyr el-Belah’ın bazı bölgelerinde “insani bölgeler” olarak adlandırılan alanlara yöneldi. Forensic Architecture bu alanları “insani şiddet” stratejisinin bir parçası olarak niteledi; tahliye emirleri ve güvenli bölge söylemleri, sivil halkın hareketini askeri baskıyla yönlendirmek için kullanılıyordu.
Ekim 2024–Mart 2025 arasında aileler defalarca Refah, Han Yunus ve Deyr el-Belah arasında gidip geldi. Bu tekrar eden göç, herhangi bir istikrar ihtimalini imkânsız hâle getirdi. Gazzeli Şerif Samur[i], tanıklığında şöyle diyor: “Bu, savaşın başından beri yirmi beşinci göçüm. Doğudan batıya, kuzeyden güneye şehri dolaştım. Her defasında daha güvenli sandığım bir yeri terk ettim.”
Bu sözler, sonu gelmeyen zorunlu göç yolculuğunun özetidir.
2025 baharına gelindiğinde, göç kronik ve kalıcı bir hâle dönüştü; aileler artık sabit bir mekâna sahip değil, hayatları bombardıman altında tekrarlanan zorunlu göçlerle şekilleniyor.
Göçün Boyutu ve Nedenleri
7 Ekim 2023’te başlayan yıkıcı savaşın ardından, İsrail ordusu Gazze’deki Filistinlilere yüzlerce kez tahliye emri verdi. Bu emirler, Gazze nüfusunun yaklaşık %90’ına tekabül eden 2 milyon kişiyi[ii], BM raporlarına göre en az 10 defadan fazla zorla iç göçe sürükledi. Aynı raporlar, 2025 ortalarına gelindiğinde hâlâ 1,9 milyondan fazla insanın yerinden edilmiş durumda olduğunu gösteriyor.
2025’te gelen yeni tahliye dalgalarıyla birlikte göçün hızı yeniden arttı; birkaç hafta içinde yüzbinlerce yeni “göç hareketi” kaydedildi. Sokaklarda ya da derme çatma çadırlarda geçirilen geceler, halkın günlük yaşamının bir parçası haline geldi.
Bu devasa yerinden edilme dalgasını, yalnızca askeri bir tedbir gibi görmek mümkün değil. Aksine, sistematik tahliye emirleri, genişleyen askeri operasyonlar ve yaşamın kentsel temellerinin yıkımı iç içe geçmiş bir politika oluşturuyor. Human Rights Watch raporlarına göre, bu emirler geçici güvenlik önlemleri değil; sivilleri bir bölgeden diğerine zorla aktarmayı hedefleyen bir strateji.
Aynı zamanda UNOSAT analizleri, yıkılan veya ağır hasar alan binaların sayısındaki sürekli artışı belgeliyor; mahalleler yaşanmaz hale geliyor ve kalmak varoluşsal bir risk halini alıyor. Buna paralel olarak su, elektrik, sağlık ve gıda gibi yaşamsal hizmetler ve yardım hatları çökerken; UNRWA’ya bağlı okullar ve tesisler acil barınma merkezlerine dönüştü. Ancak bu mekânlar, yalnızca en asgari ihtiyaçları karşılayabilen, aşırı kalabalık alanlara dönüşerek daha fazla aileyi hayatta kalabilmek için zorunlu göçe itti.
Geri dönüşü olmayan göç
Tahliye emirleri, bombardımanlar, altyapı yıkımı ve hizmetlerin çöküşünden oluşan bu birikim, Gazze’de göçün artık tek seferlik bir yer değiştirme değil; sürekli ve yinelenen bir hareket haline gelişini açıklıyor. UNRWA’ya göre, 330’dan fazla okul ve eğitim tesisi aşırı kalabalık barınma merkezlerine dönüştürüldü; bu da göçmenlerin her gün yaşadığı felaketin boyutunu gösteriyor.
Bu soğuk verilerin ardında, göçün insani yüzü ortaya çıkıyor. Şeyh Rıdvan bölgesinden Şerif Samur[iii], savaşın ilk günlerinden bu yana tam 25 defa göç etmek zorunda kaldığını, “Doğudan batıya, kuzeyden güneye dolaştım. Her defasında daha sakin sandığım bir yeri bulduğumda, bombardıman yeniden başladı ve bizi tekrar göçe zorladı” sözleriyle aktarıyor. Karameh bölgesinden Esma Hamade[iv] ise ailesinin, “etrafımızdaki her şeyi hedef alan” bombardıman altında evinden kaçtığını, kaçış sırasında boynuna büyük bir taş isabet ettiğini, vardıkları yerde ise ne su ne ilaç ne de güvenli barınak bulabildiklerini anlatıyor.
Bu tanıklıklar, göç rakamlarına yalnızca detay eklemiyor; aynı zamanda sürecin işleyişini de açığa çıkarıyor: İnsanların ardına kapanan tahliye emirleri, geride kalan evleri ve altyapıyı süpüren yıkım, giderek çöken hizmetler… Sonuçta hayatta kalmanın tek mümkün seçeneği, kalmak değil gitmek oluyor[v].
İnsani ve Sosyal Boyut
Bu tekrarlanan göç yalnızca coğrafya ve nüfus üzerinde etkili olmakla kalmadı, aynı zamanda sağlık, eğitim ve toplumsal dokuyu derinden sarsan çok katmanlı bir insani krizin kapılarını araladı; sivillerin yaşamını günlük bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürdü. Gazze’deki insani koşullar felaket seviyelerine geriledi ve ilk olarak sağlık alanına yansıdı.
Düzensiz barınma merkezleri ve okullardan dönüştürülmüş sığınaklarda yaşanan aşırı kalabalık, bulaşıcı hastalıkların geniş çapta yayılmasına yol açtı. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) ve Dünya Sağlık Örgütü raporları, binlerce hepatit vakası, akut ishal ve solunum yolu enfeksiyonlarını belgeledi. Filistin Sağlık Bakanlığı ise, savaş öncesinde nadir görülen akut gevşek felç gibi hastalıklarda eşi benzeri görülmemiş bir artış kaydetti.
Mart 2025’ten itibaren geçiş noktalarının kapatılması ve tıbbi malzeme girişinin engellenmesi krizi daha da ağırlaştırdı; hastalar temel tedavilerden mahrum kaldı ve ilaç kıtlığı, toplu cezalandırmanın bir başka biçimine dönüştü. Rafah ve Han Yunus’tan yerinden edilmişlerin sahadaki tanıklıkları, basit bir antibiyotik dozu için günlerce beklemek ya da karaborsadan kat kat yüksek fiyatlara almak zorunda kalındığını, bunun da çocuklar ve yaşlılar arasındaki ölüm oranlarını artırdığını gösteriyor.
Eğitim
Kriz yalnızca sağlıkla sınırlı kalmadı, eğitimi de doğrudan etkiledi. UNRWA’ya göre, okulların yaklaşık %90’ı tamamen ya da kısmen yıkıldı veya hasar gördü; geri kalanlar ise aşırı kalabalık barınma merkezlerine dönüştürüldü. Bu durum yüz binlerce öğrenciyi üst üste üçüncü yıl eğitim sürecinin dışında bıraktı.
Küçük Maria el-Şerif’in tanıklığı bu trajediyi gözler önüne seriyor: Ailesiyle birlikte yirmiden fazla kez göç etmek zorunda kaldı; her seferinde küçük bir eğitim girişimine katıldı ancak bombardıman nedeniyle hiçbir aşamayı tamamlayamadan ayrıldı ve sürekli bir eğitim kopukluğu içinde, akademik geleceğinde ilerleyemez hâle geldi.
Göçün sonuçları, toplumsal yapıyı ve psikolojik sağlığı da derinden etkiliyor. UNRWA ve uluslararası tıp örgütleri, yerinden edilmişler arasında depresyon ve travma sonrası stres bozukluğunda ciddi artışlar bildirdi. Yerel kurumlar ise aile içi şiddet ve intihar vakalarının yükseldiğini kaydetti. Psikososyal uzman Sabreen eş-Şaer, saha röportajında, bir kuşak çocuk ve gencin varoluşsal bir psikolojik çöküş içinde olduğunu ve bunun onların eğitim ve sosyal geleceklerini uzun yıllar boyunca etkileyeceğini belirtti.
Bu değerlendirmeyi, Gazze Hükümet Basın Ofisi Genel Müdürü İsmail es-Sevabite’nin[vi] özel bir röportajdaki sözleri güçlendiriyor: “İşgalin, gıda ve ilacı kuşatması ve insanları temel yaşam koşullarından mahrum bırakması, Cenevre Dördüncü Sözleşmesi’nin 33. maddesine aykırı toplu cezalandırmadır. Aç bırakmanın savaş silahı olarak kullanılması, Roma Statüsü’ne göre bir savaş suçudur.” Bu tanımlama, durumun vahametini ortaya koyuyor ve onu uluslararası hukuk bağlamına yerleştiriyor: Günlük insani zorlukları aşan, tüm unsurlarıyla işlenmiş bir savaş suçu.
Ekonomik Boyutlar
Zorla yerinden edilmenin sağlık, eğitim ve toplumun psikolojik yapısı üzerindeki etkileri olduğu gibi, Gazze’nin yerel ekonomisi üzerinde de yıkıcı izler bıraktı. Tekrarlanan göçler ve mahallelerin, altyapının yıkılmasıyla on binlerce aile, temel geçim kaynaklarını kaybetti. Bu kayıplar; dükkânların yok edilmesi, tarım alanları ile küçük atölyelerin çalışamaz hale gelmesi ve döngüsel ekonominin bir parçası olan eğitim ve sağlık kurumlarının durmasıyla gerçekleşti.
Birleşmiş Milletler’e göre, devam eden savaş yalnızca bir yıl içinde GSYH’nin %80’den fazla düşmesine yol açtı. İşsizlik oranları ise %83’ü aşarak eşi görülmemiş seviyelere ulaştı. Bu tablo, Dünya Bankası raporlarında da doğrulandı.
İnsani yardımlara bağımlılık neredeyse mutlak hale geldi. UNRWA’nın tahminlerine göre, Gazze nüfusunun %95’inden fazlası günlük olarak gıda yardımlarına muhtaç durumda. Ancak ajansın kendisi de ağır finansal krizlerle boğuşuyor. Bu durum, geniş bir karaborsa piyasasının doğmasına yol açtı.
Temel gıda maddeleri fahiş fiyatlarla satılıyor ve çoğu kez savaş tüccarları ya da kaçakçılar tarafından tekelleştiriliyor. Rafah ve Deyr el-Belah’taki göçmenlerin tanıklıkları, bir kutu bebek mamasının yarım maaşa eş değer bir fiyata satılabildiğini; bir litre yakıt almanın ise artık nadir bir lüks haline geldiğini gösteriyor. Bu, ekonomik döngünün tamamen çöktüğünü yansıtan çarpıcı bir örnek.
Ekonomi uzmanı Ahmed Ebu Qamar[vii], özel bir röportajda bu tabloyu şöyle özetliyor: “Gazze’de ekonomi, örgütlü bir yapı olmaktan çıkıp bir ‘hayatta kalma ekonomisine’ dönüştü.” Artık üretim, yatırım ya da geleneksel bir iş piyasasından söz edilemiyor; yalnızca günlük gıda, su ve biraz ilaçla hayatta kalma mücadelesinden bahsedilebiliyor. Bu tanım krizin özünü ortaya koyuyor: Savaş ve zorla göç altında çöken bir ekonomi, kitlesel açlık, toplu cezalandırma ve en temel ekonomik ve sosyal haklardan yoksun bırakılma karşısında bireysel bir hayatta kalma savaşına dönüşmüş durumda.
Sonuç
Bu raporda Gazze’deki zorunlu göç hakkında yazılanlar, geçici bir olağanüstü durumun tasviri değil; insanî olan her şeyi hedef alan köklü ve sistematik bir söküp atma ve parçalama sürecinin yansımasıdır. Evinden geriye sadece enkaz kalan insandan, barınağa dönüşen okuldan, hastalıklarla yorgun düşmüş bedenden ve korku ile umutsuzlukla ağırlaşmış ruhtan, bir hayatta kalma mücadelesine dönüşen ekonomiye kadar…Bu tablo, göçmenlerin kendilerinin de “cehennemden bir parça” diye tarif ettiği felaketi özetlerken, aynı zamanda göç, yoksullaştırma ve aç bırakma üzerine kurulu bir sömürgeci projenin de maskesini düşürüyor.
[i] Araştırmacı tarafından Gazze kentinden Şerif Samur ile yapılan röportaj, (15/9/2025).
[ii] Hükümet Medya Ofisi, Eylül 2025, Basın Bülteni No: 961.
[iii] Araştırmacı tarafından Gazze kentinden Şerif Samur ile yapılan röportaj, (15/9/2025).
[iv] Araştırmacı tarafından Gazze kentinden Esma Hamade ile yapılan röportaj, (15/9/2025).
[v] Daha fazla bilgi için bkz.: HRW’nin zorunlu göç politikası ve bombardıman/mahrumiyet kalıplarına ilişkin belgeleri, Forensic Architecture’ın “Güvenli Yer Yok” araştırması, OCHA ve UNRWA’nın barınak yoğunluğu ve kesintiye uğrayan insani koridorlar hakkındaki güncellemeleri.
[vi] Araştırmacı tarafından Hükümet Medya Ofisi Genel Müdürü İsmail es-Sevabet’e yapılan röportaj, (12/9/2025).
[vii] Araştırmacı tarafından ekonomist Ahmed Ebu Qamar ile yapılan röportaj, (14/9/2025).
Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.