Gazze’deki karışıklık ve Batı Şeria’daki tırmanış arasında… Üçüncü İntifada patlak verir mi?

Dr. İyad Ebu Zneid*

İsrail’de Benjamin Netanyahu ve bir grup aşırılık yanlısı bakanın iktidara gelmesini takip eden yıllar, Filistin meselesi ve özellikle de Batı Şeria’yı Yahudileştirme ve kontrol etme girişimleri açısından tehlikeli ve etkili yıllar olmuştur. Batı Şeria’da Siyonist yerleşim planları artış gösterirken, Batı Şeria’nın ele geçirilmesi ve Yahudileştirilmesine yönelik planlar hayata geçirilmeye başlanmıştır.

7 Ekim (2023) öncesinde, Batı Şeria fanatik Yahudi grupların sürekli saldırılarına maruz kalmış ve çatışmaların şiddeti çok artmıştı. Nitekim İsrail tarafından yayınlanan birçok raporda ortalığın karışması durumuna karşı İsrail işgal ordusunun Batı Şeria’da yoğun bir şekilde konuşlandığına işaret etmekteydi. 7 Ekim’den sonra ise İsrail, Gazze’de yaşananlardan daha az tehlikeli olmayacak bir şekilde Batı Şeria’ya savaş açtı ve şimdiye kadar Batı Şeria’da 370 Filistinli şehit edildi. 4 bin Filistinli yaralandı ve 6090 Filistinli tutuklandı.

İsrail bir hafta önce sürpriz bir adım atarak Gazze Şeridindeki 5 birliğini çektiğini duyurdu. Bu karar, Batı Şeria’daki direniş operasyonlarının tırmanışa geçmiş olması ve bölgede tansiyonun yükseleceği beklentisinin bir sonucu olarak değerlendirildi. Bu rapor, Gazze’ye yönelik saldırılar ile Batı Şeria’daki mevcut karışıklık nedeniyle üçüncü bir intifadaya doğru kaymayı önleyecek şiddet içeren caydırıcı güç oluşturma stratejileri arasındaki bağlantıyı ele alıyor.

İdeolojik Boyut: Batı Şeria’da Devam Eden Gergin Durum

Batı Şeria, eski Yahudi devletinin merkezi ve işgalcilerin yaratmayı çalıştığı yeni devletin başkenti olarak aşırılıkçı Yahudi dini doktrininin kalbinde yer alıyor. Tarihi ve dini iddialar ile Yahuda ve Samara olarak adlandırılan bölgenin Yahudilikle olan bağlantıları sebebi ile Batı Şeria’yı olayların merkezine getirme, Yahudileştirilme tehdidine maruz kalmaktadır. Halihazırdaki radikal İsrail hükümetinin siyasi ajandalarından biri de Batı Şeria’yı boşaltmaktır. Kamu Güvenliği Bakanı Ben Gvir ve Maliye bakanı Smotrich Batı Şeria’ya yönelik dini içerikli kalabalık gösteriler düzenleyenlerin başında geliyorlar. Batı Şeria’nın coğrafi ve demografik unsurlarına karşı yöneltilen saldırılar Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin doğasını ortaya koymaktadır. Bu argümanlara inanan Yahudilerin kendileriyle bile bir arada yaşaması mümkün değildir. Söz konusu aşırı fanatik gruplar Batı Şeria’da yerleşim yerleri kurmak ve topraklara sahip olmak için çatışmaya ve şiddete dayalı bir inanca sahiptirler.

Ben Gvir ve diğerleri, Batı Şeria ile olan bağın akidevî bir bağ olduğunu ve oranın bir santimetresini terk etmenin, Tanrı’nın Vaat Edilen Topraklarını terk etmek anlamına geldiğini iddia ediyorlar. İsrail’in ilk oluşumunda, toprakları işgal etme stratejik boyutu izlediğini, işgalin dini ve tarihi seferberlik için Tevrat metinlerine dayalı olarak arzuladığı militarizasyon kaynağı bulduğu Batı Şeria’da iki boyutun birleştiğini söylemek abartılı olmaz. O Tevrat metinleri ise “Tanrı Yahuda’da tanınır. Onun çadırı Şlayem’deydi ve O’nun meskeni Siyon’daydı”.[i]İşte, kavmimi doğu diyarından ve güneşin battığı diyardan kurtaracağım ve onları getirin, Yeruşalim’in ortasında oturacaklar, benim halkım olacaklar, ben de onların doğruluk ve doğrulukla Tanrısı olacağım”.[ii]

Batı Şeria ile İsrail işgali arasındaki ilişki çetrefillidir ve bu ilişkinin sakinleşip veya devam edeceğine dair tahminde bulunmak oldukça zordur. 1967’de Batı Şeria’nın işgalinden sonra yaklaşık 20 yıl süren sakinlik döneminde İsrail, bilinç mühendisliğinin Filistin zihninde kök saldığını ve yerini aldığını düşündü, ancak Batı Şeria, ilk Filistin İntifadasının yaşandığı yer oldu. Çeşitli Filistinli örgütler Batı Şeria’da ortaya çıktı ve işgalle mücadelenin ağırlık merkezi haline geldi. 1990’larda Batı Şeria, İsrail içerisinde yaptığı nitelikli operasyonlarla yeniden sahne aldı ve 1999’da Filistin ekonomisinin hızlı büyümesinde Batı Şeria’nın büyük bir katkısı oldu. O yıl Filistin en yüksek ekonomik büyüme oranlarına ulaşırken, İkinci İntifada yine Batı Şeria’da başladı. 2005’ten sonra İsrail yeni bir Filistin yaratma girişimine kalkıştı ve Batı Şeria’nın yıllardır maruz kaldığı yabancılaştırma durumuna ve işgalin ihlallerine tepki olarak bireysel operasyonlarla yeniden çatışmalar başladı. 7 Ekim’den önce Batı Şeria’da direniş eylemi büyüyordu ve son iki yılda (2022-2023) “Cenin Tugayı” ile başlayıp “Akabe Cebr Kampı” ile devam eden ve ardından “Balata Tugayı” ve “Tulkarim Tugayı” gibi yeni Filistin direniş oluşumları ortaya çıktı. Nablus kentinde ise “Arinu’l Usud” (Aslanlar İni) adı altında silahlı gruplar ortaya çıkmış, böylece İsrail işgaline direnen, evcilleştirme ilkesini kesin bir şekilde reddeden yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır.[iii]

Bu karmaşık ilişki, 7 Ekim’den bu yana işgalci İsrail’in Batı Şeria’ya ilişkin düşüncesinin merkezini oluşturdu. Gazze’deki olayların patlak vermesinden bu yana, İsrail Batı Şeria’da yeni ve eski stratejilerle, doğrudan çatışma, saldırı, tutuklama, sabotaj, altyapının tahrip edilmesi, sosyal medyada halkın davranışlarının izlenmesi ve kontrol edilmesi gibi bir dizi eyleme başvurdu. Batı Şeria, işgalin hem sert hem de yumuşak ateşiyle kuşatılmaya başlandı ve hala da kuşatılmış durumda.

İsrail tarafından yayınlanan çeşitli raporlar Batı Şeria’daki durumun patlak vermek üzere olduğunu gösterirken; İsrail istihbarat servisi Şabak ve güvenlik kurumu İsrail’in Batı Şeria’daki politikalarının Batı Şeria’da çatışmanın kaçınılmaz bir duruma ulaşmasında itici faktör olduğu konusunda uyarılarda bulundu. Buna ilişkin İsrail’in Haaretz gazetesi, “Netanyahu, İsrail’i tehlikeye atıyor. Aşırı sağın ilhak, Yahudi üstünlüğü ve savaş emellerini gerçekleştirmeye çalışan hükümetini tercih ediyor” dedi. Aynı gazete “Netanyahu’nun ordu ve Şabak güvenlik servisi tarafından defalarca yapılan uyarıları göz ardı etmesinden varılabilecek tek sonuç budur” ve devamında “Aynı şekilde Güvenlik kurumu, Batı Şeria’da hızlıca kötüleşen koşulların hafifletilmesi için bir şeyler yapılması gerektiği yönünde çok açık mesajlar verdi.” diye ekledi.

Haaretz gazetesinin haberine göre, iki taraf arasındaki son görüşmelerde Amerikalı yetkililer İsrailli yetkilileri Batı Şeria’daki durumun kötüleştiği ve patlama noktasında olduğu konusunda da uyardı. Haaretz gazetesi, Amerikalıların fanatik yerleşimcilerin Batı Şeria’yı üçüncü bir intifadaya itmelerine izin verilmemesi gerektiğini, İsrail hükümetinden Batı Şeria’nın maruz kaldığı ekonomik sıkıntılara son vermesi ve yerleşimcileri dizginlemek için çalışması gerektiğini talep ettiklerini aktardı. Gazete, “Amerikan yönetimi, Batı Şeria’da yaygınlaşan şiddet olayları, İsrail’in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü soykırım savaşını sürdürmek için elde ettiği uluslararası desteğe de zarar vereceğine inanıyor” dedi. Haaretz, haberinin devamında “İsrail siyaset kurumu, Hamasın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği El Aksa Tufanı operasyonunun bir benzerinden ve Batı Şeria’daki Filistin güvenlik güçlerinin İsrail hedeflerine yönelik operasyonlara katılma olasılığından korkuyor” ifadelerini kullandı. Gazete, Amerika’nın Batı Şeria’daki durumun kötüleşmesine dair uyarısının İsrail’deki üst düzey güvenlik yetkililerini şaşırtmadığını, ancak bu günlerde Lübnan sınırının muhtemelen ikinci bir savaş cephesi olduğunu gören İsrail toplumunun geniş kesimlerini şaşırtabileceğini belirtti. Haaretz gazetesinin aktardığı bu habere paralel olarak, Netanyahu geçtiğimiz günlerde İsrail ordusuna, Batı Şeria’dan temas hattı yakınındaki yerleşim yerlerine ve kasabalara yönelik olası saldırıları engellemek için bir eylem planı geliştirmesi talimatını vermişti.

Batı Şeria’daki durumu daha da kötüleştirebilecek gerilimin faktörleri:

  • İsrail, 2000 yılında “Savunma Kalkanı” Harekatı’nda olduğu gibi Batı Şeria’da gerçek bir savaş yürütüyor. Ancak tek farkı, bunu açıkça ilan etmemesi. 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’da Yahudi yerleşim yoğunluğu arttı, 9 yeni yerleşim yeri kurularak, zaten parçalanmış olan Batı Şeria daha fazla parçalandı ve ayrı ayrı kantonlara bölündü. İsrail’in sürekli dile getirdiği bir senaryosu da yedi emirliktir. Bu senaryoya göre Batı Şeria’nın merkezi konumundaki şehirlerini ve kırsalını özerk yönetim statüsünden daha düşük bir yönetim modeli ile emirliklere dönüştürmek ve yönetmek amaçlanıyor. Böylece bağımsız bir Filistin devleti kurulmasının önüne geçmeyi hedefliyor. Geçtiğimiz yıllarda İsrail’in Batı Şeria’daki bölgeleri ilhak etme yönündeki açıklamaları ve planları arttı. Bugün Batı Şeria’da yaşananlar, medyanın göremediği sessiz bir savaş ve sessiz soykırımdır. Son dönemde, başta Bedevi toplulukların yaşadığı yerler olmak üzere “C” bölgesi denilen yerlerden bin kişiden fazla insan zorla sürgün edildi. Ayrıca bu bölgelere yönelik hareket kısıtlama politikası da uygulandı. Hareket kısıtlama politikası çeşitli yöntemlerle yapıldı. Bunlardan bazıları, yerleşim yerleri inşa etmek, duvarlar, dikenli teller, köprüler, tüneller bariyerler ve gözetleme kuleleri kurmak şeklinde sıralanabilir.
  • 7 Ekim’den sonra İsrail’in Batı Şeria üzerindeki kontrol ve hegemonya sürecini görünür, bazen de görünmez ve sessiz bir şekilde kolaylaştırmak için bölgeyi (Batı Şeria) bariyerlerle boğma politikasına geri döndü. Bu politika, yerleşimciler tarafından Batı Şeria’daki Filistinlileri kısıtlamak ve onları göçe zorlamak veya gönüllü olarak bölgeyi terk etmeye itmek için uygulanan resmi ve resmi olmayan İsrail politikasının bir parçası olan ilhak planını uygulama girişimi olarak değerlendiriliyor. Batı Şeria’daki Filistinlileri göçe zorlamanın en öne çıkan yöntemleri arasında, bölgedeki yaşam imkanlarına yok etmek, hareket özgürlüğünü kısıtlamak, Kudüs şehrinde bariyerler örmek ve İsrail askerlerinin Kudüs’teki Eski Şehir’e girişleri çeşitli bahanelerle zorlaştırması. Ayrıca her cuma günü, işgalci İsrail, Mescid-i Aksa’ya Eski Şehir dışından girmek isteyen Kudüslülere zorluk çıkartıyor. Nitekim son dönemde Eski Şehir ile Mescid-i Aksa’ya girişi kısıtlayan birçok bariyer inşa edildi. 7 Ekim sonrası cuma günü Mescid-i Aksa’ya girenlerin sayısı 5.000’i geçmiyor, oysa 7 Ekim’den önce cuma günleri Mescid-i Aksa’da ibadet edenlerin sayısı 50.000’i aşıyordu.
  • Ekonomik abluka: İsrail’de çalışan yaklaşık 150.000 Filistinli işçinin işten çıkarılmasından ve Filistin ekonomisinin kırılgan yapısından kaynaklanan ekonomik kriz. Bu durum, bölgeyi daha fazla ve şiddetli bir gerilime itecek faktörlerle çevrili karmaşık ve iç içe geçmiş bir gerçekliği dayatmaktadır.
  • 7 Ekim’den önce direniş operasyonlarının artması: Batı Şeria’daki direniş operasyonları 7 Ekim öncesinde hız kazanmaya başlamıştı. İşgalci İsrail’in resmî kurumlarıyla ve yerleşimcileriyle karşı karşıya gelme ve çatışmaya girme oranları giderek artıyordu. Batı Şeria’daki direniş operasyonlarını gerçekleştiren kişinin kaderi, işgalcilerin elindeki gelişmiş izleme ve kontrol araçları nedeniyle, büyük ölçüde kaçınılmaz olduğu bilinir. Buna rağmen Batı Şeria direnişten geri adım atmadı, aksine yeni direniş yöntemleri geliştirdi; bu direniş şehirden şehre farklılık gösterse de çeşitli şehirlere yayılmasıyla açıkça kendini gösterdi. “Cenin Tugayı” ve “Aslanlar İni” örneklerinde olduğu gibi yeni direniş yöntemleri geliştirildi. Yeni direniş metotları sadece işgalcilerin eylemine tepki göstermekle kalmayıp, savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçme olarak ortaya çıkmaya başladı. Bu, pratikte her iki tarafın da benimsediği teorik söylemle uyumlu bir şekilde gerçekleşti. Bu teorik söyleme göre Filistin silahının yönlendirildiği hedef İsrail işgalidir ve yine bu işgal, Filistinlilerin direniş eylemlerinin başlatıcısı ve asıl sebebidir. İnisiyatifi ele geçirmek, bir saldırı başlatmak ya da herhangi bir İsrail saldırısı ya da provokasyonuna karşılık verileceği tehdidinde bulunmak da dahil olmak üzere çeşitli şekillerde yapılabilir. Örneğin Nablus’ta “Aslanlar İni” grubunun fanatik Yahudi yerleşimcilere Hz. Yusuf’un kabrine girmemeleri konusundaki tehditleri çok nettir. Grup “Mezara kim girerse, onun mezarını kazarız” sloganı atarak Yahudi yerleşimcilerin kabre girişimlerini engellemek üzere teorik söylemle yetinmeyip bunu fiili bir gerçeğe dönüştürdüğünün kanıtı olarak birden fazla kez saldırıyı fiilen başlattı.
  • Batı Şeria’daki direniş, kolektif eylem çerçevesinin yeniden düzeltilmesinde temel bir rol oynuyor ve bu, İsrail’in Filistin toplumsal bağlamının birincil denetleyicisi olduğu varsayımıyla çelişiyor. İsrail’in Filistin toplumsal bağlamının merkezi belirleyicilerinden olduğu düşüncesi, Filistin toplumunun kendi sosyal yapılarını onarmadaki etkilerini göz ardı eden yetersiz bir bakış açısının ürünüdür. Filistinlilerin sosyal bağlamında direniş fikrinin devam etmesinde etkili olan hususlar arasında işgal eyleminin kendisi, bireysel direniş eylemine olan kümülatif inanç ile işgalci denetim ve kontrol araçlarına karşı koymada etkili hale gelen açık dijital alan yer alıyor. “Cenin Tugayı” ve “Aslanlar İni” örneklerinin İsrail’in bireysel eylem aracılığıyla dayattığı bu kuralları kırmada açık bir etkisi oldu. Bu tür direniş oluşumları Filistinlilerin mücadeleci ruhunun hala mevcut ve canlı olduğunu vurgulayarak, bu kuralları sarsmayı başardılar.

Buradaki paradoks, işgalci İsrail’in her türlü kontrol ve denetim imkanlarına, ekonomik kontrol araçlarına, prangalara ve takip araçlarına sahip olmasına rağmen Filistinlilerdeki farkındalığı yok edememesi, kolektif duyguyu dağıtamaması veya bir bütün olarak Filistin bağlamını kontrol edememesiyle ortaya çıkıyor. Filistinliler her dönem ve durumda, mücadele yöntemlerindeki yenilenme arayışını ve bilincini canlı tutmaya devam ediyorlar.

Sonuç:

Batı Şeria, direniş faaliyetlerinde bir artışa, direniş yöntemlerinin değişmesine ve halk direnişi ile silahlı direnişin iç içe girmesine tanık oluyor. Direniş Batı Şeria’nın kuzeyinde, özellikle Cenin ve Nablus şehirlerinde yoğunlaştı ve özellikle 7 Ekim’den sonra direniş eyleminin yoğunluğunun artmasına “Cenin Tugayı” ve diğer oluşumların katkısı oldu. İsrail, Batı Şeria’daki ekonomik kuşatmaya, zorla göç politikasına, artan yerleşimci şiddetine ve aldığı önlemlerin sertliğine rağmen, Filistin direnişini ortadan kaldırmayı veya sınırlamayı başaramadı. Batı Şeria artık gerçek bir sürpriz ve değişim kaynağı haline gelebilir, hatta üçüncü bir intifadanın çekirdeği olabilir.

…………………………………………………………….

*Ramallah’taki Yabous Danışmanlık ve Çalışmalar Vakfı’nda araştırmacı ve Al-Istiklal Üniversitesi’nde öğretim üyesi.

[i] Mezmurlar Kitabı, 76. bölüm, 2:1.

[ii] Zekeriya Kitabı, 8. bölüm, 7:8.

[iii] İbrahim Rabayah, Yükseliş ve Çatışma: Cenin’de Evcilleştirme Modeli ve Düşüşü, Filistin İşleri, Sayı 287-288, İlkbahar ve Yaz 2022, s.26.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu