Batı Şeria’daki Direniş
Filistin’de birliği güçlendirmek için bir fırsat mı yoksa riskleri mi arttıracak?
Ahmet Atawna*
Batı Şeria’da direniş eylemleri son aylarda önemli ölçüde arttı ve aynı zamanda silahlı direniş gruplarının sayısı, imkanları ve eylem kabiliyeti de artıyor gibi görünüyor. Özellikle kalabalık bir nüfusa ve seçkin bir direniş geçmişine sahip olan El-Halil şehrinin direniş eylemlerine dahil olmasından sonra bu durum daha belirgin bir şekilde görüldü. Buna paralel olarak İsrail’in Filistin şehirlerine, mülteci kamplarına ve köylerine yönelik saldırıları arttı ve işgal güçleri, özellikle Tulkarim ve Cenin’de kasıtlı olarak altyapıda büyük yıkımlara neden oldu.
Bu gelişmeler Filistinli yazar ve aydınlar arasında Batı Şeria’daki silahlı direniş eylemlerinin Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki savaş üzerindeki olası etkileri, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırganlığını durdurmada ne ölçüde faydalı olacağı ve işgal ordusunun bu operasyonları Gazze’de yaptığı yıkım, öldürme ve hak ihlallerinin benzerini Batı Şeria’da da gerçekleştirmek için bahane etmesi olasılığı gibi meseleler tartışmalara konu olmuştur.
Bu görüş, -ki aralarında direnişin Gazze Şeridi’ndeki rolünü savunan ve destekleyenler de var- bununla beraber bu görüşün kastettiği kısacası acımasız Siyonist saldırı makinesine karşı Gazze’yi yalnız bırakalım, Filistin halkının bir kısmı -ki işgalci İsrail halkımızı zorla parçalara ayırmıştır- yalnız başına güçlüklere göğüs gersin ve dirensin, halkımızın geri kalanı ise tüm İslam ve Arap dünyasının yaptığı gibi, diğer coğrafyalardaki unsurların yaptığı gibi savaşın gidişatına bir etkisi olmayan sınırlı roller ile yetinsin, Gazze’de direnen bir avuç insanın kahramanlıklarını konuşsun, onlara olan sevgi, hayranlık ve takdirlerini dile getirsinler ve bununla yetinsinler. Filistinli şair Mahmud Derviş’in şu dizelerini hatırlatıyor: “Öl ki seni ne kadar sevdiğimizi bilesin.”
Stratejik nitelikte zararlar
Bu fikir veya duruş, Filistin davasına ve halkına ilişkin stratejik tehlikeler ve zararlar içermektedir. Batı Şeria’nın güvenlik nedeniyle işgalci İsrail’le açık çatışmaya katılmaması ve bir fırsatı kaçırması ne anlama geliyor?
Birincisi: Filistinliler farklı nüfus merkezlerinde yaşamaya zorlanırken, Filistin halkının bileşenleri arasında parçalanma ve bölünmenin sürdürülmesi, 1948 yılından bugüne kadar işgalci İsrail’in politikalarına ve dayattığı koşullara teslim olunması: İşgalci İsrail Filistinlileri 48 Arapları, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve diaspora olmak üzere farklı coğrafi gruplar şeklinde yaşamaya zorlamıştır. Uzun yıllar boyunca bu toplulukları siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal olarak birbirinden ayırmak amacıyla farklı yaşam koşulları dayatmıştır. İsrail’in Filistin toplumunu tek tek ayırmadaki başarısı, bu politikaya teslim olmak ve Filistin halkının birliği ve davasının birliği fikrinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
İkincisi: Bir kez daha, çok zor bir tarihsel dönemde, işgale kolektif olarak karşı çıkamama ve çeşitli Filistin nüfus gruplarını işgalle etkili bir yüzleşmeye kolektif olarak girişecek şekilde organize edememe ile bağlantılı kronik Filistin liderliği başarısızlığını bir kez daha vurgulamak gerekir; 1982, 1987, 2000 ve sonuncusu Aksa Tufanı” olan Gazze savaşları gibi önemli zamanlarda kolektif karşı duruşu organize edemeyen liderlik krizi en büyük sorunlardan biridir.
Üçüncüsü: Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler ile Batı Şeria başta olmak üzere Filistin coğrafyasının geri kalanı arasında etkileri kolay kolay ortadan kalkmayacak derin bir uçurum yaratmak. Kendini koruma gerekçesiyle Batı Şeria’daki işgale karşı çıkmama çağrısı nasıl haklı gösterilebilir? Ve aşırı radikal İsrail hükümetine Batı Şeria’yı tahrip etmesi için gerekçe sunmamak mı? Sanki Gazze’deki Filistinlilere yalnız olduğunuzu, bir kardeşinizin, bir desteğinizin olmadığını, katliamlara, öldürmelere, yıkımlara maruz kalmaya dayanabilecek tek kişinin siz olduğunuzu söyleyen bir mesaj mı verilmek isteniyor?
Şu durumda bizim yapmamız gereken bunun tam tersidir. Çünkü bunun Filistin davasının ve Filistinlilerin geleceğine, onların birliğine, davasının birliğine yansımaları olacaktır. Bu, “Tek halk, tek toprak ve tek dava” sloganıyla nasıl bağdaştırılabilir? Batı Şeria’nın ödeyebileceği her bedel, Filistin halkının birliği, kader ve proje birliği çerçevesinde telafi edilebilir. Ancak bu tutumdan kaynaklanabilecek derin bir bölünme, Filistinlilere ve davalarına büyük zarar verecek, işgal projesine hizmet edecek ve aşılması onlarca yıl sürebilecektir.
Dördüncüsü: İsrail’in Batı Şeria’ya yönelik, yerinden etme ve ilhak da dahil olmak üzere bir Filistin devleti kurma fırsatını baltalayan politikaları devam ediyor ve her gün sessizce uygulanıyor. Batı Şeria’nın sakinliği ve burada uzun yıllardır silahlı direnişin olmayışı, işgal politikalarına bir engel olmaktan ziyade, işgali sürdürme politikalarının uygulanması için ideal bir siyasi ve güvenlik ortamı yaratmıştır. Bunun en belirgin kanıtı Batı Şeria’daki yerleşimcilerin, yerleşim yerlerinin, askeri kontrol noktalarının ve arazi müsaderelerinin sayısındaki artıştır. İşgale karşı durmak bu yayılmacı işgal faaliyetlerinin engellenmesine ve başarısızlığa uğramasına yol açabilir, ancak sükûnet kesinlikle bunu sağlayamaz. Birileri Batı Şeria’yı ilhak etmeyi, halkını yerinden etmeyi ve Filistinlilere alternatif yurt çözümünü sessizce, direniş ve çatışma olmadan dayatabileceğini düşünüyor.
Beşincisi: Bu savaşın çıkış noktaları ve hedefleri son derece ulusaldır ve Batı Şeria ve geleceğiyle ilgili meselelerle doğrudan ilgilidir. Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşimler ve savaştan önce İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların yüzde 90’ından fazlası Batı Şeria’daki erkek ve gençlerden oluşuyordu. Dolayısıyla bu savaş tam anlamıyla Batı Şeria’nın savaşıdır ve Gazze Şeridi ve sakinleriyle ilgili doğrudan belirli bir hedefi yoktur. Gazze’deki direniş kısmi, “bireysel” kurtuluş aramak isteseydi kendisine sunulan bazı özel çözümleri kabul ederdi. Bu gerçek, bu savaşta Batı Şeria’ya özel bir sorumluluk yüklemektedir.
Gecikmiş de olsa belirleyici bir rol
Batı Şeria’nın tarafsız kalmasını savunan bazıları, artık Batı Şeria’nın ve genel olarak Filistin sorununun karşı karşıya olduğu tehlikelerin ve Batı Şeria’nın işgale karşı koymada bir rol oynamasının gerekliliğinin farkında olduklarını ancak silahlı direnişin şu anda bu rol için uygun olmadığını düşündüklerini ifade ediyorlar.
Ayrıca Batı Şeria’nın bu çatışmaya girişmekte gecikmesinin, rolünün önemini ve etkinliğini azalttığına inanıyorlar. Gazze’de katliam ve yıkım zaten yaşandı. Batı Şeria’da direniş eylemlerinin şu an gelişmesi mevcut gerçeği değiştirmeyecek ve Gazze’deki savaşın sonuçlarını etkilemeyecektir. Bu yanlış ve mantıksız bir görüştür ve başta Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail güvenlik servisleri olmak üzere çeşitli tarafların Batı Şeria’dan gelen tutumlara gösterdiği büyük ilgi, Batı Şeria’nın savaş sahnesi ve siyasi ortamı açısından öneminin ve etkisinin boyutunun kanıtından başka bir şey değildir.
Savaşın başlangıcından bu yana ABD, birçok Amerikalı yetkilinin defalarca dile getirdiği gibi Batı Şeria’da sükunetin sağlanması için çalıştı. Amerika’nın bu konudaki ilgisi, Filistinlilere saldırarak gerginlik yaratmaya çalışan bazı yerleşimcilere yaptırım uygulama noktasına ulaştı.
Pek çok İsrailli askeri ve siyasi lider ve uzman da Batı Şeria’daki olası bir patlama ve bunun İsrail’in güvenliği ve Gazze’deki savaşın gidişatı üzerinde yaratabileceği ciddi yansımalar konusunda uyarılarda bulundu. Binaenaleyh Amerikalılar ve İsrailli uzmanlar, Batı Şeria’nın rolünün öneminin, etkinliğinin ve bunun Gazze’deki soykırım savaşına ve Filistin meselesine yansımalarının farkındadır. Bunlardan bazılarını sayabilir:
Birincisi: Batı Şeria’nın sahip olduğu stratejik “coğrafi, güvenlik, askeri ve ekonomik” konum nedeniyle İsrail iç cephesindeki baskı. Bu, Tel Aviv’deki radikal hükümetin pozisyonunun değişmesine katkıda bulunabilecek ve savaşın sona ermesine yol açabilecek en önemli faktördür. Çünkü bölgesel ve uluslararası siyasi ve askeri ortam Netanyahu ve hükümeti üzerinde baskı kurma konusunda etkisiz kalmıştır.
İkincisi: Orduyu meşgul etmek, yormak, moralini bozmak. İşgal ordusu, kuvvetlerinin büyük bir kısmını Gazze Şeridi’nin 16 katı büyüklüğündeki ve yaklaşık bir milyon Siyonist yerleşimcinin yaşadığı Batı Şeria’ya konuşlandırmak zorunda kalacak. Kuzey Cephesi’nin karşılaştığı zorluklara bu baskı da eklenirse, Gazze’deki savaş üzerinde net bir etki yaratacak, saldırganlığın frenlenmesine ve soykırımın durdurulmasına yol açacaktır.
Üçüncüsü: Batı Şeria’nın bu savaşa dahil olması için henüz çok geç değil. Çünkü işgal ordusu, 11 ay süren savaşa ve yol açtığı yıkım ve kıyıma rağmen Gazze Şeridi’ni kontrol altına alamamış, birçok mahalle ve kampa girmek için hâlâ büyük askeri operasyonlara ihtiyaç duymaktadır. Askeri operasyon yapıp çıktığı bölgelerde direnişin yeteneklerini yeniden inşa etmesinden sürekli bahsediyor. Dolayısıyla savaşı kendi istediği gibi çözmekten ya da bitirmekten hâlâ uzaktır. Bu da demektir ki Gazze’yi mümkün olan her şekilde desteklemek, direnmek ve arkasında durmak ulusal, ahlaki ve insani bir zorunluluktur.
Dördüncüsü: Batı Şeria direnişiyle kendisini, geleceğini, ulusal projesini savunmak ve bu proje için gereğini yapmak durumundadır. Rolü sadece Gazze’ye destek bağlamında okunmamalı; daha ziyade bu aşırıcı hükümetin Batı Şeria’ya, Filistin halkına ve onların ulusal ve siyasi geleceğine yönelik planlarını engellemek için gerekli, acil ve meşru bir eylem olarak okunmalıdır. Hele ki işgal hükümetinin, Filistin’in varlığını ve siyasi geleceğini tehdit eden bir “çatışma çözümü (çatışmanın sonlandırılması)” planının benimsediği netleşmiştir. Bu planla yüzleşmek, nerede olursa olsun tüm Filistinlilerin üzerine düşen ulusal bir görevdir. Öyle ki ileride “sarı öküzü vermeyecektik” dememek için bugün birlikte olmak gerekmektedir.
Sonuç
Yukarıdakilerin tümü, sömürgeci güçler ve Batılı kibir tarafından desteklenen vahşi bir işgalle açık bir yüzleşmeyle ilişkili korkuların anlaşılmadığı anlamına gelmez. Özellikle Filistin halkını ve onların isteklerini temsil eden ve bu tarihi dönemeçte onlara liderlik etme kapasitesine sahip bir Filistin liderliğinin yokluğundan kaynaklanan zayıf Filistin siyasi ortamı ışığında bu oldukça zordur. Diğer taraftan iç bölünmenin Filistinlilerin başarılı sonuç alma ihtimallerine yansımasının yanı sıra, Arap ve İslam desteğinin olmayışı; buna mukabil Batı’nın kör önyargısı ve savaşta Amerika’nın İsrail’e olan tam desteği ve işbirliği hep birlikte düşünüldüğünde korkular anlaşılabilir. Ancak bu faktörler maalesef uzun süredir mevcut, ve soykırımı durdurmak ve saldırganlığı dizginlemek için bunlarda köklü bir değişiklik beklemek ne mantıklı ne de gerçekçi görünüyor. Bu durumda her Filistinli birey, grup veya topluluk kendisini, davasını ve geleceğini savunmak, İsrail saldırganlığının durdurulmasına ve soykırıma son verilmesine katkıda bulunmak için elinden geleni yapmalıdır.
*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü
Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.