Ukrayna-Rusya Krizinin “İsrail” Üzerindeki Etkilerine Dair Bir Okuma

Dr. Adnan Ebu Amir*

Giriş:

Rusya ve Ukrayna ile işgal devleti “İsrail” arasında binlerce kilometre mesafe olmasına rağmen, Rusya-Ukrayna krizinin -zaman geçtikçe daha da artan bir şekilde- “İsrailliler” üzerindeki çok yönlü etkisinin boyutu dikkat çekicidir. Bu da akıllara, söz konusu etkinin yapısı ve “İsrail”in kendisinden uzakta bulunan ve ortak sınır olmayan iki komşu devletin yaşadığı krizde neden bir taraf gibi göründüğüyle ilgili önemli bir dizi soruyu getirmektedir.

Yukarıda bahsi geçen sorulara cevap bulabilmek için, öncelikle Rusya ve Ukrayna’nın “İsrail”le ilişkilerinin yapısını, bu ilişkilerin nasıl bir etkisi olduğunu ve “İsrail”in bu ilişkilerdeki çıkarlarının ne olduğunu incelemek gerekmektedir. Ayrıca “İsrail”in kriz sürecindeki gelişmelere karşı tutumunun ileriye dönük okuması yapılmalıdır. Zira “İsrail”, Başbakan Naftali Bennett ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Soçi’de gerçekleşen zirve ve Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasındaki görüşmeyle Rusya ve ABD arasında arabulucu rolünü oynamaya çalışmıştır. Ancak mevcut kriz “İsrail”in rolü ve hacmini aştığından yahut özellikle Rusya’nın “İsrail”in tarafsız bir arabuluculuk yerine Batı’nın tutumunu aktarma konumunda olduğunu hissetmesinden dolayı, söz konusu girişim başarısız olmuştur.

  1. “İsrail”in Krizin Taraflarıyla İlişkileri:
  • “İsrail”in Rusya’yla İlişkisi:

“İsrail”-Rusya ilişkileri, karşılıklı çıkar çerçevesinde alanını sürekli genişletmiş ve daha önce benzeri görülmemiş bir uyum aşamasına ulaşmıştır. Bu ilişkinin birçok yönü arasında Yahudi sermayedarlara Moskova’da büyük kolaylıklar sağlanması, bu kimselerden bazılarının Kremlin’de etkili pozisyonlarda bulunması, medya organlarına sahip olmaları ve 1990-2006 yılları arasında Rus Yahudilerinin en büyük göçü olan sayısı bir milyona yaklaşan Yahudi’nin göç etmesi sayılabilir. Söz konusu göç, Filistin’in işgal edilmesi ve 1948’de “İsrail”in kuruluşunun ilanı sonrasında yaşanan göçten sonraki en büyük Rus Yahudi göçüdür.

İşgal rejimi yöneticileri, Moskova’ya rutin resmi ziyaretlerini sürdürmüş, ikili ilişkiler belirli bir hızda devam etmiştir. Öyle ki İsrail Eski Başbakanı Benjamin Netanyahu, 2016-2020 arasında Kremlin’i en çok ziyaret eden devlet yöneticisi olmuş, bu ziyaretler sırasında çok sayıda konu ve sorun masaya yatırılmıştır. Ancak görece yakın zamana kadar Rusya’nın politikası, açık bir şekilde işgali desteklemek şeklinde olmamıştır. Öte yandan “İsrail”in içerisinde bulunduğu stratejik çevre de Rusya’yla ilişkileri geliştirmesine yardımcı olmuştur. Zira Ortadoğu, büyük devletlerin rekabet sahası haline gelmiş, bu nedenle de Moskova ve Tel Aviv birbirine yakınlaşmak istemiş ve böylece aralarındaki ilişki bu istikrarsız bölgede ve belirsiz dönemde bir etki unsuruna dönüşmüştür. Özellikle Joe Biden döneminin başlaması, Biden yönetiminin Afganistan ve Irak’tan çekildikten sonra farklı bölgelerle ilgilenmesi ve Tel Aviv’deki yöneticilerin giderek Washington’un arkasında bıraktığı boşluğun büyüklüğünü hissetmesiyle Tel Aviv karar mercileri, ABD’nin bölgedeki konumunun zayıfladığını anlamış ve Moskova’daki mevkidaşlarıyla iletişimi yoğunlaştırmışlardır.

Aynı zamanda Suriye meselesi de, Moskova’nın işgal rejim uçaklarına Suriye’deki İran mevzilerine hava saldırısı yapması için hareket serbestisi tanıması suretiyle, taraflar arasındaki ilişkileri güçlendirme konusunda yeni bir rota teşkil etmiştir. Bu da “İsrail”in Rusya’yı kızdırmama konusundaki azmini, milli güvenliği tehlikeye atacak noktaya getirmiştir.

Moskova ve Tel Aviv arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler ise, siyasi ve diplomatik ilişkilere göre ileri düzeylere ulaşmıştır. 2008’de karşılıklı turist vizesi ihtiyacını ortadan kaldıran anlaşmanın yürürlüğe girmesi, bunun önemli bir göstergesidir. Bu gelişme, “İsrail”i ziyaret eden Rus turist sayısının artmasını sağlamıştır. Nitekim yılda yaklaşık bir milyon Rus turist “İsrail”e seyahat etmektedir. Aynı şekilde Moskova ve Tel Aviv arasındaki ticaret borsasının hacmi de, 2011 yılından sonra %20 oranında artarak 6 milyar dolara ulaşmış olup, giderek artmaktadır. Rusya “İsrail”den, toptan şekilde makineler, telefon, telgraf ve telsiz iletişim cihazları, kimya ve gıda endüstrisi ürünleri ile tıbbi preparatlar ithal etmektedir.

Moskova ve Tel Aviv arasındaki istikrarlı ilişkideki bu gelişmeler, taraflar arasında belirli konularda tutum anlaşmazlıkları olmadığı ve bazen siyaset ve güvenlik alanlarında benzeri görülmemiş gerilimlerin yaşanmadığı anlamına gelmemektedir. Bu gerilimlerin en önemlisi, 2008 yılında meydana gelen Rusya-Gürcistan savaşıdır. “İsrail”in Gürcistan’a insansız hava aracı tedarik ettiği, Gürcistanla müttefik olduğu, “komando” askerlerine eğitim verdiği ve aynı şekilde savaş öncesinde ve sırasında kara mayınları ve uçaksavarlar gibi çeşitli silah tedariği sağladığı anlaşıldığında, Rusya ile ilişkileri ciddi bir gerilemeye tanık olmuştur. Bunun sonucunda dönemin Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve dönemin başbakanı ve şu anki devlet başkanı Vladimir Putin, “İsrail”i Gürcistan’a silah tedarikine son vermediği takdirde özellikle Suriye ve İran olmak üzere, komşuları ve düşmanlarına taarruz silah sistemleri sağlamakla tehdit etmiştir. Rusya, azılı düşmanı Gürcistanla olan savaşına müdahil olmasının yanı sıra, “İsrail”in Orta Asya devletlerindeki muhalif güçleri desteklediğini ortaya çıkarmış, provokasyon boyutuna ulaşan bu davranış sonucunda ise “arka bahçesindeki” bu düşmanca tutum nedeniyle aleni şekilde “İsrail”i uyarmıştır.

“İsrail”, mevcut krizde Ukrayna’nın Rusya’nın milli güvenliği açısından hayati bir alan olduğunu ve Doğu Avrupa’da kaybetmesi söz konusu olan en tehlikeli jeopolitik nokta olduğunu çok iyi bir şekilde kavramıştır. Zira Rusya; Estonya, Letonya ve Litvanya Cumhuriyetlerinin 2004 yılında NATO’ya katılmasıyla Baltık Denizi’ndeki hayati pencereyi kaybetmiştir. Hatta Rusya’nın kayıpları, Ukrayna’nın Karadeniz sularındaki donanma filosunu tehdit etme noktasına ulaşacağından bu durum Rusya’yı, “İsrail” de dahil olmak üzere Batı’nın Ukrayna’yı “soğuk savaşı çağrıştıran bir savaş alanı” haline getirmeye çalıştığını düşünmeye sevk etmiştir.

  • “İsrail”in Ukrayna’yla İlişkisi:

Taraflar arasında güçlü siyasi ve ekonomik ilişkiler bulunmakta olup, serbest ticaret bölgesi anlaşması imzalamışlardır. Bu sayede ikili ekonomik işbirliğinin boyutu artarak, 2019-2024 yılları arasında yıllık iki milyar dolara ve hatta daha fazlasına ulaşması beklenmektedir. 2018’de “İsrail”, Ukrayna’ya en fazla turist gönderen ikinci ülke olmuştur. Aylık iki ülke arasında ortalama 40 bin turist gidip gelmekte olup, “İsrailli” turist sayısı daha fazladır. Bununla beraber Ukrayna, “İsrailli” işadamlarını yalnızca tarımsal ihracatta değil, yüksek teknoloji alanında da yurtdışında kendilerine bir kaynak olabileceği konusunda ikna etmiştir. Nitekim “İsrail” teknik ve teknolojik projeleri alanında çalışan 15 bin Ukraynalı mühendis bulunmaktadır ve sayıları son yıllarda iki katına çıkarak 30 bine ulaşmıştır.

Bahsi geçen ticari alışveriş ve ekonomik işbirliği, Kiev’le Tel Aviv arasındaki siyasi koordinasyona da yansımıştır. Bu bağlamda 2014’te “İsrail”, Moskova’ya Kırım Yarımadası ve Ukrayna’ya bağlı komşu bölgelerdeki askeri kuvvetlerini geri çekme çağrısı yapmıştır. “İsrail” bu yönde oy veren 66 devletten birisi olmuş, bu da Rusya’yı kızdırmıştır. Buna karşılık Ukrayna, 2018’de BM’de Hamas’ı kınama amaçlı karar taslağının lehine oy kullanmış, “İsrail” de bunu memnuniyetle karşılamıştır.

Rusya mevcut krizde, “İsrail”in Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü açık bir şekilde desteklediğinin farkındadır. Ancak “İsrail”, Rusya’yı rahatsız etmemek için bu meseleyle ilgili ciddi mesai harcamamakta ve tutumlarını aleni şekilde ve yüksek sesle ilan etmemektedir. “İsrail”e dayatılan kısıtlamaları ve “İsrail”in Rusya’ya karşı parmak uçlarında yürümesi gerektiğini bilmesine rağmen bu, Ukrayna’nın çekincesini arttırarak hayal kırıklığına uğramasına neden olmaktadır. Bu nedenle Ukrayna, daha aktif olması için “İsrail”e baskı yapmaya devam etmekte, “İsrail” ise şu ana dek iki devlet arasında iyi bir şekilde gidip gelmeyi genel olarak başarmıştır.

  1. “İsrail”in Krize “Müdahalesinin” Nedenleri:

“İsrail” krizin taraflarıyla ilişkilerini güçlü tutmaya ve bu sayede siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Ancak Kiev’le Moskova arasında krizin patlak vermesi onu köşeye sıkıştırmıştır. Bu da taraflardan birinin yanında yer almak ve taraflarla ilişkilerindeki kazanımlarını kaybetme endişesiyle tercih ettiği gri renkten vazgeçmek zorunda kalmasına yol açabilecektir. Bununla beraber “İsrail”in krize giderek daha fazla müdahale ettiğini görmekteyiz. Öyle ki “İsrail” basınında bir saat boyunca yapılan yayınlarda, kriz “İsrail” sınırlarına kadar dayanmışçasına bir atmosfer sunmaktadır. Tüm bunlara bağlı olarak “İsrail”in krize müdahaleci tutumunun arkasında yatan neden ve etkenler şu şekilde sıralanabilir:

  • “İsrail”, krizde yaşanan gelişmelerin ve krizin şiddetlenmesinin ABD’yi bölgedeki sorunlardan uzak tutabileceğini ve ABD’nin 2011’de Irak’tan sonrasında 2021’de Afganistan’dan çekilmesiyle başlayan aşamalı geri çekilme sürecinin devamı olarak, “İsrail”i desteksiz bırakabileceğinin farkındadır. Bu da söz konusu boşluğu doldurmak için “İsrail”in isteğinin aksine etkin bir bölgesel rol oynama arzusunda olan diğer devletleri bölgeye itebilir. Ayrıca “İsrail”, bu krizin şiddetlenmesinin ABD’nin kriz sonrası sürece müdahil olması ve bu süreci doğuya yönlendirmesi ve böylece Ortadoğu’ya olan ilgisinin azalması anlamına geleceğini bilmektedir. Bu da Tel Aviv için kötü bir haberdir. Çünkü bu durumda “İsrail”e muhalif faal bölgesel güçler için pratikte alan açılacak ve bu güçler inisiyatif alabileceklerdir. Böylece güçler dengesi tekrar kurulacaktır ve bu da “İsrail”in çıkarlarına aykırıdır.
  • Rusya’da 150 bin, Ukrayna’da 43 bin kişi olmak üzere, her iki ülkede de “İsrailli” Yahudi topluluklarının bulunmaktadır ve krizin kötüye gitmesi ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması halinde bu topluluklar tehlike altında olacaktır. Bu nedenle Tel Aviv Dışişleri ve Diaspora Bakanlıkları ile Yahudi Göç Ajansı, Ocak 2022’den itibaren tehdit altında olmalarının öncesinde Ukrayna’daki Yahudileri tahliye etmek için hızlı bir şekilde plan yapmaya girişmiştir. Öte yandan “İsrail”de Rusça konuşan ve Rusya ile Ukrayna’yla kültürel bir köprü konumunda olan, bir milyon kişi bulunmaktadır.
  • “İsrail” krizin taraflarından birinin yanında yer almak zorunda kalmasının, uluslararası çapta yaşanan gruplaşma ve 1991’de fiilen sona eren ve dünyayı iki kutba bölen soğuk savaş atmosferine geri dönme durumuyla uyumlu olduğunu düşünüyor olabilir. Öte yandan “İsrail”, çoğu zaman yaptığı gibi, her iki devleti birlikte kazanmak istemektedir. Ayrıca “İsrail”, dünyadaki en büyük iki güç olan ABD ve Rusya’nın kendisine krizde taraf olması konusunda baskı yaptığını gizlememektedir. Zira ABD, mümkün olduğu kadar çok devleti kendi tarafında toplamaya çalışmaktadır. Özellikle de bu sıkıntılı dönemlerde ittifaklarının güvenilirliğini görmek istediği müttefikleri için bu durum geçerlidir. Bu cephe aynı zamanda işgal rejiminin en önemli uluslararası şemsiyesidir ve muhtemelen “İsrail”in bu krizde gerek siyasette gerekse de sahada kendisinden daha az taraflı bir tutum takınmasını kabul etmeyecektir. “İsrail”in tamamen çıkarları için taraf olmaktan kaçınması durumunda ise, Washington’la ilişkilerinin gerilmesine sebep olabilir. Kaldı ki Tel Aviv ve Washington, “İsrail”-Çin ilişkilerinin gelişmesi nedeniyle yaşadıkları anlaşmazlıktan henüz kurtulmuş değildir. Moskova ise, “İsrail”e sağladığı “ayrıcalıkların” karşılığını almak istemektedir. Nitekim “İsrail”e fiili olarak 2015’te başlamak üzere Suriye’ye saldırma özgürlüğü vermiş, yine İran’ın nükleer çalışmaları ve Filistin meselesi gibi Ortadoğu konularında ayrıcalıklar sağlamıştır. Bu nedenle Rusya, “İsrail”in elde ettiği bu faydaların karşılığını belirleyici bir tutum göstererek vermesinin zamanı geldiğine inanmaktadır, aksi takdirde “İsrail” bu ayrıcalıkları artık kaybedecektir.
  • “İsrail”in, Ukrayna’ya ve çevresindeki ülkelere sattığı askeri sanayi ürünlerinin etkilenme ve 2021 yılına kadar dünya çapında elde ettiği 8 milyar doları aşan büyük finansal kazançtan mahrum kalma olasılığı da diğer bir etkendir. Ancak Rusya son dönemde bu ülkelere askeri ihracatını durdurma konusunda “İsrail”e baskı yapmaktadır. Zira Rusya, bu ülkeleri işgal etmeye karar vermesi durumunda özellikle kara savunma sistemlerinin kendi araçlarına karşı kullanılmasından endişe etmektedir. Ayrıca Ukrayna, Şubat 2022’de ortaya çıkan bilgilere göre “İsrail”den resmi olarak demir kubbe sistemi istemiş fakat bu istek Rusya’nın öfkesinden çekinmesi nedeniyle “İsrail” tarafından reddedilmiştir. Diğer yandan bu durum, “İsrail”in Ukrayna ve komşularından elde edeceği mali kazancın ötesine geçmektedir. Nitekim “İsrail”, bu meselede Rusya’yla ters düşmesi durumunda Moskova’nın baskılarını bertaraf edemeyecek ve aşağıda bahsedeceğimiz bir dizi yaptırımlara maruz kalacaktır.
  1. “İsrail”in Tutumuna Dair Senaryolar:

Kriz zirve noktasına yaklaştıkça, “İsrail”in müdahalesi de artmakta ve kendi iç gelişmelerini gölgede bırakmaktadır. Çünkü krizin kendisine doğuracağı sorunların boyutu, krizle daha açık şekilde meşgul olmasına ve bu da “İsrail”in kriz sürecindeki gelişmelere yönelik tutumuyla ilgili aşağıdaki olası senaryoların akıllara gelmesine yol açmaktadır:

  • “İsrail” krizin geri dönülemez bir noktaya gelmesini ve Rusya’nın Ukrayna topraklarına resmi olarak saldırmasını istememektedir. Bu senaryoyu “İsrail”in “kabus senaryosu” olarak nitelemek mümkündür. Çünkü böyle bir durum “İsrail”in krizin büyük tarafları olan Moskova ve Washington’la birlikte büyük bir bedel ödemesini gerektirecektir ve “İsrail” bunu istememektedir. İşlerin bu derece kötü bir noktaya ulaşması halinde, her ne kadar “köşeye sıkışmış” ve krizin taraflarına dair seçenekleri azalmış olsa da, “İsrail”deki karar mercilerinin bu satırları yazma ve benimsenen tutumun ne olduğunu kesin bir şekilde belirlemesinin dahi mümkün olmaması söz konusu olabilir. Bununla beraber “İsrail”in yaşayabileceği kayıplar nedeniyle taraflardan birini aleni olarak destekleyen bir tutum sergilemesi öngörülmemektedir. Böyle bir durumun ise tarafları en azından geçici olarak kısmen tatmin etmesi mümkündür.
  • Krizin olduğu şekliyle devam etmesi ve Rusya’nın “uçurum kenarı” politikasını sürdürmesi durumunda, “İsrail” elinde kalan vaktini Ukrayna’yla yaşanan krizin olası gelişmelerinin Ortadoğu politikalarını etkilememesi konusunda Rusya’yla işbirliğini arttırmaya ayırması söz konusu olabilir. Bu noktada “İsrail”, Suriye’deki askeri faaliyetlerinin engellenmemesi, Rusya’nın İran’ın nükleer dosyasıyla ilgili tutumunda temel bir değişiklik olmaması ve Rusya tarafından bölgedeki “güç eksikliğini” giderecek şekilde İran’a silah tedarik edilmemesini istemektedir.
  • Tel Aviv’in umduğu şekilde geçici dahi olsa krizin çözüme ulaşması halinde “İsrail”in “bağımsız” politik şahsiyetini Moskova ve Washington’a sunması öngörülmektedir. Böylece bu iki devlet karşısında, hangi devletin peşinden giderse gitsin dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelebilecek herhangi bir gelişmeden olumsuz etkilenmeyen bir portre çizebilecektir.

Bu durumun hemen uygulanmasının mümkün olmadığı söylenebilir. Ancak “İsrail”in mevcut kriz sürecinde giderek artan çağrıları, “İsrail”in krizin taraflarıyla organik bir bağı olmaksızın, bölgedeki stratejik çıkarlarını korumasına odaklanmıştır. Zira taraflardan birine ya da her ikisine bel bağlaması, “İsrail”in ABD ya da Rusya’nın “himayesindeki” bir devlet gibi görünmesine sebep olacak, bu da kendisine düşman devlet ve güçlerin hırslarını arttıracaktır. Öte yandan “İsrail”in Ukrayna krizindeki tutumuyla ilgili bu senaryolar, krizin yukarıda açıklanan senaryolar doğrultusunda gelişmesi durumunda “İsrail”in yaşayacağı yarar ve zararlarla ilişkilidir.

Sonuç:

Rusya-Ukrayna krizi ister açık bir çatışma haline gelerek kötüleşsin, ister uçurum kenarı politikası uyarınca devam etsin, isterse de geçici olarak durulsun, “İsrail”in çekincesi krizin küresel kutuplaşmayı arttırmasıdır. Bu durumda uluslararası toplumda ABD liderliğindeki “İsrail”in de özellikle geçtiğimiz 30 yılda, yani 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana çokça yararlandığı güç tekeli kırılacaktır. Buna bağlı olarak iki kutuplu düzenin geri gelmesi, “İsrail”e düşman güçlerin lehine olacaktır. Bu durum yeni sistemin “İsrail”e savaş açması anlamına gelmese de onu bölgede istediği gibi “alemine” devam etmekten alıkoyacaktır!

Rusya-Ukrayna krizinde, sonucu ne olursa olsun her bir adım, krizin iki büyük tarafını “müttefik, dost ve düşman” devletlerin tutumlarının çetelesini yapmaya itecektir. “İsrail”in tutumunun, ABD ve Batı’nın peşi sıra gitmeden ve Rusya’nın tutumuna da düşmanca bir tavır takınmadan taraflı olduğu doğrudur. Tel Aviv Rusya’nın, Rusya tarafından gösterilen kolaylıklar sayesinde bölgede elde ettiği ayrıcalıkları inkar etme olarak görülen bu tutum karşısında kendisini cezalandıracağından çekinmektedir. Nitekim “İsrail”, Suriye hava sahasında büyük bir askeri rahatlığa sahip olup, İran’ın nükleer dosyası hakkındaki müzakerelerde daha güçlü bir tavır takınabilmekte ve yıllarca ABD’nin tutumuna bağlı kalmasının ardından, Filistin-İsrail çatışma hattına girebilmektedir ki “İsrail”in istediği de zaten budur.

*İsrail Araştırmaları Uzmanı

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu