Filistin Davasında Yeni Anlayışlar ve Çalışma Alanları

Ahmed Atawna*

Aksa Tufanı; fikirsel olarak sömürgecilik, Siyonizm ve Filistin’de işgalci Yahudiler için siyasi bir varlık kurulmasına karşı ayaklanma ve ulusal direniş eylemleri gibi Filistin davasının birçok boyutunu gözler önüne serdi.

İşgalin Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırımın meydana getirdiği manzaranın ciddiyetine ve acının boyutuna, genel ihmal duygusuna, işgalin vahşeti ve ırkçılığının durdurulamamasına rağmen; bu savaş- nasıl bitip bitebileceğine bakılmaksızın- Filistinli partizan ve halk güçleri için tarihi bir fırsat teşkil edebilir. Aktivistlerin yanı sıra Siyonist projeye karşı koymak, Filistin davasının varlığını güçlendirmek ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli düzeylerde destek sağlamak için harekete geçme çağrısında bulunuyoruz:

Bir: Filistin’e iade-i itibar yapılması

Filistin meselesini bırakın küresel boyutunu, yalnızca “Filistinlilik” bağlamıyla sınırlamaya çalışan birçok politikanın (ve birden fazla tarafın) bir sonucu olarak, özellikle Filistin meselesinin varlığının son on yılda önemli ölçüde azalması ve dünyanın birçok ülke ve halkı tarafından benimsenmesinin ardından, yüz yılı aşkın süredir işgalin acısını çeken bir halkın kurtuluşu, adaleti ve kendi kaderini tayin etmesi meselesi olarak Filistin meselesinin küresel boyutunun yeniden değerlendirilmesi gereklidir.

İster özgürlük ve adalet gibi insani ve evrensel değerleri desteklemek ve savunmak amacıyla, ister işgalin Filistinlilere karşı uyguladığı adaletsizliği, suçu, faşizmi ve soykırımı reddetmek ve yüzleşmek amacıyla olsun, halk desteğinin boyutu ve küresel kamuoyundaki dönüşümler o kadar büyük ve derin ki; Filistin meselesi bugün uluslararası kamuoyunun, Arap ve İslam dünyasından olmayan birçok ülke ve halkın meselesi haline gelmiştir denebilir. Aksine, bazıları konumları ve uygulamaları nedeniyle Filistin halkına ve Filistin davasına herhangi bir Arap ülkesinden daha yakın hale geldi.

Bugün Güney Afrika Devleti ve halkı Filistin ile, Filistin’e coğrafi olarak komşu olan, tarihi, dinsel ve ulusal bağlarla bağlı olan birçok ülkeden daha yakın ve daha derin bir bağa sahiptir. Dünyanın birçok halkı ve ülkesi gibi onlar da Filistin halkının acılarına ve haklarına bölgedeki birçok halktan daha bağlı ve etkileşim içindedir.

İki: İsrail’i uluslararası adaletin önünde sanık sandalyesine oturtulması

Bu, tarihinde ilk kez gerçekleşiyor. Onlarca yıllık işgal boyunca Filistinliler, hukukun üstünde bir düşmanla birlikte yaşadı ve onlara uluslararası sisteme hâkim güçler tarafından hukuki, siyasi, askeri ve ekonomik koruma sağlandı.

Ancak bu savaş ve içinde işlenen suçlar, Batı dünyasının işgale hukuki dokunulmazlık sağlamaya devam etme potansiyelini aşmış ve İsrail kendisini en önemli uluslararası hukuk platformunun (Uluslararası Adalet Divanı) önünde sanık sandalyesinde bulmuştur. Yakında kendisini Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ve dünyanın birçok ülkesindeki çok sayıda ulusal mahkemenin önünde sanık sandalyesinde bulacaktır.

Bu sadece Güney Afrika gibi ülkelerin değil aynı zamanda saldırganlığı, adaletsizliği ve suçu reddeden, vicdanlarının ve değerlerinin çağrısına kulak veren, binlerce olmasa da yüzlerce avukatın, hukukçunun ve insan hakları kurumlarının çabalarının bir sonucudur.

Bu da İsrail işgalinin uzun yıllar boyunca hem yüzünü hem de Batı desteğiyle çizdiği, dünya çapında birçok ülke ve halkı yanıltmaya çalıştığı yanlış imajı yok edecek sert bir hukuk mücadelesiyle karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Bu andan itibaren kendisini faşist, ırkçı ve suç dolu bir işgal olarak temsil eden doğru konumda duracak.

Üç: Bir “barış süreci” veya “siyasi çözüm” beklenmeden ve işgal hükümetinin konumu dikkate alınmaksızın, birçok resmi pozisyonda değişiklik yapılıp Filistin devletinin tanınması ve buna yönelik arzunun ifade edilmesi ve Filistinlilerin siyasi haklarının tanınması konusunda kamuoyunda artan konuşmalar.

Siyonist devletin tarihi sponsorları olan ABD ve İngiltere bile, iki ülkenin dışişleri bakanlarının da belirttiği gibi, bir Filistin devletinin tanınması olasılığı hakkında açıkça konuştu.

Mesele artık yalnızca Filistin davasının hakkaniyetli bir şekilde çözüme kavuşması ve Filistinlilerin diğer dünya halkları gibi özgürlük, bağımsızlık ve kendi kaderlerini tayin haklarıyla sınırlı değildir. Bilakis bu ülkelerin -özellikle İsrail için dost ve müttefik ülkelerin- değerlendirmesi, bölgedeki istikrar ve güvenliğin tek garantisinin Filistin meselesi ve Filistin halkıyla bağlantılı olduğu yönündedir. Filistin’i ve Filistin davasını aşan- diskalifiye eden- herhangi bir girişim geçmişte başarılı olmadığı gibi ve gelecekte de başarılı olmayacaktır.

Ne ikili anlaşmalar ne de güvenlik ve askeri himaye, ne de birçok Arap ülkesi ile normalleşme istikrar ve güvenlik getiremez. Bu istikrar ve güvenliğe/güvene götürecek şey -sadece- Filistinlilere haklarını vermek ve onlarla hak ettikleri saygı ve takdir çerçevesinde iletişim kurmaktır.

Bütün bu gelişmelere rağmen, ABD’nin işgalde kesin olarak pozisyonu ve rolü olduğu zannını pazarlamak çok mümkün olmasa da; bu durum, Filistinlilere, diğer ülkelerle işbirliği yaparak Filistin’in hakları için baskı yapma çabalarını sürdürme fırsatı sunabilir. Çünkü işgale uyum sağlamak, sürekli bir tehlike oluşturacaktır ve bu durum bölgesel ve uluslararası güvenlik ile barışa da ciddi şekilde yansır.

Dört: İsrail’in imajındaki büyük değişiklik.

Özellikle Benjamin Netanyahu’nun liderliğindeki İsrail yetkilileri dünyaya, özellikle de Batı dünyasına, İsrail’in ‘‘Doğu barbarlığına’’ karşı Batı medeniyetinin bir uzantısı olduğunu ve totaliter rejimler ve diktatörlüklerle çevrili Orta Doğu, baskı ve despotluğun ortasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğunu pazarlamaya bayılıyor. Ancak bu imaj büyük ölçüde değişti ve bu savaş, işgalin gerçek yüzünü ortaya çıkardı. İsrail’in medeniyet ve demokrasi iddialarını reddederek insan haklarına saygı konusundaki tüm iddialarını yalanladı. Çeşitli oluşumları arasında yayılan ve derinliklerine sirayet eden; ırkçılık, vahşet ve faşizmin büyüklüğünü ortaya çıkardı.

Ayrıca, İsrail’in kurban, mağdur ve tehlike altında olduğu imajı kayboldu, yerine vahşilik, suç ve soykırım imajı arttı. Aynı zamanda, Filistin halkının gerçek imajı önemli ölçüde ortaya çıktı ve dünya çapında onlara dair olumlu izlenimler arttı. Bugün, Filistinli; insanlık, cesaret, haysiyet ve sabrın anlamları ile dolup taşan, mazlum ama direnen kişidir.

Batı medyasının -özellikle savaşın başlangıcında- tamamen Siyonist yanlısı sahte hikayeyi benimsemek suretiyle ortaya koyduğu sorunlu ve profesyonellikten uzak role rağmen, İsrail’in suçlarının boyutu, askeri davranıştaki çöküntü seviyesi, İsrail halkı arasında yayılan nefret, faşizm ve ırkçılık söylemi –  siyasetçiler, askerler, akademisyenler, gazeteciler dahil olmak üzere hiç kimse bundan muaf değildir- İsrail ve Batı medyasının gerçekleri yanıltma ve tahrif etme yeteneğini de aştı ve gerçek tablo hızla, net ve açık bir şekilde ortaya çıktı. Televizyon ekranları ve sosyal medya platformları, Filistinlilere yönelik yıkım, katliam ve terörü gösteren görüntülerle dolup taştı. Sivil kurbanların parçaları ve cesetleri, işgal ordusunun medeniliği ve ahlaki değerleri hakkındaki iddiaların sahteliğini de açığa çıkarmış oldu.

Bu değişiklikler ve diğer hususlar, Filistinlilerin ve destekçilerinin, stratejik değişiklikler ve gelecekteki büyük perspektifleri kullanarak Filistin davası ve devam eden Filistin mücadele hareketi için yatırım yapma fırsatını değerlendirmeleri gerektiğini gösteriyor. Aynı şekilde bu anlayış, Filistin meselesinin evrensel bir konu olduğu ve insanın haklarına, insan onuruna ve temel haklarına inanan herkesi ilgilendiren bir temelde çalışmaya yönlendiriyor. Dolayısıyla, Filistinlilerin ve özellikle Direniş güçlerinin bugünkü yapıların ötesinde- şu anda var olanlardan farklı olarak- yeni bir çalışma prensibine ve yeni mekanizma ve yapılara ihtiyacı var.

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu