Kudüs… Kaynayan Bir Kazan, Yanan Bir Fitil
Kudüs… Kaynayan Bir Kazan, Yanan Bir Fitil
Salahaddin el-Avavde
Geçtiğimiz Ramazan ayının ilk günlerinde meydana gelen Bab el-Amud olaylarının zirveye ulaştığı sırada, 2000 yılında Şaron’un Mescid-i Aksa’ya yaptığı baskının sonuçları hakkında uyarıda bulunarak, bunun yeni bir intifadayı doğurabileceğini söyleyen fakat hükümetin o dönem kulak vermediği emekli Tümgeneral Yair Yitzhaki (daha önce Kudüs Emniyet Amiri’ydi), Yedioth Ahronoth’a bir röportaj verdi. Olayların ne kadar tehlikeli olduğundan ve bir çatışma alanı olarak Kudüs’ün hassas konumundan bahseden Yitzhaki, ABD’de bir üniversitenin 1999 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmayı hatırlattı. Bu araştırmada öğretim üyelerine iki soru yöneltilmişti: “III. Dünya Savaşı’nın çıkması mümkün müdür?” “Böyle bir savaşın çıkmasına ne sebep olabilir?” Verilen cevaplar “evet” şeklindeydi ve onlara göre bu savaşı çıkarabilecek olan Kudüs’tü ve savaşın dini bir arka planı olacaktı. Yitzhaki mevcut durumun dünya savaşından halihazırda uzak olduğunu belirtirken, Kudüs’ün ve özellikle de daha hassas konumda olan Eski Şehir’in önemini, ABD’de yapılan çalışmanın sonuçlarını vurgulayarak belirtti. Yitzhaki ayrıca Kudüs’te, bir yanda Filistinliler, diğer yanda ise dindar Siyonist yerleşimci Yahudi cemaatler, tapınak cemaatleri ve aşırı “Haredi” Yahudileri olmak üzere müzakereler yürütüldüğünü ve bu birlikteliğin sonucunda olayların patlak vermesinin son derece yüksek bir ihtimal olduğunu dile getirdi. Yetkililerden güvenlik güçlerini arttırmakla başlayarak tüm akımlardan liderlerle konuşarak devam eden ve provokatif liderler hakkında yasal soruşturmayla son bulan bir süreç işletmelerini talep etti. Yitzhaki, Yafa ve Hayfa gibi bu tür karışık yapılanmaların olduğu diğer bölgelere de olaylar sıçramadan, kendi ifadesiyle “tutuklamalar” yaparak tedbir alınmasını istedi (Shumbelbi, 2021).
Sürekli Kaynayan Kazan: Kudüs
“İsrail”, Kudüs’ün sürekli kaynayan bir kazan olduğunu ve el-İseviyye ve Silvan gibi her zaman çatışma içinde olan bölgelerin bulunduğunun farkındadır. Bu nedenle çözüm, gerilimin değil sükunetin sebeplerini bularak gerçekleşecektir. Ayrıca asayişin kaynaklarını güçlendirmeye çalışmak, mevcut siyasi durum devam ettiği müddetçe patlamalara ve şiddetle mücadeleye hazır olmak gerekmektedir. Dini sebepler, olayların patlak vermesinde en büyük sebeptir. Buna, yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskınlar düzenlemeleri ve Müslümanların özellikle de Ramazan ayında Mescid’e ulaşmalarına karşı baskı yapılması gösterilebilir. “İsrail” ayrıca çatışmanın odak noktasının Mescid-i Aksa ve onun üzerindeki egemenlik olduğunu bilmektedir. Nitekim Bab el-Amud olayları, büyük resmin yalnızca küçük bir parçasıdır. “İsrail” Doğu Kudüs’ü kontrol ederken, Filistinliler onun üzerindeki egemenliğinden vazgeçmemektedir. Kudüslülerin eğitim, çalışma, refah, altyapı ve yaşam standartlarının gelişmesine rağmen; planlama, inşaat, vatandaşlık ve Mescid-i Aksa’da egemenlik konuları, gerilimin ve çatışmanın nedenleri olmaya devam etmekte ve çatışmalar mübarek Ramazan ayında daha da artmaktadır. Kudüslüler kendilerini Mescid-i Aksa’nın koruyucusu olarak görürken, Batı Şeria’dan duvarla tecrit edilmeleri kendi kimliklerinin belirginleşmesine yardımcı olmakta, bir yandan şehirlerine karşı dini ve milli duygularını artırırken, diğer yandan İbranice öğrenmeye kendilerini daha çok mecbur görmekte ve böylece İsrail ekonomisine katılarak kendilerine daha fazla yarar sağlamaktadırlar.
Kudüs’teki Aktörler
“İsrail”, başta Hamas (adını Tümgeneral Meir Amit’ten alan İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi, 2021), İslami Hareket’in Şeyh Raid Salah liderliğindeki kuzey kanadı ve Türkiye tarafından desteklenen dernek ve kuruluşları, Kudüs’teki gerilimi körüklemekle suçluyor. Filistin Yönetimi de bu gerginlikle suçlanıyor ve “İsrail”in seçimleri Kudüs’te tutmayı reddetmesi nedeniyle Filistin seçimlerinin iptal edilmesi kararının, “İsrail”in yukarıdaki aktörler tarafından kışkırtma olarak gördüğü tutumları ışığında duyguların körüklenmesine yardımcı olduğuna inanıyor. “İsrail” ayrıca sosyal medya ağlarını da Kudüs’teki gerilimi körükleyen bir etken olarak görüyor. Kudüslüler sosyal ağları Yahudi yerleşimcilerden daha fazla kullanıyor. 350 bin Kudüslünün 150-180 bin aktif Facebook hesabı var. Tiktok, Instagram vb. mecralar da yaygın olarak kullanılıyor. Çatışmalara dair görüntüler duyguların daha da köpürmesi sonucunu doğurmuş ve bu videolarda Kudüslü gençler cesaretlerini ifade ederek, Filistin toplumundan teşvik ve destek kazanmışlardır. Buna karşılık “İsrail”, yatıştırıcı unsurlar olduğunu da düşünmektedir. Kudüslülerin genelinin ekonomiye katılma ve kar elde etme isteği, polis ve emniyet güçlerinin protestoculara yönelik tutuklama ve öldürme şeklindeki şiddetli uygulamaları, özellikle köylerden şehirlere geçişte olmak üzere hareket kısıtlamalarının getirilmesi ve devlet kurumlarının Kudüslülere yönelik her alanda uyguladığı suiistimaller bunlara örnektir. Öte yandan “İsrail”, Filistinlilerden tüccarlar ve iş adamları gibi bazı kesimlerin, asayişin kendi yararlarına olduğunu düşündüğüne inanmaktadır.
Şeyh Cerrah Meselesi
Şeyh Cerrah meselesi, yerleşimcilerin Filistin ahalisini tamamıyla yerlerinden çıkararak yerine yerleşimcileri yerleştirmeyi amaçladığı ve resmi makamlardan da destek alarak gerçekleştirdiği düzenli ve sistematik hareketliliğin bir parçası kabul edilmektedir. 1967 yılındaki işgalden sonra Eski Şehir’deki el-Mağaribe mahallesinin yıkılması ve sakinlerinin kovulmasından bu yana, onlarca aile baskıcı (yasal) uygulamalar vasıtasıyla evlerinden çıkarılma tehlikesi altında yaşamaktadır. Yerleşimciler ve resmi makamlar Yahudilerin 1948 öncesinde kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri evlere geri dönmelerine izin veren ayrımcı bir yasayı kullanmakta iken, Filistinliler böyle bir haktan mahrum bırakılmaktadır. Yerleşimciler Filistinlilere ait Şeyh Cerrah mahallesinde bir tampon bölge inşa etmek istemektedir. İsrail yargısının 8 Ekim 2020 tarihli, mahalledeki dört aileyi evinden çıkararak yerlerine yerleşimcilerin yerleştirilmesi yönündeki kararından sonra Şeyh Cerrah’ta meydana gelen olaylar, mahalle sakinlerinin evlerini aşamalı olarak boşaltmasını öngören kararlar dizisinin bir parçasıdır. Nitekim 1998 yılında, başlarında o sırada Knesset üyesi olan Beni Alon bulunan bir grup dindar Yahudi, Şeyh Cerrah’taki bir binaya girmiş ve binada tadilat yaparak üzerine “İsrail” bayrağı ile sağcı “Moledet” hareketinin bayrağını asmış, burada dini ritüellerini gerçekleştirmeye başlamışlardır. Zamanla kaba kuvvet ve zorbalıkla başka binalara da girmeye başlamışlar, bu da mahalledeki Yahudi yerleşiminin başlangıcı olmuştur. Daha sonra yerleşim dernekleri bu konuda çeşitli şekillerde faaliyete geçmişlerdir. Resmi politikacılar ise bu faaliyetleri kulis arkasından desteklemiş, ardından ise İskan Bakanlığı bölgedeki Yahudi yerleşimini korumak için bir güvenlik şirketini yıllık 400 bin Şekelle finanse etmiştir. 1999 yılında ise, yasa dışı tadilat yaptığı gerekçesiyle el-Kürd ailesine karşı soruşturma açılmış ve bunun sonucunda mahkeme, ailenin tadilat yapılan kısmı boşaltmasına ve kati olarak kapatmasına karar vermiştir. Ardından bu binaya Yahudi yerleşimciler girmiş, Ekim 2008’de soruşturmanın yerleşimciler lehine sonuçlanmasının ardından, Fevziyye ve el-Kürd aileleri zorla evlerinden çıkarılmışlardır. Bugün dahi birçok aile aynı uygulamalarla, periyodik ve sürekli olarak aynı süreci yaşamaktadır.
Bayrak Yürüyüşü ve Gazze Tehdidi
İşgal rejimi açısından bakıldığında, son zamanlarda Bab el-Amud ve Şeyh Cerrah çevresinde yaşanan ayaklanma ve Kudüs’te sürekli yenilenen çatışmalar açısından olağandışı gelişmeler sırasında en dikkat çekici yeni olay, çatışmaların 1948’de işgal edilen şehir ve kasabalara genişletilmesidir. Ayrıca Gazze direnişinin mücadele saflarına dahil olması ve direnişin sembolü Muhammed el-Dayf’in isminin Kudüslülerin sloganlarında yer alması, Gazze’de füzelerin atılması ve daha önce görülmemiş şekilde direnişin askeri güçleriyle Kudüs ve Batı Şeria’daki halk protestoları arasında etkileşim meydana gelmiş olması da, yeni bir durumdur. “İsrail” bu durumu Duvar Muhafızları Operasyonu olarak adlandırırken, direniş ise Kudüs’ün Kılıcı Operasyonu olarak isimlendirmiştir. Nitekim bu operasyon, 10.05.2021 tarihindeki Yahudilerin Kudüs günü münasebetiyle gerçekleştirilen bayrak yürüyüşünü durdurmuştur. Bundan iki hafta sonra tapınak cemaatleri ve dindar Siyonistler, yürüyüşü 10.06.2021 tarihinde tekrar düzenlemek için çağrı yapmıştır. İsrail polisi ise 07.06.2021 tarihinde işgal altındaki Kudüs’teki “Bayrak Yürüyüşü” organizatörlerine, yürüyüşe onay vermediklerini açıklamıştır. Zira Hamas Hareketi, Kudüs’te tekrar provokasyonlar yaşanacağı ve bunun da Ortadoğu’nun görünümünü değiştirecek yeni bir savaşa yol açacağı konusunda uyarıda bulunmuştur. Bu tehdit sonucunda İsrail’deki siyasi çevreler sol kesimin önerdiği şekliyle yürüyüşün engellenmesi ya da güzergahının değiştirilmesi konusunda tartışmaya başlamıştır. Bu, Netanyahu’yu devirmek için Değişim Koalisyonu’nun kurulmasını izleyen iç güvenlik ve siyaset alanlarındaki gerilim ışığında meydana gelmektedir. Bu da yeni bir gerilim nedeni doğurmaktadır: Netenyahu yanlısı aşırı sağın yeni bir hükümet kurulmasını engellemek için bölgeyi ateşe verme arzusu.