İsrail’deki Görüş Belirleyiciler Esad Sonrası Suriye’de Türkiye’nin Rolüne Nasıl Bakıyor?

Muhammed Hasan, Muhammed el-Mısri
Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi
Yönetici Özeti
Bu metnin nihai içeriği, işgal devleti İsrail’deki çeşitli siyasi yönelimleri temsil eden önde gelen araştırma ve medya kuruluşları tarafından yayımlanmış yaklaşık 250 fikir yazısı, analiz ve araştırmanın değerlendirilmesine dayanmaktadır. Söz konusu materyaller, akademik açıdan güvenilir yöntemlerle ve büyük veri (Big Data) analizini de içeren tekniklerle titizlikle incelenmiş ve derlenmiştir.
- İsrail’de yapılan analizler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yeni Osmanlıcı” bir siyaset izleyerek bölgesel liderlik kurmaya çalıştığı görüşü ile Türkiye’nin esasen yalnızca kendi ulusal güvenliğini korumayı ve enerji ile mülteci dosyalarını profesyonel bir şekilde yönetmeyi amaçlayan pragmatik bir yaklaşım benimsediğini savunan görüş arasında bölünmüş durumdadır. Bununla birlikte, “Şii Hilali”nin yerini alabilecek bir “Türk Hilali“nin doğup doğmayacağı ve bunun İsrail’in güvenliği açısından —farklı ve yeni yöntemlerle de olsa— bir tehdit oluşturup oluşturmayacağı sorusu da tartışılmaktadır.
- Analistler, Amerika Birleşik Devletleri’nin esnek/gevşek politikalarının ve Moskova’nın Ankara ile yürüttüğü pragmatik mutabakatların Türkiye’nin nüfuz alanını genişletmesine nasıl olanak sağladığını öne çıkarıyorlar. Buna karşılık İsrailliler, büyük güçlerin kendi çıkarlarını önceleyebileceğinden ve bu yüzden Tel Aviv’in “gittikçe güçlenen Türk komşusuyla” tek başına yüz yüze kalma ihtimalinden endişe ediyorlar.
- İsrail’in endişeleri birkaç başlıkta toplanmaktadır. Özellikle Kuzey Suriye’deki Türk askeri varlığı, Türkiye’nin İsrail’in “rahatsızlık duyduğu” bazı gruplara destek vermesi ve yeniden inşa sürecinde aktif bir rol üstlenerek bölgedeki Türk nüfuzunu artırma ihtimali öne çıkan faktörler arasında yer almaktadır.
- İsrail’deki tartışmalarda, Türkiye’nin bölgesel enerji ve gaz transferi dosyasını eline geçirme ihtimali öne çıkan bir kaygı olarak dikkat çekmektedir. Bu durum, Türkiye’nin coğrafi konumunu ve Suriye’deki nüfuz alanlarını kullanarak Avrupa’ya gaz tedariki konusunda İsrail projelerini devre dışı bırakabileceği senaryolarına yönelik endişeyi artırmaktadır.
- İsrailli uzmanlara göre Tel Aviv, Ankara’nın hamlelerini “sınırlı ateşle mesaj verme” yöntemleriyle ve dolaylı mutabakatlarla kontrol altına almaya çalışmaktadır. Böylece, her iki taraf için de çıkar sağlamayan geniş kapsamlı bir çatışmaya sürüklenmeden Türkiye’nin bölgedeki faaliyetleri “dizginlenmek” istenmektedir. Resmî söylemlerdeki sertliğe karşın, Suriye sahasında iki taraf arasında doğrudan çatışmayı önlemeye yarayan “ilan edilmemiş” iletişim kanallarının bulunduğunu işaret eden bilgiler bulunmaktadır.
Giriş
Son aylarda, Suriye krizinin patlak vermesi ve sahada çok sayıda aktörün varlık göstermesiyle birlikte Ortadoğu’daki bölgesel güç haritasında önemli dönüşümler yaşanmaktadır. Bu tablo içinde İsrail, güçlü bir ordusu, büyüyen ekonomisi ve Doğu Akdeniz’den Afrika Boynuzu’na kadar uzanan siyasal nüfuzu olan Türkiye’ye odaklanmaktadır.
İsrail’in Türkiye’ye dair değerlendirmeleri, genellikle güvenlik endişesi ile siyasal ve ekonomik nüfuzunu genişletme arzusunun bir bileşimi üzerine kurulmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye’nin dış politikadaki artan rolü ve Katar gibi bölgesel güçlerle kurduğu ittifaklar veya Suudi Arabistan’a yönelik temkinli açılımı, bölgenin geleceğini yeniden şekillendirebilecek hararetli bir rekabet içinde öne çıkmaktadır.
Bu rapor, İsrailli araştırmacılar ve uzmanlar tarafından yayımlanmış Türkiye ve Esad rejimi sonrası Türk rolüne dair kapsamlı tartışma, analiz ve önerilerin özetini sunmaktadır. Metnin nihai hali, İsrail’deki önde gelen araştırma ve medya kuruluşlarından sağlanan ve tüm politik eğilimleri temsil eden yaklaşık 250 fikir yazısı, analiz ve araştırmanın detaylı bir şekilde incelenmesiyle oluşturulmuştur. Bu çalışmalar, büyük veri (Big Data) analizine dayanan akademik açıdan güvenilir yöntemlerle işlenmiştir.
Türkiye’nin Rolüne Yön Veren Etkenler ve Suriye’deki Dayanak Noktaları
Çok sayıda İsrailli görüş, Türkiye’nin Suriye’deki merkezi otoritenin zayıflaması ve Esad rejiminin nüfuz kaybetmesiyle ortaya çıkan fırsatı gördüğünü belirtmektedir. İran, sahada rejimi desteklemeye ve Rus askeri varlığıyla iş birliğine odaklanırken; Erdoğan yönetimi, Suriye muhalefetinin bazı gruplarına siyasi himaye sunarak ve Kuzey Suriye’de istikrarı sağlamayı hedefleyen bir proje ortaya koyarak Türkiye’nin bölgesel nüfuzunu artırmaya yönelmiştir.
Birçok analize göre İsrail, Ankara’nın bu proaktif hamlesinin stratejik boyutlarını kavramıştır: Bu hamle, Türkiye’ye jeopolitik ve askeri nüfuz alanları çizme, sınır ötesindeki Kürt unsurların bütünleşmesini engelleyecek bir “güvenlik derinliği” oluşturma ve gelecekte olası bir yeniden imar sürecinde etkin rol alma imkânı sunmaktadır. İsrailli uzmanlar, bu yayılmanın Türkiye’yi İran ve hatta Rusya ile dahi rekabet edebilecek bir bölgesel güç konumuna taşıdığını düşünmektedir.
İsrailli uzmanların önemli bir kısmı, Türkiye’deki mevcut yönetimin “halkçı/popüler söylem” ile “Müslüman Kardeşler tandanslı” bir bakış açısını harmanladığına dikkat çekmektedir. Onlara göre bu durum, Erdoğan’a bölgesel meselelere cesurca müdahil olmayı sağlayan sağlam bir taban kazandırmaktadır. Bu anlamda, Ankara’nın sadece klasik bir tehdit değil, aynı zamanda Filistin meselesi başta olmak üzere bölgedeki İslami konuların liderliğini üstlenmeye aday bir aktör olarak görülebileceği ileri sürülmektedir.
Buna karşın başka bir kesim, Ankara’nın İsrail ile toptan bir çatışma arzusunda olmadığına inanmakta ve Tel Aviv’e yönelik yüksek perdeden yapılan çıkışların daha çok iç siyaset odaklı, sembolik ve “popülist” bir üslupta kaldığını savunmaktadır.
Uzmanlar aynı zamanda Ankara’nın, özellikle PKK’nın uzantısı olarak gördüğü Demokratik Birlik Partisi (PYD) veya Halk Savunma Birlikleri (YPG) gibi Kürt yapılanmalarının gücünü kırma konusundaki kararlılığını vurgulamaktadır. Türkiye, sınırının güneyinde örgütlü bir Kürt yapısının oluşmasını engellemeyi amaçlayan bir “güvenli hat” kurma hedefi gütmektedir. Öte yandan İsrail cephesinde, bu konunun iki farklı bakış açısı bulunmaktadır: Bazıları, ileride rejim veya İran ile anlaşabilecek her türlü aktörün zayıflamasını yararlı görürken; bazıları da, eğer uygun destek ve silah sağlanırsa Kürtlerin, Türkiye veya İran’ın nüfuzunu sınırlayabileceği ihtimaline sıcak bakmaktadır.
İsrail: Konumlanma ve Tepkiler Arasında
Pek çok rapor, İsrail’in Suriye’deki hava gücünü “İran’ın yayılmasını engellemek” gerekçesiyle kullandığını, ancak Türkiye’ye yakın silahlı grupların belirli sınırları aşması hâlinde bunların da hedef alınabileceğini öne sürmektedir. İsrail, Kuzey Suriye’deki silahlı oluşumları yakından izlemekte ve bu grupların, Dürzi bölgelerine veya Golan sınırına yakın alanlarda güçlenmesinden endişe duymaktadır. Uzmanlara göre, Tel Aviv gerekirse hedef aldığı alanı genişletmeye hazır görünmektedir.
Buna rağmen, Türkiye’ye karşı açık bir tırmanışı tetiklemekten halen kaçınıldığı dile getirilmektedir. İsrail, Türk ordusu gibi güçlü bir bölgesel aktörle doğrudan bir cephe açma istememektedir. Aynı şekilde Erdoğan yönetimi de, İsrail’in askeri kabiliyetlerini test edecek bir çatışmaya girmeye hevesli görünmemektedir. Bu nedenle her iki taraf da Suriye sahasında veya farklı mecralarda “düşük yoğunluklu ve sınırlı” gerilim alanlarıyla hareket etmeyi sürdürmektedir.
Başka analizlere göre, iki taraf arasında sınırlı veya kesintili de olsa güvenlik kanalları mevcuttur. Bu kanalların amacı, Suriye’de daha büyük bir çatışmayı tetikleyebilecek gelişmelerin önlenmesidir. Bazı kaynaklar, hangi hedeflerin vurulabileceği veya hangi sınırlarda askerî varlık bulundurulabileceğine ilişkin gayriresmî bir anlayış birliği olduğunu ve bunun doğrudan bir Türk-İsrail çatışmasının önüne geçtiğini ileri sürmektedir.
Uzmanlar ayrıca, bu tür dolaylı iletişim kanallarında bölgesel veya uluslararası aracıların (Rusya ya da ABD) devreye girerek tarafların endişelerini birbirine aktardığını söylemektedir. Ek olarak, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler de, ilişkilerde asgari istikrarın korunması için ilave bir motivasyon yaratmaktadır.
Bu çerçevede bazı uzmanlar, İsrail’in Türkiye’nin yayılmacı hamlelerine yönelik yaklaşımını “stratejik çevreleme (containment)” olarak nitelendirmektedir. Buna göre, İsrail Ankara’nın saha üzerindeki bazı girişimlerini fiilen kabullenmekte; ancak güvenliği için kritik eşiği aşan bir durumun ortaya çıkmasına izin vermemeye kararlı görünmektedir. Örneğin, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kontrol altına aldığı bölgeleri görmezden gelebilir; ancak bu alanların, İsrail’e karşı saldırıların planlanacağı veya füze kapasitesinin geliştirileceği bir üs hâline gelmesine göz yummayacağı öne sürülmektedir.
Ekonomik Boyutlar ve Enerji Koridorları Yarışı
Doğu Akdeniz’deki enerji meselesi, Türkiye’nin rolü ile İsrail’in çıkarlarının kesiştiği kritik bir alandır. Tel Aviv, gazını Avrupa’ya satmak ve bunun için güvenli, maliyeti düşük bir güzergâh bulmak istemektedir. Yunanistan ve Kıbrıs üzerinden Avrupa’ya uzanacak boru hattı projeleri gündemde olsa da, coğrafi ve ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye üzerinden geçecek hattın daha cazip olduğu vurgulanmaktadır. Ancak Ankara-Tel Aviv arasındaki siyasi ihtilaf, her iki tarafın da birbirinin nüfuzunu artırmasından endişe ederek bu büyük ölçekli projelerin hayata geçirilmesini geciktirmiştir.
Diğer yandan İsrailli analistler, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki nüfuzunu, Suriye topraklarından Akdeniz’e uzanacak enerji hatlarının kurulması için kullanabileceği olasılığını tartışmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’nin bölgede sağlayacağı büyük enerji veya petrol altyapı projeleri, gelecekte İsrail’i bölgesel enerji tedariki rolünde devre dışı bırakabilir endişesi dile getirilmektedir.
Uzmanlar, Türkiye’nin Suriye’deki doğrudan varlığı ve saha bilgisi sayesinde, ileride uluslararası şirketleri ve büyük yatırımcıları çekerek yeniden imar sürecinde öncü rol oynayabileceğine dikkat çekmektedir. Eğer Ankara bu girişimde başarılı olursa, hem mali hem de ekonomik yönden artan etki gücüyle Suriye politikalarını şekillendirebilir; bu da uzun vadede İsrail’in Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını tehdit edebilir.
Bu senaryo, Tel Aviv’deki kaygıları daha da körüklemektedir. Çünkü İsrail, bölünmüş ve zayıf bir Suriye’nin, “güçlü bir Türk nüfuzu” altına giren bir Suriye’den daha çok çıkarına olduğu düşüncesindedir. Tamamen Türkiye’nin inisiyatifine giren bir Suriye, İsrail’in uzun vadeli bölgesel hesapları açısından risk doğurabilir.
Ankara’nın Uluslararası ve Bölgesel Bağlantıları
Bir dizi İsrailli çalışma, Türkiye’nin, ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki askerlerini çekme ya da bölgede bırakma konusundaki tereddüdünden ve Rusya’nın Esad rejimini Lazkiye gibi stratejik bölgelerde desteklemeye odaklanmasından yararlandığını savunmaktadır. Bu durum, Türkiye’ye sınır hattında operasyon alanını genişletme fırsatı tanısa da, uluslararası ölçekte kayda değer bir engelle karşılaşmamasını sağlamıştır.
Moskova ise İdlib ve çevresinde Türkiye ile pragmatik bir iş birliği yürütürken, aynı zamanda İsrail’e de İran hedeflerine yönelik sınırlı hava saldırıları yapma izni veren bazı mutabakatları korumaktadır. Bu bağlamda uzmanlar, ne Rusya ne de ABD’nin geniş çaplı bir Türk-İsrail çatışmasından yana olduğunu; ancak iki gücün de nüfuz paylaşımı veya denge sağlamak adına küçük çaplı sürtüşmelere göz yumabileceğini dile getirmektedir.
Bazı uzmanlar, Türkiye’nin Katar gibi bazı Körfez ülkeleriyle yakınlaşmasının Ankara’ya ek finansman avantajı sağlayabileceğini ve bu sayede Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunu pekiştirebileceğini öne sürmektedir. Bununla birlikte Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi diğer Körfez ülkelerinin Ankara’yla ilişkilerinde farklı hesapları olduğu ve bölgeye dair tutumlarının homojen olmadığı vurgulanmaktadır. İsrail ise Türkiye ile bazı Körfez ülkeleri arasında gelişebilecek olası iş birliklerinin, Ankara’nın yeniden imar ve yatırım projeleriyle Suriye’ye daha çok yerleşmesine yol açabileceğinden kaygı duymaktadır. Böyle bir durum, İsrail’in Ortadoğu enerji koridorlarında ve savaş sonrası yatırım süreçlerinde üstünlük elde etme ihtimalini zayıflatabilir.
İsrail’in Bahisleri ve Türkiye’nin Rolüyle Baş Etme Yöntemleri
Uzmanlara göre, Türkiye Suriye’nin geleceğini belirleyecek müzakerelerde (Astana süreci gibi) artık göz ardı edilemeyecek temel bir aktördür. Bu da İsrail’i askerî ve diplomatik baskı araçlarını en üst düzeyde hazır tutmaya yöneltmektedir, zira Tel Aviv kendi çıkarlarının “arka plana atılmasından” endişe duymaktadır.
Araştırmacılar, İsrail’in “örtülü” veya sınırlı caydırma yöntemlerine başvurabileceğini belirtmektedir. Örneğin, Türkiye’ye yakın bazı Suriye gruplarının Golan’a veya İsrail açısından hassas bölgelere doğru konuşlanması hâlinde, söz konusu grupların saha liderlerinin hedef alınması yoluyla “düşük profilli” ancak etkili saldırılar düzenlenebileceğini öne sürmektedirler. Bu yaklaşım, İsrail’in Türkiye ile doğrudan savaşa girme riskini azaltırken, sahadaki “kırmızı çizgilerini” korumasına imkân verir.
Diğer bir tez, İsrail’in Türkiye karşısında Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, hatta Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle iş birliğini güçlendirmeye çalışması yönündedir. Özellikle enerji alanında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında yürütülen üçlü iş birliği, Türkiye’ye karşı daha geniş bir diplomatik ve ekonomik baskı oluşturma stratejisinin parçası olarak görülmektedir. Bu stratejinin, deniz yetki alanları başta olmak üzere Ankara’nın bölgedeki hareket alanını kısıtlamayı amaçladığı iddia edilmektedir.
Türkiye ve İran arasındaki bazı alanlardaki rekabet ve gerilime rağmen, İsrailli çevreler, bu iki ülke arasında Suriye sahasında “geçici uzlaşma” ihtimalini de göz ardı etmemektedir. Bu yüzden Tel Aviv’in, İran-Türkiye kutbunun zayıf ve istikrarsız kalmasını umarak aralarındaki çelişkileri fırsat buldukça körüklemeyi tercih ettiği yorumları yapılmaktadır. Nitekim Erdoğan ve Tahran arasında Irak veya Kafkasya gibi meselelerde zaman zaman yükselen söylemsel çatışma, İsrail açısından avantaj olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç
İsrailli uzman ve kanaat önderlerinin yaklaşımlarına bakıldığında, Türkiye’nin Suriye krizinin ve geniş ölçüde bölgenin geleceğini belirlemede merkezi bir faktör hâline geldiği görülmektedir. Türkiye bugün, Kuzey Suriye ve başka alanlarda askerî, siyasal ve ekonomik ağırlığıyla karar verici konumdadır. Bu tablo, Tel Aviv tarafından dikkatle izlenmekte ve özellikle Türkiye’nin bölgesel enerji, yeniden imar ve siyasî konuların liderliğini üstlenmesinden endişe duyulmaktadır.
Ankara ile Tel Aviv arasındaki karşılıklı sert söylemlere rağmen, uzman görüşleri her iki tarafın da daha büyük bir çatışmayı göze alabilecek durumda olmadığı ve bu nedenle gerilimi belli bir seviyede tutma konusunda ortak bir zımnî anlayış geliştirdiği noktasında birleşmektedir. Ticari ilişkiler, uluslararası dinamikler (Rusya ve ABD’nin rolleri) ve Doğu Akdeniz’deki çok katmanlı dosyalar, her iki tarafın da ulusal çıkarları çerçevesinde pragmatik tutumlar takınmasını gerektirmektedir.
Son tahlilde tablo, daha fazla karmaşıklığa açık görünmektedir. Türkiye, Suriye’deki herhangi bir düzenlemenin vazgeçilmez aktörlerinden biri olmaya devam ederken; İsrail ise “seçici caydırma” kapasitesini ve diplomatik manevra olanaklarını artırarak, gerek İran gerekse Türkiye’nin Suriye sahasındaki nüfuzunun mutlak hâle gelmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu da krizin ilerleyen aşamalarında Ortadoğu’nun denge ve güç ilişkilerini yeniden şekillendirecek çeşitli dinamiklerin, uzun bir süre daha gündemde kalmaya devam edeceğini göstermektedir.