7 Ekim’den Sonra Bölünme ile Yahudileştirme Arasında Harem-i İbrahim

El-Halil’in eski şehre bakan tepelerinden birine çıkan biri, mutlaka o bütüncül mimari tabloya hayran kalır: Tarihle yoğrulmuş, kutsal ve görkemli bir yapı; gri tonlardaki eski kent dokusunun ortasında yer alan anıtsal bir eser. Sanki kentin kadim evleri huşu içinde onu kucaklar, sessizce korur. İşte o yapı, peygamberlerin meskeni ve ibadetgâhı olan İbrahim Camii’dir. Kutsallığı kadar tarihsel derinliğiyle de öne çıkan bu yapı, kentin değişimlerine ve zamanın dönüşümlerine tanıklık eden canlı bir hafızadır.
El-Halil’de, Câbir ve Selayme mahallelerinden işgal altındaki İbrahim Camii’ne bakan bir Filistinli baba ve oğul. (El Cezire Net)
El-Halil Eski Şehri’nin genel manzarası; İbrahim Camii’nin de görüldüğü bu fotoğraf Tel Rumeida tepesinden çekilmiştir. (Ajanslar)
El-Halil’in işgali ve ardından kurulan en büyük yasa dışı yerleşim birimi olan “Kiryat Arba” ile birlikte, Harem-i İbrahim, planlı ve yerleşimci merkezli bir sömürgeleştirme projesinin tam kalbine yerleştirildi. Bu sürecin en kanlı ve çarpıcı tezahürü, 1994 yılında yaşanan İbrahim Camii Katliamı’nda kendini gösterdi.
Bu katliam yalnızca geçici bir kanlı olay değil, aynı zamanda Filistinlilerin—özellikle de mekânın asli sahipleri olan El-Halil halkının—kutsal mekânlarıyla olan ilişkisini kökten sarsan bir dönüm noktasıydı. O günden bu yana Filistinlilerin hafızasında hep birlikte yer eden kavramlar; korku, direniş, aidiyet ile yerleşimcilerin Harem-i İbrahim’i Filistinlilere ait saf bir ibadet mekânı olmaktan çıkarıp Yahudileştirme ve tahakküm alanına dönüştürme niyet ve çabaları oldu.
Bu makalede, 7 Ekim 2023 sonrası İsrail işgal güçlerinin El-Halil’deki İbrahim Camii’ne yönelik Yahudileştirme politikalarını nasıl yoğunlaştırdığını; kutsal mekânın kimliğini, zamanını ve mimarisini hedef alan yeni uygulamalar ve kısıtlamalar aracılığıyla bu kutsal yere yönelik hâkimiyetini nasıl artırdığını ele alacağız.
Bölünmeden Önce: Kontrol için Zemin Hazırlamak
1967’den itibaren İsrail hükümeti El-Halil’deki varlığını kalıcılaştırmak için somut adımlar atmaya başladı. Ekim 1968’de, kentin doğusunda yer alan yasa dışı “Kiryat Arba” yerleşiminin inşasına onay verildi. Bu yerleşim, kısa sürede radikal dinî yerleşimci hareketin ideolojik merkezine dönüştü. Aynı dönemde İsrail makamları, İbrahim Camii’ni (el-Harem el-İbrâhîmî/ Harem-i İbrahim) ele geçirme yönünde kademeli bir strateji izlemeye başladı. İlk olarak Yahudilere gizli şekilde ibadet izni verildi, ardından caminin belli bölümleri Yahudi dinî ritüellerine tahsis edildi.
1976’da “Büyük Oda” (el-‘Anbar el-Kebîr) olarak bilinen bölüm ibadet alanı olmaktan çıkarılarak askeri kışlaya dönüştürüldü – oysa içinde Müslümanlara ait mihrap bulunuyordu. Bu, alanın kalıcı bir sinagoga dönüştürülmesi yönünde atılmış ilk adımlardan biriydi. 2 Kasım 1983’te yerleşimciler bu bölüme masa ve sandalyeler yerleştirerek fiilen bir Yahudi dinî okuluna dönüştürdüler.
Camiye yönelik saldırıların en çarpıcısı, 28 Şubat 1972’de aşırı sağcı “Kach” hareketinin lideri Meir Kahane’nin camiyi basmasıydı. 4 Haziran 1991’de yerleşimciler, Hazret-i Yakup’un türbesi bölümüne bir ibadet masası sokup burada din dersleri vermeye başladı, aynı zamanda Müslüman kız öğrencilerin geçişini de engellediler. Tüm bu adımlar, 1994 Şubat’ında yerleşimci Baruch Goldstein tarafından gerçekleştirilen ve onlarca Müslüman ibadet edeni katleden İbrahim Camii Katliamı’yla zirveye ulaştı; katliam sonrası cami fiilen Müslümanlar ve Yahudi yerleşimciler arasında bölündü.
İbrahim Camii’ne yönelik bu saldırılar, El-Halil kent merkezini hedef alan istisnai bir yerleşim projesiyle paralel şekilde yürütüldü. Bu strateji, Batı Şeria’daki geleneksel yerleşimcilik modelinden farklıydı; zira çoğu illegal Yahudi yerleşim alanı genellikle şehirlerin kenarlarında kurulurken, El-Halil’deki yerleşim doğrudan tarihi şehir merkezine odaklandı. Bu bilinçli tercihle hem İbrahim Camii’nin kontrolü hem de demografik ve güvenlik dengelerinin değiştirilmesi hedeflendi.
Bu strateji üç temel dönüm noktasında somutlaştı: 1968’de Park Oteli’nin işgali, 1979’da “Bet Hadassah” (Deboyya) binasının yeniden ele geçirilmesi ve 1984’te “Bet Romano” adlı binanın devralınıp bir Yahudi dinî kurumu haline getirilmesi. Böylece İbrahim Camii’ni kuşatan sıkı bir yerleşim kuşağı oluşturularak El-Halil, İsrail işgal politikalarının dinî ve askerî merkezi haline getirildi. Bu süreç, kentin kimliğini değiştirme ve onu bir kontrol alanına dönüştürme yönündeki sömürgeci niyeti açıkça yansıtmaktadır.
Zamansal ve Mekânsal Bölünme: Katliamdan Sonra Gelen Kontrol
25 Şubat 1994 sabahı, yerleşimci Baruch Goldstein, sabah namazı sırasında İbrahim Camii’nde bir katliam gerçekleştirdi. Saldırıda 29 Filistinli şehit oldu, onlarcası yaralandı. Bu vahşi saldırının ardından İsrail hükümeti, Yargıç Meir Shamgar başkanlığında bir soruşturma komisyonu kurdu. Komisyonun “şiddeti önleme” bahanesiyle önerdiği temel çözüm: Harem-i İbrahim’in fiilen bölünmesiydi.
Bu bölünmeye göre, Müslümanlara caminin güney yarısında yer alan ve ana ibadet mekânı olan İshakiye Mescidi tahsis edildi. “Büyük Mescit” olarak da bilinen bu bölüm, caminin ana ibadet alanıdır ve içinde Selahaddin Eyyubi’nin minberi, mihrap girintisi, kutsal mağara (el-Ğar eş-Şerîf) ve peygamber İshak ile eşi Rifka’nın makamları yer almaktadır.
Ayrıca, Müslüman kadınlara ayrılan, haremin dış surlarının dışında kalan Cavliye Mescidi de Müslümanlara bırakıldı. Bu mescid, 1312 yılında Haremeyn Nâzırı Emir Alemüddin Sancar el-Cavli tarafından inşa ettirilmiş, 1320’de Memlük Sultanı el-Nâsır Muhammed bin Kalavun döneminde tamamlanmıştır. Yapı, caminin iç mimarisinden farklı olarak tamamen İslami bir üsluba sahiptir.
Buna karşılık, Yahudi yerleşimciler haremin iç avlusunu ve İbrahimî, Yakubî ve Yusufî salonlarını ele geçirdi. Buralar ağır askerî koruma altında sinagoga çevrildi.
İsrail makamları, İbrahim Camii’ne yönelik kontrolü daha da artırmak adına, içeriye kitap, hoparlör ve temizlik malzemesi sokulmasını yasaklamış, her türlü bakım ve onarım işlemi için özel izin şartı getirdi ve Harem-i İbrahim’in tüm denetimini İsrail polisinin kontrolüne verdi.
2000 yılındaki İkinci İntifada’dan bu yana, İbrahim Camii’ne ulaşmak, adeta askerî kapalı bir bölgeye girmekle eşdeğer hale geldi. Camiye ulaşan yolların başında eski şehri doğal uzantısından koparan demir kapılar karşımıza çıkar. Ardından camiye yaklaştıkça artan bir boğulmuşluk hissi yaratan çok sayıda kontrol noktası ve bariyerlerle karşılaşırız. Bütün bunlar ibadeti sıradan bir eylem olmaktan çıkarıp bir mücadeleye dönüştürmektedir.
İlk engel genellikle seyyar bir askerî kontrol noktasıdır; tam teçhizatlı askerler burada konumlanır, geçenlerin yüzlerini dikkatle inceler, kimlik belgelerini talep eder. Hemen sonrasında ana kapı, yani resmî kontrol noktası belirir. Bu geçiş, dar bir şişe ağzını andırır; içeri girmek isteyenler, yalnızca iki kişinin aynı anda geçebileceği kadar dar bir elektronik kapıya yönlendirilir. Filistinliler, bu geçidi alaycı bir şekilde “tavuk kafesi” olarak adlandırır, zira bu geçidin mimari açıdan bile insanlara aşağılama hissi yaşatacak şekilde, kasıtlı olarak baskı ve kontrol amacıyla tasarlandığı açıktır.
Bu geçit, her an kayıt yapan gözetleme kameralarıyla izleniyor. Hemen yanında, İbrahim Camii’ne bitişik bir binada konuşlanmış olan İsrail’in “El-Halil Tugayı Komutanlığı” bulunuyor. Bu merkezden her şey kontrol ediliyor: giriş-çıkışlar, namaz saatleri, hatta caminin ne zaman açılıp ne zaman kapanacağı bile. Camiyi çevreleyen sokaklar—Suk el-Leben, Suk el-Hisbe gibi tarihi çarşılar—ya tamamen kapatıldı ya da zorla boşaltıldı. Dükkanlar paslanmış, kapılar askerî emirlerle mühürlenmiş, çatılarına Yahudi yerleşimciler yerleştirilmiş. Bu yerleşimciler, askerlerin koruması altında üstten bakarken, aşağıdaki şehir yavaş ama sistemli bir ölüme doğru sürükleniyor.
7 Ekim Sonrası: Olağanüstü Hal Kılıfı Altında Yoğunlaştırılan Yahudileştirme
7 Ekim 2023 sonrasında, işgal makamları, İbrahim Camii içerisindeki Yahudileştirme projelerini yoğunlaştırdı ve genel olağanüstü hâl durumunu, yeni fiili durumlar dayatmak için kullandı.
Zamansal ve Mekânsal Bölünmenin İhlali
Zamansal bölünmenin ihlali, yalnızca sembolik değil, günlük ibadeti doğrudan etkileyen bir dizi adımla kendini gösterdi. 2023 yılı boyunca, yalnızca bir yıl içinde 704 kez ezan okunması yasaklandı – bu, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir ihlal oranıydı. Bu yasaklar, Müslümanlara tahsis edilmiş zaman dilimlerini de kapsadı. Gerekçe ise çoğunlukla “yerleşimcilerin rahatsız edilmesi” ya da “güvenlik kaygıları” oldu.
Ayrıca, Müslümanların en kutsal günleri olan Kadir Gecesi ve Kurban Bayramı gibi zamanlarda, camiye giriş tamamen yasaklandı. Bu günler, daha önce İsrail’in kendi oluşturduğu takvime göre “Müslüman günleri” olarak tanımlanmıştı. Aynı şekilde, normalde İslamî bayramlarda açılan Harem-i İbrahim’in doğu kapısı da yasal bir gerekçe olmaksızın kapatıldı ve erişime engellendi.
Mekânsal bölünme ise yeni bir boyuta taşındı. Harem’in büyük bölümleri, artık yalnızca Yahudi ibadetine tahsis edilmiş alanlar hâline getirildi. Müslümanların kendi günlerinde dahi bu bölgelere erişimi engellendi. Bunun bir parçası olarak Harem içerisindeki İslami vakıf odaları—ezan odası ve personel odaları dâhil—kapatıldı ve İbrahim Camii müdürü Şeyh Mu’taz Ebu Suneyne gözaltına alındı. Bu da Müslümanların cami üzerindeki idari kontrolünü zayıflatma yönünde açık bir mesaj olarak değerlendirildi.
Tüm bu uygulamalar, İbrahim Camii’nin Filistinlilerden ve İslamî kimliğinden koparılarak tam anlamıyla Yahudileştirilmesi sürecinin hızlandığını ortaya koymaktadır. “Geçici güvenlik” önlemleri adı altında yürütülen bu ihlaller, aslında uzun vadeli bir sömürgeleştirme stratejisinin yapı taşlarını oluşturmaktadır.
İslami Vakıf Ekiplerinin Çalışmalarının Kısıtlanması
7 Ekim 2023’ten sonra, İsrail işgal makamları, İbrahim Camii’ndeki İslami vakıf ekiplerine yönelik kısıtlamalarını daha da artırdı. Bu adımlar, kutsal mekân üzerindeki Filistinli dinî idarenin etkisini zayıflatma ve yerine tam bir İsrail güvenlik tahakkümü dayatma çabasının açık göstergesidir. Artık en basit bakım veya temizlik işleri bile — örneğin küçük bir elektrik arızasının giderilmesi ya da avluların temizlenmesi — öncesinden güvenlik koordinasyonu olmadan gerçekleştirilememekte; bu durum hem günlük işleri aksatmakta hem de vakıf çalışanlarını sürekli bir siyasi baskı ve oyalama sürecine maruz bırakmaktadır.
El-Halil Vakıflar Müdürü Cemal Ebu Aram, işgal güçlerinin, caminin İslami bölümünde yer alan çoğu iç kapıya zincir ve kilit taktığını belirtmiştir. Bu uygulama; personel ofislerini, ezan odalarını ve diğer dinî hizmet alanlarını kapsamış, böylece vakıf ekiplerinin günlük görevlerini yerine getirmesi ciddi biçimde engellenmiştir. İsrail makamları, ayrıca Kurban Bayramı ve Ramazan gibi dini günlerde caminin anahtarlarını vakıf personeline teslim etmeyi reddetmiştir.
Bununla da kalmayıp, çok sayıda vakıf görevlisi hakkında gözaltı, sorgulama ve kimlik belgelerine el koyma gibi baskıcı uygulamalar yürütülmüştür. Bu süreçte, İbrahim Camii Müdürü Şeyh Mu’taz Ebu Suneyne de saatlerce gözaltında tutulmuştur. Tüm bu uygulamalar, İslami vakıfların camideki bağımsız yönetimini korku iklimi ve idari kuşatma yoluyla zayıflatmayı hedeflemekte, kutsal mekânın Filistinlilere ait dinî kimliğini sistemli biçimde aşındırmaktadır.
Yoğun Güvenlik Uygulamaları ile ve Müslümanlara İbadet Engeli
İsrail işgal güçleri, İbrahim Camii’ne gelen Filistinlilere yönelik ağır güvenlik önlemleri uygulamaktadır. Harem’in girişinde sabit bir askerî kontrol noktası konuşlandırılmış, buradan içeri giren herkes tam vücut aramasına tabi tutulmakta; çantalar, eşyalar titizlikle aranmakta, kimlikler kontrol edilmekte ve tüm bu işlemler, özellikle sabah ve cuma namazları sırasında Filistinlilerin hareket özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde yürütülmektedir. Bu baskılar sonucunda yüzlerce Filistinli, camiye ulaşamayıp giriş kapılarının dışında, sert hava koşullarında namaz kılmak zorunda bırakılmaktadır.
Ayrıca İsrail askerleri, caminin iç kapılarını keyfî şekilde kapatmakta ve giriş saatlerini gelişigüzel değiştirmektedir. Bu durum, özellikle ibadete gelenlerde büyük bir belirsizlik ve moral bozukluğu yaratmakta; bazıları saatlerce arama bahanesiyle bekletilmekte ya da “geçici güvenlik tedbirleri” adı altında tamamen engellenmektedir. Oysa bu uygulamalar, zamansal ve mekânsal bölünme anlaşmasının kalıcı ihlalleri niteliğindedir ve sistematik bir şekilde Filistinlilerin ibadet hakkını gasp etmektedir.
Mimari Kimliğin Tahrifi ve Çevredeki Yapılara El Koyma
2021 yılından bu yana, İsrail işgal makamları, İbrahim Camii’nin tarihi ve İslami mimari kimliğini tahrif etmeye yönelik sistemli adımlar atmaktadır. Bu adımların en dikkat çekeni, cami avlusuna yaklaşık 300 metrekarelik bir alana elektrikli asansör kurma projesidir. Hükümet destekli bu proje, iki milyon şekel bütçeyle finanse edilmiştir. Her ne kadar “engellilerin erişimini kolaylaştırma” kisvesiyle sunulmuş olsa da bu proje, Filistin Vakıflar Bakanlığı ve yerel kurumlar tarafından, Harem’in İslami ve tarihi mimarisine doğrudan bir saldırı olarak değerlendirilmiş ve yeni alanları yerleşimcilerin denetimine açmayı hedefleyen bir adım olarak görülmüştür.
Mekânsal tahrifin bir diğer belirgin örneği ise, Harem-i İbrahim’in içindeki İbrahimî ve Yakubî salonları arasındaki açık avlunun üzerinin kapatılma girişimi olmuştur. Filistinliler bu adımı sert şekilde reddetmiş; bunu, Harem’in özgün mimari bütünlüğüne zarar veren bir adım ve 1994 katliamından sonra kurulan Shamgar Komitesi’nin Harem’in temel yapısına dokunulmaması yönündeki kararlarının açık bir ihlali olarak görmüşlerdir. Bu itirazlar ve artan protestolardan sonra işgal makamları kalıcı bir metal çatı ile avluyu kapatma projesini geçici olarak askıya almak zorunda kalmıştır.
İbrahim Camii’ndeki avlu alanının kapatılması ve sac levhalarla örtülmesi (Sosyal medya)
Ayrıca, son yıllarda İbrahim Camii’ni çevreleyen binaların çatılarına İsrail bayraklarının sık sık çekildiği gözlemlenmiştir. Caminin çevresindeki sabit askerî kontrol noktaları genişletilerek kalıcı bir askerî gözetleme üssüne dönüştürülmüştür. Harem’e yakın bazı binalara el konulmuş, bu yapıların bir kısmı Yahudi dinî ve turistik merkezlere dönüştürülmüştür.
Bu adımlar, sadece fiziksel bir işgal değil; aynı zamanda bölgenin tarihî ve kültürel dokusunu silme süreci olarak değerlendiriliyor. El-Halil’in kalbi olan bu tarihî bölge, İbrahim Camii’nin merkezinde yer aldığı özgün Filistinli kimliğinden kopartılarak, adım adım yeni bir görsel ve demografik gerçekliğe zorlanıyor.
İsrail bayrağı, El-Halil’deki İbrahim Camii’nin cephesine asıldı. 23 Eylül 2024. AFP
Süregiden Yahudileştirme politikalarına, askeri baskıya ve günlük kuşatmaya rağmen, El-Halilliler hâlâ İbrahim Camii’nin savunmasında ön safta yer almaktadır. Bu bağlılığı ve direnci yansıtan birçok girişim ortaya çıkmıştır. Toplumun bu direncini somutlaştıran girişimlerden biri de, şehir halkı ve aileleri tarafından başlatılan “Muhteşem Fecr” (الفجر العظيم) kampanyasıdır.
Bu inisiyatif, özellikle caminin kapatıldığı ya da kuşatma altına alındığı günlerde, sabah ve cuma namazlarını topluca kılma çağrısıyla, ibadeti bir sembolik ve kolektif direniş eylemine dönüştürmektedir. Böylece namaz, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda İslami varlığın ve Filistinli aidiyetin güçlü bir ifadesi hâline gelmektedir.
Bu halk direnişiyle eş zamanlı olarak, El-Halil İmar Komitesi, İbrahim Camii’nin korunması ve Eski Şehir’deki Filistinlilerin direncinin güçlendirilmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. Komite, kutsal mekânın içinde ve çevresinde kapı ve pencere onarımı, yerleşim politikaları nedeniyle zarar gören evlerin restorasyonu gibi çalışmalar yürütmektedir. Bu faaliyetler, başta Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)[1] ve Arap Fonu gibi uluslararası destekçiler tarafından finanse edilmektedir.
Ayrıca Komite, bölgede yaşayan Filistinlilere yönelik hukuki destek sağlayarak, Yahudi yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından uygulanan hak ihlallerine karşı koruma hattı oluşturmakta, çalışanların ve bölge sakinlerinin günlük varlığını sürdürmesini kolaylaştırmaktadır. Bu çabalar, İbrahim Camii ve Eski Şehir’in mimari ve idari düzeyde savunabilme sürekliliğini sağlamaktadır.[2]
Bugün İbrahim Camii, sadece bir İslami ibadet mekânı olmanın ötesine geçmiştir. Artık o, her gün yaşanan işgal- direniş mücadelesinin somutlaştığı bir cepheye dönüşmüştür. Sistematik bir Yahudileştirme projesine karşı bu kutsal mekândaki tarihî ve dinî hakkını korumaya çalışan Filistinli varlığının bir mücadele alanıdır.
1994’teki katliamla başlayan zamansal ve mekânsal kontrol süreci, 7 Ekim 2023 sonrası olağanüstü güvenlik önlemleriyle derinleştirilmiş; ezanların susturulmasından, cemaatin engellenmesine, vakıf çalışmalarının kısıtlanmasından, mimari dokunun tahrifine kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştır.
Bu politikalar ne rastlantısal ne de geçicidir. Aksine, Batı Şeria genelinde uygulanan yerleşimci-sömürgeci stratejinin bir parçasıdır. İsrail, “güvenlik” ve “acil durum” gerekçelerini kullanarak mekânı, kimliği ve egemenliği kendi kolonyal anlatısına uygun biçimde yeniden şekillendirmektedir. Böylece, Filistinli varlığın mekânsal ve sembolik temelleri hedef alınmakta; kutsal mekânlar, yalnızca dini değil, politik ve ulusal egemenlik alanları olarak da kuşatılmaktadır. Neticede tüm bunlar Filistinli varlığı zayıflatmayı ve yerinden etmeyi amaçlayan uzun vadeli bir politikayı yansıtmaktadır.
[1] Türkiye Cumhurbaşkanlığı’na bağlı resmi bir kalkınma ve dış yardım kurumu olan TİKA, altyapı restorasyonları, tarihî eserlerin ve camilerin yenilenmesi, toplumsal kurumlara destek gibi alanlarda Filistin dâhil onlarca ülkede faaliyet göstermektedir. El-Halil’de, İbrahim Camii ve çevresinde kapı ve pencere onarımı, izolasyon ve duvar politikaları nedeniyle zarar gören evlerin restorasyonu gibi çok sayıda projeye imza atmıştır.
[2] Mühendis Muhannad el-Ceaberi ile yapılan görüşme, El-Halil, Mayıs 2025. (Kendisi İbrahim Camii İmar Komitesi’nin yöneticisidir.)
Not: Bu metin linkte bulunan Arapça makaleden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.