Trump’ın Geri Dönüşü… Tehditler Fırsatlara Dönüşürse

Hayyan Cabir
Donald Trump’ın ABD başkanlığına dönüşü, ilk başkanlık döneminden farklılık gösteriyor. Nitekim Trump, dış politikasının tamamen açığa çıkmasıyla artık sürpriz etkisini ve hızlı karar alma gücünü kaybetmiş durumda. Bu durum, dünya genelinde kararlarına yönelik tepkilerin rastgele ve münferit olmaktan çıkıp daha etkili, organize ve koordineli olmasını sağlıyor. Öyle ki, Kanada’nın tepkisiyle Meksika, Ukrayna ve Avrupa’nın tepkileri benzerlik gösteriyor. Başka ülkelerin de aynı safta yer alması muhtemel. Hatta bu süreç, yalnızca bir tepki olmanın ötesine geçip aktif bir tutuma dönüşebilir ve kolektif, örgütlü bir karakter kazanabilir. Bu özellikle, küresel ölçekte yükselişe geçen (Brezilya, Güney Afrika gibi) ve günümüzdeki büyük güç mücadelelerinde (ABD, AB, Rusya, Çin) herhangi bir tarafa net biçimde dahil olmayan ülkeler için geçerli olabilir.
Öte yandan ABD’nin küresel etkisi birçok farklı nedenle zayıflamış durumda. Bunlar arasında, alternatif medya araçlarının yükselişiyle birlikte ABD’nin “yumuşak gücünün” gerilemesi, Hollywood’un etkisinin azalması ve rekabetin yükselişiyle (dijital para birimleri ve BRICS bağlamında) doların küresel hakimiyetinin nispeten zayıflaması gibi faktörler sayılabilir. ABD’nin gayri ahlaki ve sömürücü tutumlarının -özellikle de Filistinlilere karşı yürütülen siyonist soykırıma katkılarının- gün yüzüne çıkması da ABD’nin itibarını zayıflatmıştır. Tüm bunlar, ülkeleri ABD iradesine karşı durma konusunda cesaretlendirmiştir. Nitekim Biden yönetiminin, siyonist işgal oluşumunu koruma amacıyla Husi güçlerine karşı uluslararası bir koalisyon kurma çağrısına ülkelerin kayıtsız kalması da bu meydan okumanın somut bir örneği olmuştu.
Uçurum Kenarı Siyaseti
Trump’ın dış politikasında sürpriz etkisinin yanı sıra belirleyici başka bir unsur daha var; uçurum kenarı siyaseti. Trump, gerek askeri gerekse ekonomik olsun doğrudan çatışmayı sadece ima etmekle yetinmeyip, buna dair pratik adımlar atıyor. Bu, Trump’ın başkanlık görevinin ilk günlerinden beri giriştiği ekonomik savaşlarda, Ukrayna’ya yönelttiği tehditlerde ve zaman zaman bu tehditleri hayata geçirmesinde açıkça görülmektedir. Aynı yaklaşımı Rusya ve İran’a (Arap bölgesine ve çevresine askeri yığınak yaparak), Çin’e, Avrupa Birliği’ne (AB), Yemen’deki Husilere ve elbette Filistin gibi diğer ülkelere karşı sergilemiştir. Hatta bundan da öteye giderek, karşı tarafın taleplerine uymaması halinde doğrudan askeri çatışmaya girme kararlılığını ve gücünü açıkça ifade etmektedir. Bu tutumu, istihbarat paylaşımının tamamen kesilmesi (özellikle müttefiklerle), tüm yardımların durdurulması, başta ekonomi olmak üzere kapsamlı yaptırımlar ve savunma anlaşmalarından çekilme ya da müttefik örgütlerin dağıtılması gibi uç açıklamalarla da desteklemektedir. Bu gibi açıklamalarla Trump olası bir durumda sonuna kadar gidebileceğini göstermektedir.
Burada şunu vurgulamak gerekir ki, dünyadaki ülkelerin Trump’ın politikalarını artık önceden kestirebiliyor olması, onun pek çok kazanımı ya da inşa edilmesi yıllar alan güvenlik, istikrar ve kalkınmayı çöpe atan uçurum kenarı siyasetinin risklerini azaltmıyor. Aksine, bu riskler daha da artmış durumda. Bu, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile ilişkilerinde, Kanada, Panama ya da Grönland’a yaklaşımlarında ve hatta başkanlık töreninden önce siyonist işgalci oluşumun başbakanı ile kurduğu diyalogda ve İran, Husiler, Hamas ve zaman zaman Rusya ile olan ilişkilerinde açıkça görülmektedir. Aynı durumun gelecekte Avrupa Birliği (hem birlik olarak hem de üye ülkeler açısından), Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan, Japonya, Çin ve diğer müttefik veya müttefik olmayan ülkelerle de yaşanması muhtemeldir.
Dolayısıyla Trump’ın politikaları artık ülkeleri şaşırtmıyor olsa da, ciddi endişelere yol açıyor. Çünkü Trump’ın tehditleri gerçeğe dönüşebiliyor. Bu da daha fazla yıkım, zarar ve maliyet anlamına geliyor. Bu nedenle, birçok ülkenin politikalarında genel olarak “yumuşak bir ret” yaklaşımı görülmektedir. Yani, ekonomik boykot politikalarının ve siyasi çatışma gösterilerinin teşvik edilmesinde olduğu gibi doğrudan çatışma ya da tam cepheleşmeden kaçınmayı amaçlayan bir tutum söz konusu. Ukrayna Devlet Başkanı’nın, ABD ile değerli madenlerin temininde avantaj sağlayacak bir ekonomik anlaşmaya varmak istediğini ifade ederken, aynı zamanda bu anlaşma karşılığında Ukrayna’nın ulusal güvenliğinden ya da gelecek nesillerini büyük ve aslında var olmayan bir borç yükünün altına sokmaktan yana olmadığını vurgulaması buna bir örnektir. Benzer duruşları Kanada, Meksika, Grönland, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin yanı sıra belli ölçüde Mısır ve Ürdün hükümetlerinin açıklamalarında da görmek mümkündür.
Trump ’a Karşı Duruş: Kamuoyu Oluşturmanın Bir Aracı
Donald Trump’a ve onun politikalarına karşı durmak, başlı başına bir siyasal kampanya aracına dönüşmüş durumda. Zira bu tutum, bazı siyasetçilerin popülaritesini artırırken, bazılarınınkini düşürüyor. Kanada, Fransa, Britanya, Meksika gibi birçok ülke bunun bir örneği. Nitekim Kanada’da, uzun süredir halk desteğini alamayan Justin Trudeau liderliğindeki Liberal Parti, Temmuz 2024’te yapılan bir ankette yalnızca yüzde 21 oranında destek bulurken, Muhafazakar Parti yüzde 43’e ulaşmıştı. Kasım 2024’te bu oranlar sırasıyla yüzde 24 ve yüzde 42 şeklindeydi. Hatta bazı medya kuruluşları, Liberallerin seçim barajını dahi aşamayabileceğini, Trudeau’nun istifası ve parti liderliğinin değişmesi durumunda ise yalnızca çok sınırlı sayıda milletvekili çıkarabileceğini öngörüyordu. Ancak, Trudeau’nun istifasıyla yerine geçen Mark Carney’nin Trump’a karşı daha sert bir politika benimsemesi -ABD ürünlerine karşı vergi uygulamaları getirmesi, Kanada ayrımcılığından bahsetmesi ve güçlü bir Kanada ordusu inşa etme söylemi- Liberal Parti’nin yeniden ivme kazanmasını sağladı. Nisan 2025 itibariyle yapılan anketlerde Liberallere verilen destek yüzde 43,9’a yükselirken, Muhafazakarlar yüzde 37,3’e geriledi.
Aynı şekilde Ukrayna Devlet Başkanı da, Trump ve yardımcısı J.D. Vance’in aşağılamalarına karşı durduktan ve Trump’ın taleplerine boyun eğip teslim olmayı ve Ukrayna’nın zenginliklerini ABD lehine ipotek etmeyi reddettikten sonra halk nezdindeki popülaritesini yeniden kazandı. Şubat 2025 sonunda Rating araştırma grubunun yaptığı ankete göre, Ukraynalıların yüzde 75’i ona güven duyduğunu belirtti. Oysa bu oran 2022 yılında yüzde 90’dan Mayıs 2024’te yüzde 59’a gerilemişti.
Meksika Devlet Başkanı da Trump’ın Meksika’ya yönelik saldırılarına karşı sert duruşuyla birlikte şimdiye kadar benzeri görülmemiş düzeyde halk desteği toplayarak popülarite oranını yüzde 85’e çıkardı. Benzer örnekler hem Avrupa’da hem de Avrupa dışındaki ülkelerde görülüyor. Trump’a açıkça karşı çıkan siyasetçiler ve partiler güç kazanırken, onunla uzlaşan ya da sessiz kalanlar popülaritesini kaybediyor.
Ekonomik Boykot: Halkın ve Yöneticilerin Trump’a Karşı Silahı
Trump’ın küstah ve dayatmacı politikalarına karşı yalnızca siyasetçiler ve partiler değil, halklar da harekete geçti. Medya kuruluşları da bu yaklaşımı destekleyerek, halihazırda Trump’a karşı öfke duyan kitleleri organize etmeye başladı. Bu ilk olarak ABD ürünlerine yönelik boykot çağrılarıyla kendini gösterdi ve kısa sürede gerçek bir boykot hareketine dönüştü. Yapılan çağrılar Kanada’dan Danimarka’ya, Meksika’dan Fransa’ya kadar birçok ülkede yankı buldu. Henüz yeni olsa da bu çağrıların küresel ölçekte etkisini göstermeye başladığı gözlemleniyor.
Örneğin Kanada’da birçok mağaza, süpermarket ve alışveriş merkezi artık Kanada’da üretilmiş tüm ürünlerin üzerine Kanada bayrağı logosu koymaya başladı. Bu, halkı yerli ürünleri desteklemeye teşvik etmeyi amaçlıyor. Aynı zamanda, Trump’ın gümrük vergilerine misilleme olarak getirilen ek vergilere tabi ABD ürünlerinin üzerine de “T” harfi konulmaya başlandı. Bu uygulama doğrudan “boykot edin” anlamına gelmese de halkı ABD ürünlerini boykot etmeye teşvik eden güçlü bir işaret haline geldi. Ayrıca Kanadalılar, ABD dışındaki ülkelerden gelen ithal ürünlerin -özellikle de gıda ürünlerinin- çeşitliliğinde büyük bir artış fark etti. Bu ürünlerin büyük bölümü Latin Amerika ülkelerinden ve Türkiye’den geliyor. Angus Reid Veri Analiz Enstitüsü’nün 19 Şubat’ta yayınladığı rapora göre, Kanadalıların yüzde 85’i ya halihazırda ABD ürünlerini boykot etmeye başlamış durumda ya da çok yakın zamanda buna başlamayı planlıyor.
Bununla birlikte, Kanada basınına göre halk sadece alışveriş ile değil, seyahat tercihleriyle de Trump’a tepkisini gösteriyor. Geçen yıla göre son üç ay içinde Kanada’dan ABD’ye yapılan kara yolu seyahatleri yüzde 32, hava yolu seyahatleri ise yüzde 13,2 oranında azalmış durumda. Buna karşılık, aynı dönemde ABD dışındaki ülkelere yapılan yurtdışı seyahatlerinde yüzde 9’luk bir artış gözlemlendi.
ABD’ye Yönelik Düşmanlığın Artmasının Filistin’e Yansımaları
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Trump’ın politikaları yalnızca ABD’ye yönelik halk ve siyaset düzeyindeki düşmanlığı artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu düşmanlığı yansıtan somut adımların da önünü açıyor. Bu adımların bir kısmı kültürel nitelikte olup bunlara medya üzerinden yapılan bilinçlendirmeler ve ABD’ye karşı boykot çağrıları örnek gösterilebilir. Bir diğer kısmı ekonomik düzlemde olup ABD mallarının, eğlence ürünlerinin ve turistik hizmetlerinin boykot edilmesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu süreç, ekonomik lobilerden bazılarını ve siyasi partileri de etkiliyor. Hatta bu sürecin ilerleyen aşamalarda çok daha farklı biçimlerde de tezahür etmesi beklenebilir. Ancak şu ana kadar ortaya çıkan tabloya bakarak, bu adımların Filistin meselesine yansımalarını şu noktalarda görmek mümkün:
ABD mallarına yönelik toplumsal boykotun genişlemesiyle özellikle işgalci İsrail’e destek veren firmaların hedef alınması; bu durum ABD şirketlerinin büyük ekonomik kayıplar yaşamasına yol açabilir.
ABD ürünlerine alternatif sayılabilecek ürünlerin kolaylıkla erişilebilir hale gelmesi; nitekim bazı işletmeler, ABD mallarını raflardan çekip yerlerine yerli ya da başka ülkelerden ithal edilen ürünleri koymaya başladı.
ABD’nin küresel suçlarıyla ilgili halk kesimlerinde farkındalık oluşması; özellikle 1948 Nekbesi’nden önceki suçlardan muzdarip olan Filistin örneğinde, ABD’nin soykırım niteliğindeki saldırılara ve insanlık suçlarına verdiği destek konusunda halk artık daha duyarlı. Bu durum, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteği sorgulatabilir.
Boykot hareketleri arasındaki koordinasyonun artması; bu durum halk temelli bir baskı gücünün, adeta alternatif bir “kamu lobisinin” doğmasına imkan tanıyabilir. Böylece Filistin halkıyla ve onların haklı davasıyla dayanışma hareketlerinin geçici de olsa geniş koalisyonlar kurması mümkün olabilir.
ABD ürünlerini ve siyonist işgalci güce destek veren şirketleri boykot etme hareketinin halk düzeyinden resmi düzeye taşınması; bu durum, özellikle stratejik ve lojistik sektörlerde, savunma sanayinde, yüksek teknoloji alanında ve sağlık sektöründe ABD ve İsrail menşeli ürünlerin resmen boykot edilmesi için zemin hazırlayabilir. Elbette bu, lojistik ve stratejik açıdan ciddi hazırlık ve zaman gerektiren bir süreç.
ABD hegemonyasının küresel ölçekte kırılması; bu durum, bölgesel düzeyde de bir kırılmaya yol açacaktır. Ayrıca başka küresel güçler de bunun etkisiyle yükselişe geçebilir -tabi bu durum yine de Filistin davasına ve halkına yönelik resmi uluslararası desteğin illa da artmasına yol açmayabilir-.
Sonuç olarak; Trump’ın kışkırtıcı söylemleri, kibirli yaklaşımı ve başka halklara yönelik dayatmaları ciddi tehditler içerse de, yukarıda sayılan faktörler ışığında, bu tehditler önemli fırsatlara dönüşebilir. Böylece ABD hegemonyasının yanı sıra ABD ile birlikte İsrail’in uluslararası hukuk ve temel insani ilkeler üzerindeki tahakkümünün kırılması mümkün hale gelebilir. Nitekim bugün Kanada ve Meksika gibi ülkelerde ABD mallarına yönelik boykot çağrıları artarken, bu eğilim yarın daha da yayılabilir. Bu dinamik üzerine inşa edilecek ulusötesi insani bir ittifak, ABD ve siyonist işgalci güce ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel düzlemlerde karşı durmayı hedefleyen bir zemin sağlayabilir. Bu durum, Filistin halkının haklarını savunan ve siyonist suçlara karşı çıkan küresel halk hareketlerinin içinde, geniş sosyal ve siyasal katmanları kapsayan yeni bir halk ittifakının doğmasına yol açabilir. Eğer bu gerçekleşirse, Trump yönetimi ve onun saldırgan politikaları, ABD’nin ve İsrail’le birlikte Filistin’de yürüttüğü suç niteliğindeki politikalarının prangalarından kurtulmak için bir fırsata dönüşebilir.
Hayyan Cabir, Yazar ve siyasi araştırmacı, El-Arabi El-Cedid dergisinin Filistin ekinin hazırlayıcısı ve editörü