İşgalci İsrail’in Filistinlilere Karşı Davranışlarındaki Vahşilik Hakkında Bir Değerlendirme

Ahmed Atawna*

Birbiri ardına gelen işgalci İsrail hükümetleri demokratik bir “devlet”, “medeni ve uygar” bir yapı, Ortadoğu’daki tek demokrasi, Batı’nın uygar bir uzantısı ve doğunun barbarlığı karşısında Batı’nın ilk savunma hattı olduğu düşüncesini kurmak için çok uğraştı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Batı’ya yönelik medya yazılarında ve konuşmalarında bu fikre daha fazla odaklanarak diğerlerinin arasında sivrildi. Her zaman İsrail’in bu savaşlara ve çatışmalara Batı adına girdiği fikrine odaklandı. Bunu bazı Batılı ülkelerin büyükelçileriyle yaptığı son görüşmesinde de dile getirdi.

Bu sırada işgalci İsrail, Filistin direnişini terörizmle damgalamaya ve dünyadaki radikal ve terör hareketlerinin her eylemini direnişle bağdaştırmaya çalıştı. Öyle ki, Avrupa Birliği (AB) ve ABD’ye bu hikâyeyi benimsetmeyi ve Filistinli direniş hareketlerinin çoğunu terör listelerine aldırmayı başardı.

Ne var ki, bugün Gazze’de devam eden savaştaki gaddarca tutumu, bütün bu iddiaları geride bırakıp İsrail’in faşist, işgalci ve yerleşimci bir devlet olarak esas doğasını ortaya çıkardı. Savaşın başında Filistin direnişini ve direnişçilerini terörist gruplar olarak gösterme ve onları DAEŞ ile ilişkilendirme uğruna büyük çabalar verdi. Bunu yaparken çok sayıda uydurma hikayeler ortaya attı. Ancak bunlar hızla çöktü ve ilk başta bu hikayeleri benimseyen Batı medyasının karşısında ve hatta Batı medyasının aracılığı ile bunların uydurma olduğu ortaya çıktı. İşgalci İsrail’in tüm bu çabalarına rağmen gerçekler ayan beyan bir şekilde dünyanın gözleri önüne serildi. Pek çok halk ve uluslararası kuruluş, Filistin’in haklı anlatısını benimseyerek işgalcilerin gaddarca davranışlarına karşı çıkmaya ve bunları kınamaya başladı. Gazze’de Filistin halkını ortadan kaldırıp insanları tekrar tehcir etmeye çalışan işgalci İsrail, çok sayıda katliama imza atarak 7 Ekim’den bu yana yaklaşık 15 bin Filistinliyi şehit etti ve bunların çoğu çocuk ve kadındı.

İşgalci İsrail’in barbarca davranışları, dünyadaki faşist ve diktatör rejimlerin davranışlarına fazlasıyla benziyor. Aynı zamanda emperyal güçlerin her dönemdeki davranışlarıyla da örtüşüyor. Bunlar Moğolların, Nazilerin, Cezayir’deki işgalci Fransızların ve Vietnam, Irak ve Afganistan’ı işgal eden ABD’lilerin vahşiliğinin ve suçlarının bir uzantısıdır. Halkları ve sivilleri katletmeyi bir baskı aracı ve hegemonya dayatma aracı olarak kullanan daha nice emperyal güç gibi… Şu muhakkak ki, işgalci oluşum düşünmüyor ve normal bir şekilde davranmıyor. Çünkü bunu yapsaydı bir işgalci olamazdı. Zira normal bir davranış, akıl ve düzgün fıtrat baskıyı, adaletsizliği ve hak ve özgürlüklerin gasp edilmesini kabullenemez. İşgalcinin başkalarına benzemeyen özel bir yapısı var. Sahip olduğu hastalıklı yapısı, vahşileşmesini ve insanlardan farklı ve onların doğasından berî bir şeymiş gibi davranabilmesini sağlıyor.

İsrail’in sistematik, kasıtlı ve bilinçli görünen bu davranışının anlaşılması ve açıklanmasında şu noktalar yardımcı olabilir:

  1. İçten içe bu topraklarda hakkının olmadığını, buradaki tarihi ve dini iddialarının yalan olduğunu ve varlığının bir meşruiyeti olmadığını bilmesi. Bu durum onu, bunun yerini doldurma çabası ve varlığını güvence altına almak için insanlara boyun eğdireceği sanrısıyla baskı, sindirme, korkutma ve güç üstünlüğü elde etme gibi yöntemlere başvurmaya itiyor. Bunu yaparken, örneğin ABD ve Fransa’da olduğu gibi, varlıklarını kabul ettirmek için yerli halkı yok eden ve milyonlarca vatandaşı öldüren diğer ülkelerin deneyimlerinden ilham alıyor.
  2. Halk desteğine, sivil yapılara, normal yaşamın tüm bileşenlerine, aklından direniş fikri geçen veya işgalin karşısında duran herkese kitlesel bir zarar verme temeline dayanan yeni bir askeri doktrinin çizilmesi. Bu, soykırım ve etnik temizlik anlamına geliyor ve Nazizm ve Faşizmin eylemleriyle birebir aynısını teşkil ediyor. 2006’da Lübnan’da kullanılan Dahiya Doktrini olarak bilinen stratejisini geliştirip bunun 2023’te daha kanlı, daha şiddetli ve daha zalimâne bir versiyonunu ortaya koymaya çalışıyor. Zira El-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de yaptığı askeri operasyon, işgalcilerin onlarca yıldır güvendiği askeri ve güvenlik doktrinine ve sistemine bir darbe indirerek yenilmez ordunun bozguna uğratılabileceğini gösterdi. İşgal güçleri, Filistinli direnişçilerin karşısında herkesi şaşırtacak bir şekilde çöktü. Operasyonu öngöremeyen ve engelleyemeyen sistemlerinin ve güvenlik servislerinin ne kadar aciz olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda işgalci oluşumun her zaman övündüğü ve birçok bölgesel ve uluslararası tarafın gözlerini kamaştırdığı teknolojik üstünlük iddialarının da bir yanılgıdan ibaret olduğu ortaya çıktı.
  3. Bölgeye fikirsel, kültürel, tarihsel ve toplumsal bir aidiyetinin olmaması. Bu durum, işgalci İsrail’i bölge bileşenleriyle olan bu aidiyetin ve bağın sorumluluğundan bağımsız kılıyor. Bölge halklarıyla ulusal, entelektüel ve kültürel bağlarının olmayışı, işgalci gücün bölge halklarının kendisine bakış açısını ya da buradaki gelecek ilişkilerini umursamamasını sağlıyor. Çünkü onların iradesine rağmen var olduğuna inanıyor ve varlığını sürdürmesinin bu iradenin sürekli inkarına ve bastırılmasına bağlı olduğunu düşünüyor.
  4. Üstün olduğu inancı ve başkalarına tepeden bakması. Bu, Siyonist hareketin en önemli özellikleri arasında yer alırken, bu tutumu hareketin BM’de resmi olarak -ve uzun bir süre- ırkçı bir hareket olarak sınıflandırılmasına yol açmıştır. Bu özellik, bu savaşta gerek Savaş Bakanı gerekse birçok gazeteci, akademisyen ve analistin -hatta asker ailelerinin- diliyle olsun, Siyonist söylemde büyük ölçüde görüldü. Öyle ki, Gazze’deki Filistinlileri “insansı hayvanlar” olarak nitelendirerek orada İsrailli ve yabancı esirler dışında hiçbir masumun olmadığını ve bütün Gazze halkının ölmeyi hak eden teröristler olduğunu söylediler.
  5. Gerek bireysel gerek toplumsal olarak, işgalci İsrail’in bütün bileşenlerinin derinliklerinde yatan korku. Yukarıda bahsettiğim bazı unsurlarla alakalı olan bu korkuyu işgalci İsrail daima saklamaya özen gösteriyor ve sahte de olsa bunun aksi bir imaj çizmeye çalışıyor; çünkü herhangi bir korku ve zayıflık göstergesi onun için sona yaklaşmak demektir. İşgalci İsrail, içinde yer alan bu derin korkunun -ki pek çok lideri tarafından varoluşsal tehlike hakkında yapılan nice konuşmada bu dile getirildi- üzerini örtme çabasıyla, psikolojik dengesini sağlamasına yardımcı olacağına inandığı gücü göstermek için baskı, katliam, kıyım ve yıkım; “yani vahşetinin” derecesini artırıyor.
  6. Vahşeti ve durmadan işlediği suçlardan ötürü hesaba çekilmeyeceği ve kendisine sorumluluk yüklenmeyeceği rahatlığı. Zira Batı ikiyüzlülüğüne ve taraflılığına devam ederek işgalcilere her suçunda kol kanat geriyor ve uluslararası kurumlar tarafından hesaba çekilmesini engelliyor. Bu, aynı zamanda Arap ve İslam dünyasının zayıflığı ile çakışıyor. Nitekim, hiç olmazsa siyasi ve ekonomik ilişkileri kesmek gibi bir adımla bile onun düşmanlığını durdurup cezalandıramıyorlar.

 

*Dr, Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Genel Müdürü

Bu makale Aljazeera.net’de yayınlanmıştır.

 

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu