Suriye’deki Geçiş Sürecinin Başarısını Etkileyecek 7 Kritik Faktör

Ahmed Atawna*

Suriye ister seküler, ister milliyetçi, ister İslamcı ya da kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın; her Arap’ın duygu ve düşünce dünyasında özel bir konuma sahiptir, çünkü her birinin bu ülkede bir tarihi vardır. (Arapların) İlk imparatorlukları olan Emevî Devleti’nin merkezi Şam’dı; İslamcı, ulusal solcu, milliyetçi fikir ve hareketlerin yanı sıra şiir ve sanat alanlarında da Şam’ın kendine özgü katkıları olmuştur.

Suriye halkının gerçekleştirdiği son devrim, birçokları için ilham kaynağı oldu. Bu ve başka sebeplerle, Esad rejiminin düşmesinin ardından Suriye’nin geleceği ve yönetim biçiminin nasıl şekilleneceğine dair belirgin bir ilgi ortaya çıktı.

Görüşler, Suriye halkının özgürlük ve haysiyet hakkı konusunda birleşti ve herkes Suriye halkının hak ve özgürlükler, ulusal egemenlik ve halk iradesine dayalı bir devlet inşa edebileceğine dair umutlarını dile getirdi.

Ancak geleceğe ilişkin görüş ayrılıkları ve siyasi ve sosyal bileşenlerin yönelimlerine ilişkin endişeler hızla su yüzüne çıktı. Suriye’nin geleceği, oradaki devletin doğası ve kimliği konuları tartışmaya açıldı; Suriyeli sekülerler ve Araplar, laik bir devlet talep etmekte hızlı davranırken, İslamcılar ise devrimcilerin ve Suriye halkının çoğunluğunun kimliğinin net olduğunu ve devletin İslami kimliğinin bir gerçeklik olduğu görüşünü savundular.

Bu görüş ayrılıkları ister İslami ister seküler, ister muhafazakar ister liberal olsun; tüm siyasi bileşenlerin yüksek sorumlulukla hareket etmelerini ve başka ülkelerde ve yerlerde yaşanan benzer gerginliklerden ders çıkarmalarını zorunlu kılmaktadır.

Belki de şu anda, devrimin Esad rejimini devirmedeki başarısından ve Suriyeliler ile Arapların arzuladığı devleti inşa etme umudundan sonra, Suriye’deki dönüşümü ve Suriye’nin siyasi geleceğini etkileyecek bazı konuları ele almak faydalı olacaktır.

  1. Radikal Eğilimlerin Dizginlenmesi

Sekülerler ve İslamcıların, “mutlak hakikate” sahip olmadıklarını idrak etmeleri gerekir. Sahip oldukları düşünceler ve yöntemler, daha spesifik bir ifadeyle halkı yönetme, toplumsal işleyiş, devlet kurma konusundaki görüşler, “nispeten doğru olan” beşerî deneyimlerdir. Suriye örneğinde bu deneyimler yetersiz ve henüz test edilmemiştir; bu da fikir ve yaklaşımları sunarken alçakgönüllü olmayı gerektirmektedir.

Herkesin sınırlı bilgi, deneyim ve uzmanlığı göz önüne alındığında, başkalarına ve onların fikirlerine hoşgörü gösterilmesi ve iddialarını test etmek için yeterli fırsat tanınması son derece önemli, hatta kaçınılmazdır.

Yöntemler, fikirler ve uygulamalar üzerindeki karşılıklı etkileşimi, medeni ve hukuki yollarla gerçekleştirelim; kendi deneyimimizi ise rekabet, yapıcı eleştiri ve pozitif çekişme ile geliştirelim. Bugün sekülerlerin, devrimle iktidara gelen bir İslamcıdan kendi seküler fikirlerini uygulamasını, ve İslamcıları ve düşüncesini dışlamasını talep etme hakkı yoktur.

Aynı şekilde İslamcı da, iktidardayken diğerlerine fikirlerini ve değerlerini halka sunmaları için alan ve fırsat vermelidir; uygulamaları ve performansı değerlendirecek olan taraf halk olmalıdır.

Devrim, halkın tam anlamıyla özgürlüklerini elde edebilmesi için başlatıldı. Özgürlük, insanları harekete geçiren en yüce değerdir ve devrime meşruiyetini veren gerekçedir. Bu nedenle kitlelere programlar, partiler ve gruplar arasında seçim yapma özgürlüğü vermek bir hak ve görevdir.

Hiçbir parti, hakikate ya da insanlar ve onların geleceği için en iyi olana sahip olduğuna inandığı için halk üzerinde vesayet iddiasında bulunmamalıdır. Ötekini olduğu gibi kabul etmek çoğulculuğun ve siyasi eylemin koşuludur ve ötekini yadsımaya yönelik her türlü girişim otoriter sistemi yeni bir kılıkta yeniden üretmek anlamına gelir.

  1. Benzersiz ve İstisna Olma İddiasında Bulunmaktan Kaçınma

Arap Baharı’nın deneyimlerinden ve son on yıldaki değişim girişimlerinden yararlanmak, herkesle işbirliği yapma konusunda ciddiyet göstermek, dışlamadan tüm potansiyellerden faydalanmak ve içerideki farklı bileşenleri, dış müdahaleler ve bölgesel kamplaşmalar karşısında korumak gerekir.

Bireysellik, parçalanma, fırsatçılık, önyargılar, siyasi çekişmelerde aşırılık ve beklenen ya da hayal edilen sonuçlara hemen ulaşma aceleciliği, bunların hepsi, uzun yıllar boyunca totaliter bir devletin gölgesinde yaşamanın mantıksal bir sonucu olarak, herkesin sınırlı deneyim ve siyasi bilgi birikimi ile birlikte ortaya çıktı. Bu durum, bölge halklarının yeni bir tarihsel döneme geçiş yapma ve baskı, yolsuzluk ile cehaletten kurtulma yolunda karşılarına çıkan pek çok fırsatı yok etti.

  1. Sonuca Hemen Ulaşma Aceleciliği

“Suriye pastası” henüz pişmemiş olup hem iç hem de dış kaynaklı büyük tehlikelerle çevrilidir. Bu tehlikeler, öncelikle deneyimin başarısını, ülkenin istikrarını ve yeniden inşasını sağlama konusunda dikkatli olunmasını gerektiriyor. Ardından, yönetim, nüfuz ve statü üzerinde herkesin meşru bir rekabet ortamına katılması sağlanmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, bu yetkiyi verme hakkı yalnızca Suriye halkına aittir; halk, meşruiyeti tanıma ve geri çekme konusunda tek yetkilidir.

Bu mesele herkesi ilgilendirmekle birlikte, bugün iktidarda olan grup, Tahrir eş-Şam Cephesi ya da İslamcılar, bu meselenin birincil muhataplarıdır. Başkalarını dışlama, tahakküm kurma ve ötekileştirme arzusunun tuzağına düşmek, bu deneyimi baltalamanın kapısını aralayacak ve ülkeye olumsuz müdahale etmek isteyen herkese kapı açacaktır.

  1. İkiyüzlü Batı

Batılı ülkelerin üçüncü dünya meseleleriyle ilgilenme konusundaki uzun geçmişine dayanarak ve Arap Baharı ülkelerine yönelik tutumlarından ders alarak, Batı’nın çoğunlukla ikiyüzlü ve bölgemizdeki değişime düşman olduğunu, halkların özgürlüğünü ve özgür iradesini desteklemediğini, despotluğu ve totaliter rejimleri güçlü bir şekilde desteklediğini söyleyebiliriz.

Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları konusunda tekrarladıkları tüm sloganları bitmek bilmeyen bir yalanlar silsilesidir. Batı, bölgemize ve ülkelerimize sadece emperyalist çıkarlar, hedefler ve projeler çerçevesinde bakmaktadır.

Bu nedenle hiçbir Batılı ülkeden destek beklememeli, aksine onların hedef ve politikalarının farkında olmalı, planlar yapmalı ve yıkıcı rolleriyle yüzleşmek için kendimizi hazırlamalıyız. Onların kaba müdahalelerinin dosyaları daima mevcuttur: Kadınlar, azınlıklar, ifade özgürlüğü ve diğerleri. Bunlar son derece önemli ve hassas meselelerdir ve Arap ve İslam dünyasında bizler, bu ve diğer konularla başa çıkmak için medeni, adil ve hakkaniyetli yaklaşımlar üretebilecek değerlerimizi ve kavramlarımızı yansıtan kendi felsefemizi, kavramlarımızı, değerlerimizi ve mekanizmalarımızı üretmeliyiz.

  1. Batı’ya Bel Bağlamak

Bu tutum, değişime yönelik ölümcül bir reçetedir ve bunu benimseyenler için de geçerlidir; zira bazı yerel aktörler, kadın ve azınlık hakları gibi temel hakları savunma kisvesi altında Batı ülkelerindeki kurumlardan ve azınlıklardan faydalanmakta, bu da genellikle olumsuz olan dış müdahalelere kapı aralamakta ve iç durumu karmaşıklaştırarak düşmanlık ve kutuplaşma durumunu arttırmaktadır.

Suriye örneğinde, bunun adayları esas olarak seküler, sivil toplum ve azınlık güçleridir; bunların bir kısmı şu anda yabancı koruma altında hareket ederken, diğerleri de bu korumayı kendilerine çekmeye çalışmaktadır.

Belki de dış desteğe bel bağlayan herkese ders olması gereken en önemli örnek, meşruiyetini hiçbir zaman kendi halkına dayandırmayan -özellikle devrim yıllarında- dış desteğe bel bağlayan Esad rejiminin kendisidir ve belki de onun dramatik sonu, halkın ulusal iradesinden uzak bir yönetimin ya da katılım için meşruiyet arayan herkese ders niteliğindedir.

  1. İsrail

Bölgeye, tarihine ve kültürel-siyasi kimliğine yabancı olan, emperyalist bir araç ve yerleşimci-sömürgeci bir varlık niteliğindeki bu devlet, kimileri onunla normalleşse veya onunla dostluk kursa bile, Suriye’de ve bölgenin genelinde herkesin ortak düşmanıdır. Halklar, bölgede İsrail dışında başka bir ortak düşmanlarının olmadığını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle, onunla işbirliği yaparak korunma arayışına girmek ya da nüfuzunu güçlendirmek amacıyla ona bel bağlamak, hiç kimsenin işlememesi gereken bir suçtur.

Özellikle, İsrail’in yeni Suriye’ye ilişkin ilan ettiği vizyonunun, bölünmeyi ve ABD ile diğer ülkeler tarafından desteklenen çoklu oluşumların kurulmasını içerdiğini fark ettiğimizde, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılmaktadır. Bu vizyon, bölgenin yeniden parçalanmasına ve azınlık oluşumları ile rejimlerinin inşasına dayanan bir anlayışla örtüşmektedir. Böylelikle İsrail, azınlık oluşumları ve devletleri fikrine dayanan bir bölgenin parçası olarak, kendisine atfedilen anomali niteliğini reddetmiş olmaktadır.

  1. Devletin Kimliği

Üzerinde ısrarla durulması ve hayata geçirilmesi gereken ortak payda, herkesin özgürlüklerini güvence altına alan, tüm vatandaşlarının haklarını koruyan, güvenlik, bakım ve eşit fırsatlar sağlayan, çoğulcu ve sivil bir vatandaşlık devleti inşa etmektir.

Despotluğun, askeri yönetimin ve totaliterliğin karşıtı olan devletin sivilleşmesi, İslamcı, milliyetçi ve seküler düşünce açısından ortak bir meseledir. Devletin kimliği bir iç kriz teşkil etmemelidir. Ayrıca, farklı bir siyasi sistem inşa etmeye yönelik herhangi bir girişim, birçok iç ve dış gücün bu deneyimi bozması için bir giriş noktası olacak ve Suriye’nin parçalanmasına yol açarak toparlanmasını ve yeni bir aşamaya geçmesini engelleyebilecektir.

Hiç şüphe yok ki bu konuda en büyük sorumluluk, bugün yönetimi elinde bulunduranlara, en büyük güç payına sahip olanlara, siyasetin ve coğrafyanın dizginlerini ellerinde tutanlara düşmektedir. Sayın Ahmed eş-Şara ve ekibinin bu meselede göstereceği başarı, Suriye’nin geleceğe doğru güvenli bir şekilde ilerlemesi açısından hayati önem taşımaktadır.

Siyasi veya askeri bir çatışma veya çarpışma durumuna sürüklenmek, kaçınılmaz bir başarısızlık anlamına gelir. Yerel güç ve olanaklara aldanmak ise, dışarıdan destek arayarak güç kazanmaya çalışmak kadar büyük bir tehlike teşkil eder.

Hiç şüphe yok ki Suriye’nin tüm siyasi ve toplumsal bileşenleri tarihi bir sınavla karşı karşıyadır. Ya ülkelerinin, halklarının ve geleceklerinin çıkarlarını ön planda tutarak bu tarihi dönüm noktasının başarıya ulaşmasını sağlayacaklar, ya da birden fazla Arap ülkesinde olduğu gibi dar bir çerçevedeki çıkarlarını ön planda tutarak bu tarihi anı kaçıracaklardır.

Suriye’deki farklı tarafların, bölge halklarının ve siyasi bileşenlerinin Suriye’ye odaklandığını ve Suriye’den kendilerine yeniden umut kapısı açacak başarılı bir deneyim sunmasını beklediklerini, bu durumun da omuzlarındaki sorumluluğu iki katına çıkardığını anlamaları gerekiyor.

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu