BAE’nin Çözüm Önerisi: Filistin Ulusal Projesine Karşı Aşiret Temelli Adacıklar

Son dönemde medyada, alışılmışın dışında olarak nitelendirilen ve “BAE Çözümü” ya da “Aşiretler Planı” olarak adlandırılan bir girişim üzerine yoğun bir tartışma yaşandı. Bu plan, esasen Oryantalist bir varsayıma dayanmakta: Özellikle Batı Şeria’daki Filistin toplumunun, modern ulus-devlet ilkelerine dayalı bir Filistin devleti olmaksızın, yerel düzeyde yönetilen özerk yapılar oluşturmak üzere işlevselleştirilebilecek aşiret temelli yapılardan oluştuğu iddia edilmektedir. Planın sahipleri bu yaklaşımı, İsrail’in çıkarları doğrultusunda Filistin meselesini tasfiye etmeye yönelik pratik bir alternatif olarak sunmaktadır. Ancak Filistinliler, bu girişimi, ‘Köy Bağlantıları’ (Village Leagues) adıyla bilinen ve daha önce İsrail tarafından dayatılmış yapının güncellenmiş bir versiyonu olarak görmekte ve bunu, ulusal kimliğin bölünerek birbirinden kopuk kantonlara ayrılmış aşiretçi bir takımada gibi bir yapıya dönüştürülmesi çabası olarak değerlendirmektedir.

BAE’nin bu önerisi, geleneksel sosyal yapılar üzerine kurulu bir ekonomik barış vizyonunu kurumsallaştırmayı hedeflemektedir; ancak bu yaklaşım aynı zamanda, Filistin şehirlerinin birbirinden daha da izole hale getirilmesini öngören bir parçalama mühendisliği olarak işlemektedir. Bu yapı, ulusal projeyi aşındırarak onun yerine yerel ve aşiret temelli, akışkan kimlikleri ikame etmekte; böylece İsrail’in güvenlik kontrolünü derinleştirmeyi ve herhangi bir gerçekçi Filistin siyasal talebini etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır. El-Halil’deki bazı aşiret liderleri bu plana övgüyle yaklaşsa da, bu eğilim oldukça sınırlı kalmakta; plana yönelik toplumsal ve siyasi reddiyenin tabanı ise çok daha geniştir. Karşı duruşun temelinde ise, kantonlara ya da ailevi emirliklere dayalı bir çözüm modelinin, Filistin ulusal mücadelesinin bugüne kadar inşa ettiği birikimle açık bir çelişki oluşturması yatmaktadır. Bu tarz bir model, yalnızca yeni bir biçim altında uzun süredir süregelen Filistin acısını meşrulaştıracaktır. Ne var ki, sömürgecilik nice kılıkta sahneye çıksa da, özgürlük iradesi onu her zaman parçalamayı başarmıştır.

El-Halil: Deney Alanı Olarak İlk Model

Mordechai Kedar, “aşiret planı”nın uygulanması için en uygun modelin özellikle El-Halil olduğunu savunmuştur. Ona göre bu kent, güçlü aşiret yapılarına (el-Ca‘berî, Ebu Sinîne, el-Kevâsime, et-Temîmî ve diğerleri) sıkı sıkıya bağlı, muhafazakâr bir toplumu temsil etmektedir. Bu bağlamda, planın temelini oluşturan görüşmeler yıllar önce başlamıştır ve bu süreci yönlendiren isimlerden biri, şu anda Netanyahu hükümetinde bakanlık yapan ve Kudüs’ün eski belediye başkanı olan Nir Barkat’tır. Barkat, El-Halil’den bazı aşiret liderlerini ağırlayarak, Filistin Yönetimi’nden ayrılacak ve İsrail’i Yahudi devleti olarak tanıyacak “bağımsız bir emirlik” kurma fikrini onlarla tartışmıştır.

Bu görüşmeler son dönemde daha da yoğunlaşmış; 24 Mart 2024 tarihinde El-Halil’deki önde gelen bazı aşiret temsilcileri (başta Şeyh Vedi‘ el-Ca‘berî) tarafından İsrail hükümetine hitaben bir mektup imzalanmıştır. Bu mektupta, şiddetin tamamen reddedildiği ve hiçbir biçimde tolere edilmeyeceği taahhüt edilmekte, İsrail ile resmî ilişkilerin kurulması ve onun Yahudi kimliğinin tanınması sözü verilmektedir. Ayrıca, Abraham Anlaşmaları’na katılma isteği dile getirilmiştir. Bu taahhütlere karşılık olarak, El-Halil’in Filistin Yönetimi’nden ayrılması ve “emirlik” statüsüyle, Ramallah’taki merkezi otorite ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün siyasi çerçevesi dışında kendi işlerini yönetmesi talep edilmektedir. Bazı kaynaklara göre, el-Ca‘berî, Nir Barkat’la 12’den fazla gizli toplantı yapmıştır.

Bu yaklaşımı savunanlar, Filistin Yönetimi’nin başarısız olduğunu ileri sürmekte ve önerilen planın El-Halil’i kısa sürede ekonomik olarak canlandıracağını, hatta şehri “refah içinde bir Dubai’ye” dönüştürebileceğini iddia etmektedirler. Açıkça şunu söylemektedirler: “Kimse Filistin Yönetimi’ne saygı duymuyor, kimse onu istemiyor.” Yönetim, yolsuzlukla, zayıflıkla ve vatandaşlarını yerleşimcilerin saldırılarından ya da ekonomik çöküşten koruyamamakla suçlanmaktadır. Söz konusu plan kapsamında, İsrail’le anlaşmalar yapılarak, binlerce El-Halil sakininin İsrail’in çeşitli sektörlerinde çalışmasına olanak sağlanacağı; buna karşılık olarak da, kurulacak emirliğin, kendi aşiret yapısı içerisinde, güvenlik hareketliliğini denetleyeceği ve kendi bölgelerinden herhangi bir direniş faaliyetinin çıkmasına izin vermeyeceği taahhüt edilmiştir.

BAE’nin Önerdiği Model Yeni Bir “Bantustanlaştırma” mı?

Birçok Filistinli açısından “emirlik çözümü” (حلّ الإمارات) fikri, tarihteki bazı tehlikeli deneyimleri çağrıştırmaktadır. 1980’li yıllarda İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) etkisini kırmak ve onun yerine yerel, işgal destekli liderlikleri ikame etmek amacıyla “Köy Bağlantıları” olarak bilinen yapıları kurmaya çalışmıştı. Ancak bu girişim, Birinci İntifada’da kitlesel ve örgütlü bir halk direnişiyle karşılaşmış ve başarısızlığa uğramış; bu proje ya rafa kaldırılmış ya da Oslo Anlaşması’yla ikame edilmiştir. Bugün önerilen “emirlik planı”, birçok Filistinli tarafından Filistin toplumunu bölmeye ve parçalamaya yönelik bir girişim olarak okunmakta; “Köy Bağlantılarının güncellenmiş bir versiyonu” hatta daha çok, İsrail’in tarihsel olarak Güney Afrika’daki apartheid rejiminden ilhamla önerdiği “Bantustan” modeline benzetilmektedir: Talebe göre biçimlendirilen vitrin yönetimlerce idare edilen, ama güvenlik ve siyasi olarak tamamen işgalci devlete tabi yapılar.

Bu okuma, Filistin ulusal bilincinin temelinde bir kader birliği fikrinin yattığına dair güçlü bir inancı yansıtmaktadır. Bu bilinç, Batı Şeria, Gazze, Kudüs ve diasporadaki tüm Filistinlileri ortak bir kurtuluş projesinde birleştirmektedir. Bu çerçevede, toplumsal yapının aşiretlere bölünmesi, kurtuluş mücadelesinin parçalanması ve yerel, geçici çıkar odaklı ittifaklara dönüştürülmesi anlamına gelir. “Aşiret takımadaları” olarak tanımlanan bu yapı, ulusal proje için gerçekçi bir alternatif değildir; çünkü ailevi çekişmeler, mezhebi-siyasi ayrışmalar ve bölgesel gerilimler, Filistin içindeki çelişkileri derinleştirebilir. Örneğin, El-Halil’de bir emirliğin kurulması, Nablus ya da Cenin’deki aşiretleri aynı yolu izlemeye ya da bu yolu şiddetle reddetmeye sevk edebilir. Böylece Filistin sahnesi, zaten var olan yıpranmanın üstüne bir de iç gerilimlerle derinleşen, çok katmanlı bir tükenişe sürüklenmiş olur.

Filistinli vatanseverlerin bu tür projeleri tanımlamak için kullandıkları kavram “vekil otorite”dir. Bu tabir, ulusal kurtuluş hareketinin benimsediği hedeflerin yerine geçen herhangi bir yerel yapıyı ifade eder. Güvenlik ve ekonomi alanında vekil rolü üstlenen bu yapılar, aslında işgalin araçlarını yerelleştirerek uygulayan bir tür “güvenlikçi neoliberalizm” modeline işaret eder. Bu yapılar, İsrail’le yapısal normalleşmeyi kurumsallaştırmakta ve bu normalleşme, günlük yönetimin ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Bu bağlamda, söz konusu “emirlikler”, İsrail çıkarlarını koruyan yerel muhafızlara dönüşür; bu muhafızlık rolü ise doğrudan finansal ve ticari ayrıcalıklara bağlanır.

Refah Vaatleri Yeterli mi?

El-Halil’deki “emirlik” projesine hevesle yaklaşan dar bir kesim, belirli girişimcileri, işsizleri ve gelecek umudu taşıyan gençleri cezbetmeyi hedefleyen bir dizi “ekonomik kazanç” vaadinde bulunmaktadır. Bu çevreden bir şeyh (aşiret reisi) şöyle diyor: “Eğer Amerikan onayı alırsak, El-Halil ikinci bir Dubai’ye dönüşebilir.” Bu umutlar, İsrail’in yaklaşık 50 bin kişilik çalışma izni vaadi, sanayi ve tarım sektörlerinde sağlanacak kolaylıklar ve ortak bir ekonomik bölge kurma ihtimali gibi sözlerine dayanmaktadır. Bu vaatlerin, yıllardır abluka, geçim sıkıntısı ve genç işsizliğinden yorgun düşmüş kesimleri cezbetmek üzere kurgulandığı açıktır.

Ancak, “emirlik çözümünü” savunanlar, projelerinin ancak tam bir İsrail desteği ve Amerikan dış desteği ile mümkün olabileceğini bilmektedir. Bu çevrelerin beklentisi, Trump dönemine referansla ifade edilen bir “Trumpçı an”ın yeniden yaşanmasıdır—yani, Filistin’in devlet kurma hakkını görmezden gelen ve İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir Amerikan yönetimi. Böyle bir senaryo, uluslararası finansman ve medya desteğiyle projenin tanıtımını mümkün kılabilir. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas’ın daha önce Abraham Anlaşmaları’na katılmış olması, bu çevrelerce El-Halil’deki aşiret temelli bir Filistin yapısının benzer söylemlerle sahneye çıkması için elverişli bir zemin olarak görülmektedir.

Bu projeyi mümkün kılabilecek “uygun zemin”in var olduğu düşünülebilir; ancak daha derin bağlam, bunun önünde çok daha sert engellerin bulunduğunu göstermektedir. Zira bir aşiret yapısının varlığı, ulusal kurtuluş projesinin yerini alabilecek toplumsal bir “yetki devri” anlamına gelmez. Filistinlilerin büyük çoğunluğu, özgürlük ve işgalden kurtuluşun ancak ortak bir ulusal proje ile sağlanabileceğine inanmaktadır. Aşiretlerin sahip olduğu toplumsal ya da güvenlik temelli nüfuz, Filistin ulusal değerlerinin yerini tutamaz. Ayrıca Filistin Yönetimi’nin eleştirilmesi, Filistinli aktörlerin ve direniş güçlerinin dışında, onların arkasından yürütülecek uzlaşmalara onay anlamına gelmez.

Bu noktada, geçmişteki sömürge vaatlerinin neye dönüştüğünü hatırlamak gerekir—Oslo süreci hâlâ uzak bir örnek değildir. Verilen vaatler çoğu zaman, havada asılı birer havuç olarak kalır. İsrail, anlaşmalara rağmen anahtarı elinde tutmaya devam eder, en küçük bir gerginlikte mutabakatlardan tek taraflı çekilir, tehditkâr güç diliyle şantaj yapar ve her seferinde sömürgeci çıkarlarını en düşük maliyetle gerçekleştirmeye çalışır. İsrail’in bu doymak bilmez sömürgeci iştahı, yalnızca tam denetim ve boyun eğdirme ile tatmin olmaktadır. Üstelik, herhangi bir sağ-popülist ya da aşırı sağcı siyasi konjonktür, tüm ekonomik ya da yönetsel ayrıcalıkları bir gecede ortadan kaldırabilir.

Dahası, söz konusu “emirlik”in inşası, idari ve askeri sınırların yeniden çizilmesini gerektirecek; bu da birbirine yakın Filistin şehirleri arasında yeni “egemenlik bariyerleri”nin doğmasına neden olacak ve ticaret ile ulaşımı ciddi biçimde engelleyecektir. Ayrıca kurulacak herhangi bir yeni yapı, geniş çaplı uluslararası tanınırlığa sahip olmadığı sürece, yatırım vaatleri kısa sürede durma noktasına gelir. Planın eleştirmenleri, İsrail’in sunduğu şeyin, sadece geçici bir “rant ekonomisi” olduğunu, esas amacın halkı uyuşturmak ve buna karşılık İsrail’e siyasal ve güvenliksel meşruiyet kazandırmak olduğunu ifade etmektedir.

Sonuç olarak, “emirlik çözümü”, Filistin bağlamında çok katmanlı tehditler barındıran bir modeldir. Mevcut bölünmüşlüğe yeni bir bölünme ekleyerek iç gerilimleri derinleştirme riski taşımakta ve kaosu kurumsallaştırma potansiyeline sahiptir. Bu çözüm, barış ve refahı sağlayacak sihirli bir formül değil, aksine yeni bir tıkanmanın kapılarını aralayabilir. Mevcut güç dengeleri göz önüne alındığında, bu projenin hayata geçirilmesi son derece zor görünmektedir ve ancak Filistinlilerin, insan sınırlarını aşan bir zorunluluk ve çöküş ortamında mecbur bırakılmaları halinde gerçekleşebilir. Böyle bir senaryo gerçekleşirse, öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir. Zira “toprağın bantustanlaştırılması” ve ulusal kimliğin aşiret kimliğine ikame edilmesi, kaçınılmaz biçimde gecikmeli ama kesin patlamalara yol açabilecek tarihsel çatışmaların zeminini hazırlar.

Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu