Yerleşimcilerin Silahlandırılması
Yerleşimcilerin Silahlandırılması Batı Şeria’daki Filistinlilerle Çatışmaya Zemin Hazırlar mı?
Hitam Acerme*
İşgal devleti, 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’nın başlamasından ve buna müteakip Gazze Şeridi’ne yönelik canice gerçekleştirdiği Siyonist saldırısından bu yana, özellikle Aksa Tufanı sonrası işgal ordusunun güvenlik ve savunma sistemindeki eksikliklerin ortaya çıkmasının ardından yerleşimcileri silahlandırma konusunda hummalı bir yarışa girdi. İsrail 7 Ekim’de saldırıların gerçekleşmesini engelleyemediler, hatta haberleri bile olmadı ve üstelik Aksa Tufanı’na karşılık vermeleri uzun saatler gecikti. Bu sırada yerleşimciler, işgal ordusu tarafından korunamadıklarını veya herhangi bir şekilde müdahale edilemediği için terk edildiklerini hissettiler. Bu olaylar, işgal hükümetinin bazı yetkililerinin kişisel silahların yerleşimciler arasında yayılmasını teşvik etmesiyle aynı zamana denk geldi. Bunların başında Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir var.
Ben Gvir, İsrail polis/emniyetinden sorumlu olarak Ulusal Güvenlik Bakanlığı’nın başına geçtiğinden bu yana “Silah hayat kurtarır.” sloganıyla, her direniş operasyonundan sonra yerleşimcilere silah ruhsatı verilmesine ilişkin kısıtlamaların hafifletilmesi ve yerleşimcilerin bu ruhsatları taşımaya teşvik edilmesi çağrısında bulundu. İşgalci hükümetin başbakanı Benjamin Netanyahu da bu çağrılardan uzak değildi. Ayrıca “Zaman zaman eğitimli silahlı vatandaşların hayat kurtarabildiğini görüyoruz.” diye ekleyerek, kişisel silah taşıma ruhsatı verilmesi sürecini hızlandırmak için çalışacağını duyurmuştu. Bu çağrılara, 48 topraklarında yaşayan Filistinlilerin 2021’de Kudüs ve Şeyh Cerrah mahallesine yönelik işgal politikalarına karşı ayaklandıkları Hebbetü’l Kudüs ya da Hebbetü’l Kerâme[2] senaryosuna karşılık kurgulanan planın bir parçası olması için Ben Gvir’in hükümette göreve geldiği andan itibaren “Ulusal Muhafız” adı altında bir güç kurması eşlik etti.
Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırısı, işgal hükümetinin yerleşimcileri silahlandırma, 48 toprakları ve Batı Şeria’da silahlı yerel çeteler kurma sürecinin hızlanmasına ivme kazandırdı. Yerleşimcileri silahlandırmak; şiddetin artması ve işgalin Batı Şeria’yı ilhak edip halkını yerinden etme planları nedeniyle Filistinlilerin endişelerinin artmasına yol açıyor. Peki, bu silahlanmanın boyutu ve gelecekteki yansımaları hakkında araştırma yapmayı gerektiren şey nedir?
Yerleşimcilerin silahlandırılmasının hızlandırılması:
Yerleşimcilerin silahlandırılması 7 Ekim’de ve sonrasında başlamadı. Aksine bu Batı Şeria’da işgal yerleşiminin başlangıcından bu yana devam eden bir süreç. Ancak yerleşimcilerin gücünün ve işgal hükümetinin politikaları üzerindeki etkilerinin artmasıyla birlikte, artan eğilimlere tanık olundu. Batı Şeria’daki yerleşimcilerin sahip oldukları silahların sayısı hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber; Batı Şeria’daki yerleşimcilerin elinde yaklaşık 150.000 silah olduğunu belirten bazı raporların bulunduğuna işaret ediliyor. Bu raporların, işgal altındaki Filistin’in genelindeki yerleşimcilere verilen silah ruhsatı sayısından bahseden genel verilerle, Batı Şeria’daki yerleşimcilerin sahip olduğu silah sayısıyla karıştırılmış olması muhtemeldir. Sol eğilimli bir İbranice internet sitesi Siha Mekomit tarafından hazırlanan bir rapora göre işgalci devletin 2019’dan bu yana izlediği politika, Batı Şeria’daki yerleşimcilerin sahip olduğu silah miktarının gizliliğine dayanıyor. Bu konuda hiçbir bilgi yok, yayınlanan her şey gerçekleri yansıtmayan tahminlerden ibaret.
Yerleşimcilerin silahlandırılma süreci, 2015 yılında Gilad Erdan’ın Kamu Güvenliği Bakanlığına geçmesiyle güçlü bir ivme kazandı ve bu pozisyonun üstlenilmesine ek olarak “Bıçak Ayaklanması” patlak verdi. Gilad Erdan silah ruhsatı verme politikasında, silah taşımaya uygun olanların çemberini genişletmek için birkaç değişiklik yaptı. Gerekli izinlerin alınma prosedürlerinin kolaylaştırılması ve yerleşimcilerin silah taşımaya teşvik edilmesi bu değişikliklerin arasındadır. Bazı raporlar, Batı Şeria’daki yerleşim yerlerinin ‘İsrail’in’ geri kalanı arasında en yüksek yüzdede silah ruhsatına sahip olduğunu gösteriyor.
Kişisel silah ruhsatı almak için başvuran yerleşimcilerin sayısı, 2023’ün başlarında Benjamin Netanyahu ve ortakları Ben Gvir ve Smotrich liderliğindeki 37. işgal hükümetinin iktidara gelmesiyle işgal altındaki Filistin’in genelinde artış gösterdi. 2021’de işgal yetkilileri 10.000’e yakın yeni silah ruhsatı verdi. 2022’de yaklaşık 13.000 ruhsat verildi. Ama 2023 yılı Ben Gvir döneminde yaklaşık 38.000 yeni ruhsat verildi ve bu da 7 Ekim’den önceydi. Daha sonra silah ruhsatı başvuruları inanılmaz bir şekilde arttı; günde 8 ila 10 bin başvuru yapılıyor.
Ben Gvir, kişisel silah edinimi ile ilgili kanunlarda, bu silahları edinebilecek kişilerin tabanını genişletmek, ruhsat almak için bürokratik prosedürleri ve bunlara sahip olmanın koşullarını kolaylaştırmak amacıyla değişiklikler yapmak üzere çalıştı. Ruhsat almaya hak kazananlar; 21 yaş ve üzeri eski askerler, askerlik yerine kamu hizmeti yapanlar, ambulans, itfaiye ve kurtarma çalışanları ve bunların gönüllüleri ile ülkeye girişte yeni göçmenler olarak kategorilere ayrılıyor. Bunlara ek olarak ruhsatların yenilenmesi ve kalıcı ruhsata dönüştürülmesine ilişkin prosedürlerin kolaylaştırılması da Ben Gvir’in çalışmaları arasındadır.
Bu değişiklikler sonucunda silah ruhsatı alan yerleşimcilerin sayısı eşi benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. 7 Ekim’den 2023 sonuna kadar 250.000’den fazla yerleşimci silah ruhsatı için başvurdu ve bunların 26.000’den fazlası silah ruhsatı aldı. Buna ek olarak 44.000 yerleşimci de şartlı silah ruhsatı aldı. Ben Gvir’in sunduğu kolaylıkların bu devasa sayılar üzerinde önemli bir etkisi oldu. Zira bazı yerleşimciler ruhsatı Milli Güvenlik Bakanlığı çalışanlarıyla 20 saniyeyi geçmeyen kısa bir görüşmeyle aldılar.
Önceki sayıların çoğunun, yerleşimcilerin kişisel mülkiyet olarak sahip olmaya çalıştıkları şahsi silahlardan bahsettiğini ve bunların çoğunun kısa silahlar (veya tabancalar) olduğunu belirtmek önemli. Bunlar genellikle “saldırı silahı” değil “savunma silahı” olarak kabul ediliyor ve bu sayılara Batı Şeria’da, kuzey sınırında, Batı Şeria’ya bitişik yerleşimlerde veya “Karma Şehirler” olarak adlandırılan yerlerdeki tüm yerleşimciler dahil. “Karma Şehirler”, 1948’de işgal edilmiş ama halkı hala orada yaşayan Filistin’in iç kesimlerindeki Arap şehirleridir. İşgal liderlerinin silah bulundurma ya da dağıtım sırasında açıkça Batı Şeria’yı kastetmekten kaçındıkları belirtiliyor. Genellikle “en tehlikeli bölgelere” atıfta bulunuyorlar ve tabii ki Batı Şeria’daki yerleşim birimleri, Filistin köy ve kasabalarına yakın olmaları nedeniyle Siyonist bakış açısına göre en tehlikeli yerleşim yerleri olarak değerlendiriliyor.
Teyakkuz Birlikleri:
Ben Gvir, silah ruhsatlandırma kampanyasıyla birlikte, Milli Güvenlik Bakanlığı bütçesinden yerleşimcilere silah dağıtılması yönünde bir kampanya başlattı. Saldırılara, daha önce bir dizi yerleşim yeri ve şehirde konuşlandırılmış olan sözde “Teyakkuz Birlikleri” kurulmasına yönelik bir kampanya eşlik etti. Ancak saldırıdan sonra sayıları büyük ölçüde arttı. Ben Gvir, işgal altındaki Filistin’de 7 Ekim’den Kasım’a kadar 700 yeni teyakkuz birliğinin kurulmasını kontrol etti. Bu birlikler, her yerleşim yerindeki 10 ila 40 yerel yerleşimciden oluşan paramiliter birliklerdir. 48 topraklarında işgal polisinin, Batı Şeria’da ise işgal ordusunun denetimine tabiler ve misyonu, yetkili güçler gelene kadar güvenlik sorunları yaşanması durumunda ilk müdahaleyi sağlamaktır.
Ben Gvir, 2021 Kudüs Ayaklanması/Onur Ayaklanması olaylarına atıf yaparak “Duvarların Koruyucusu-2[3]” senaryosuna hazırlık bahanesiyle bu birliklere kasklar ve koruyucu yelek gibi savaş teçhizatı ve silah dağıtma görevini üstlendi. Önemli olan bu birliklere verilen silahların saldırı silahları ya da otomatik uzun tüfek denilen silahlar olmasıdır. Geçtiğimiz aralık ayı sonuna kadar Milli Güvenlik Bakanlığı, 40 bin adetlik satın alma planı kapsamında İsrail silah şirketlerinden 25 bin adet M16 saldırı silahı satın almayı başardı. Geri kalanın ise Amerikan şirketlerinden satın alınacağı tahmin ediliyor.
Ben Gvir ve işgal ordusunun 2023 yılı sonuna kadar Teyakkuz Birlikleri’ne dağıttığı 7.000’e yakın silah Batı Şeria’daki yerleşim yerlerine gitti. Hatta işgalci devletin kendi kanunlarına göre “yasadışı” saydığı ileri karakollara bile… Bu silahlar arasında yaklaşık 140 MAG makineli tüfek (şarjörü 200 mermi alabilen ağır makineli tüfek) bulunmaktadır. Bu yerleşim yerlerinin mühimmat depoları da acil durumlarda kullanılmak üzere açıldı.
Gazze Zarfı’ndaki[4] yerleşim yerlerine yönelik baskınlarda dört tekerden çekişli araçlara güvendiler ve bu nedenle işgal ordusu, bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda yerleşimcilerin bu araçlara karşı koyabilmeleri için tanksavarlara sahip olmaları gerektiğine inandılar. Bu plan dahilinde yerleşimin güvenliğinden sorumlu kişi (işgal ordusuna bağlı) bu silahı bir depoda tutacak ve sadece çok gerekli durumlarda kullanacak. İşgal ordusu ayrıca Batı Şeria, Gazze Şeridi ve kuzeydeki yerleşimlerdeki “Teyakkuz Birliklerine” dağıtılmak üzere 200 zırhlı araç satın almayı da düşünüyor. Ordu, işgalci yerleşimci muhafızları için Batı Şeria’da artan direniş operasyonları nedeniyle çok sayıda zırhlı araç temin etti.
Yerleşimcileri silahlandırma çabası sadece işgal ordusu ya da Milli Güvenlik Bakanlığı ile sınırlı değildi. Bu silahlanma sürecine yerleşimcilere bağlı birçok kurum ve kuruluş da katıldı. Batı Şeria’nın kuzeyindeki yerleşimler anlamına gelen Shomron Bölge Konseyi’nin başkanı Yossi Dagan, saldırının başlangıcında hiç gecikmeden işgal ordusu ve polisle koordineli olarak konseyi aracılığıyla yerleşimcilere yüzlerce silah dağıttı. Konsey, 22 Ekim’de (M4) olarak bilinen yükseltilmiş model 200 adet M16 tüfeğinin dağıtımını yaptı. 300 yeni parça satın alma sürecinde olduğunu ve bu silahların satın alınmasının, kendi deyimiyle Shomorn’un dünya çapındaki dostlarının bağışlarıyla finanse edildiğini” duyurdu. Aynı çaba içinde yerleşim yerlerini ve yerleşimcileri destekleme konusunda uzmanlaşmış Shevat Zion ve Tekuma 23 dernekleri, yerleşimcileri silahlandırmak için para toplamak amacıyla bir bağış kampanyası başlattı. İki grup, kampanyanın başında iki milyon şekelden fazla para toplamayı başardı.
Bu yoldaki en tehlikeli gelişme, işgal ordusunun Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini savunma görevinin büyük bir kısmını yerleşimcilere devredecek bir plan üzerinde çalışıyor olmasıdır. Öyle ki her yerleşimde teyakkuz birlikleri kurulacak, yerleşimciler işgal ordusunun gözetiminde silahlandırılacak ve eğitilecek. Bu plan, Batı Şeria’daki yerleşimci liderleriyle daha önce görüşmüş olan merkezin komuta subayı Yarbay Shlomo Vaakin tarafından hazırlandı. Bu, yerleşimcilerin Batı Şeria’nın kontrolünü ele geçirecek düzenli bir orduya dönüşeceği anlamına gelir.
Silahlanma konusunda uluslararası tutumlar:
Kişisel silahların yayılması ve silahlı grupların kurulması meselesi, Siyonist toplum ve onların siyasi ve güvenlik liderleri tarafından güvenlik tehditleri bahanesiyle kabul edildi. B’Tselem ve Peace Now gibi bazı İsrailli insan hakları kurumları, Filistin toplumuna yönelik tehlike nedeniyle bu sürece karşı çıktılar. Fakat bu kurumlar Siyonist toplumun kenar köşelerinde yer alıyor ve bu nedenle muhalefetlerinin gerçek bir etkisi yok. Siyonist toplumda silahların yayılması konusundaki asıl endişe ise bu sürecin bizzat Siyonist toplum üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor. Siyonist kamuoyu, kişisel silahların yaygınlaşmasından ve bu silahların suçlarda, aile içi şiddet vakalarında, kişisel anlaşmazlıklarda ve intiharlarda kullanılmasından korkuyor. Ancak bu silahın yayılmasıyla ilgili gerçek tehlikeyle, ister 48 topraklarında, ister Batı Şeria’da olsun, Filistin halkının karşı karşıya olduğu gerçeği tamamen göz ardı ediliyor.
Batı Şeria’daki yerleşimcilerin silahlandırılmasına en güçlü muhalefet Amerika Birleşik Devletleri’nden geldi. Aralık ortasında Biden yönetimi, işgalci devlete binlerce M16 silahı satma yönündeki anlaşmayı sonuçlandırmaktan kaçındı. Anlaşmanın onayını, bu silahların Batı Şeria’daki yerleşim yerlerine dağıtılmaması taahhüdüne bağladı. İşgal hükümeti anlaşmayı tamamlamak için bu taahhüdü vermek zorunda kaldı. Amerika’nın bu itirazına, Amerikan yönetiminin Filistinlilere yönelik şiddet olaylarına karışan çok sayıda yerleşimciye (sadece 4) yaptırım uygulaması da eşlik etti. İngiltere ve Fransa bu adımı takip ederken, Avrupa Birliği de yerleşimcilere yaptırım uygulamayı düşünüyor.
Batılı ülkelerin attığı bu adımlar, yönelimlerinin değişmesi, hatta yerleşime bakış açılarının dönüşümün başlangıcı bile değil. Bir elin beş parmağını geçmeyecek bazı yerleşimcilerden bahsediliyor. Vizeden mahrum bırakma gibi komik cezalara tabi tutuluyorlar. Elbette bu, Batı Şeria’da yüzlerce, hatta binlerce yerleşimcinin grup ya da bireysel olarak Filistinlilere yönelik şiddet eylemlerine katıldığı gerçeğini hiçe sayıyor. Son yıllarda yerleşimci şiddetinin nitelik ve nicelik olarak tehlikeli boyutlara ulaşması, yerleşim ve toprak hırsızlığı sürecinin kendisinin sürekli bir şiddet süreci olması da dahil olmak üzere bunu gösteren pek çok olay var. Ancak Batı söyleminin hem o ülkelerin çıkarlarına hem de işgalci devletin çıkarlarına ilişkin hedefleri var. Bu ülkeler bir yandan Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşta işgalci devletin manevi ve maddi açıdan tamamen yanında yer aldıktan sonra Filistinlilere yönelik konuşma ve davranışlarında bir miktar denge ve ılımlılık göstermek istiyorlar. Bu durum, bu önyargıya karşı iç protestoların artmasının ışığında gerçekleşti. Öte yandan bu söylem işgalci devletin kendisi açısından da hassas bir güvenlik çıkarı içermektedir. Yerleşimci şiddetinin artması, Batı Şeria’da ayaklanma veya halk ayaklanması şeklini alabilecek Filistinlilerin tepkilerine yol açabileceğinden, bu ülkeler savaşın genişlemesini ve Gazze Şeridi dışına çıkmasını engellemeye çalışıyor. Bu, özellikle bu aşamada son derece tehlikelidir. Çünkü bu Filistin Otoritesi’nin çöküşü anlamına gelebilir. Savaş çabalarının dikkatini dağıtmak bu ülkelerin istemediği bir şey.
Her halükârda, Amerikan medyasının söylemi, İsrail’in yerleşimcilere yönelik tutumuna aykırı imalarda bulunsa da, özünde onunla tamamen aynı. Zira yerleşimci şiddeti yalnızca çok daha derin bir sorunun belirtisi. Bu, yerleşimin kendisi ve üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayan Filistinlileri yerinden etme politikasıdır. Batı’da buna karşı çıkan açıklamalara rağmen yerleşimci şiddeti, yerleşimin çeşitli biçimlerinin varlığından kaynaklanmaktadır. Uluslararası hukuku ihlal eden bu yerleşim projesine, Filistinlileri topraklarından mahrum ederek, geçim kaynaklarını kısıtlayarak ve demografik büyümeye tepki olarak kentsel genişlemelerini engelleyerek yerlerinden etme çabası eşlik ediyor. Batı’da “bazı yerleşimcilerin uyguladığı şiddet” olarak adlandırdıkları duruma ilişkin eleştirel sesler, ancak yerleşim projesinin temsil ettiği temel sorundan dikkatleri dağıtmaktan başka bir şey olarak okunamaz.
Sonuç:
Batı Şeria’daki Filistin halkı aleyhine yerleşimcilerin silahlandırılması tehlikesi sonraları daha net ortaya çıkacak. Son yıllarda silahlanmaları devam edip artmasına rağmen bu silahla kitlesel katliamlar yapmadıkları açık. Silah sahibi olmaları onları doğrudan Filistinlilere karşı kullanmaları anlamına gelmiyor. Yerleşimcilerin şiddet vakalarının çoğu silah içermiyor. Tahrip etme, mülklere saldırma, Filistinlilerin arabalarına taş atma, ağaçları kesme ve silah kullanılmadan yapılan başka saldırılar gerçekleştirme eğilimindeler. Ancak bu saldırıların tamamı, işgal ordusu tarafında kendilerinin korunmalarının yanı sıra, yerleşimcilerin savunmasız Filistinlilere karşı güçlerini kullandıkları ellerindeki silahların da korunmasıyla gerçekleştiriliyor.
Sonuç olarak yerleşimcilerin elindeki silahların artması, Filistinlilere yönelik saldırıların ve şiddetin artmasına yol açacak. Son yıllarda bu şiddet artış göstermeye başladı. 7 Ekim’den sonra zirveye ulaştı. Bu aynı zamanda saldırıların ciddiyetini artıracak ve Gazze’ye yönelik saldırı perdesinin arkasında Batı Şeria’daki Bedevi topluluklarına yönelik sessiz yerinden etme operasyonlarını da hızlandıracaktır.
İşgal devletinin yerleşimcilere silah dağıtarak Filistinliler arasında kalıcı bir terör durumu yaratmayı ve onlara her zaman tehlikede olduklarını hissettirmeyi amaçladığı açık. Bu amaç doğrultusunda yerleşimcilerin bazı durumlarda bu durumu pekiştirmek için silah kullanmalarına ve Filistinlileri öldürmelerine göz yumuluyor. Öte yandan bu kullanım, işgalci liderlerin “gönüllü göç” olarak adlandırdığı Filistin halkını yerinden etme hedeflerine ulaşmak için kullanılıyor. Siyonist zihniyette gönüllü göç ilkesi, kendi kendine, sessizce kendi kendine oluşmuş gibi görünene kadar onu hazırlayan ve ona doğru baskı yapan koşulların yaratılmasına dayanmaktadır ve bu koşullardan biri de yerleşimcilerin şiddetidir.
Sonuç olarak yerleşimcilerin elindeki silahların artması, Filistinlilere yönelik saldırıların ve şiddetin artmasına yol açacaktır. Zaten son yıllarda bu şiddet artma eğilimi göstermeye başladı. 7 Ekim’den sonra zirveye ulaştı. Bu aynı zamanda saldırıların ciddiyetini artıracak ve Gazze’ye yönelik saldırı perdesinin arkasında Batı Şeria’daki Bedevi topluluklarına yönelik sessiz yerinden etme operasyonlarını da hızlandıracaktır.
*İsrail Araştırmaları Uzmanı
[1] Kudüs Ayaklanması: 2020 yılı Eylül sabahı Ariel Şaron’un birkaç Knesset üyesiyle birlikte Mescid-i Aksa ve Kudüs’teki Kubbe-i Sahra civarına girmesiyle Filistin’in genelinde başlayan eylemler için kullanılmıştır. Bu ayaklanmalar sonucu 48 topraklarından 13 genç işgal tarafından şehit edildi.
Onur Ayaklanması: 2021’de işgalci İsrail’in Kudüs şehrine saldırıları ve Filistinlileri Şeyh Cerrah mahallesinden çıkarma girişimi sonrasında patlak veren olaylar için kullanılmıştır.
[2] “Kudüs Kılıcı Savaşı”na verilen İbranice isim. (Şomer HaHomot – שומר החומות)
[3] Gazze sınırına 7 km (4,3 mil) mesafede bulunan ve ibranice Otef Aza (עוטף עזה) olarak adlandırılan bölge. İşgalci İsrail tanımlamasına göre Sderot şehrini ve Eşkol, Hof Aşkelon, Sdot Negev ve Şaar Hanegev bölgelerini kapsıyor.