Gazze’deki Savaş Karşısında Arap Kamuoyunun Tepkisine İlişkin Bir Değerlendirme

Ahmed Atawna*

Gazze savaşının sona ermesini talep eden ve İsrail barbarlığını kınayan küresel çaptaki büyük tepkiler geleceğe dair bir iyimserlik uyandırdığı kadar, Arap kamuoyunun savaşa verdiği tepkinin düzeyine ilişkin acı bir karşılaştırmaya da kapı aralıyor.

Başta Filistin direnişinin sözcüsü Ebu Ubeyde olmak üzere birçok Filistinli ve Arap tarafın bu zulüm karşısında ayağa kalkma yönündeki çağrılarına rağmen, Arap kamuoyunun tepkisi sınırlı ve tereddütlü kalıp mücadele seviyesine ulaşamamıştır. Yapılan çağrılar, “çölde” neredeyse hiç iz bırakmayan bir çığlık olarak kaldı. Ne Arap halklarının tutumlarını ne de bunu etkileyen faktörleri düşünmeye sevk edebildi.

Çaresizliğin Eşlik Ettiği Bir Sempati

Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi’nin geçen ocak ayında yayınladığı gibi bazı anketler, Arap dünyasının tutumuna aşina olanlara göre zaten bilinen şeyleri doğruluyor. Bunlar da şunlar ki, Arap halklarının büyük çoğunluğu Filistin halkının, onların haklarının ve meşru mücadelelerinin yanında olup işgalci oluşumu tanımayı ve onunla ilişkileri normalleştirmeyi reddediyor, Filistin sorununu ana meseleleri olarak görüyor ve işgalci oluşum ile onun hamisi ABD’yi bölgedeki güvenlik ve istikrara yönelik ana tehdit olarak görüyor. Ne var ki, bu farkındalık ve destek savaş sırasında etkili, güçlü ve baskın bir halk eylemine dönüşmek bir yana, katliamların boyutunun artmasına rağmen zayıflık, kayıtsızlık ve kararsızlık seviyesinde kaldı.

Bu yazıda bu davranışın ardındaki hem öznel hem de nesnel nedenleri tartışmaya açmaya çalışacağız. Bu noktada hareketlerin ve halkların siyasal ve toplumsal davranışlarını değerlendirmenin ve yorumlamanın titizlik ve derinlemesine araştırma gerektiren karmaşık bir mesele olduğunun tamamen bilincindeyiz. Ancak Arap ve Filistin meseleleriyle ilgilenen herkes için son derece önemli olduğundan hareketle, yazımız bu davranışın incelenmesi için giriş teşkil edebilecek bir anlamlandırma çabasıdır.

Arap halk hareketini diğerlerinden ayıran noktalar:

  • Sınırlı tepki ve az sayıda katılımcı görülmesi. Örneğin savaşın başlangıcından bu yana ve en şiddetli anlarında dahi Arap sokaklarında milyonların katıldığı devasa yürüyüşlere tanık olmadık.
  • Gösterilerin yapıldığı ülkelerin siyasi açıdan ortak bir zemine sahip olmaması. Yani belirli bir eksene dayanmadığı için karşılıklı eksenler politikası olarak adlandırılmayıp farklı unsurların bir karışımı olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu noktada sadece siyasi bir sınıflandırma yardımcı olmayabilir.
  • Kısa ömürlülük ve savaşa günlük veya aylık yürüyüşlerle bile ayak uyduramama
  • Halk hareketlerinin hükümetlerinin savaşa yönelik duruşları üzerinde etkisinin olmaması, rejimlerin kendi hesaplarına dayalı olarak tutumlarını sürdürmeleri ve sokaktaki hareket veya gelişmeleri dikkate almamaları.
  • Halk hareketinin devletin resmi politika sınırlarına uyması veya zaman zaman bu sınırları aşması ve bunun hareketin etkisiz ya da işlevsiz kalmasına yol açması.

Mesele Sadece Güvenlik Değil

Pek çok kişi en kolay yoruma kaçarak Arap hareketinin zayıflığını, Arap ülkelerinin çoğunluğundaki güvenlik sorununa ve gösterilere katılanların veya kendi ülkelerinin politikalarına karşı çıkanların ödeyebileceği bedellere bağlıyor. Ancak bu açıklama tek başına yetersiz kalıyor. Nitekim pek çok Arap ülkesi, halk hareketleri için makul bir alan sağladı ve Arap başkentlerinde güvenlik baskısı ya da göstericilerle girilen şiddetli çatışmalar görmedik.

Dolayısıyla bu kamuoyu tutumunu anlamaya çalışmak ve arkasındaki şeyi değerlendirmek hem önemli hem de zordur. İşte Arap halklarının tutumunu etkilediğine inandığım faktörler:

  • Arap halkları ve seçkin güçleri arasındaki özgürlük kavramı krizi ve buna verilen değer. Bu, son yıllarda birçok noktada görülmeye başlandı. Arap halkları, özgürlüğü olağanüstü mücadeleye layık ulvi bir değer olarak benimsemiş görünmüyorlar. Asgari özgürlükle ya da hiç özgürlük olmadan yaşamaya hazır görünüyorlar. Hatta tiranlığı teorileştiren, meşrulaştıran ve kendilerine tanınan dar özgürlük alanıyla yetinen entelektüel bir kesim bile bulabilirsiniz. Bu ortamda, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde, özellikle de Batılı ülkelerdeki protestocuların yaptığı şekilde kendini ifade etme ve engellere meydan okuma becerisi azalmaktadır.
  • Sokağın ve sokağı harekete geçiren güçlerin, siyasi ve sendikal haklar gibi yerel konularda bile zayıf kalması. Ciddi ve etkili bir hareket yok denecek kadar az olduğundan devlet ve kurumları kamusal yaşamın tek veya en etkili aktörü olmaya devam ediyor. Bu şekilde destek bulamayan vatandaş devlete ve onun kurumlarına mahkum oluyor.
  • Parti, toplum ve sendika yapılarının kapasitelerinin sınırlı olması ve siyasi gelişmeler ile Filistin meselesi gibi karmaşık ve küresel meselelere tepki gösterme konusundaki deneyim eksikliği. Nitekim bu yapılar, kendi ülkelerinde bir iç krize veya siyasi sistemlerle çatışmaya yol açmadan ilkesel meselelere veya ortak küresel endişelere tepki göstermeyi sağlayacak kamusal eylem alanını inşa etmeyi başaramadı.
  • Önceliklerin farklılaşması. Bağımsızlıkların ardından Arap halkları arasında siyasi ve sosyal öncelikler açısından bariz bir farklılık ortaya çıktı ve bu durum Arap Baharı’ndan sonra daha da kötüleşti. Pek çok ülkede, halkları için son derece önemli olan bir dizi acil ulusal mesele ortaya çıktı. Bu durum birçok siyasi ve toplumsal güç arasında önceliklerin belirlenmesi konusunda ciddi bir kafa karışıklığına yol açtı ve Filistin meselesini ve bunun önceliğini etkiledi.
  • Arap Baharı ve karşıt devrimlerden kaynaklanan ulusal yıpranma. Pek çok Arap halkı, Arap Baharı’nın ve ardından gelen karşıt devrimlerin siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal düzeylerdeki etkilerini doğrudan ve dolaylı olarak hâlâ yaşamaktadır ve bu durum, başlangıçta sınırlı olan canlılık ve etkinliklerini tüketmektedir.
  • Protestolara ilişkin resmi tutum. Filistin davasına destek olan ülkeler bile halk hareketlerini hoş karşılamıyor ve onlardan endişe duyarak olumsuz bir yaklaşım sergiliyorlar.
  • Arap toplumlarında genellikle halk hareketlerine, siyasi ve toplumsal dönüşümlere öncülük eden orta sınıfın zayıflaması ve gerilemesi. Birçok Arap ülkesinde bu sınıf ortadan kalkmış durumda. Toplum, ezici çoğunluğu fakir ve azınlığı zengin olmak üzere iki temel sınıfa bölündü. Bu iki sınıf, zıt şeritlerde olmalarından ötürü halk hareketlerinde etkili olamıyorlar. Gelecek kaygısı ve ciddi ekonomik sıkıntılar yoksulların önceliğini geçinmeye vermelerine sebep olurken, zenginler ekonomik istikrar ve ticari çıkarları için kaygılanıyorlar. Bu şekilde iki sınıf arasında mantığa aykırı olsa da ortak bir payda oluşmuş oluyor ve istikrarı koruma ve resmî kurumların pozisyonlarıyla uyumlu olma arzusu ortaya çıkıyor.

Bu faktörler ve diğerleri, sadece Gazze’de mücadele edenleri hayal kırıklığına uğratmakla kalmayıp, aynı zamanda geleceğe yönelik tehdit oluşturan mevcut tutumu açıklamak için derinlemesine incelenmelidir. Bu durum, tüm siyasi ve sosyal bileşenlerin, sendikaların, entelektüel ve kültürel elitlerin düşüncelerini, programlarını ve politikalarını yeniden gözden geçirmelerini ve toplumda oynadıkları rolü ve performanslarını değerlendirmelerini gerektiriyor.

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu