Bitmeyen İhanet: Emperyalizmin Gölgesinde Filistin Sorunu ve Uluslararası Hukuk
Kitap Değerlendirmesi: "Bitmeyen İhanet Emperyalizmin Gölgesinde Filistin Sorunu ve Uluslararası Hukuk"
Bitmeyen İhanet Emperyalizmin Gölgesinde Filistin Sorunu ve Uluslararası Hukuk, Berdal Aral, Çıra Yayınları: İstanbul 2019.
Amerika’nın Filistin sorununun halli için ortaya koyduğu anlaşmalar dizisinin son bölümü Trump yönetiminin ilan ettiği “Yüzyılın Anlaşması” isimli anlaşma planının gündemde olduğu şu günlerde Filistin sorununun hâkim küresel sistem içerisinde nasıl bir tahakküme maruz bırakıldığı dikkat çeken konulardan biri olmuştur. Elimizdeki kitap tam da böyle kritik bir süreçte Filistin sorununu tarihi bağlam içerisinde uluslararası hukuk açısından ele alırken diğer taraftan da Filistin sorununun nasıl küresel ve bölgesel emperyalist düzen ile yakından ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Prof. Dr. Berdal Aral tarafından kaleme alınan “Bitmeyen İhanet Emperyalizmin Gölgesinde Filistin Sorunu ve Uluslararası Hukuk” kitabı geçtiğimiz aylarda (Aralık 2019) Çıra Yayınları tarafından basıldı.
Müellif Berdal Aral kitabına “Filistin sorunu Ortadoğu’daki ve belki de tüm İslam dünyasındaki sorunların anasıdır” iddiası ile başlayıp “Filistin sorunu bir çözüme kavuşturulmadığı müddetçe Ortadoğu coğrafyasının huzur bulmayacağını” belirtmektedir (Aral 2019, s. 23). Kitap, Filistin sorununu yatay ve dikey derinlik bağlamında incelerken meseleyi hem uluslararası hukuk, siyasi, kurumsal ve ekonomi-politik çerçevesine oturtmaya çalışmakta hem de Filistin sorununu 20.yüzyılın başlarına götürerek tarihi bağlama oturtmaktadır. Sorunu Arap dünyasının Osmanlı sonrasında emperyalist tahakkümün pençesine düşüşü ile ilişkilendirmektedir.
Giriş ve sonuç da dahil olmak üzere toplamda 10 bölümden oluşan kitap yazarın çeşitli zamanlarda yapmış olduğu çalışmaları bir arada sunmaktadır. Kitabın ilk bölümü “Giriş” başlığı altında konuya bir hazırlık mahiyetinde Filistin sorununun tarihi arka planını ve kitabın plan ve metodolojisini okuyucuya sunmaktadır. Akademik bir dille yazılmış olan kitap konunun ilgilileri için Filistin sorununun küresel düzen içerisinde en başından bu yana yaşamış olduğu kırılmaları çeşitli başlıklar altında aktarmaktadır.
“İslam Dünyası ile Arap Ortadoğu’su Üzerindeki Küresel Tahakküm Düzeni ve Filistin Sorunu” başlığına sahip ikinci bölüm küresel sistemi ve bu sistemin dünya üzerinde özellikle de İslam dünyası ve Ortadoğu üzerindeki tahakkümünü incelemektedir. İslam dünyasının ve bilhassa Arap Ortadoğu’sunun sömürgeci ve emperyalist kıskaca alındığı tarihsel dönemden günümüze kadar gelen süreçte Filistin sorununun evreleriyle başlayan bölümde sömürgecilik ve manda rejimleri arasındaki kavramsal ilişkiler okuyucuya net bir şekilde sunulmaktadır. Burada yazar Birleşmiş Milletler’e de bu küresel sistemin tahakküm düzeninin bir parçası olarak ciddi eleştiriler getirmektedir.
Üçüncü ve dördüncü bölümlerde yazar Oslo süreçlerine yer vermiştir. “Filistin Halkının Self-Determinasyon Hakkının İnkârı olarak Oslo Barış Süreci” başlığı altında üçüncü bölümde genel uluslararası hukuk bağlamında Filistinlilerin bağımsız devlet kurma haklarını inceleyen yazar İsrail’in sömürgeci-yerleşimci bir devlet olarak yapmış olduğu hukuk ihlallerini ve Oslo müzakerelerinin hukuksal çerçevesini ele almıştır. Dördüncü bölümde ise “Oslo Sonrasında Filistin’in Özgürlük Mücadelesini Self-Determinasyon Üzerinden Yürütmek” başlığı altında iki devletli çözümün bir kazanç mı kayıp mı olacağını irdelemiştir. Yazara göre iki devletli çözüm paradigması çökmüştür. Bunun için çaba harcamak Filistinliler açısından -Soğuk Savaş döneminde Güney Afrika’da siyahlar için oluşturulan bantustanlarda yaşamaya itilmelerinde olduğu gibi- yalnızca kanton bölgelerde ve sürdürülebilirlikten uzak bir devlet müsveddesine razı olmak demektir (s. 120). Yazarın burada savunduğu önemli argümanlardan birisi de Filistin halkının Oslo-sonrasında artık “sadece insani hukuk eksenli bir uluslararası hukuk mücadelesi” vermekten vazgeçmesi ve bunun yerine İsrail’in sömürgeci-yerleşimci bir devlet olarak tanımlanıp Filistinlilerin “self-determinasyon (kendi geleceğini özgürce belirleme hakkı) hakkına ve bunun gerektirdiği devletleşme hakkına vurgu” yapılması gerektiğidir. Yine burada yazarın sunduğu bir çözüm önerisi olarak BM Genel Kurulu’nun uluslararası barış ve güvenliğe müteallik hususlarda yetkilendirilen ve gerek görülürse hedef ülkeye ambargo uygulamasına imkân veren 1950 tarihli, 377 sayılı “Barış için Birleşme” kararına yönelmektir. 1950-1953 Kore Savaşında ve 1956’da Süveyş Krizinde uygulandığı üzere vahim bir uluslararası hukuk ihlalinin mağduru olan bir ülkeye askeri sevkiyat yapılması, ihlalci devlete kapsamlı bir ambargo uygulanması ve ihlal sona erdirilene kadar uluslararası barış gücü askerlerinin bölgede aktif görev alması şeklinde gerçekleşen bu uygulama Filistinliler için bir çözüm olabilir. Filistin’in uluslararası hukuk mücadelesinde bu noktaya yoğunlaşması, uluslararası barış gücü askerlerinin Filistin’e gönderilmesi, İsrail’e karşı ambargo uygulanması, tüm Siyonist yerleşimcilerin işgal altındaki topraklardan çıkarılması ve işgalin sona erdirilmesi, Filistinli mültecilere geri dönüş hakkının tanınması, Filistin’in güvenli sınırlara sahip olması ve sürdürülebilir bir Filistin devletinin kurulması belki de bu “Barış için Birleşme” mekanizmasıyla mümkün olacaktır.
“Filistin’in Birleşmiş Milletler’e 2012’de Gözlemci Devlet olarak kabulü ne anlama geliyor?” başlığını taşıyan beşinci bölümde müellif önce devlet olmakla BM üyesi olmak arasındaki girift ilişkiyi tartışmaktadır. Ardından Filistin’in bir devlet olup olmadığı konusu üzerinde durmuştur. Burada yine gözlemci devlet statüsünün Filistinlilerin bağımsızlık yolundaki çabalarına getirdiği katkılar okuyucuya sunulmuştur.
Yazar Aral, İsrail’in Filistin’deki varlığının uluslararası hukuk açısından bütünüyle yasadışı olduğunu ileri sürmektedir. Bununla ilgili en çok vurgu yapılan argüman self-determinasyon hakkının Filistinlilere tanınmadığıdır. Bu hakka göre belli bir coğrafyada yaşayan halkın çoğunluğunun iradesi esas alınmalıyken Filistin konusunda esas alınan sömürgeci manda güçlerinin ve Filistin coğrafyasında -bütün göç dalgalarına rağmen- toplam nüfusun üçte birini dahi bulmayan Yahudilerin isteği olmuştur. Dolayısıyla BM Genel Kurulu’nun 1947’deki taksim kararı uluslararası hukuka uygun değildir. Diğer taraftan Kudüs’e özel olarak ayırmış olduğu “Uluslararası Hukuka Göre Kudüs’ün Statüsü” başlıklı altıncı bölümde yazar Kudüs’ün bir şehir olarak ikiye bölünmesini uluslararası hukuk açısından değerlendirmekte ve bunun da yasadışı olduğunu belirtmektedir. Yazar yine söz konusu bağlamda İsrail’in Kudüs’e ilişkin iddialarını uluslararası hukuk çerçevesinde detaylı bir şekilde incelemektedir.
Yedinci bölüm yazarın daha önce çeşitli haber siteleri ve dijital yayın platformlarında Filistin sorununun bugünkü görünümüne dair kaleme aldığı yazılarından oluşmaktadır. Burada Goldstone Raporundan Trump’ın Kudüs kararına, Gazze’deki “Dönüş Hakkı” protestolarından İsrail’in “ulus devlet” kararına kadar çeşitli meselelere dair yazılara yer verilmiştir.
Kitabın ortaya koyduğu bir diğer önemli konu ise Arap dünyası ile İsrail arasındaki normalleşmedir. “Arap Dünyası ile İsrail Arasındaki ‘Normalleşme’ Süreci” başlıklı sekizinci bölüm son yıllarda çok sayıdaki Arap ülkesinin İsrail’le tam normalleşmeyi sağlamak üzere attığı adımları ve Arap ülkelerinin İsrail karşısındaki bu yeni yaklaşımını değerlendirilmiştir. Yazar bu bölümde Araplar ve İsrail arasındaki normalleşme sürecinin tarihi arka planı, söz konusu Arap aktörleri böyle davranmaya iten sebepler ve bu aktörlerin beklentileri ile bu sürecin olası sonuçlarını irdelemiştir. Bütün bunlardan sonra yazar bu normalleşmenin Filistin’in özgürlük mücadelesine olan muhtemel etkilerini tartışmakta ve İsrail’e karşı Arap halkları nezdinde de müspet karşılanacak alternatif stratejiler geliştirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Son olarak kitapta dikkat çeken diğer bir önemli konu ise Filistin sorununun uluslararası hâkim akademik yaklaşım içerisindeki yeridir. “Sorunun parçası olarak İsrail-Filistin Sorununa İlişkin Akademik Söylem” başlıklı dokuzuncu bölümde yazar Filistin meselesinin akademik dünya tarafından önemsiz ya da sıradan kılınmaya çalışıldığı ve sorunun çözümüne yönelik getirilen önerilerin nasıl palyatif veya “sahte çözüm” olduğunu ortaya koymaktadır. Akademik söylem genelde İsrail’in Filistin’de uygulamış olduğu suçların vahametini azaltan bir dil kullanırken, diğer taraftan da işgale yönelik eleştirilerini sadece Batı Şeria ve Gazze ile sınırlandırmaktadır. Dahası akademik çevreler hatta “eleştirel” bir duruş sahibi olduğunu iddia edenler bile İsrail’den “normal” bir devletmiş gibi söz etmektedirler. İsrail’in uygulamış olduğu yerleşimci-yayılmacı-sömürgeci politikaları ve bunun sonuçlarını göz ardı eden söz konusu hâkim akademik çevreler İsrail’i “kabul edilebilir yanlışları” olan “sıradan” bir devlet gibi göstermektedirler. Bu durum da Filistin sorununun tüm boyutlarıyla anlaşılmasına ve soruna ilişkin makul ve hakkaniyetli çözüm önerilerinin akademik dünya içerisinde tartışılmasına engel olmaktadır.
Kitabın sonuç bölümünde ise hem Filistinliler hem de Arap ve İslam dünyası için tek seçeneğin “direniş” olduğu vurgulanmaktadır. Burada İslam dünyasına düşen hukuken bir devlet olan Filistin’e her türlü siyasi ve askeri desteğin verilmesi olacaktır. Aynı şekilde uluslararası kurumları harekete geçirip Siyonist devlete karşı kapsamlı bir ambargo uygulanmasının sağlanması gerekmektedir.
Kitap Filistin hakkında özellikle de güncel konular bağlamında kaleme alınan en kapsamlı eserlerden biridir. Zira tarihi süreçten bu yana Filistin meselesi savunulurken düşülen hataları ve benzer hataların tekrarlanmaması için uygulanacak stratejileri çeşitli başlıklar altında bir arada sunmuştur. Bu yönüyle de kitap Filistin meselesine ilgi duyanlar için olayları derinlikli açılardan kavramalarına bir katkı sağlayacaktır.