Türkiye Siyaseti ve Gazze Savaşı: Filistin Davası Yerel Seçimleri Etkiledi Mi?
Mehmet Rakipoğlu[*]
İsrail-Filistin çatışmasının merkezinde yer alan Gazze meselesi yerel bir çatışma atmosferiyle sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel dengeleri de ciddi oranda etkilemiştir. Birçok ülke 7 Ekim Aksa Tufanı sonrası sürecin nereye evirileceğine dair hesaplamalar yapmış ve buna göre siyaset belirlemiştir. Türkiye’nin Filistin veya daha özelde Gazze politikası ise 7 Ekim sonrası İsrail’in soykırımı ile başlamamıştır. Bu anlamda, Türkiye gerek devlet gerek farklı ideolojik tandanslı partiler gerekse sivil toplum olarak 1948’den beri sistematik biçimde devam eden İsrail işgaline karşı duruşu benimsemiştir. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009’da Davos zirvesindeki ifadeleri ve süregelen gelişmelerde Filistinli fraksiyonlara desteği Türkiye siyasetinde Filistin’in önemli bir noktaya tekabül ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla Filistin davasının, Türkiye’nin bölgedeki en temel hassasiyetlerinden biri olarak süregelen bir yer edindiği ifade edilebilir. Dahası birçok uzmana göre de Türkiye siyasetinde Filistin davası, İsrail ile ilişkilerin merkezinde ve iç politikada da devamlı bir odak noktası olmuştur. Filistin halkının maruz kaldığı zulüm, Türkiye’nin geniş siyasi yelpazesinde hem İslamcı hem de sosyalist kesimler tarafından geniş bir destekle karşılanmıştır. Örneğin Türkiye’deki Marksist hareketin en önemli isimleri 1969’da Filistin’in özgürleştirilmesi adına kurulan silahlı hareketlere katılmıştır. Benzer şekilde Türkiye’deki milliyetçi ve muhafazakâr partilerin de Filistin’i kurumsal biçimde desteklediklerini gösteren birçok örneğe rastlamak mümkündür. Dolayısıyla tarihsel olarak Filistin ve Gazze meselesinin Türkiye siyasetinde önemli bir yer edindiği ifade edilebilir.
Yerel Seçimler ve Filistin
2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin iktidara gelmesi sonrası, Türkiye’nin Filistin politikası ve İsrail ile ilişkileri daha fazla gündeme gelmeye başlamıştır. Nitekim muhafazakâr olarak addedilen AK Parti’nin Filistin davası ve İsrail ile ilişkiler arasında nasıl bir denge kuracağı merak konusu olmuştur. Bir siyasi hareket olarak AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ikilemi denge siyaseti güderek yürütmüştür. Fakat hemen hemen her seçim dönemi Filistin davası ve İsrail ile askeri, siyasi, ekonomik, kültürel vb. ilişkilerin sürdürülmesi bir meydan okuma olarak zuhur etmiştir. 31 Mart 2024’te gerçekleşen mahalli idareler genel seçimlerinde hükümetin Gazze politikalarının puan kaybetmesine etkisi olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Fakat seçimlere katılım oranının bir önceki seçime kıyasla %10 kadar düşmesi ve AK Parti seçmen tabanının, hükümetin İsrail ile ticaret gibi ekonomik çıkarları öncelemesinden rahatsız olduğu birçok kişi tarafından dillendirilmiştir. Hükümetin Gazze meselesinde İsrail ile ilişkileri sınırlama ve sonlandırma seçeneklerini göz ardı etmesinin yerel seçim sonuçlarını etkilediği ifade edilebilir. Bununla birlikte, bu konuda net bir sonuca ulaşmak için daha fazla veriye ihtiyaç olduğu, hükümetin seçmen tabanının neden sandığa gitmediğini ölçmenin oldukça zor olduğu rahatlıkla söylenebilir. Fakat hükümetin seçim sonrası Gazze meselesine yönelik daha somut adımlar attığı görülmektedir.
Muhasebe ve Ticari Sınırlandırma
Yerel seçimlerde iktidar blokunun ve özellikle AK Parti’nin bazı büyük il ve ilçeleri kaybetmesi sonrası, Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim muhasebesi yapılacağını ifade etmiştir. Her ne kadar AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu gibi önemli mevkilerde radikal değişiklikler görülmese de hükümetin İsrail politikası tabanın talepleriyle örtüşür bir hal almıştır. Bu anlamda iki kritik gelişmenin yaşandığı görülmektedir. Bunlardan ilki iktidar blokunun seçmen tabanının taleplerinden biri olan İsrail ile ticari ilişkilerin kesilmesidir. Her ne kadar İsrail ile ilişkiler sonlandırılmamış olsa da kapsamlı şekilde İsrail ile ticaretin sınırlandırılmış, işgal son bulana kadar bu sınırlandırmanın artarak devam etmesi kararı alınmıştır. Söz konusu durumun yanında, Türkiye’nin İsrail’e jet yakıtı tedarik etmesi gibi iddialar da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından doğrudan yalanlanmıştır. Bir takım muhalefet partilerinin dillendirdiği ve mezhepçi politikalarıyla bilinen bölgesel aktörlerin ateşlediği bu tartışmaların odağında iktidar, Filistin davasına yönelik desteğini artırmıştır.
Direniş ile Yakınlaşma ve Filistin Cephesini Birleştirme Çabaları
Hükümetin Filistin desteği bağlamındaki ikinci somut adımı İslami Direniş Hareketi (HAMAS) üst düzey kadrosuyla yakın temaslarını artırmasıdır. Söz konusu girişimler ile iktidar, Gazze politikasının yerel seçimleri etkilediğini kabul etmiş ve buna yönelik seçmen tabanını konsolide etme ve diğer partilere kaptırmama adına adımlar geliştirmiştir. Bu anlamda küresel kamuoyunda terörle itham edilen Hamas’ın siyasi büro ekibini İstanbul’da ağırlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin İsrail’e karşı silahlı direnişi benimsediğini göstermiştir. 7 Ekim’den bu yana birçok Arap liderinin dahi terör örgütü olarak tanımladığı ve İsrail’in yanında durduğu bu konjonktürde Hamas’ı Anadolu’daki emperyalistlerle mücadele eden Kuvayı Milliye’ye benzeten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı merkezli sisteme meydan okumuştur. Her fırsatta 1967 sınırlarında Filistin devletinin inşasının birincil öncelik olduğunu ve bu önceliğin hayata geçirilmediği her senaryonun istikrarsızlığın devam etmesine vesile olacağını belirten Türkiye, kararlılıkla Filistin devletinin inşa sürecine desteğini sürdürmektedir. Bu anlamda özellikle Hamas’ın siyasi ofisinin Katar dışı alternatiflere yöneleceğinin tartışıldığı atmosferde Hamas siyasi büro ve üst düzey liderleri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesi önemlidir. Bu görüşme sonrası Hamas’ın Türkiye’ye resmen taşınma süreci tekrar gündem maddesi haline gelmiştir. Görüşme Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayında gerçekleşmesi planlanan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncesi icra edilerek Batı’ya bir meydan okuma sergilenmiştir. Bu hamlenin bir bedeli olacağını grup toplantısında ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti ertelenmiştir. Son yıllarda Batı ile yaşadığı kronik problemlere rağmen meydan okuyucu bir pozisyon alan Türkiye, 2023 seçimleri sonrası reset atılan Batı ile ilişkilere meydan okurcasına Hamas gibi direniş gruplarıyla daha da yakın ilişkiler tercih etmiş ve Filistin dosyasında daha aktif bir rol alması gerektiğini görmüştür.
İktidar blokunun yerel seçimler sonrası Filistin dosyasında daha aktif bir siyaset izlemesi gerektiği sonucuna varılmış olacak ki gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse başta Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan olmak üzere üst düzey Türkiye bürokrasisi diplomatik adımlarını artırmıştır. Bu anlamda Filistin meselesinin önemli aktörleri olan Mısır, Ürdün, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, İran gibi aktörlerle diplomatik temaslar artırılmış ve Filistin meselesi küresel gündeme taşınmıştır. Ayrıca Türkiye el-Fetih ile Hamas’ın birleşip İsrail’in işgaline karşı Filistinli fraksiyonları tek çatı altına kavuşturma noktasında da adımlar atmıştır. Benzer hamlelerin Çin tarafından da organize edildiği bilinmekle beraber Türkiye’nin çabalarının direniş tarafından daha makbul görüldüğü fakat İsrail’in reddettiği görülmektedir. Dahası direniş gruplarının Türkiye’yi garantör olması talebi de İsrail tarafından reddedilmektedir. Dolayısıyla iktidar bloku, yerel seçim sonuçlarının da itici bir faktör olması hasebiyle Filistin meselesinde daha somut adımlar atarak gerek çatışmanın durmasına gerekse seçmenin konsolide edilmesine odaklanmıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin Filistin meselesini barışçıl yollarla çözme, İsrail’in işgaline karşı durma gibi politikaların sadece kaybedilen oyları geri kazanma hedefine indirgemek yanlış olacaktır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Türkiye bölgesel bir aktör olarak Ortadoğu’daki sorunların başında gelen İsrail sorunun çözümü, Filistin devletinin inşası gibi meseleleri uzun yıllardır gündemine almış ve bu minvalde siyaset üretmiştir. Dolayısıyla Mart 2024’te icra edilen yerel seçim sonuçları Türkiye’nin İsrail sorunu bağlamında sürdürdüğü Filistin devleti inşası ve İsrail işgalini sonlandırma öncelikli politikasını daha da aktif hale getirdiği ifade edilebilir. Bununla birlikte söz konusu süreç toplumsal ve siyasal tabanda Türkiye’de Filistin davasının nasıl algılandığı ve halkın ve siyasi partilerin ne kadarlık kısmının Filistin’in yanında durduğu gibi bir soruyu da gündeme taşımıştır.
Toplumsal Dinamikler ve Siyasal Etkileşimler
Gazze ve Filistin meselesi, İsrail’in işgal ve hukuksuzluklarının sosyal medya aracılığıyla yayılmasıyla birlikte Türkiye toplumunda önemli bir konu haline gelmiştir. Dolayısıyla İsrail’in Gazze’deki soykırımı, Türkiye’nin iç siyasetini ve toplumsal dinamiklerini derinden etkilemiştir. Bu anlamda Türkiye toplumunun farklı kesimlerinde geniş katılımlı protestolar ve mitingler icra edilmiş ve daha öncesinde bu kadar kapsamlı olmayan boykot hareketleri başlatılmıştır. Bütün bu sivil toplum faaliyetleri ciddi sonuçlar doğurmuş, İsrail destekçisi birçok şirket zarara uğramıştır. Bununla birlikte halen İsrail’e açıktan destek veren firmalarla ticari ilişkilerini kesmeyen bireylerin ve İsrail ile her türlü ilişkiyi meşru gören aktörlerin de var olduğu söylenebilir. Söz konusu durum Türkiye’deki toplumsal ve siyasal bölünmeye dair net bir portre çizmiştir.
Türkiye iç siyaseti ve toplumsal taban bağlamında, Gazze’deki İsrail soykırımının birden çok noktaya tekabül ettiği görülmektedir. Türkiye’deki iç siyaset ve sosyoloji kabaca ikiye ayrılabilir. Bunlardan ilki milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlanan iktidar partisi ve bu bloka yakın siyasal oluşumlar ve toplumsal kitledir. Milliyetçi-muhafazakâr taban ve siyasal hareketler süreçte büyük oranda aynı pozisyonu takip etmiştir. İsrail’in işgalini eleştiren bu siyasal partiler, toplumsal tabandan gelen talepleri hayata geçirmemesinden ötürü ciddi bir oy kaybına maruz kaldığı iddia edilmektedir. Gerek muhalefet blokunun oy artışı gerekse yine milliyetçi-muhafazakâr çizgideki bazı yeni partilerin Gazze meselesinden ötürü hükümeti eleştiren ve muhafazakarların daha fazla yaşadığı bölgelerdeki il ve ilçelerde seçimleri kazanması bu iddiayı doğrular niteliktedir. Dolayısıyla Gazze meselesi bağlamında hükümete yönelik toplumsal tabandan yükselen eleştiriler partiler açısından siyasal kazanıma veya güç konsolidasyonu aracına dönüşmüştür.
Muhalefet blokunun gerek seçim süreci gerekse seçim sonrası Gazze meselesine yönelik tavrının birbiriyle örtüşmediği ifade edilebilir. İktidarı veya hükümeti daha özelde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İsrail ile iş birliği yapmakla itham eden muhalefet bloku süreci siyasal bir koza dönüştürmüştür. Ancak aynı zamanda bütün tarihi birikime rağmen (Solcu geleneğin Filistin direnişine olan desteği) Filistin direnişinin karşısında yer alarak süreci doğru yönetememiştir. Son dönemde Gazze’yi yönetmeyi demokratik yollarla yapılan seçimlerde kazanan ve siyasi bir parti olan Hamas’ın birçok muhalif parti ve belediye başkanı tarafından terör örgütü olarak görüldüğü ifadeleri bu minvalde okunabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’ı Kuvayi Milliye’ye benzetmesi sonrası yapılan bu açıklamalar zamanlama açısından da önemli görülmektedir. Ayrıca bu açıklamaların Hamas’ı ve direnişi terörle itham eden ana akım Batı medyasına yapılması da tesadüf değildir. Diğer bir ifade ile cumhuriyetin kurucu kadrosunun inşa ettiği muhalefet partileri de İsrail’in Gazze işgalini dış politika aracı olarak kullanmaktadır. Belediye başkanları ve partinin üst düzey kadrosunun Hamas açıklamalarından hareketle, muhalefetin bu süreç üzerinden Batı hegemonyasıyla yakınlaşmayı ve iktidara alternatif ‘makul’ bir zemin oluşturma hedefine yönelik siyaset güttüğü ifade edilebilir. Son olarak Filistin direnişini desteklediğini ifade eden muhalefet partileri de kendi tabanlarını ikna edememiştir. Örneğin komünizmi en ideal yönetim biçimi olarak gören partiler direnişi desteklediklerine dair ifadelerde bulunsalar da bu partilerin oldukça sınırlı sosyal tabanı, partinin bu görüşünü benimsememektedir. Dolayısıyla Gazze’deki direniş veya Filistin meselesi muhalefet bloku açısından siyasal bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak her ne kadar Filistin meselesi toplumsal ve siyasal anlamda Türkiye’de üzerine uzlaşı sağlanmış bir konu olmasa da İsrail’in Gazze soykırımına karşı kapsamlı bir ortak duruş sergilenmiştir. Bununla birlikte Türkiye’deki hükümetin Gazze politikası, yerel seçim sonuçlarını etkilediği, bu sonuçların hükümetin İsrail’e karşı daha kararlı adımlar atmasına yol açtığı ifade edilebilir. Siyasi partilerin özellikle muhalefetin bu konuyu politik amaçları doğrultusunda kullandığını da görülmüştür. Hükümetin, Gazze bağlamında aktif politikayı hızlandırması, seçmen tabanının beklentilerine yanıt verme ve diğer partilerin kazanımlarını engelleme amacı taşımaktadır. Bu durum, Türkiye’deki iç siyasetin ve toplumsal dinamiklerin İsrail-Filistin meselesinden etkilendiğini ve hükümetin Gazze politikasının yerel seçim sonuçlarına doğrudan etki ettiğini göstermektedir.
[*] Dr. Öğr. Üyesi, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü; Akademik Çalışmalar Koordinatörü Dimensions for Strategic Studies.