Dennis Ross ve Bölgede Burnu Havada Dolaşan ABD’nin Siyaseti

Ahmed Atawna*

Amerikalılar gerek resmi hesaplarında gerek de akademik kurumlarda ve araştırma merkezlerinde kendilerini uluslararası krizlere yönelik en uygun planı ve yaklaşımı ortaya koyan eşi benzeri bulunmaz uzman ve yol gösterici olarak sunuyor.

Yukarıdan bakarak olaya dâhil her bir tarafın ne yapması gerektiğini ve ne yapamayacağını belirliyor; halklar adına onlar için en uygun olanını ve Amerikalılar açısından parlak ve güvenilir bir geleceği garantileyen seçenekte karar kılıyorlar.

Yine onlar hangi tarafın, güç sahibinin ve ne tür fikirlerin iyi olduğuna ve hangi tarafın söküp koparılması gereken kötü taraf olduğunu belirliyor. Ve tanımlarını kendi yaptıkları istikrar, huzur, kalkınma, terör, şiddet, kanun vb. kavramları da kendi haricindekilere telkin ediyorlar.

Hangi halk Amerika’nın onun için hazırladığı bu tanımları reddederse sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyor. Burunlarından kıl aldırmayarak sırf kendi inançlarını dayatmak için hatıramızdan çok da uzak olmayan Irak, Afganistan, Suriye, Yemen ve Libya örneklerinde olduğu gibi masum insanların kanını akıtmayı, ülkelerini ve devletlerini yakıp yıkmayı reva görüyorlar.

Amerikalılar bugün yaşanan Filistin krizi ve Gazze’deki soykırım savaşıyla da aynı zihniyet ve yöntemle başa çıkmaya çalışıyorlar. Krizi sonlandırmak ve bugün konuşmalarda sıkça “savaştan sonra” şeklinde bahsedilen dönem için sundukları önerilerin ve siyasi vizyonların önü arkası kesilmiyor.

Savaşın ilk günlerinden itibaren Amerika, Gazze’yi kontrol altına almak için bir uluslararası kuvvet oluşturulması ve bu kuvvetin geçici bir süre için Gazze’yi yönetmesi fikrini sürekli öne sürdü. Ardından yine aynı hedefle bir Arap kuvveti kurma fikrini ortaya attı. Bu fikirleri destekleyen bir güruh elde edemeyince de Gazze’yi yönetmek için “Amerika – İsrail vizyonuna göre” yönetecek yeni bir Filistin Yönetimi oluşturma olarak ortaya attıkları başka bir görüş gündeme sürüldü. Hemen ardından bazı ülkeler ve güçlerle işbirliği yaparak Gazze Şeridi’nin kuzeyinde liman inşasına başladılar.

Tüm bunlar olurken Amerikalılar “Acaba Filistinliler bunu kabul ederler mi ya da ulusal çıkarlarını gerçekleştirmeye uygun mu?” gibi bir düşünceyi akıllarına bile getirmediler; bu fikirlerden hiçbirini ortaya atmadan önce ilgili taraflarla ne tartışıldı ne de görüşüldü. Bu kararların bildirilmesi de genellikle dışişleri bakanlığı sözcüsü, Beyaz Saray ya da bazı medya araçları ve araştırma merkezleri aracılığıyla gerçekleşti.

Amerika Birleşik Devletleri’nin başına buyruk çözüm kararları, görüşler ve yaklaşımlar ortaya atmasında hiç şüphesiz Arap, Müslüman ve uluslararası kamuoyunun acziyeti ve yine bu üç grubun bu savaşa bir son vererek Filistinlilere siyasi bir ufuk açacak herhangi siyasi bir çözüm sunmaya karşı isteksizliklerinin payı vardır. Dolayısıyla kapı ardına kadar yalnızca İsrail’in çıkarı, siyasi emelleri ve geleceğini garanti altına alan Amerikan fikir ve vizyonlarına açıktır.

Dennis Ross’un Vizyonuyla

Amerika’nın bu zihniyeti, meşhur Politikacı ve Uzman Dennis Ross’un Independent Arabia sitesinde 16 Mart 2024 tarihinde yayınlanan  “İsrail’in Yeni Bir Stratejiye İhtiyacı Var” adlı makalesinde kendine yer buldu. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı Filistin dosyasındaki uzmanlığına ve Amerikan yönetiminde geçirdiği tecrübesine dayanarak Gazze’deki soykırım savaşıyla nasıl başa çıkılacağına dair vizyonunu ortaya koydu; makalede süregelen savaşta her iki tarafın da hedeflerini, ne yapmaları gerektiğini ve neyi yapabileceklerini belirledi.

Ross’a göre Suudi Arabistan, BAE ve Katar yalnızca deneyimli oldukları ya da layık olduklarını düşündüğü noktalarda bu meseleye katılabilirlerdi. Makalesinde bu konu hakkında şöyle diyor: “Ancak problem şu ki kuzeydeki binaların %70’i ya yıkıldı ya da yaşanmaz hale geldi. Bundan dolayı stratejinin ilk adımı ABD öncülüğünde Suudi Arabistan ve Haliç ülkeleriyle işbirliği içinde insani durumu iyileştirecek bir sistem kurulması, geçici ve mobil konutlarla ilgili olarak da acil yardım sağlanmasıdır. Suudilerin Mekke’ye gelen çok sayıda hacıyla ilgilenme ve bu hacıların ihtiyaçlarını büyük oranda gidermeleri konusundaki tecrübelerine bakılarak da bu çabaya kesinlikle katkıda bulunabilirler. BAE ve Katarlılar ise karavanları, römorkları ve prefabrik evleri finanse edebilir.”

Ardından bu ülkelerin savaş ve yeniden yapılanmaya yönelik açıkladıkları siyasi pozisyonlarından onlara bir çıkış sunmak için “Evet, Haliç ülkeleri İsrail-Filistin çatışmasını çözecek bir planla ilgili olmadığı müddetçe yeniden imar çalışmalarına yardım etmeyeceğini açıkladı. Ancak buna rağmen insani ihtiyaçların giderilmesine yönelik insani yardımlarını bölgeye ulaştırmaya devam ediyor. Hiçbir şey yiyecek ve barınak sağlamaktan daha önemli sayılamaz. Elbette, bu devletler Filistinlilerin acılarını hafifletmek için gerekli gördükleri prosedürleri haklı gösterebilirler.” İfadelerini kullandı.

Bu pozisyon Amerikalıların aslında Arap ülkelerinin duruşlarını özellikle de siyasi olanları hiç de kale almadığını ve bu ülkelerin büyük öneme haiz siyasi duruşlarına aykırı davranabileceğine inandığını gösteriyor. Konuya ilişkin sıkıntı olarak gördüğü tek nokta ise bu duruşa aykırı hareket etmenin ya da bu davranış değişikliğini kamuoyuna nasıl haklı gösterileceği… Siyasi pozisyonun kendisine, önemine, gerçeğine ve tabiatına; bu pozisyonların ardındaki politik, ulusal, milliyetçi arka planlara ve çıkış noktalarına ağırlık veriyor gibi görünmüyor.

Aynı makalenin ilerleyen bölümlerinde Dennis Ross, İsrail’e Hamas’la bir ideoloji olarak başa çıkmasında ABD’nin Suriye ve Irak’ta DAEŞ’le başa çıkma deneyiminden yararlanmasını tavsiye ediyor. Bu tavsiyede ABD’nin DAEŞ’i bitirdiğine lafı getiriyor ancak DAEŞ’le yüz yüze gelip savaşanların Arap ve İslam bölgesinde yetişmiş insanlar olduğunu; DAEŞ’in bölgeye, bölge halkının dinine ve kültürüne yabancı ve ABD gözetiminde oluşturulmuş ve gelişmiş bir hareket olduğunu unutuyor. Hillary Clinton’un açıkça itiraf ettiği gibi DAEŞ kadrosunun büyük çoğunluğu özellikle batı istihbaratıyla batı ülkelerinden ve farklı diğer birçok ülkelerden toplanmıştı.

Buna karşın Hamas ise ulusal, yerel, Filistinli bir direniş hareketidir. Liderleri, kadrosu, gençleri ve direnişçileri Filistin kamplarında, köylerinde ve şehirlerinde yetişen gençlerdir. Ve yine Filistin halkının sosyolojik, ekonomik ve kültürel farklı birçok tabakasına yayılmış haldedirler. Ve bu gençlerin arasında ne yabancı ne de kimliği belirsiz kimseler vardır ancak gözleri kör eden kibir öyle bir şeydir ki bir başkasına gerçekleri göstermek yerine kendi nasıl görüyorsa onu da öyle göstermeyi tercih eder.

Başarısız Tecrübelerin Tekrarı

Afganistan’daki Amerikan hezimetinden ilham alan Dennis Ross, Filistinlilere savaştan sonrası için bir vizyon sunuyor ancak ülkesinin Afgan halkı üzerinde siyasi liderliğini dayatmasının başarısızlıkla sonuçlanması onu bu öneriye gitmekten alıkoymuyor. ABD, bir Amerika şakşakçısı olan Karzai rejimini devreye sokarak halk üstünde kendi iradesini gerçekleştirebileceğini zannetmişti. Ross Filistinlilerin de bu tecrübeyi paylaşmasını dileyerek şöyle söylüyor: “Buna ek olarak Hamas’a alternatif günlük idareyi üstlenebilecek, yeniden imar yapılması için hak hukuku uygulayabilecek bir düzen ortaya koymak gerekiyor. Başka bir deyişle, İsrail ve ABD’nin hedefi Gazze’yi silahtan tecrit etmek ve burasının İsrail’e karşı saldırı başlatan bir platform olmasını engellemektir. Bu durumda İsrail Gazze’yi izole etmeyeceği ya da yeniden saldırmayacağı için bu durum İsrailliler ve Filistinliler için eşit oranda faydalı olacaktır.”

Gazze’nin gelecekte yönetimi için de ayrı bir öneri sunarak devam ediyor: “Haliç ülkeleri, Mısır, AB, Ürdün ve ABD Gazze’de Filistin Yönetiminin ilk defa 1994’de inşa ettiği ve Hamas yönetiminde çalışmaya devam eden idari rejimle anlaşmalı (Bürokratik yapı) çünkü bu yapı günlük ihtiyaçların idaresinde siyasi değil idari bir rol oynamıştır. Aynı şekilde Gazzeli olsun olmasın Filistinli iş adamlarının katılım sağlaması, insani örgütlerin de yardımların dağıtımı ve ticari faaliyetlerin başlaması için onlarla işbirliği yapması gerekir.”

Ross, planının Filistinliler için herhangi bir siyasi hedef veya vizyon içermediğini açıkça beyan ediyor. Her zamanki gibi bunun suçunu da Filistinlilere atıyor; İsrail’e, faşist sağcılara ya da Amerikan fitnesine değil. Diyor ki: “Filistinlilerin %91’i Filistin Yönetim Başkanı Mahmud Abbas’ın istifa etmesini düşünüyorsa o zaman %80 yönetimin yozlaşmış olduğuna inanıyor demektir. Yani bu durumda bir siyasi ufuk ya da nihai bir hedef belirlemenin de bir faydası kalmıyor.”

Ve İsrail’in bir Filistin devletinin kurulmasına onay vermesini sanki Siyonistlerin bilabedel sunduğu bir bursmuş da bundan dolayı Araplar ve Filistinlilerin hal ve tavırlarına dikkat etmesi gerekiyor demeye getiriyor ve Araplara Filistin direnişi ve Hamas hareketiyle ilgili yaklaşımlarının ne olması gerektiğini de ayrıca dikte ediyor. “İsraillilerin bir Filistin devleti kurulma ihtimalini kabul etmesi için güvende hissetmeleri gerekiyor. Bundan dolayı silahtan arındırılmış bir Gazze inşa etmek için Arap ülkeleri aktif bir rol oynamalı ve Hamas yönetimi yerine gelecek ismi desteklemeye ve korumaya başlamalı. Yine bu ülkelerin Hamas’ın 7 Ekim’de yaptıklarını da kınamaya hazır olmaları gerekiyor. Bugün hiçbir Arap lideri İsrail’in Gazze’de yaptıklarını savunuyor gibi gözükmek istemiyor. Ancak Hamas’ı kınamanın mümkün olduğu bir gün geldiğinde bunu yapmamak İsrail’e Arapların eninde sonunda Hamas’ın ya da ona benzer grupların meşruiyetini kaldırmaya hazır olmadıklarını belirten bir mesaj iletmiş olacak.”

Amerikan Yaklaşımları Üzerine Notlar

Bölgemizdeki birden fazla ülkede hâsıl olan Amerikan tecrübesine ve savaş başladığından bu yana Amerikalıların yaptıklarına bakılırsa aşağıdaki gözlemler not edilebilir:

  1. Amerika, işgal ettiği ya da faal olarak içişlerine ve krizlerine müdahil olduğu hiçbir ülkede istikrarı ve güveni, halkların haklarını eline almasını sağlayamadı ya da sağlamak istemedi. Irak, Afganistan, Suriye ve Yemen tecrübeleri bunu doğruluyor.
  2. ABD genellikle adımını attığı yerleri kargaşaya ve yıkıma sürüklemede oldukça başarılı ancak buna rağmen hiçbir şekilde ne yeniden imarı ne istikrarı ne de gelişime katkı sağlıyor.
  3. ABD halkın iradesine, beklentilerine ya da umutlarına bakmadan kendi çıkarları ve İsrail’in çıkarına uygun hangi seçenekse onu uyguluyor.
  4. Amerika’nın daimi dostu yoktur, işbirlikçisi olsalar bile. Çünkü çıkarları doğrultusunda ortaklarını ve yöntemlerini değiştirmekte ve gerektiğinde yerel taraflardan ayrılmakta onların üstüne yoktur.
  5. ABD her zaman, Tel Aviv yönetiminden bağımsız olarak yalnızca İsrail’in hedeflerini ve vizyonunu benimsemektedir. Diyelim ki bir hükümetle ihtilafa düştü, ihtilaf yalnızca hükümet bazındadır, İsrail bazında değil.
  6. ABD İsrail’e herhangi bir çözüm hatta icraat getirmeyi reddetmektedir, yalnızca İsrail’in bazı pozisyonları alması için teşvik etmektedir bu kadar. Yani İsrail, ABD’nin şımarık kız çocuğudur.
  7. Amerika’nın bölge haklarının özellikle de Filistinlilerin haklarına dair gerçekçi bir ilgisi olduğuna dair en ufak bir delil yoktur ve özgürlük için sürdürdükleri direnişlerini ve mücadelelerini de sürekli reddetmektedir.
  8. ABD insani değerlere konu bölge halklarına gelince gözünü kulağını kapatmakta, uluslararası değerler sistemini yalnızca yanıltıcı olması, medyatik ve politik amaçlar uğruna kullanmaktadır. Bu nedenle adımını attığı her ülkede en basit insan hakkını ihlal etmekten geri durmamıştır.

ABD Filistin dosyasını tekeline aldığı ve Gazze savaşında en önemli ve etkin taraf olduğu için Arap ve Filistinliler yukarıda geçenleri göz önüne almalı, yüksek sorumluluk hissiyle hareket etmelidir. Özellikle Filistinliler, ABD diğer ülkelerde yapmaya alışkın olduğu sahneleri burada tekrarlamaması ve kendimizi bir anda senelere yayılacak bir kaos ve kargaşa içinde bulmamak için dikkat etmelidir.

Amerika’nın bir dizi ülkedeki deneyimleri incelendiğinde Amerikan dehasından doğan tek şeyin kaos, yıkım, istikrarsızlık, bölünme, halkların bugününün ve yarınının yıllar sürecek yıkıma sürüklenmesi olduğu anlaşılır.

Filistin meselesine yönelik Amerikan çözümlerine ve yaklaşımlarına güvenmek yalnızca karışıklığa, yıkıma ve kayba yol açacak; Filistinliler, yalnızca işgal ve bölünmenin devam etmesinden ve nesillerinin yarınlarının yok edilmesinden başka bir şey elde edemeyeceklerdir.

Filistinliler, Oslo sürecinde 30 yılı aşkın süredir Amerikan rolünün farkında olsalar da şu an birçok gösterge Filistinli resmi siyasi liderlerin, Filistin Yönetimi’nin ve FKÖ’nün bu deneyimi tekrarlamaya ve yeni bir Amerikan oyununa daha girme niyetinde olduğunu gösteriyor.

Filistin halkının şimdiye kadar yaptıkları ve hala devam ettikleri fedakârlıkların büyüklüğü omuzlara sorumluluk yükünü yüklemekte, ABD ve İsrail’in elde edeceği her türlü fırsatı kursaklarında bıraktırmayı gerektirmektedir.

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu